sumeyye
Mon 10 January 2011, 02:07 pm GMT +0200
Allah'ın Kullarına Karşı Merhameti
527. İbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor:
"Şüphesiz Allah Teâlâ ümmetimin hata ile, unutarak ve zorlama karşısında işlediği günahları affeder."[418]
İzah
Hadîsle üç şey karşısında işlenen suçların affedileceğini, bu durumların mes'uliyeti kaldıracağı bildirilmiştir. Bunlardan birincisi hatâdır. Hatâ, fiil veya sözün, yapanın veya söyleyenin irâdesine aykırı olarak meydana gelmesidir. Bu durumda mes'uliyet kalkar. Peygamberimiz (a.s.m.) bir hadislerinde yanılma ile işlenen suçun affedildiğini bildirmiştir.[419] Meselâ yalan yere yemin etmek ağır mes'uliyet gerektiren birşeydir. Fakat birşeyi yapmadığı halde yaptığını zannederek "Vallahi yaptım" diye yemin eden kimse, bu yemininde mes'ul değildir. Bununla ilgili olarak Bakara Sûresinin 225. âyet-i kerimesinde şöyle buyurulur:
"Allah, sizi yanlışlıkla veya yanılarak ettiğiniz yeminlerden dolayı mes'ul tutmaz."
Mes'uliyeti kaldıran bir diğer husus da unutkanlıktır. Meselâ unutarak orucunu yiyen ve vaktinde namazını kılmayı hatırlayamayan, bundan dolayı mes'ul değildir. Unutan kimse hatırlayana kadar tekliften muaf tutulmuştur. Peygamberimiz (a.s.m.) bir başka hadislerinde bununla ilgili olarak şöyle buyurmuştur:
"Kim uyur veya unutur da namazını kılmazsa, onu hatırlayınca kılsın."[420]
Yalnız burada yatmadan önce namaza kalkmak için gerekli tedbir alınmalıdır. Varsa saat kurulmalı, uyumayan biri varsa ona tenbihte bulunulmalıdır. Namazı unutmamak için de vaktinde kılmalıdır.
Hoşlanmadığı bir işi yapmaya zorlanan kimse de o fiilinden veya sözünden dolayı günahkâr olmaz. Ölümle veya bir uzvunun kesilmesiyle tehdit edilen kimse bu tehdit karşısında şarap içse, domuz eti yese bir günah kazanmış olmaz. Zaruret olduğu halde şarap içmeyen ve domuz eti yemeyen ve bu sebeple zarara uğrayan biri ise bu durumda sevap kazanmış olmaz. Bilâkis mes'ul olur.
Fakat Allah'ı inkârla ilgili bir zorlama böyle değildir. Allah'ı inkâra zorlanan birine her ne kadar diliyle istenileni söylemesi için ruhsat verilmişse de, sabrederek şehid olması, onun için büyük bir fazilettir.
Meşhur Sahabî Ammar bin Yâsir'in (r.a.) hayatında geçen şu tablo, zorlamanın mes'uliyeti kaldırmasına güzel bir misâldir.
İslâmın ilk yıllarıydı. Müslümanlar, müşriklerin dayanılmaz işkenceleri altında inliyordu. Yâsir ailesi de Allah ve Resulü yolunda,bu çileyi çekenlerdendi. Müşrikler Hz. Yasir'e, hanımı Sümeyye'ye ve oğlu Hz. Ammar'a dinlerinden dönmelerini teklif ediyorlardı. Fakat bu iman fedaileri hakta sebat ediyor, müşriklerin tehditlerine ehemmiyet vermiyorlardı. Vahşî bir canavara dönüşen müşrikler neticede Hz. Yâsir'i ve hanımı Sümeyye'yi şehid ettiler.
Sıra Hz. Ammar'a gelmişti. Son olarak, "Muhammed'in dininden vazgeç" dediler. Ammar'in gözü önünde babası ve annesi şehid edilmişti. Kendinin de kurtuluş çaresi yoktu. Ya öldürülecek veya istediklerini söyleyip kurtulacaktı. İslâmiyete daha fazla hizmet edebilmek için ikincisini tercih etti. Onların istediklerini söylemek gerçi ölümden daha ağırdı, fakat Resulullaha kavuşmak için isteklerini yerine getirdi. "Diliyle" dininden vazgeçtiğini bildirdi. Müşrikler de onu serbest bıraktılar.
Hz. Ammar kalben söylememişti, ama yine de endişeliydi. Kalbi tir tir titriyordu. Ellerinden kurtulur kurtulmaz doğru Resulullaha koştu, gözyaşları içerisinde, "Helak oldum, imanımı inkâr ettim, yâ Resulullah!" dedi. Hadiseyi olduğu gibi anlattı.
Resulullah (a.s.m.),
"Kalbin nasıl?" diyerek, sözle söylediklerine kalbinin iştirak edip etmediğini sordu.
Hz. Ammar, "Kalbim imanla doludur" dedi.
Bunun üzerine Peygamberimiz Hz. Ammar'ın gözyaşlarını sildi sonra da onu rahatlatan şu müjdeyi verdi:
"Ammar, tepeden tırnağa imanla doludur. Şayet sana tekrar böyle işkenceler yaparlarsa, tekrar aynı taktikle ellerinden kurtulmanda bir mahzur yoktur."
Hz. Ammar bu müjdeye çok sevindi. Biraz sonra da onu rahatlatan Nahl Sûresinin 106. âyeti nazil oldu:
"Kalbi imanla dolu olduğu halde inkâra zorlananlar müstesna kim iman ettikten sonra tekrar kâfir olur ve gönül rızasıyla küfrü kabul ederse, öylelerinin üzerine Allah'tan bir azap vardır. Onların hakkı pek büyük bir azaptır."[421]
Ancak, zaruret hali de olsa, zorlama, yasakları ortadan kaldırmaz. Sadece ruhsat temin eder. Şarap içmek, domuz eti yemek her zaman için haramdır. Fakat zor durumda olana ruhsat verilmiştir.
Zorlamanın mes'uliyeti kaldırması için bazı şartlar gereklidir. Bunlar:
1. Böyle birşeye maruz kalan kimsenin malı, canı yahut da bir yalanı tehdit altında bulunmalıdır
2. Zorlayan kimsenin tehdit ettiği şeyi yapmaya gücü yetmelidir. Eğer buna kadir değilse, zorlanan kimse de bunu biliyorsa o tehdide itibar edilmez.
3. Zorlanan kimsenin, kalbine bir korku düşmelidir. Fiili, bu korkunun tesiri altında işlemelidir. Böyle bir korku yoksa bunu rızasıyla yapmış olur. Dolayısıyla mes'uliyetten kurtulamaz.
4. Kişinin zorlandığı fiil yasak veya zorlanan kimseyi bir külfet altına sokmalıdır.[422]
Hz. Hasan Müslümanlardan İki Büyük Ordunun Arasını Islah Etti
528. Ebî Bekre (r.a.) rivayet ediyor:
Minberin üzerinde Resûlullahı (s.a.v.) gördüm. Yanında Hasan bin Ali vardı. Resûlullah şöyle buyurdu:
"Bu oğlum seyyiddir. Allah onun eliyle Müslümanlardan iki büyük ordunun arasını ıslah edecektir."[423]
İzah
Daha önceki hadislerde de ifâde ettiğimiz gibi, Allah'ın bildirmesiyle Peygamberimiz (s.a.v.) pekçok gaybî şeyden haber vermiştir. İşte bunlardan birisi de yukarıdaki haberdir. Bu hadise aynen gerçekleşmiş, Hz. Hasan, dedesinin haber verdiği gibi Müslümanlardan iki büyük ordunun arasını sulhetmiştir. Hadise şöyle gerçekleşmişti:
Hz. Ali'nin şehadetinden sonra Müslümanların pekçoğu Hz. Hasan'a biat etmişti. Ancak saltanat sebebiyle Hz. Ali ile savaşan Hz. Muâviye Hz. Hasan'a bîat etmedi. Şam halkı da zaten halife olarak Hz. Muâviye'ye bîat etmişti. Müslümanlar arasında birlik yine temin edilememişti. Yine savaş olacak, Müslüman kanı dökülecekti. Hz. Hasan'ın halifeliğinin yedinci ayında iki ordu Medâyin'de karşı karşıya geldi. Muâviye tarafında bulunan Amr bin Âs (r.a.), Hz. Hasan'ın ordusunu görünce şu itirafta bulunmaktan kendini alamadı:
"Ben karşımda öyle bir ordu görüyorum ki, karşısındaki orduyu yok etmedikçe geri dönmez."[424]
Hz. Hasan Müslüman kanı dökülmesini istemiyordu. Onun makamda, mevkide gözü yoktu. Zaten, ortaya çıkan fitne sebebiyle Müslümanların İslâmiyete hizmeti bırakıp, birbirleriyle savaşması kendini çok rahatsız ediyordu. Bugün eline büyük bir fırsat seçmişti. İstese Muâviye'nin (r.a.) ordusunu mağlup ederek Müslümanları bir bayrak altında toplayabilirdi. Fakat bu durumda Müslüman kanı akardı. Bunun için Hz. Hasan böyle yapmayacak, büyük bir fedakârlık örneği göstererek, hilâfet hakkından feragat edecekti. Müslümanlar böylece eski kuvvetine tekrar kavuşacak, yeni yeni ülkeler fethedilecek, bir çok kimse İslâmiyetle şereflenecekti.
Aslında Muâviye de (r.a.) Müslüman kanı dökülmesini istemiyordu. O da sulh taraftarıydı. Hz. Hasan'a elçi göndererek sulh teklifinde bulundu. Halifelik dâvasından vaz geçtiği takdirde bütün tekliflerini kabul edeceğini bildirdi. Hz. Hasan da bazı şartlar ileri sürdü. Bunlardan biri, Muâviye'nin kendinden sonra oğlu Yezid'i veliahd tayin etmemesiydi. Çünkü, Müslümanların halifelerini kendilerinin seçmelerini istiyordu.
Peygamberimizin sevgili torununu bir diğer teklifinde de, fakirlere tasadduk için her yıl bir miktar para gönderilmesini istiyordu. Muâviye bunları kabul etti. Böylece sulh temin edildi. Hz. Hasan bundan sonra taraftarlarına hitaben bir konuşma yaptı. Hilafetten vaz geçmesinin sebebini anlattı. Bu konuşmadan biraz sonra bütün Müslümanlar Muâviye'ye (r.a.) biat ettiler. Hz. Hasan'ın konuşması şu mealdeydi:
"Takvaya uygun hareket etmek akıllılıktır. Fitne ve kötülük ise ahmaklıktan kaynaklanır. Halifelik eğer benim hakkımsa, Müslümanların birliğini sağlamak ve kanlarının dökülmesini önlemek için ben bu hakkımdan feragat ediyorum. Yok benden daha layık birinin hakkı ise, devrederek gereğini yapmış oluyorum."[425]
Hz. Hasan hilâfetten feragat edince, bütün Müslümanlar Hz. Muâviye'ye biat ettiler. İslâm birliği yeniden temin edildi. Bu sebeple bu yıla "Cemaat yılı" denildi.
Hz. Hasan Kûfe'ye döndüğünde Ebu Amir ona, "Selam sana ey mü'minleri zillete düşüren" dedi. Hz. Hasan, "Öyle söyleme ey Ebû Amir! Ben mü'minleri zillete düşürmedim. Fakat saltanat uğruna onları öldürmek istemediğimden böyle yaptım" karşılığında bulundu.[426]
Ehl-i Beytin Fazileti
529. Zeyd bin Erkanı (r.a.) rivayet ediyor:
Resûlullah (s.a.v.) Ali, Fâtima, Hasan ve Hüseyin'e (r.anhüm) hitaben,
"Sizinle savaşanla ben de savaşırım, sizinle barış içerisinde olanla ben de barış içerisinde olurum" buyurdu.[427]
İzah
Elinizdeki kitapta da yer vediğimiz gibi, Peygamberimiz çeşitli hadislerinde Hz. Ali, Hz. Fâtıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'i övmüş, onlara sahip çıkmış, faziletlerine dikkat çekmiştir. Bu hadislerinde de onlara savaş açana kendisinin de savaş açacağını bildirmiştir. Resûlullahın bu ve benzer sözlerini söylediğinde şüphesiz muhataplardan kimsenin aklında onlara savaş açmak gibi bir düşünce yoktu. Sahabîlerin hepsi bu Ehl-i Beyt mensuplarını çok seviyorlardı.
Peygamberimiz istikbalde meydana gelecek hadiseleri Allah'ın bildirmesiyle bildiği için bu sözlerle istikbalde onların çeşitli zulümlere maruz kalacaklarını, onlara savaş açılacağını, düşmanlık besleneceğini, hakaret edileceğini bildiriyor, bununla hem onları teselli ediyor, hem de ümmetini bu noktada ikaz ediyordu.
Maalesef haber verilenler aynen gerçekleşti. Hz. Ali ve Hz. Fâtıma, Resûlullahtan sonra çok zor anlar yaşadı. Hz. Hasan hakaretlere maruz kaldı, zehirlenerek şehid edildi. Hz. Hüseyin Kerbelâ'da feci bir şekilde aile fertleriyle birlikte şehid edildi.[428]
Resûlullah Baskından Önce Ezan Sesi Dinlerdi
530. Muâz bin Cebel (r.a.) rivayet ediyor
Resûlullah ile bir seferde idik. Bir kişinin "Allahü ekber, Allahu ekber" dediğini işitti.
"İslâm fıtratı üzere" buyurdu.
Sonra o zât, "Eşhedü enlâ ilahe illallah" dedi.
"Cehennemden çıktı" dedi. Sonra,
"Bakın, onu bir keçi çobanı olarak veya bir avcı olarak bulacaksınız. Namaz vakti geldi, o da ezan okudu" buyurdu.
Baktılar, onun bir keçi çobanı olduğunu gördük.[429]
İzah
Tirmizî ve Müslim'deki rivayetlerin baş tarafında şöyle bir açıklama vardır: "Resûlullah (s.a.v.) düşmana sabah namazı vakti girdiğinde baskın yapardı. Sabah namazı vakti girdiğinde iyice kulak verir, eğer ezan sesi duyarsa baskın yapmaz, duymazsa hücuma geçerdi."
Askerî hareketlerde başarının sırrı, büyük ölçüde âni baskına dayanır. Bunun içindir ki, savaşta galibiyet için gerekli olan prensiplere azamî derecede uyan Resûlullah (s.a.v.) bu harp taktiğine de hassasiyetle uymuş, sabahleyin, belde halkı gaflet içerisinde iken ani baskınlarla düşmanı mağlup etmiştir. Ancak Müslümanların da bulunabileceği ihtimali olan yerlerde hemen saldırıya geçmemiş, sabah namazı vaktini bekleyerek ezan sesi dinlemiş, böylece yanlışlıkla Müslümanların da ölmesinin önüne geçmiştir. Bu hadis de bunu ifâde etmektedir. Peygamberimiz kendisi böyle davrandığı gibi, bir yere müfreze gönderirken, birlik komutanına da şu emri vermiştir:
"Eğer saldıracağınız yerde bir mescid görür, ya da ezan sesi işitirseniz, ora halkından kimseyi öldürmeyiniz."[430]
Peygamberimizin Hz. Hassan'a Duası
531. Âişe (r.a.) rivayet ediyor:
Resûlullah (s.a.v.) Hassan bin Sâbit'e hitaben,
"Müşrikleri hicvet" buyurdu ve onun için,
"Allah'ım, onu Cebrail ile kuvvetlendir" diye duâ etti.
80 numaralı hadisin izahına bakınız.[431]
İmanla Beraber Olduğunda Cennete Girdiren Beş Şey
532. Ebu'd-Derdâ (r.a.) rivayet ediyor:
"Allah'a imanla beraber şu beş şeyi yapan Cennete girer:
1. Abdesti güzel alarak, rükû ve secdesine dikkat ederek beş vakit namazı kılmak.
2. Malının temiz kısmından zekâtını vermek.
3. Güç yetirebiliyorsa hacca gitmek.
4. Ramazan orucunu tutmak.
5. Emânete riâyet etmek."[432]
[418] İbni Mâce, Talâk: 16. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/210.
[419] İbni Mâce, Talâk: 16.
[420] Ebû Dâvud, Salât: 11
[421] İbni Kesir, 2:588.
[422] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/211-213.
[423] Buhârî, Sulh: 9; Tirmizî, Menâkıb: 31; Müstedrek, 3:192. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/214.
[424] Müstedrek, 3:191.
[425] Müstedrek, 3:193; Hayâtü's-Sahabe, 3:350.
[426] Müstedrek, 3:192. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/214-216.
[427] Tirmizî, Menâkıb: 61. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/216.
[428] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/216-217.
[429] Tirmizî, Siyer: 48; Müslim, Salât: 9; Ebû Dâvud, Cihad: 100; Buhari, Ezan: 6; Muvatta, Cihad: 48; Dârimî, Siyer: 9. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/217-218.
[430] Tirmizî, Siyer: 2. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/218.
[431] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/218-219.
[432] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/219.