- Allah Cennete de Cehenneme de Girecekleri Yaratmıştır

Adsense kodları


Allah Cennete de Cehenneme de Girecekleri Yaratmıştır

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
saniyenur
Sat 7 January 2012, 06:51 pm GMT +0200


Tahâvî’nin -Allah onarahmet etsin-: "Her ikisine de girecekleri yaratmıştır" ifadesi ile ilgili olarak Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Andolsun ki Biz cehennem için cin ve insanlardan çok kimseler yaratmışızdır."(el-A’raf, 7/179)

Âişe -Radıyallahu anh-dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Rasûlullah -Sallallahu aleyhi vesellem-, Ensar’dan bir çocuğun cenazesine çağırıldı. Ben: Ey Allah’ın Rasûlü dedim, ne mutlu buna, cennet kuşlarından bir kuştur. Hiç kötülük yapmadı ve o çağa da erişmedi. Şöyle buyurdu: "Yahut başka bir şey de olabilir, ey Âişe. Şüphesiz Allah cennet’e girecekleri yaratmıştır. Onları daha henüz babalarının sülblerinde iken cennet için yaratmıştır. Cehenneme girecekleri de yaratmıştır. Onları kendileri henüz babalarının sulblerinde iken de orası için yaratmıştır." Bu hadisi Müslim, Ebu Davud ve Nesaî rivayet etmiştir.[166]

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Gerçekten Biz insanı karışık bir nutfeden yarattık. Onu sınar dururuz. Bu sebebten onu işiten ve gören yaptık. Gerçekten Biz ona yolu gösterdik. İster şükredici olsun, ister nankör bir kâfir." (el-İnsan, 76/2-3)

Burada hidayetten kasıt ise umumi hidayettir. Bundan da daha umumi olanı Yüce Allah’ın: "Rabbimiz bütün herşeye hilkatini verip sonra da doğru yolu gösterendir." (Tâ’hâ, 20/50) buyruğunda söz konusu edilen hidayettir.[167]

Varlıklar iki türlüdür. Birisi tabiatı itibariyle musahhar kılınmış olanlar, diğerleri ise iradesiyle hareket edenler. Birincisinin hidayeti tabiatı gereği Yüce Allah’ın onu ne için musahhar kılmış ise, ona doğru yol bulması şeklindedir. İkinci türün hidayeti ise kendisine neyin faydalı, neyin zararlı olduğuna dair bilgi ve şuuruna tabi, olarak iradesi ile doğru yolu bulma hidayetidir.

Daha sonra bu kısım da üç türe ayrılmıştır:

Bir tür, hayırdan başka bir şey irade etmez ve ondan bunun dışında bir şeyi irade etmesi dahi beklenmez. Melekler gibi.

İkinci kısım şerden başka bir şey irade etmez ve ondan şerden başka bir şey irade etmesi dahi beklenmez. Şeytanlar gibi.

Üçüncü kısım ise, iki tür irade sahibidir. insan gibi.

Sonra bunlar da üç sınıfa ayrılırlar: Bir kesimin imanı, marifeti ve aklı, hevâ ve arzularına galib gelir, bu da meleklere katılır.

Diğer bir kısım bunun tam aksi olup bu da şeytanlara katılır.

Üçüncü bir kısım ise hayvani arzuları aklına galip gelir ve o da hayvanlara katılır.

Maksat şudur: Her iki varlığı yani aynî olanı da ilmî olanı da veren Yüce Allah’tır. O’nun var etmesi olmadan hiçbir varlık olamayacağına göre, O’nun öğretmesi olmaksızın hiçbir hidayet de olmaz. Bütün bunlar ise O’nun kudretinin kemaline, vahdaniyetinin sübutuna, rububiyetinin muhakkak oluşuna delillerdendir. O her türlü kusurdan yüce ve münezzehtir.

Tahâvî’nin -Allah ona rahmet etsin-: "Onlardan dilediklerini kendisinden bir lütuf olmak üzere cennete, yine onlardan dilediklerini adaletinin bir tecellisi olmak üzere de cehenneme koyar..." sözlerine gelince, bilinmesi gerekir ki Yüce Allah, mükafat kazanma sebebi ortadan kalkmadıkça mükafatı, sevabı engellemez. Mükafatın sebebi ise salih ameldir, çünkü Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Kim mü’min olduğu halde salih ameller işlerse o zulme uğratılmaktan da korkmaz, eksiltilmesinden de." (Tâhâ, 20/112)

Aynı şekilde Yüce Allah ceza görmeyi gerektiren sebeb meydana gelmedikçe de kimseyi cezalandırmaz. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Size isabet eden her musibet ellerinizle kazandıklarınız sebebi iledir. Çoğunu da affeder." (eş-Şûrâ, 42/30)

Veren de, alıkoyan da Yüce Allah’tır. O’nun verdiğini kimse engelleyemez, vermediğini de kimse veremez. Ancak O, insana iman ve salih ameli de lutfedecek olursa, bunun gereği olan mükâfatı da asla insandan alıkoymaz. Aksine ona hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir kimsenin hatırından geçirmediği şekilde mükâfatlar ihsan eder ve kendisine yakınlaştırır. Ona böyle bir mükâfatı vermeyecek olursa, bu onun sebebi olan salih amelin bulunmayışından dolayıdır.

Şüphesiz ki O, dilediğine hidayet verir, dilediğini de saptırır. Ancak bütün bunlarda O’nun belli bir hikmeti vardır ve adaletinin bir gereğidir. Mükâfat görmenin sebebini teşkil eden salih amellerde bulunmayı engellemesi, O’nun hikmeti ve adaletindendir. Sebeblerinin ortaya çıkmasından sonra, sonuçlara gelince hiçbir şekilde onları engellemez. Şâyet bunları engellemesi ve cezalandırması söz konusu olursa, bu da iman ve salih amel olmadığından dolayıdır. O kendisinin bir hikmeti ve adaletinin bir gereği olarak ta baştan bunları vermemiştir. Her iki halde de O’na hamdedilir. O her türlü hal dolayısıyla kendisine hamdedilendir. O’nun herbir bağışı bir lütuftur. O’nun herbir cezası da adaletidir. Yüce Allah hikmeti sonsuz olandır, herşeyi en uygun olan yerine koyar.

Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Onlara bir âyet gelse: ‘Allah’ın peygamberlerine verilen gibi bize de verilmedikçe asla iman etmeyeceğiz’ derler. Allah peygamberliğini kime vereceğini çok iyi bilendir." (el-En’âm, 6/24); "Biz böylece onların bir kısmını diğer bir kısmı ile denedik ki: ‘Allah aramızdan bunlara mı lutfetti?’ desinler diye. Allah şükredenleri en iyi bilen değil midir?" (el-En’âm, 6/53) ve buna benzer başka buyruklar.

Yüce Allah’ın izniyle buna dair daha geniş açıklamalar gelecektir.

"Kendisi ile fiilde bulunmanın gerekli olduğu istitââ (güç yetiriş) fiil ile birlikte olup da mahluk’un kendisi ile nitelendirilemeyeceği tevfîk kabilindendir. Sağlıklı oluş, genişlik ve imkân buluş, araçların esenlikte oluşu yönünden istitââ ise fiilden öncedir ve hitab da bununla alâkalıdır. Bu da Yüce Allah’ın: "Allah hiçbir kimseye gücünün yeteceğinden başkasını yüklemez." (el-Bakara, 2/286) buyruğunda dile getirdiği gibidir."


[166] Müslim 2662; Ebû Davûd 4713; Nesaî, IV, 57; İbn Mâce 82.

[167] Bu hususta geniş açıklamalar için Kurtubî, el-Câmi'li Ahkami'l-Kur'ân, I, 160'a bakınız.