- Aklın Naklin Önüne Geçirilmesi Gereği İddiası

Adsense kodları


Aklın Naklin Önüne Geçirilmesi Gereği İddiası

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
saniyenur
Thu 12 January 2012, 08:18 pm GMT +0200
Aklın, Naklin Önüne Geçirilmesi Gereği İddiası

Akıl ile birlikte nakle verilen şu misal ne kadar güzeldir: Akıl ile birlikte nakilin durumu, alim ve müçtehid bir kimse ile avamdan olan mukallit’in durumuna benzer. Hatta bundan çok daha da aşağılardadır Çünkü avamdan olan bir kimsenin alim olma imkanı vardır. Fakat alim olan bir kimsenin rasûl ve peygamber olma imkanı yoktur.

Avamdan mukallit bir kimse bir alimi tanıyıp, avam’dan başka bir kişiye de o alimi gösterirse, daha sonra fetva veren o alimin görüşü ile o alime gitmesini başkasına söyleyen kimse arasında görüş ayrılığı ortaya çıkarsa, bu durumda fetva soran kimsenin kendisine o fetvayı veren kişinin görüşünü kabul etmesi gerekir. Ona o ilim adamına gitmesini söyleyenin görüşünü değil.

Eğer kendisini o alim şahsa gönderen kişi: Doğru benim dediğimdir, müftünün dediği değil, çünkü onun müftü olduğuna dair bilginin kaynağı benim. Şâyet sen o fetva verenin görüşünü benim görüşümün önüne geçirecek olursan onun fetva verecek durumda olduğunu bilmeni sağlayan asıl kaynağı çürütmüş olursun. Bu ise o aslın fer’î durumunda olanı da çürütmeyi gerektirir.

Bu durumda fetva soran kişi ona şöyle der: Sen onun fetva verecek durumda olduğuna şahitlik edip bu hususta delalet etmekle birlikte seni değil de yalnızca onu taklit etmenin gereğine de tanıklık etmiş oluyordun. Bu belli bilgi noktasında benim sana muvafakat edişim her meselede senin kanaatini kabul etmemi gerektirmez. Senden daha bilgili olan fetva veren o şahsa muhalefet ederken hataya düşmen, senin onun fetva verecek durumda olduğuna dair bilgide de yanılmanı gerektirmez. Bununla birlikte müfti’nin de bazen hata edebileceğini de bilmesi gerekir.

Akıl da ALLAH Rasûlünün Yüce ALLAH’tan haber verdiği hususlarda masum (hatadan korunmuş) olduğunu, onun bu hususta hata etmesinin caiz olmadığını, bundan dolayı ona teslimiyet gösterip emrine bağlanmanın zorunlu olduğunu bilir.

Bizler de İslam dininden zorunlu (kesin) olarak şunu öğrenmiş bulunuyoruz: Eğer bir kimse ALLAH Rasûlüne: Senin bize öğrettiğin bu Kur’ân-ı Kerîm, bize getirdiğin bu hikmetin her birisi bizim akıllarımız vasıtasıyla bilip öğrendiğimiz pek çok husus ile çelişkiyi de ihtiva etmektedir. Bizler ise senin doğru söylediğini ancak akıllarımızla kavramış bulunuyoruz. Şâyet akıllarımızla çelişmekle birlikte söylediğin bütün hususları kabul edecek olursak, o takdirde bu bizim kendisi vasıtasıyla senin doğru söylediğini bildiğimiz akla bir tenkid olur. Bundan dolayı bizler senin söylediğin sözlerden ortaya çıkan çelişkilerin ve kendisine itiraz ettiğimiz sözlerinden ne bir hidayet alabiliriz, ne de bir ilim öğrenebiliriz; diye itiraz eden herhangi bir kimse elbetteki ALLAH Rasûlünün getirdiklerine iman etmiş olmaz. Rasûl de böyle bir kimsenin bu tutumunu beğenip kabul etmez.

Çünkü akıllar birbirlerinden farklıdır, şüpheler pek çoktur, şeytanlar ise kesintisiz olarak nefislere vesveseler telkin edip dururlar. O bakımdan herkesin, ALLAH Rasûlünün haber verip emir verdiği bütün hususlar hakkında buna benzer bir itiraz ileri sürmesi mümkündür. Yüce ALLAH ise şöyle buyurmaktadır: "Rasûle düşen tebliğden başkası değildir." (en-Nur, 24/54); "Peygamberler üzerinde apaçık tebliğden başka bir görev var mı?" (en-Nahl, 16/35); "Biz gönderdiğimiz her bir peygamberi -kendilerine apaçık anlatsın diye- ancak kendi kavminin diliyle gönderdik, artık ALLAH kimi dilerse saptırır, kimi dilerse de doğru yola iletir." (İbrahim, 14/4); "Size muhakkak ki ALLAH’tan bir nur ve apaçık bir kitap gelmiştir." (el-Maide, 5/15); "Ha, Mim. Herşeyi apaçık bildiren kitaba yemin olsun ki..." (ez-Zuhruf, 43/1-2 ve ed-Duhan, 44/1-2); "Bunlar apaçık kitabın âyetleridir." (Yusuf, 12/1); "O uydurulan bir söz değildir; fakat kendisinden önce olanları doğrulayıcı, insanlara gerekli herşeyin açıklayıcısı, iman edecek bir topluluk için de hidayet ve rahmettir." (Yusuf, 12/111); "Ve biz sana bu kitabı herşeyi açıklayan bir hidayet, bir rahmet ve müslümanlara bir müjde olmak üzere kısım kısım indirdik." (en-Nahl, 16/89) Kur’ân-ı Kerîm’de buna benzer buyruklar da pek çoktur.

O halde ALLAH’a ve âhiret gününe iman hususunda ya ALLAH Rasûlü hakkında kendisine delâlet edeceği bir şekilde söz söylemiştir yahut söylememiştir. İkincisinin kabulü mümkün değildir, çünkü batıldır. Eğer o, hakka dair çeşitli anlamlara gelme ihtimali bulunan bir takım sözler kullanarak konuşmuş ise o takdirde bu apaçık, bir tebliğde bulunmamış anlamına gelir. Halbuki nesillerin en hayırlıları onun tam anlamıyla tebliğ ettiğine dair tanıklıkta bulunduğu gibi, o en büyük konumda da Yüce ALLAH’ı da tanık tutmuştur. Her kim ALLAH Rasûlünün dinin esasları ile ilgili olarak tam tebliğde bulunmadığını ileri sürecek olursa şüphesiz ki ona iftira etmiş olur.

"Her kim kendisine öğrenilmesi imkanı verilmemiş şeyi öğrenmeye talip olur da, kavrayışı teslimiyet ile huzurlu bir kanaate sahip olmazsa, onun bu talebi kendisinin katıksız tevhid’i, safî marifeti ve sağlıklı imanı elde etmesine engel teşkil eder."