seymanur K
Tue 5 July 2011, 09:14 am GMT +0200
Akıl Konusunda Harisin Kaynakları
Hadisçilerle paylaştığı atmosferi terkettiğinde Haris bir kaç yolun kesiştiği kavşaktaydı: Bir tarafta Selefi anlayışı temsil eden Ahmed b. Hanbel ve taraftarları olan hadisçiler -ki çok geçmeden Haris bunlara sırt çevirmiştir- diğer yanda fikıhçılar; o Şafiî ve el-Kasım b. Selam'dan fıkıh dersleri alırken bu arada fıkıhçıları da tam anlamı ile tanıma imkanı bulmuştu. Ne var ki onlar inanç konularını hemen tamamen gözardı ederek sadece muamelâtı tartışıyor ve bu alanda görüş beyan etmekle yetiniyorlardı.
Bir başka tarafta ise devlete ve entellektüel çevrelere hakim olan Mutezile, Şia ve diğer fırkalar vardı. 'Hadisci’ kelimesi bu çevrelerde utanç vesilesi olarak addedilir olmuştu; çünkü Mutezile tarafından hadiscilerin; İslâm'ın ruhuna, akla ve sağduyuya aykırı olsa bile zayıf ve uydurma rivayetlere yer verdiklerine ilişkin bir takım şüphe ve dedikodular yayılmaktaydı.
Ve son olarak sufî zahidler yani takva ehli: Onlar bütün bu zümrelerden ve her tür kavga ortamından uzak dine ve kendi alemlerine sığınmışlardı. İşte Haris önce kendi yöntemleri ile Mutezile'ye karşı koyma fikrini içinde gizli tutarak bu zümreye katılmayı düşünmüştü.
Ahmed b. Hanbel: "Ebu Ubeyd, İshak, Süfyan, Şafii ve Mâlik'in eserlerine itibar; etmeyin, asıl kaynağa yönelin"[354] derken Mutezile; "İyi ile kötü arasında ayrım yapmak için akıl kendi başına yeterlidir" diyordu.
Mutezile'yi yok etmek isteyen Haris bütün bu görüşlerden en mutedil olanını tercih etti: Zaten temel ilke ve görüşleri itibari ile o bir hadisçi, ama üslubu itibarı ile bir kelamcı idi. O, Kur'ân'ı etüd edip anlayan selef mezheplerini dikkatle incelemiş, ayrıca hadis de öğrenmişti. Bütün bunlara o, kendisi ve Hanbelîler nazarında; Mutezile, Şia, Kaderiye ve Bağdat'ın entellektüel ortamına hakim diğer fırkaları reddetmek amacıyla aklı ve kelam ilmini kullanmanın caiz olduğunu isbat etmek için yönelmişti. Tabakat kitapları; Haris için şunları söylüyorlar:
"İman esasları ve kelam konulu çok sayıda eser kaleme almış, ne var ki onun bu mirası bize kadar ulaşamamıştır. Bunlardan bize kadar ulaşabilenler şunlardır:
el-Azametü: Haris bu eseri Seneviye'ye (hayır ve şerri ilah kabul eden dualistlere) reddiye olmak üzere kaleme almıştır.
Fehmu'l-Kur'ân: Yeni bir yaklaşımla Kur'ân'ın anlaşılmasına yönelik Mutezile ve Şia'ya reddiye olmak üzere kaleme alınmıştır.
Maiyyetu'l-Akl : Bu eser diğer bütün eserlerinde Hâris'in kullandığı yöntemi açıklar mahiyette ve genel bir giriş niteliğindedir. Eser, selef ulemasınca oluşturulan ekollerin başarısı için akıl ve rasyonal düşüncenin nasıl kullanılacağını ve Kur'ân ve Sünnetin bu konudaki yönlendirici rolünü irdelemekte ve açıklamaktadır.
Haris ekolünü bir üçgen şeklinde düşünürsek bu üçgenin tepe noktası Allah'a imanı, iki tabandan biri ilmi, diğeri de aklı temsil etmektedir.
Hâris: "Her zahidin zühdü bilgisi, bilgisi aklı, aklı da imam oranındadır" demişti. Bu ifade ile o; imanı, ilim ve aklın temel kaidesi olarak nitelemektedir. İlmi de aklı da iman yönlendirir. Akıl, imana denk değil, fakat çalışıp kazandığı ilmin bir gereği olarak iman için zorunlu bir etkendir. Akim değeri kalpteki iman ile orantılı olduğuna göre marifet de böyledir: "Allah (c) ancak akıl sayesinde bilinebilir; Allah'a itaat de ancak ilim sayesinde mümkündür".[355] Bu nedenle Haris gerçek bilgiye sahip olabilmemiz için bizi zihnî bir çaba sarfetmeye davet etmektedir: "Onlar akıl sayesinde sevdiler, korktular, takvaya sığındılar, akıl sayesinde doğru yolu buldular ve manevî basamakları tırmandılar".[356] O halde akıl, ilim ile Allah'a erişir, ilimle döner ve ilim ile doğrudan Allah'a ibadete yönelir. İşte bu nedenle, yalnız ve yalnız bu nedenle akıl insana şeref kazandıran bir cevherdir. Nasıl aksi düşünülebilir ki? Akıl, her şeyden önce var (ezelî) olan ve var olacak olan (ezelî) Allah'ı tanımaktadır. Aksi durumda insan aklının, asla tecavüz edemeyeceği bir alan olduğu, şayet bu alanı tecavüze kalkışırsa şaşırıp hata edeceği ve tehlikelere maruz kalacağı, sahip olduğu öncelikli bilgi olan Allah'ı tam anlamı ile kavrayamayacağı yanılgısına düşer.
Muhasibi şunları söylüyor: "Korku ve ümidin kaynağı vaad ve vaid (cennet ve cehennem) bilincidir".[357] Buna göre sorunun bir başka yönü daha vardır: "Vaad ve vaid bilgisi aklı gafletten uyandırdığına göre; Allah'ı sevmesi, istemesi ve O'na karşı yakınlık hissetmesi de aklı kendinden geçirir. İnsan sevgilisine niyaz için halvete girmeye alışırsa bu niyazın verdiği şevkle kendinden geçen akıl, dünya ve dünyaya ait olanların hiç birini düşünemez olur".[358]
Akıl, imanın bir aracıdır. Dinî idealleri konusunda insanlar farklı yeteneklere sahiptirler. Bu durum, vaad ve vaid konusundaki duyarlılıktan ve Allah (c) kelamını anlama farkından kaynaklanmaktadır: "Her ne kadar akıl sağlığına ve kalp temizliğine bağlı olarak farklı oranda zahid iseler de onların en üstünleri en akıllıları, en akıllıları Allah'ı en iyi anlayanları, Allah'ı en iyi anlayanları da Allah'tan gelenleri hüsn-i kabul ile karşılayanlarıdır". [359] Sağlıklı bir akıl, başka her şeyden arınmış olarak,[360] sapıp uzaklaşmaksızın Allah'ın mülkünü ve gayb alemini düşünür. Bu inanmış akıl, belalı nefsin kontrolden çıkmasına asla izin vermez, aksine onu Allah'ın emirleri doğrultusunda harekete zorlar. Dikkatini ahiretteki konaklara çevirir, bunun için gerekli olan araç ve sebepleri hazırlar ve kullanır; onun ahiret için gerekli vasıtalarla ilgilenmekten başka çaresi yoktur; çünkü nefis ihtirasları temel alır. Eğer nefis kendisini dünyaya bağlayan sebeplerden kurtulur, kulların ihsanına aldanmayıp ihtiraslarına karşı çıkar, ahiret için gerekli olan davranışlara yönelir, ısrar ve ciddiyetle bunları uygular, dünya ile ilgisini keser, heva ve heveslerine hizmetten kurtulur, düşmana karşı çıkar, ilme yönelir, akla itaat eder ve sabırla gerçeğe yönelirse hem kendisi kurtulur, hem de başkalarını kurtarır".[361] Hâris'e göre aklın hareket alam işte bu alandır.
Geriye idare eden ve yol gösteren vahiy kalmaktadır:
Vahyi Allah (c) insanlar için imam olarak seçmiş ve insanlar arasında onun verdiği hükme razı olmuştur.[362] Çünkü vahiy yakîni bilgi sahiplerinin aydınlandığı bir nur, koşucuların ulaşmak istedikleri bir finaldir, kılavuzluğuna baş vurup, nuru ile aydınlanmak ve muhkem ayetlerden yola çıkmaksızın salikin gerçeği, doğruyu ve kurtuluşu asla bulamayacağı bir programdır.[363]
Muhasibi nazarında akim görevi işte budur. Akıl sufînin keşfi dahil her şeyinde vardır:
Şayet arzu ve ümit dolu samimi bir niyetle bütün dikkatini verir ve zihnini motive edersen; O'nun söylediklerini anlar, istediklerine yönelir ve O'nu öfkelendirecek tavırlardan sakınırsın... Sen bu halde iken Allah (c) nazar eder ve içinden geçenleri hemen anlar, sana lütfeder; ayetlerini, gayb ve ahirete (ceza yurdu) ilişkin bu ayetlerde gizli olan sırlan anlayabilecek şekilde aklını güçlendirir". [364] Bütün bunlara rağmen yine de Allah'ın kitabında, nüfuz edilemeyen ya da aklın ilgi alanı dışında kalan bir takım gerçekler vardır.
Bu noktada Muhâsibî, kelam ve felsefedeki iki temel prensipten biri olan ilmi devreye sokar. O Fehmul-Kur'ân'da şunları söylemektedir:
Şayet -elbette akıl ile- bilirsen ki Kur'ân'ın bir kısmı nasîh bir kısmı mensuh, bir kısmı muhkem bir kısmı müteşabihtir. Müteşabihlerin çeşitleri vardır: Bir kısmı kıraat yönü ile müteşabihtir, bir kısmı değişik anlamlara gemekte olduğu için müteşabihtir, bazı ayetlerde ise takdim ve tehir söz konusudur. Bazı ayetler mevsul, bazıları mefsuldür, bazılarının ne anlama geldiği ancak sünnet ve icma ile bilinebilir, bazı ayetlerde birtakım yemin ifadeleri, şifreli v.b. ifadeler vardır.[365]
Bütün bunlara kadir olan akıl nedir? İşini nasıl icra eder? gibi sorulan Muhasibi Maiyyetu'l-Akl ve Hakikatli Ma'nahu isimli küçük risalesinde irdelemektedir.
Muhâsibî'nin sözünü ettiği akil ile hadis, tefsir, selef alimleri ve sahabenin sözünü ettiği akıl arasında bir mukayese yaparsak şunları söyleyebiliriz: Akıl konusunda Muhâsibînin savunduğu görüşler tam anlamı ile kelamclarm dilinden etkilenmiş İslâmî görüşlerdir, Muhâsibî'nin kaynaklarını da şu şekilde özetleyebiliriz: [366]
[354] Menakıbu İbn-i Hanbel, s. 192.
[355] el-Vasaya, s. 86.
[356] Risatetü'l-Müsterşidin, s. 45.
[357] es-Sülemi, s. 56-60.
[358] es-Sülemi, s. 56-60.
[359] el-Hılye, c. 1/76.
[360] el-Hılye, c. 1/86.
[361] Adabu'n-Nüfus (yazma nüsha).
[362] et-Fehm (yazma nüsha).
[363] et-Fehm (yazma nüsha).
[364] et-Fehm (yazma nüsha).
[365] Fehmu'l-Kur'ân (yazma nüsha).
[366] Haris El- Muhasibi, El- Akl Ve Fehmü’l Kur’an, İşaret Yayınları, İstanbul, 2003: 140-144.