- Akıl ile kalbin uzlaşması 2

Adsense kodları


Akıl ile kalbin uzlaşması 2

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sumeyye
Fri 17 September 2010, 12:37 pm GMT +0200
AKIL İLE KALBİN UZLAŞMASINDAN İNSANIN EBEDİ MUTLULUĞUNA DOĞRU 2

Aklın lehinde düşünmemek imkânsızdır. Akıl nimetinin, ALLAH'ın, içimizde taşıdığımız bir ışığı, bir nuru ve aydınlanma kaynağı olduğu müsellem bir durumdur. Aklı reddedip, sırf naklî bilgilerle yetinenler, bu bakımdan, kendilerini ALLAH'ın yarattığı bir nurdan mahrum bırakırlar(50). Hz. Peygamber'in Hz. Ali’ye söylediği şu sözler çok dikkat çekicidir, aynı zamanda da İslam'da aklın ne derece yüceltilmiş olduğuna ayrı bir delildir: "ALLAH katında akıldan daha değerli -ekrem- olan bir şey yaratmamıştır"(51). İşte bu akıl nuru, içten ve muhit tarafından yöneltilen engellerle perdelenmediği ya da saptırılmadığı sürece, en üstün gerçeklere ulaşacak, İlahî Hakikat'i anlayabilecektir. Nitekim, "Fârâbî'ye göre insan, duyular âleminin tesirinden ve sosyal çevrenin telkinlerinden kendini kurtarıp aklının kılavuzluğuna bırakırsa, yaratılışı gereği madde âleminin üstünde zorunlu varlığa inanır. Böylece ALLAH'ın varlığını aklen ispata gerek"(52) kalmaz.
Kalbin değerini tesbit için Kur'an-ı Kerim'e bir göz attığımızda, görürüz ki, her şeyden önce, kurtuluşun simgesi olan iman kalbte kökleşir; orada kökleşmeyip, sadece iki dudak arasında telaffuz edilen iman kelimesi ise, ancak iki yüzlülüğün göstergesidir (Hucurât, 49/14); bu durumdaki kimseler de çoğu kez, kalbleri inanmadıkları halde -ve lem tu'min kulübühüm-, sırf ağızlarıyla "iman ettik, mü'miniz!'' derler (Maide, 5/41). ALLAH adı söylendiğinde, titreyen ve ürperen -vecilet kulûbuhum- (Enfal, 8/2-4); böylece imanın pekişerek güvenin artmasına nihayet "tahkîkî iman" halinin gerçekleşmesine imkân veren kalb'tir(53). Rahmet ve şefkat de, kalbin bir niteliğidir (Hadîd, 57/27). Perdelenen ve mühürlenen (Bakara, 2/7; A'râf, 7/101; Ğafir, 40/35; Kehf, 18/28), hatta kilitlere vurulabilen -em alâ kulûbin ekfâluhâ- yine kalbtir (Muhammed, 47/24). Körleşen-velâkin te'mâ'l-kulûb- (Hac, 22/46) ve pas tutan -bel râne alâ kulûbihim mâ kânû yeksibûn- (Mutaffifîn, 83/14) yine kalbtir. Uhrevî âlemde kurtuluş da ancak, kalbin imanı esenliğe sahip olması ile -illâ men etâ'llâhe bi kalb'in selîm- gerçekleşecektir (Şuarâ, 26/89; Kaf, 50/33). Bütün ruhî ve fikrî tavırların odak noktası olarak takdim edildiğini müşahede ettiğimiz kalb, menfî yönlerde, en yoğun ve ümitsiz değişimlere de uğrayandır. İnsanın Gerçek Bilgi'den uzaklaşmasında kalb'in ne derece rol oynadığını, böylece "...Dikkat edin! Bedende bir et parçası -Mudğatun-bulunmaktadır. Eğer o iyi olursa, bütün beden de iyi olur; bozuk olursa, bütün beden de bozuk olur; bilin ki, o kalb'tir!"(54) diyen Hz. Peygamber’in sıdkını daha iyi takdir etmiş olacağız. Bu muhtevada, inkâra saplanan -kulûbuhum munkiretun- (Nahl, 16/22), şüphelerin kemirip bitirdiği -ve'rtâbet kulûbuhum- (Tevbe, 9/45), istikameti ve doğruyu şaşıran -fî kulûbihim zeyğun- (Al-i İmran, 3/7-8); -yezîğu kulûbu ferîk m minhum- (Tevbe, 9/117); - felemmâ zâğû ezâğa'llâhu kulûbehum - (Saf, 61/5); ateşlerin dahi eritemeyeceği(55) taş haline (Bakara, 2/74; Enfâl, 8/43), hatta taştan bile katı hale gelebilen -ev eşeddû kasveten- (Bakara, 2/74) yine insanın kalbidir. Kalb'in ne derece yozlaşabileceğini, Bakara, 2/74 ayetinin ikinci bölümü diyebileceğimiz şu pasajları okurken daha iyi anlayabiliyoruz: "O kalbleriniz taşlar gibi veya ondan daha katı.. Çünkü taşların öylesi var ki, içinden nehirler fışkırır; öylesi var ki, yarılıp ondan çeşme gibi, şarıl şarıl su akar; yine öylesi de var ki, ALLAH korkusundan aşağı yuvarlanır, düşer.."
Varlığın kabuğunda gezinen beşeriyetin, bu anlamda, kalbini yitirmekle karşı karşıya kalmasından büyük endişe duyduğumuz için, "onun kalbindeki küller, tortular temizlenmeye; paslar silinmeye çalışılmalıdır" diyoruz. Benimsedikleri varoluş tarzı kalblerini tamamen karartmadan, kaplamadan.. Çünkü, İlahî Gerçek ile kalb ve onun fonksiyonları arasındaki en büyük engeli bu oluşturmaktadır. Mutaffifîn, 83/14 ("Hayır! Onların kazandıkları kalblerini bürümüştür") ayetinin tefsirini yaparken, Hz. Peygamber'in söylediği şu sözler tam buna işaret etmektedir: "Kul bir günah işlediği zaman, kalbinde siyah bir leke oluşur; günahtan tevbe ederse, kulun kalbi parlar. Günah işlemeye devam ederse, siyah leke de artar. Bu ALLAH'ın "kellâ bel râne alâ kulûbihim mâ kânû yeksibûn" sözü ile kastettiğidir."(56)
Aralarındaki karşılaştırmaya gelince..
Akim, imam konularda dahi, sürekli sorgulamaları karşısında kalbin en üstün vasfı, onun uysallığı ve derinden bağlılığıdır. İman da, bir uysallık ve teslimiyettir. ALLAH'ı bilen, O'na yakınlık duyan, ALLAH için çalışan, ALLAH'a koşan kalbtir; yine odur, ALLAH nezdindeki gerçekleri sezen ve keşfeden..(57). Kalbin üstün niteliklerini anlamak, insanın kendisini ve Rabbini tanıması için, zorunludur. Dinin temelini ve İlahî Hakikat bağlılarının sülük ettiği yolun esasını da, kalbin ve onun niteliklerinin bilgisi teşkil etmektedir(58). Rabbanî ve ruhanî mahiyeti sebebiyle, eşyanın özünü bir anda ve bütünlüğü ile sezip kavrayan ruhun en yüksek derecesi; makûlleri, sonsuzluğu, sonsuz olanı kavrayan insanın kendi özü olan kalb(59); üstün hakikatlerin algılandığı, bilindiği bir merkezdir. Bir bakıma, sorumlu bir varlık olarak insanın ifadesi iken, ayni zamanda, aralarında fonksiyonel bir bağlantı bulunan akl'ı da ihata etmektedir. Kalb, dışa ait bilgilerde duyulara ve akla dayanırken, içe ait bilgide de ilham ve keşfe dayanır(60). Bir bakıma akıl, kalbin kendisiyle görebildiği "yetenek", eşyaya yönelik gözü, kavrama ve bilme aracıdır(61). Bu gözün görmesi, "hakikat"i algılaması ise, ışığa, "din ışığı"nın aydınlatmasına bağlıdır. Bu itibarla akıl sınırlı bir bilgi boyutuna ulaşabiliyorken, bilinenlerin hakikatini kabule, yaratılışı gereği hazır olan kalb(62), "bağımlı değildir..."(Bu sebeple, ilham kaynağı olan) kalb, akıl tavrının ötesinde (: fevkinde)dir. (Böylece), Hakk'ın gerçekten bilinmesi, ancak kalb iledir"(63). Bilgi edinme tarzı olarak sürekli sorgulayan, irdeleyen ve değerlendirmelerde bulunan akıl, kantitatif mahiyetli olmayan değerler ve bilgi türlerini sınayıp doğrulama hususunda, geçersizliğini benimsemeli, kendi açısından mümkün olmayan bir şeyin ancak tasdike konu olacağını makûl saymalıdır. Her durumda kendi sınırını öte geçemeyen "...Aklın kendi delilleri ile imkânsız kıldığı her şeyi, biz bu dünyada imkânlı görmüşüz. Akıl, bu hakikati idrâk etmekten âciz kalır...."; "... Bu, başka bir ilâhî kuvvetle idrâk olunur..."(64). "...ALLAH'a iman (ALLAH'a inanmak) ancak O'na yaklaşmakla olur: İsbât ile değil..."; "... (Aklın ulaşamayacağı şeyleri) soran kimse, (adetâ) soğuk bir demiri döver..."; "Akıl, bir yaratıktır. Oysa yaratık, Yaratan hakkında hüküm veremez..."(65).
Sonuç olarak, İlahî ve insanî hakikati yitirmeksizin mutluluğu ve kemâle ulaşmayı, saf aklî tavırlarla gerçekleştirmek mümkün değildir. Son tahlilde bu, rasyonel ve kantitatif bilginin ihata edemeyeceği, neticede kalbin ve ruhun en üstün seviyede bir işlevi olan iman ile alâkalıdır. Ancak, akıl melekesi ile kalb melekesi arasında doğrudan bir bağlantı mevcuttur.. Bu iki tezahür, sürekli bir etkileme ve etkilenme oluşumu içindedirler. Bu sıkı münasebet, akıl ile kalbin bir karşıtlık içinde değil, fakat bir beraberlik ve uzlaşma içinde; birbirlerini reddetmeden, aksine bütünleyerek, işleyişlerini gerektirir. Bu da, her birinin kendi sınır ve kudretini itiraf ederek, birbirlerinin yetki alanlarına geçmemeleri demektir. Öz ifadeyle, hakîkî mutluluk ancak akıl boyutuyla beraber ruh boyutunun da gelişmesiyle, "tek boyutlu" olmakla değil, "çok boyutlu" olmakla elde edilebilecektir.



Dipnotlar:
1) Zewig, Stefan, Üç büyük adam -Dostoyevski, Balzac, Dickens -çev. Ayda Yörükan, Tur yayınları, Ankara, 1975, s.135.
2) A.e, s.141.
3) Camus, Albert, Başkaldıran İnsan, çev. Tahsin Yücel, Varlık yayınları, İstanbul, 1967, s.71.
4) Foulqie, P., Varoluş Felsefesi, çev. Nurettin Topçu, Hareket yayınları, İstanbul, s.34.
5) "Yapısalcılık yahut 'insanın ölümü' "(R.Garaudy), Varlık dergisi, Ekim, 1983, s.10.
6) Ritter, Joachim, Varoluş felsefesi ve bu felsefenin günümüzün geçirdiği bunalımdan çıkışı, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi konferansları: 4, istanbul, 1954, s.19.
7) Bacon, Roger, Denemeler, çev. Akşit Göktürk, Adam yayınları, İstanbul, 1983, s.71.
8) Jaspers, Karl, "inanış ve nihilizm üzerine", çev. Kâmil öztürk, Diriliş (Aylık dergi), sayı: 5 (1 Şubat
1970), s.3O, 31.
9) Pascal, Biaise, Pensees et opuscules, Paris, 1934, s,21. Bu muhtevada bkz. Nur, 24/35: "ALLAH, göklerin ve yerin nurudur...". Enam, 6/! ayetinin kesin delaletiyle "nûr" da ALLAH'ın yaratığı olması bakımından, "ALLAH, göklerin ve yerin nurudur" ifadesinin, O'nun Aşkın Zatına yaraşır bir tarzda açıklanması gerekmiştir. Yapılan yorumlara göre, "ALLAH, göklerin ve yerin nurudur", yani "gökleri, ışık saçan yıldızlarla; yeryüzünü de ilahî yasalar ve hükümler, kadri yüce peygamberlerle nurlandırandır" (Alî es-Sabûnî Safvetu 't-tefâsîr, Mektebetü'l-Gazâlî, 1986, II, 340). Taberî de ise, şu açıklamaya rastlıyoruz: "ALLAH yerdeki ve gökteki her varlığa kendi yollarını gösterir. Onlar ALLAH'ın bu nuru sayesinde gerçek olana ulaşırlarken, rehberleri sayesinde de sapıklık şaşkınlığından korunmuş olurlar" (Câmi'l-beyân, Beyrut, 1978, XVIII, 135). Gökleri maddî lambalarla, yeryüzünü de aydınlatıcı elçiler ve ilahî hükümleriyle donatan; ayrıca, her varlığın içine, doğru hedefe iletici "fıtrî bir yön bulucu" yerleştiren, bu arada insana bir nur olarak aklı lütfeden (el-Kurtubî, Beyrut, 1965, 1966, XXII, 256) ALLAH, "övgü cihetinden nurdur. Çünkü eşyanın varlığı bu nur ile başlar, bu nur ile devam eder ve O'nun kudreti ile ayakla durur" (el-Kurtubî, el-Câmi", a.y.). Nitekim Atâullah cl-İskenderânî bunu şöyle ifade etmiştir: "Bütün âlem -el-kevnu- bir karalıktır ki, onu onda Hakk'ın zuhuru aydınlatmıştır. Zira eğer ALLAH'ın varlığı olmasaydı, evrende hiç bir şey bulunmazdı" (es-Sabunî, Safve, 11, 340).
0) Pascal, Pensees, a.y.
. 1) Guenon, Rene, Le regne de la quantite, Gallimard, 1945, s.193.
2) Krş. "Ben, ne şamaya ne de yeryüzüne sığmam. Fakat, mü’min kulumun kalbine sığarım!" diyen hadis (el-Aclûnî, Kesfu'l-hafa ve muzîlul-ilbâs, 3.bsk., Beyrut, II. 195).
3) Ünlü muhadram şâir Lebîd'in şu mısraları, bu bakımdan çok özlüdür:
Kâinatın satırlarım düşün; çünkü onlar Sana bir mesajdır Mele'i A'lâ'dan. Eğer satırları düşünürsen, görürsün, orada şunlar yazılıdır: Biliniz ki, ALLAH'tan başka her şey asılsızdır. Ve her nimet, mutlaka bekâsızdır.. Firdevs Cenneti müstesna, muhakkak onun nimeti sürer gider ve muhakkak ölüm başa gelir.. (el-Alûsî, Mahmud Şükrî, Bülüğu'l-ereb fima'rifeti ahvâli'l arab, 3. bsk., ts. III, 131; "...Biliniz ki, ALLAH'tan başka her şey asılsızdır" pasajıyla alâkalı olarak Hz. Peygamber'in söyledikleri için bkz. Sahîhul Buhari, Edeb 90).
i 4) Guenon, La crise du monde moderne, Gallimard, 1946, s.131.
15) Guenon, Le regne. s. 116.
İ6) Guenon, La crise, s.132, 134.
17) İkbal, Muhammed, İsiamî benliğin iç yüzü, çev. Dr. Ali Yüksel, İstanbul, 1986, s.87.
!8) A.e., s.26.
i9)A.e., s.88.
20)'A.e.. s.98.
21) İkbal, Livre de leternite, (DJAVİDNAMA), trad. Eva Mayerovitch ve Dr. Mohammad Mokrı, ed. Albin michel, Paris, 1962. s.20.
22) A.e., s. 147.
23) Bkz. Haşr, 59/19: "O kimseler gibi olmayın ki, ALLAH'ı unutmuşlar; ALLAH da onlara kendilerini unutturmuştur".
24) İkbal, Livre de i'eterniie. s.66-67.
25) A.e. s.21.
26) Safa, Peyami, Yazarlar sanatçılar meşhurlar, Ötüken yayınları, 2. bsk., 1980, s.135.
27) La phihsophie, Savoir Moderne, Artdre Noiray başkanlığında, Paris, !969, 1, 195; Dindar, Bilal, EMounier ve Personalizm, Erzurum Atatürk Üniversitesi İslamî İlimler Fakültesi Doçentlik tezi (Basılmamış, 1980), s.17; Foulquie, Varoluş felsefesi, s. 9; Aksoy, Ekrem, "Yazın ile felsefenin eylemde buluşması", Türk dili (Aylık dil ve yazın dergisi), sayı: 349 (Ocak 1981), 2.bsk. s.314.
28) Wahl, Jean, Tableau de la phitosophie francaise. Gallimard, 1962, s.30.
29) Wahl, a.e.. s.31.
30) Pascal, Pensees, s.65; Wahl, a.e.. s.30.
31) Wahl, Tableau, s.32.
32) Les confessions, Garnier-Flammarion, Paris, 1964, s.132, 136.
33) Pourquoi jc suis place en ce lieu plus qu'en un autre, pourquoi ce peu de temps qui m'est donne â vivre m'assigne â ee point plutot qu'â un autre?" (Wahl, Tableau, s.30).
34) Fouiquie, Varoluş felsefesi, s.30.
35) Pascal, Pensees, s.64.
36) A.e.. a.y.
37) Wahl, Tableau. s.35.
38) Lalande, Vocabulaire teehnigue e! critique de la philosophie, puf, 1968, s. 3 20.
39) Foulquie, Varoluş felsefesi, s.41.
40) Rolland, Romain, Vie de Tolstoi, Librairic Hachcttc, 1921, s.80.
41) Birand, K. "Existantialisme üzerine", İFD, yıl: 1962, s.42.
42) Joachim, Ritter, Varoluş felsefesi ve bu felsefenin günümüzün geçirdiği bunalımdan çıkışı, s.5.
43) Magill, Frank, Egzistansiyalist felsefenin beş klasiği, çev. Vahap Mutal, Hareket yayınları: 37, l. bsk., İstanbul, 1971, s.14 (Önsöz, Vahap Mutal).
44) Ölümün bu kesinliği ile alâkalı olarak şu ayetler zikredilebilir: "Her nefis ölümü tadacaktır..." (A. İmrân, 3/183); "Her nefis ölümü tadacaktır. Sizi bir imtihan olarak, şer ve hayırla sınıyoruz" (Enbiya, 21/35) ve Ankebût, 29/57. Şair Zuhayr b. Ebî Sulmâ'nın şu ifadeleriyse, oldukça manidardır: "Ölümü, önünü görmeyen bir devenin yürüyüşüyle yürürken gördüm; yakaladığının canını alır, şimdilik kurtulanlarsa biraz ömür sürer ve nihayet, yaşlanır!" (İbn Manzûr, LisânulArab. VII, 281, HBT mâ.)
45) Magill, Egzistansiyalist., s.38.
46) Gazalî, Îtikadda orta yol, çev. Kemal Işık, A.Ü. Basımevi, Ankara, 1971, s.8.
47) "Ahlâmuhum: ukûluhum" (Beydavî, Envâru-t-TenzU, II, 233; es-Sabunî, Safve, III, 102).
48) es-Sabunî, Muhtasaru ibn Kesir, Dâru'l-Kur'ani'l-Kerîm, Beyrut, III. 392.
49) es-Sa'dî, Abdurrahman ibn Nasır, Teysîru'l-Kerîmi 'r-Rahmân. Matbûâtu'l-Câmi'a el-İslâmiyye, VIII, 36.
50) Gazalî, İtikadda orta yol, s.22.
51) el-Gazalî, İhyâu ulümi'd-dîn. (Tahkiksiz, eski bsk.), III, 14.
52) Yüksel, Emrullah, Kelâm dersleri (ilahiyat ve Nübüvvet). YÖK Matbaası, Ankara, 1986, s.10.
53) Beydâvî, Envâr, I, 182.
54) el-Buharî, Sahih, İman, 39.
55) el-Mâturîdî, Ebû Mansûr, Te'vîlâtu ehli's-Sunne, Kahire, 1971, s.197.
56) İbn Mâce, Sünen. Zühd, 29; Ahmed İbn Hanbel, Müsned. II, 297.
57) el-Gazâlî, İhya, III, 2.
58) A.e.. III, 14.
59) Sunar, Cavit, İslâm’da felsefe ve FARABİ, 11, A.Ü. Basımevi, Ankara, 1972, s.30.
60) A.e., a.y.
61) el-Gazâlî, Ihyâ, III, 14.
62) A.e. a.y.
63) Keklik, Nihat, Ibnul-Arabi'nin eserleri ve kaynakları için misdak olarak. el-Fütühât el-Mekkiyye (Yar motifler). Edebiyat Fakültesi Matbaası, İstanbul, 1974, II A' 19
64) A.e.. IIA 25.
65) A e., IIA 27.



Doç.Dr.Sadık Kılıç