- Aişe Bintü Ebu Bekr

Adsense kodları


Aişe Bintü Ebu Bekr

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
saniyenur
Tue 26 June 2012, 07:06 am GMT +0200
3- Aişe Bintü Ebu Bekr

Aişe, Hz. Ebu Bekr'in kızıdır. Peygamber ile nübüvvetin onuncu yılında altı yaşında iken ev­lendi. Fakat evliliğin tamamlanması dokuz yaşında iken oldu. Bu evlilik hususunda Havle Bintü Hakim önayak oldu. Ebu Bekr düğün me­rasimini yaptı. Peygamber'ın verdiği mehir miktarı dörtyüz dirhemdi. Fakat Aişe'nin riva­yetine göre Peygamber'ın hanımlarına öde­nen mehir miktarı her zaman beşyüz dirhem olurdu. (Müslim ve Ahmed). Aişe validemizin Peygamber'ın vefatından sonra bile öğrenip uyguladıklarını yayarak İslam'a büyük hizmeti­nin geçtiği gözönüne alınırsa, muhtemeldir ki, Peygamber'ın Aişe ile yaptığı evliliğe ilahi vahiy ile işaret edildiği intibaına varılabilir. Aişe'nin bizzat kendisinin bildirdiğine göre Rasulullah ona, rüyasında Aişe'nin kendisine gösterildiğini ve üç gece ardarda meleğin onun resmini bir ipek kumaşa iliştirmiş olarak getirip "bu senin zevcendir" dediğini söyledi. Yine de­di ki: "yüzünden örtün çekildiği zaman o senin ta kendindi." Daha sonra da "Eğer bu Allah'tan ise onu hakikat kılsın." dedi. (Buharı ve Müslim). Tirmizi bunu Aişe'den şu ifadelerle nakletti: "Cibril benim resmîmi yeşil ipek bir bezde Rasulullah'a getirdi ve dedi ki: 'Bu se­nin dünya ve ahirette zevcendir."

Rasulullah'ın hususi hayatını ve.İslam'ı nasıl yaşadığını bize en iyi tanıtan Aişe validemizdir. Diğer validelerimizin ne kadar hadis rivayet et­tiklerini gördükten sonra rahatlıkla diyebiliriz ki, şayet Hz. Aişe olmasaydı, Rasul-i Ekrem'in hayatının pek çok safhası bize kapalı kalacaktı. Hz. Peygamber'in neden O'nu en çok sev­diğini, diğer hanımlarının odalarında değil de,. neden sadece O'nun yanında iken vahiy gel­diğini, Hz. Aişe'nin Üstün zekasına, derin ilmine ve anlayışına, muazzam hafıza gücüne bağla­mak gerekir. Hafızasında yüzlerce şiir bulunan, 160 beyitlik uzun bir kasideyi ezbere okuyabi­len (Tabaqat, İbn Sa'ad) Hz. Aişe, Resul-i Ek­rem'in en büyük talebelerinden biridir. Vahyin ışığıyla aydınlanan evinde, dokuz küsur yıl bo­yunca İslam eğitimi görmüştür. Ensab ilmine ve Arap Edebiyatı kültürüne büyük ölçüde aşina bir babanın kızı olarak, ilim ve kültür at­mosferinde yetişmiştir. Allah Rasulü'nün en yakın arkadaşının kızı sıfatıyla, İslam'ın ilk yıllarındaki zor ve çileli hayat, çocukluk yıllarının bütün safhalarında derin izler bırakan çekirdekten yetişme idealist bir müslümandır. Mekke'nin zengin tüccarlarından biri olan ba­basının, bütün servetini İslamiyet uğrunda har­cadığını görmüş ve her şeyini Allah için verme­nin engin zevkini ve şuurunu ailece yaşamışlardır. Böylece O, iki gün ard arda arpa ekmeğinden bile karınlarını doyuramayan, üç ay boyunca evlerinde yemek pişmeyen Pey­gamber evinin mütevazı havasını yadırgamaya­cak bir görgüye sahipti. Rasulullah'ın o genç ve şuurlu talebesi, işte bu sebeple Hz. Peygamber'le beraber olduğu   yıllar boyunca, daha müreffeh bir hayat sürmek için değil, islam'ı da­ha iyi öğrenip öğretmek için gayret sarfetmiştir.

Hz. Peygamber'in O'na neden çok değer ver­diğini, O'nu neden daha çok sevdiğini işte bu gi­bi sebeplerde aramak gerekir. Görevi, sadece ve sadece İslam'ı tebliğ etmek ve muslümanlara ideal yaşama biçimini göstermek olan Rasul-i Ekrem'in, diğer ashabı kiram'ın vakıf olmadığı hayat safhalarını bir objektif hassasiyeti ile tes-bit edecek genç ve uyanık bir talebe edinmesi gerekiyordu. O da çevresindekilerin içinde Aişe'yi buldu. Bu tesbitinde ne kadar isabet et­tiğini, Hz. Aişe gibi değil, ona yakın vasıfta bir diğer hanımın daha çıkmamasında görmek mümkündür. Hz. Aişe ile dokuz yaşında iken evlenmesi, o devrin icaplarına göre elbette son derece tabii idi; zira o zamanlar böyle bir evli­liğin yadırgandığına dair kaynaklarda bilgi yoktur. Bu evlilik birkaç sene daha gecikseydi, Hz. Peygamber'in hayatından yüzlerce sahne meçhulümüz olacaktı. (Doç. Dr. M. Yaşar Kandemir, Hanımlarının dilinden Hz. Peygamber, İSAV'a tebliğinden, İstanbul, 1988).

Alimler arasında evliliğin yapıldığı zamana da­ir görüş farklılıkları vardır. Fakat, en doğru olanı Aişe'nin, Hz. Hatice'nin vefatından sonra altı yaşında iken evlenmiş olması ve evliliğin Medine'de Hicretten sonra dokuz yaşında iken tamamlanmış olmasıdır. Şevde ve Hatice ile il­gili hadisler yukarıda nakledildi. Aişe, Hatice'yi görmediğini fakat Peygamber'ın sık sık onu hatırladığını ve zaman zaman kurban kesip par­çalarını Hatice'nin arkadaşlarına dağıtılması için gönderdiğini bildirmektedir. (Buharı).

Aşağıda yer alan hadise Aişe'nin ve diğer zevce­lerin Peygamber'ın sevgisini kazanmaya nasıl iştiyaklı olduklarını göstermeye yeterlidir. El-Kasım, Aişe'den rivayetle anlatıyor: Pey­gamber her ne zaman sefere çıkacaklarsa hanımları arasında kur'a çekerdi. Bir seferinde kur'a Aişe ve Hafsa'ya çıktı. Sefer sırasında Pey­gamber gece olunca atını Aişe'nin devesinin yanına sürer, onunla sohbet ederdi. Yolculuk bu şekil sürüp giderken Hafsa Aişe'ye develerini değiştirmeyi teklif etti, o da kabullendi. Peygamber, Hafsa'nın sürdüğü Aişe'nin devesi­nin yanına gelir. O gece konakladıklarında Aişe Hafsa'nın planının farkma varır ve Peygamber'in yanına gelmemesi üzerine ayaklarını yılan yuvası olarak bilinen izhir otlarının arasına so­karak: "Ya Rabbi, beni ısırması için yılan veya akrep gönder ki, ben Rasulullah'a birşey söylemeğe muktedir olmayayım." diye dua etti. (Buhari).                     

Aişe'den rivayete göre, şöyle demiştir: "Bir kere Rasulullah bana: "Ey Aişe benden memnun olduğun zamanı ve bana karşı gazabh bulun­duğun vakti pek iyi anlarım' buyurdu. Aişe der ki ben de "Ey Allah'ın Rasulü bunu nasıl bilir­sin?" diye sordum. Resul-i Ekrem şöyle ce­vap verdi: 'Benden razı ve memnun olduğun ve birşey inkar ederken (Muhammed'in Rabb'i hakkı için öyle değildir) dersin. Bana karşı asabı olduğun zaman da (İbrahim'in Rabb'i hakkı için öyle değildir) dersin, adımı anmazsm' Aişe der ki: 'Ben de: "Evet ya Rasulullah, vallahi öyledir. Fakat ben asabi halde yalnız sizin adınızı bırakırım. Sevginizse gönlümde yaşar.' diye arzettim." (Buharı). Hz. Aişe'nin peygamberler arasında İbrahim'in ismini anması Peygam­berimiz'in ve tevhid dininin atası ol­ması yönüyledir ki bu seçim Aişe'nin yüksek fetanet ve zekasının bir delilidir. Bir bayram gününde Mescid-i Nebevi'nin avlusunda göste­ri yapan Habeşîleri seyretmek için izin isteyen Aişe'ye Peygamber hem izin vermiş, hem de uzun süre orada kalarak seyretmesine yardımcı olmuştu. Muhtelif seferler Aişe ile koşu yarışı yapıp bazen Aişe'nin, bazen de Peygamber'in geçtiği bu meyanda hatırlayabileceğimiz hadi­selerdir. (Ebu Davud).

Hz. Peygamber'ı öteki ortaklarından kıskan­ma konusundaki duygularını anlatan ve hatta zaman zaman kendini tenkid eden Aişe valide­miz, bir defasında yine Peygamber'ı yanında göremeyince karanlıkta eliyle araştırdığını, secde etmekte olan Peygamber'ın ayağını tut­tuğunu bir başka gece, yine O'nun diğer bir eşinin yanına gitmiş olabileceğini düşünürken, secde veya rükuda dua etmekte olduğunu görünce, kendi kendine: "Anam babam sana feda olsun» ya Rasulullah! sen ne yapıyorsun, ben "e düşünüyorum" dediğini itiraf ediyor. (Müslim, Nesei ve Ahmed). Bir başka seferinde Aişe, Rasulullah'a kendilerini teklif eden kadınları kıskanarak şöyle diyor: "Hiç kadın, kadınlığını mehirsizhîbe eder mi? derdim. Ne zaman ki Allahu Teala'nın: "(Ey Rasulüm) kadınlarından dilediğini geriye bırakabilirsin, dilediğini de yanına alır (Aralarında nöbete mecbur değilsin) Geri bıraktığından yanına al­mak istediğin olursa (onu almakta da) sana bir günah yoktur. Onların gözlerinin aydınlanıp ta­salanmalarına ve hepsinin, senin verdiklerine razı olmalarına en elverişli olan budur. Allah si­zin kalblerinizde olanı bilir. Allah alimdir, Ha-lim'dir." (33:51) ayetini inzal buyurdu. O za­man anladım ki, Allah Peygamberi'ne mü'min-lerin üzerinde bir hak ve yüksek irade vermiştir. Ben Rasulullah'a; Rabb'in Teâlâ, kadın­larının değil, ancak senin arzun cihetinde acele davranıyor" dedim. (Buhari ve Müslim).

Aişe bir seferinde O'na şöyle sorduğunu söyle­di: "Ya Rasulullah, lütfen bana bildirir misin? Sen bir vadiye insen de orada iki çeşit ağaç bul-san 1) Üzerindeki mahsulü yenmiş. 2) Mahsulü yenilmemiş. Deveni hangisinde yayar, ot­latırsın?" Peygamber: "Başkası tarafından otlatılmayan ağaçta" deyince Aişe: "Ben işte o ağacım." dedi. Hz. Aişe bu sorusu İle Rasulullah'in kendisinden başka bakire olarak kimsey­le evlenmediğini kastediyordu (Buhari).

Aişe ile Peygamber arasında derin bir mu­habbet bağı vardı. Bu samimi ve içten ilişki­nin mahiyetini hadis ve siyer kitapları yeri geldikçe izah ederler. Peygamber hoşnut etmek için ashabı hediyelerini Aişe'nin hane­sinde takdim etmek isterlerdi. Aişe, Rasûlullah'in hanımlarının teşkil ettiği grubtu. Aİşe'den rivayet edilen hadiseyi ba­şından nakledelim: "Ashabın takdim etmek is­tediği bir hediyesi bulunursa o hediyesini Rasûlullah Aişe'nin hanesinde iken gönderir­lerdi. Bu haliyle Ümmü Seleme grubu dedi­koduya başladı da bunlar, Ümmü Seleme'ye: (Var, Rasûlullah'a söyle! Halka ilan etsin! Ve her kim Rasûlullah'a bîr hediye vermek İs­terse, o kimse Rasûlullah kadınlarından hangisinin odasında bulunursa bulunsun hedi­yesini versin) demişlerdi. Ümmü Seleme; ka­dınların kendisine söyledikleri bu sözü Rasûlullah'a söyledi. Fakat Rasûlullah ona cevap vermedi. Ümmü Seleme grubuna dahil olan kadınlar Ümmü Seleme'den duru­mu sorduklarında, o da: 'Rasûlullah bana bir-şey söylemedi" diye cevap verdi. Onlar da Ümmü Seleme'ye: 'Artık Rasûlullah sana bir cevap verinceye kadar bu dileğimizi arzet! de­diler. Hakikaten Ümmü Seleme de Rasûlullah'a kendi nöbetinde dönüp geldiğin­de söyledi. Bu defa Rasûlullah cevaben : 'Sa­kın Aişe hakkında söylenip bana eza verme, baha hiçbir kadının nöbetinde iken vahiy gel­mez de yalnız Aişe'nin odasında iken gelir' buyurdu, Ümmü Seleme, (Ben de; 'ya Rasûlullah sana eza vermekten tevbe ederek Allah'a rücu ederim' diye özür diledim) dedi. Daha sonra onlar Rasûlullah'in kızı Fatıma'yı çağırdılar ve onu Rasûlullah'a gön­derdiler. Fatıma bu mesele haKkmda onunla konuştu, fakat Peygamber: 'Kızım, sen be-nimisevdiğimi sevmez misin?' diye sordu. Fa­tıma: 'Elbette severim deyince, 'Öyleyse Ai-şe'yi de sev1 buyurdu." (Buhari ve Müslim).

Yine Aişe, Rasûlullah'in kendisi İle Şevval ayında evlendiğini ve Şevval'de birleştiğini (zifaf) dolayısıyla Rasûlullah'ın hangi ha­nımının Peygamber tarafından daha çok sevilmiş olabileceğini söyledi. (Müslim). Peygamber'in hanımlarına karşı bu sevgi ve muhabbeti onun dürüst tabiat ve karakteri­ni göstermektedir. O, doğru ve kusursuz bir insandı. O bütün hisleri, zihnî duygulan ve fıtrî arzuları herhangi bir insan gibi duydu ve tecrübe etti. Onları meşru bir zeminde yerine getirdi. Bu durum, onun için ne gayri tabii birşeydir, ne bir kötülüktür, ne de muttaki ol­maya aykırıdır; o bunu insan medeniyet ve kültürünün doğuşundan bu yana beşeriyetin tanıdığı normal ve makul olan yolla tatmin et­ti. Bu suretle, Hz. Muhammed'in aile haya­tı, beşeriyetin uyması için tam bir örnek mo­deldir. O bu normal ve tabii davranış ve meş­ru tatmin yolunu şehvete düşkünlükten, yani hafif meşreplikten ayırmış, gerek teoride, ge­rekse fiilen ona uyan insanlara yegane Örnek bırakmıştır. Sözleri her zaman evlilik ilişkileri üzerine yerleştirdiği ulvî ve asıl prensipleri aksettirmektedir. Ebu Zer'e göre Rasûlullah şöyle buyurdu: "..Ve herbirinîzin cinsî fii­linde hayır vardır." Ashabı: "Ya Rasûlullah, her hangi birimiz cinsî arzumuzu ifa ettiği­mizde bunun için hiç sevap olur mu?" dedi. Peygamber buyurdu ki: "Düşünmüyor mu­sunuz ki, onu gayrımeşrû şekilde işlediğiniz zaman, günah işlenmiş oluyor. Keza eğer kişi bunu meşru olarak işlemişse, ona sevap mü­kafatı vardır." (Müslim). Hatta Aişe'ye derin bir muhabbeti olmasına rağmen, bu sevgi hiç­bir yönde Allah tarafından ona yüklenen esas gayeye olan dikkatini dağıtmamıştır, çalışma­larını da azaltmamıştır. Tarihte de bildirildiği gibi, onun muhtelif söz ve davranışları, ha-nımlarıyla olan ilişkileri hakkında iyi münase­betlerini göstermektedir. Bir defasında onun şöyle buyurduğu bildirildi: "Mutedil olun! Halkı yakınlaştırmaya çalışın ve onlar iyi me­ziyetlerinden dolayı değil ancak, ilâhî lütuf ve rahmetten dolayı Cehenneme girmiyeceklerıni söyleyin.' Aişe dedi ki: "Ya Rasûlullah! Bu senin için de geçerli mi?" Peygamber: "Evet, ben de O'nun af ve rahmeti için dua ediyorum." dedi.

Peygamber, Aişe'yi, ilk hanımı Hatice'nin vefatından sonra diğer hanımlarını sevdiğin­den daha çok sevdi, fakat bu sevgisi, O'nun Allah'a olan sevgisini ve vazifesİndeki bağlılı­ğını azaltmadı. Aişe, Muhammed'in herşe yi unutup kendisiyle konuşup eğlendiğini, fakat ezanın okunmasıyla rengi   değişerek, sanki onunla hiçbir şey yokmuş gibi na-jn için dışan gittiğini söyledi. Yine Aişe, bil­dirdi kî, eve girerken onun şu sözleri tekrarla­nması her zamanki adetiydi: "Eğer bir insanın altın dolu iki vadisi olsa, o bir üçüncüsünü arzu eder. Onun arzusunu, ağzını sadece toprak dol­durur. Zenginlik yaratıldı ki, insan Rabbine gükrünü eda etsin ve muhtaçlara yardım etsin; her kim ki, Allah'a dayanırsa Allah da ona da­yanır." Aile üyelerini bu dünyanın geçici zen­ginliğine karşı uyarmak için bu sözler Muhammed tarafından sık sık tekrarlanıyordu. Yine Aişe, bildirdi ki her ne zaman Rasulullah'a iki şeyden biri için tercih yaptırılsa, yapılmasında günah olmadığı takdirde o her zaman kolay olanı seçerdi. Aişe, kendisinin üzerinde hayvan resimleri olan bir yastığı olduğunu söyledi. Rasulullah onu gördüğü zaman, kapıda durup içeri girmedi. Aişe onun yüzündeki hoşnutsuz­luk alametlerini farketti ve dedi ki: "Ya Rasulul­lah! Ben ne kötülük işledim? Rasulullah, "Bu küçük yastık nedir?" dedi. Aİşe: "Onu sana otur­man ve uzanman için aldım" diye cevapladı. Ra­sulullah buyurdu ki: "Bu resimleri yapan o kimseler Kıyamet günü cezalandırılacaklardır." (Buhari).

Peygamber hanımlarının odalarına yatsı na­mazından sonra gider, dişlerini mi s v akladıktan sonra da doğruca yatağa girerdi. O, gecenin üçte birinde veya son çeyreğinde kalkar, teheccüd namazı kılardı. Aişe ile beraberken onu da. sa­bahın erken saatlerinde kaldırır, fecre kadar na­maz kılarlardı. Her ikisi sünnet namazlarını eda ettikten sonra biraz daha dinlenirler ve sohbet ederlerdi. Rasulullah daha sonra mescide farz namazı için giderdi. Bazen bütün gece na­maz kılardı. Peygamber Aişe'ye imam olur­du. Kur'an'dan Bakara, Al-i Imran ve Nisa sure­leri gibi uzun sureleri loraafeder, gazab ile ilgili ay.et geçse, onlar bağışlanmak için duada bulu­nurlar, Allah'a sığınırlardı. Rahmet ve müjde ayetleri okunduğunda Allah'tan mağfiretini ümid ederlerdi. Bu suretle bu iki muttaki ve muhsin kişi ile Allahu Zülcelal arasında kurulan manevi diyalog, bazen bütün gece devam eder­di. Sabahleyin Peygamber farz namazı mes­citte eda eder, Aişe de kendi bölmesinde diğer hanımlarla imama uyarak namaz kılardı.

Aişe'nin Rasulullah'a olan muhabbeti ve bağlılığı, üstün zekası, derin ilmi, anlayışı ve hafıza gücü, onû diğer Peygamber hanımların­dan üstün yaptı. Ebu Musa, Rasutullah'ın şöyle buyurduğunu bildirdi: "Aişe'nin diğer hanımlara olan üstünlüğü, (bir çeşit yemek olan) tirit'in diğer yemeklere üstünlüğü gibi­dir." (Buhari ve Müslim). Amr b. As, Zât-ı Selasil gazasından döndüğünde Rasulullah 'ın hu­zurunda iken sordu: "Ya Rasulullah, Ashab içinde size en sevimli kimdir?" Rasulullah:" Aişe'dir" buyurdu. O, "Erkeklerden kimdir?' dedi. Rasulullah: "Aişe'nin babası" dedi. (Buhari). Bir seferde Aişe'nin devesi ürktü ve üzerindeyken büyük bir hızla koştu. Peygamber telaşlandı, yerinde duramaz oldu; kendi ken­dine "vah gelinim!" dedi. (Müsned-i Ahmed).

Peygamber'ın Aişe'ye olan muhabbeti, Aişe'nin fiziki cazibesi veya zerafeti sebebiyle değildir. Çünkü hanımları arasında ondan daha fazla değilse bile güzellikte ve zerafette eşit olanlar vardı. Zeyneb bİntü Cahş, Safiyye ve Cüveyriyye gibi. Aynca onlar gençti de. Siret ve hadis kitaplarında onların güzellik ve zerafetlerini söz konusu eden birçok haber vardır. Birkaç hadise dışında Aişe'nin bu yönleri hakkında pek az haber yer almaktadır.

Gerçek şu ki, Aişe çok zeki, maharetli ve akıllı idi. Peygamber'den pek çok fıkhı mesele hakında derin bilgiler elde etti. Peygamber , Aişe'nin gelecek nesiller arasında uzun süre Kur'anî bilgilerin ve kendi uygulamalarının yayılmasına vesile olacağını gördü. O ise çok genç olmasına rağmen Rasulullah'den her ne görüyor idiyse aynen onu kavrıyor ve yaşıyor­du. Rasulullah için Aişe, diğer ashabın vakıf ol­madığı hayat safhalarım bir objektif hassasiyeti ile tesbit edecek genç ve uyanık bir talebeydi. Peygamber'ın neden O'nu en çok sevdiğini, diğer hanımlarının odalarında değil de neden sadece O'nun yanında iken vahiy geldiğini, Aişe'nin Üstün zekasına, derin ilmine ve an­layışına, muazzam hafıza gücüne bağlamak ge­rekir. Sonraki yıllarda görüleceği gibi Aişe za­manının birçok fakih vemüfessirleriyle ilmî müzakerelerde bulunmuş, onlara fıkhın ve Kur'an'ıri inceliklerini tefsir etmiştir. O dini ilimlerde ve edebiyatta ileri bir mevkie sahipti. Hafızasında yüzlerce şiir bulunuyor, 160 beyt-lik uzun bir kasideyi ezbere okuyabiliyordu. En çok hadis rivayet edenler arasında yer almıştır. 2210 hadis rivayet etmiştir. Ashabın büyükleri, Rasulullah'ın ahvalini ondan sorup Öğrenir­lerdi. Ashab ile yaptığı ilmî münakaşalarda delillerinin kuvveti sayesinde haklı çıkardı. Bazı meselelerde Ebu Hureyre'ye, Abdullah b. Ömer'e, Abdullah b. Abbas'a ve başkalarına muhalefet etmiş ve makul itirazları kabul edil­miştir. Ebu Musa şöyle dedi: "Haklarında bilgi sahibi olmayıp Aişe'den soruşturduğumuz hiç­bir şeyde asla güçlükle karşılaşmadık." Tabiin'in büyüklerinden İmamı Zuhri; "Bütün hal­kın arasında en büyük alîm Aişe idi, ashabın önde gelenleri ondan bazı meseleleri sorar­lardı." dedi. (Tabaqat, c. II).

Urve b. Zübeyr; Kur'an'da, feraizde, helal ve ha­ram konusunda fıkıhta, şiirde, tıbda, Arap tari­hinde ve neseb ilminde Aişe'den daha büyük bir alim bulunmadığı fikrindeydi. İmamı Zühri bu konuda şu görüşünü ileri sürmektedir: "Eğer bütün erkeklerin ve Peygamber'ın hanı­mlarının bilgileri bir tarafa konsa, Aişe'nin bil­gisi hepsini aşar." O, Peygamber'ın ashabı ta­rafından müçtehidler arasında sayıldı. Hiç şüphesiz onun adı, Ömer, Ali, Abdullah b. Me-sud ve Abdullah b. Abbas ile birlikte zikredilir. O, Ebu Bekr, Ömer, Osman'ın hilafetleri dönemlerinde fetva verirdi. Bazı alimlere göre Şer'i emirlerin dörtte biri. onun tarafından nakle­dildi.

Hz. Aişe'nin bu vasıfları onu Peygamber'a çok yakın yaptı. Bu husus, evlenilecek kadında­ki nitelikleri anlatan hadisde Aişe'nin bizzat kendisi tarafından tasdik edilmiştir. (Müsned-i Ahmed). Ebu Hureyre; Rasulullah'ın şöyle buyurduğunu bildirdi: "Kadın dört şey için ni­kah edilir: Malı için, şerefi için, güzelliği için ve dini için. Sen dindarı al da yoksulluktan ellerin toprağa yapışsın." (Buhari ve Müslim).

Bu durum Peygamber'ın Hatice'den sonra diğer hanımlarından daha çok İslam'ı ve O'nun emirlerini daha iyi anladığı, keskin zekalı ol­duğu, insanların meselelerinde dinin gösterdiği çözüm yollarını bilmesinden dolayı Aişe'ye muhabbetini göstermektedir. Kendisinden on-beş yaş büyük olan Hatice'ye de Peygamberi-miz'in muhabbet duymasındaki sebep budur. Hatice, İslam'ı ilk kabul eden ve onu destekleyendi. Ve o herşeyini İslam'ın ve Rasulullah'ın yoluna feda etti. Hatice'nin adı anıldığında Aişe'nin Peygamber'a kıskançlığını ima eden sözleri karşısında Rasulullah Hati­ce'nin İslâm yoluna sarf ettiği maddî ve manevî fedakârlıkları dile getirmiştir. Peygamber, şüphesiz Hatice'yi ve Aişe'yi, onların büyük bağlılıkları ve İslâm'ın başarısı için gösterdik­leri gayretleri sebebiyle herkesten daha çok sev­di. Mekkeli müşriklere karşı ilk mücadeleleri sırasında Peygamber'in en büyük teskîn ve teselli kaynağı Hatice idi. Yine Kureyşin mütte­fik kuvvetlerine, Yahudilere ve müşrik Arapla­ra karşı savaşa giriştiğinde onun huzuru ve sükûnu Aişe idi. Bu arada, Aişe'nin çok erken yaşlarda Peygamber'in eşliğinde eğitim ve öğrenim görmesi onu, Kur'an ilmini ve Rasûl'ün sünnetini ileri yıllarda insanlara yay­ma işine hazırladı.

Peygamber bu suretle, kendi örneğiyle bir kocanın hanımını nasıl memnun ve mesud et­meye çalışması gerektiğini göstermektedir. Peygamber bazen onu farklı bir yol ile sevin­dirir ve neşe ile selâmlardı .Onun günlük mutat fa­aliyetleriyle ilgilenirdi. Yine Aişe'nin rivaye­tinden; bir bayram günü Aişe'nin ensâr'dan iki kızla birlikte eğlendiklerini, def çalıp şarkı söyleyen kızların rahatsız olmaması için Rasûl-i Ekrem'in sedire uzanıp yüzünü de örttüğünü; fakat bu hâli gören Ebû Bekir'in, kızını azarla­yarak Peygamber'in yanında böyle şeyler yapılır mı, demesi üzerine Rasûlullah'ın du­ruma müdahale ederek onları rahat bırakmasını söylediğini bilmekteyiz. Yine böyle bir bayram günü Mescid-i Nebevi'de harp oyunları gösteri­si yapan Habeşlileri seyretmek üzere Hz. Aişe'yi beraberinde götürdüğünü, O'nu arkası­na alarak ve rahatça görmesini sağlamak üzere öne doğru eğilerek gösterileri seyrettirdiğini görmekteyiz. Bu sonuncu hadîsi rivayet eden Hz. Aişe, genç kızlara bu kabil eğlenceleri göstermenin iyi olacağını söylemekte, onlara anlayışlı davranmayı tavsiye etmektedir. Çünkü kendisi de Rasûl-i Ekrem'den aynı an­layış ve müsamahayı görmüştür.

Aile fertlerinin topluca bir araya gelmesini sağlamak maksadıyla da her akşam, bütün ha­nımlar, Rasulullah o gece kimin yanında geceleyecekse, topluca oraya gelirler, söhbet eder, ibretli kıssalar anlattığı, bu arada hepsine gül­dürücü şakalar vaptığı rivayet edilmiştir. "(Heysemi). Bir defasında Peygamber , Aişe'ye bir hikâye anlatırken Karefe adını andı ve "Sen Karefe'nin kim olduğunu biliyor mu­sun? O Azra kabilesine mensuptu ve cinler onu alıp kendi yerlerine götürdüler. O, orada bir çok garip şeyler gördü ve döndüğünde bunları halka anlattı. Bu yüzden halk ne zaman acaip bir hikâ­ye duysa, 'Bu Karafe'nin hikâyesi derler'" dedi. (MÜsned-i Ahmed, Tirmizî). Bir defasında Aişe, Peygamber 'e on bir kadının hikâyesini anlattı. Ümmü Zer hadisi diye bilinen, Buharî ve Müslim'in Sahih'lerinde yer alan Cahiliyyet döneminde on bir kadının bir araya gelerek ko­calarının kusur ve meziyetlerini birbirlerinden saklamaksızın anlattıkları uzun rivayette son kadının kocası cömert ve asil bir kişi olan Ebu Zer idi. Aişe, hikâyesini bitirince, Peygamber; "Ümmü Zer'e göre Ebu Zer neyse, ben de sa­na göre öyleyim" demek suretiyle aralarındaki eşsiz muhabbetin artmasına imkân hazır­lamıştır. Peygamber Aişe ile birlikte yemek yerken birşeyi önce O'nun içmesini ister, sonra da özellikle O'nun ağzının değdiği yerden içer­di. Eşler arasındaki mesafenin kalkmasını, mu­habbetin artmasını temin edecek davranışlara Peygamberimiz'in ne kadar önem diğini gösteren bir çok misal verilebilir. Bir defasında bir Farslı komşusu Peygamber'i akşam ye­meğe davet etti. Peygamber, "Aişe benimle gelecek" dedi. Komşusu "hayır" deyince Pey­gamber bu daveti kabul etmedi. Komşusu ikinci ve üçüncü defa da gelip davetini tekrar­ladı. Peygamber da her defasında "Aişe de davetli olacak" dedi. Son kez komşusu olumlu cevap verince Peygamber davete Aişe ile bir­likte icabet etti. (Müslim).

Peygamber, hanımlanyla aralarındaki sevgi bağlannı pekiştirecek, yakınlığı arttıracak tarz­da senli-benli olurdu. Hadislerde görülen söz ve davranış şekillerine Peygamber ile ashabı arasında geçmiş gibi değil de kan-koca arasında vukubulmuş haliyle bakılmalıdır. Aişe'nin nöbeti günü Peygamber kapıdan girer girmez onun baş ağrısından dolayı "Vay başım!" diye sızlandığını gördü. Peygamber Aişe'ye şöyle söyleyerek takıldı: "Sen benden önce ölsen de, seni kendim yıkasam, kendim kefenlesem, üze­rine namazını kılsam, kendim defnetsem olmaz mı?" Bunu duyan Aişe: "Vay başıma gelenler! Vallahi öyle sanıyorum ki, sen gerçekten benim ölmemi istiyorsun. Eğer ben ölürsem, sen o günün akşamı hanımlarından biriyle beraber olursun" deyince Peygamber tebessüm bu­yurdu. (Müsned-i Ahmed, İbni Mace, Dârimî). Bir seferinde Aişe'nin odasına bir tutsak ka­patıldı. Aişe kadınlarla sohbetle meşgulken, tutsak kaçtı. Peygamber geldiğinde tutsağı bulamayınca Aişe'ye sordu. Aişe olanları an­lattı. Peygamber, öfkeyle ona, "Senin elin ke­silmeli" dedi. Daha sonra dışarı çıkıp ashabına haber verdi, bu arada tutsak yakalanmıştı. Pey­gamber geri döndüğünde Aişe'yi ellerini çe­virip onlara bakar halde buldu. Ne yaptığını sor­du. O da: "Hangi elimin kesileceğini kararlaştınyorum" dedi. Peygamber çok sarsıldı ve dua için ellerini kaldırdı. (Müsned-i Ahmed). Aişe Peygamber'e karşı itaatkâr ve hiz­metkârdı. Evde hizmetli olmasına rağmen işleri kendisi yapardı. Buğday öğütüp hamur yapardı. Yemeğini pişirir, yatağını sererdi. (Buharî ve Tezyinat'ta geometrik şekillerden faydalanılarak yapılmış güzel bir örnek,. Tirmizî). Abdest alması için Peygamber'e suyunu getirirdi. (Müsned). O'nun saçını tarar, güzel koku sürer, elbiselerini yıkardı. (Buharî). Peygamber yatmaya girdiğinde, yanına mis­vak ve su koyardı. (Ahmed). Misvaklarını te­mizlerdi. (Ebu Davud). Her ne zaman Peygam­ber'ın bir misafiri evine gelse Aişe onlara hizmet ederdi. Suffe ashabından biri olan Kays Giffarî şöyle bildirdi: "Bir gün Rasulullah bize Aişe'nin evine gitmemizi söyledi. Biz vardığımızda dedi ki; 'Aişe, bize biraz yemek ver.' Aişe biraz yemek getirdi. Peygamber daha fazla yemek istedi ve o (kurutulmuş hur­madan yapılmış) harire getirdi. Daha sonra Peygamber biraz içecek istedi ve o büyük bir kap süt ile bir küçük kap su getirdi. "(Ebu Da­vud). Hz. Aişe Peygamber ile dokuz yıl yaşadı ve ona hizmet etti. Asla itaatsizlik etmek­sizin O'nun bütün ihtiyaçlarını ve taleplerini karşıladı. Aslında Aişe O'nun hizmetinden memnun ve mesrur oluyordu. Her ne zaman Peygamber bir şeyden hoşlanmadığım belli etse, o hemen o şeyden çekinir ve onu evinden Çıkarırdı. (Buharî). Ashabı kiramdan biri, halkı velime'ye davet edecekti. Fakat evinde ikram edeceği bir şey yoktu. Peygamber, ona Aişe'ye gidip bir küfe buğday verdi. Öyle ki ev­de akşam için onlara yiyecek hiç bir şey kal­mamıştı. (Müsned-i Ahmed).

Âişe, vakit namazlarına ve teheccüde ilaveten Peygamber ile işrak namazını da (güneşin doğuşu ile öğle arası) edâ ederdi. O, çok defa Peygamber ile birlikte Ramazan dışında da oruç tuttu. Ramazan ayının son on gününde İtikafa da girdi.   .

Peygamber'ın itikafa girmesini sağlamak için O'na çadırı Aişe kurardı. Peygamber sa­bah namazından sonra bir müddetliğine Aişe'ye giderdi. İtikaf cadın Aişe'nin odasına yakındı. Oradan başını uzatır, Aİşe de saçlarını tarardı.

İpek giysi ve altın takıların kadınlara helâl ol­masına rağmen, Peygamber ev halkının on­ları giyip takmalarını hoş görmezdi. Çünkü O'nun dünyevî süs ve zînetlere karşı fıtrî bîr memnuniyetsizliği vardı Bir defasında Aişe altın bir bilezik takmıştı. Peygamber ona:

"Sana daha iyi bir fikir vereyim mî? Bu bilezik­leri çıkar ve İki gümüş bilezik al. Onların da üze­rine safran boyası sür." dedi. (Neseî).

Normal olmayan durumlarda bile Aişe'nin Pey­gamber'e olan muhabbeti ve bağlılığı daim kaldı. Onların evlilik münasebetleri daha yakı­nlaştı. Bu husus müteakip olaylarda net bir şekilde görülecektir.

Aişe, Peygamber'ın vaktini Zeyneb bintü Cahş ile geçirdiğini ve Zeyneb'in de O'na içme­si için bal şerbeti ikram ettiğini bildirdi. Bunun üzerine Aişe, Hafsa ve Şevde, Peygamber onları ziyaret edeceği zaman "Ya Rasulullah, megafir mi yediniz? Sizde megafır kokusu du­yuyorum?" .demeyi kararlaştırdı. Megafir, yapışkan ve tatlı bir zamk olup fena bir kokusu vardır. Peygamber onların odalarını ziyaret ettiği zaman hepsi aynı şeyi söylediler. Pey­gamber: "Hayır ben megafir yemedim. Yalnız Zeyneb bintü Cahş'm yanında bal şerbe­ti içmiştim. Artık bir daha onu içmem." diye and içti. Ve "İşte yemin ettim, sakın bunu bir başkasına duyurma!" diye tenbih buyurdu. (Buharî, Müslim, Ebu Davud, Neseî ve Ah­med). Rasulullah'ın helâl ve mubah olan bir gıdayı haram kılması ve bunun mahrem kal­masına ihtimam buyurması kadınları memnun etmek ve kıskançlığının aile' düzeni üzerinde ters etki göstermesinden kaçınmak sebebine da­yanıyordu. Fakat bunun bir helâli haram kılacak dereceye varması muvafık olmadığı âyette işaret olunmakla beraber Allahu Teâlâ'nın gafur ve rahîm olduğu zikrolunarak Peygamber'ın müteessir olmaması bildirildi: "Ey Pey­gamber! Allah ınsana helâl kıldığı şeyi niçin haram edersin, (bu suretle) kadınlarının hoşnut­luğunu ararsın? (Müteessir olma!) Allah gafur­dur, rahimdir." (66:1).

Hz. Aişe tarafından plânlanan megafir sözünü Peygamber 'a söyleyen bir rivayete göre Aişe ile Hz. Ömer'in kızı Hafsa idi.

Daha sonra aynı dönemde bir başka hâdise oldu. Peygamber hanımlarından birine bir sır söyledi ye başkasına aktarmamasını istedi. Bu­na rağmen başkasına açıkladı. Bunun üzerine şu ayet mealinde ifade olunduğu üzere Rasulul­lah'a vahiy ile bildirildi: "Hani Peygamber, kadınlarının bazısına gizlice bir söz söylemişti. Vaktaki kadın o sırrı (gizlemeyip) haber verdi. Allah da onu Peygamber'e açıkladı. Artık Pey­gamber, zevcesine ifşa ettiklerinin bir kısmını bildirdîyse de bir kısmını yüzüne vurmaktan sarf-ı nazar etti. Rasulullah kadına ifşa ettiğini söyleyince kadın: 'Onu sana kim haber verdi.' buyurdu." (66:3). Bu yönüyle sırrı yaymak Pey­gamber'a itaatsizlikti, halbuki onlara Pey­gamber ne veriyorsa almaları, neyi seviyorsa sevmeleri ve yasakladıklarından kaçınmaları emredilmişti. Kur'an onlara şu sözlerle İhtar et­mektedir: "(Ey Peygamber'in eşleri) Eğer ikiniz de tevbe ederseniz, kaymış olan kalpleriniz düzelmiş olur. Eğer eşinizin aleyhinde yardı­mlaşarak bir şey yapmağa kalkarsanız, bilin ki Allah onun dostu, bundan başka Cibril, iyi mü'minler ve melekler de yardımcılarıdır." (66:4).

İbni Abbas'a göre söz konusu hanımlar Aişe ile Hafsa idi. (Buharî).

Bu ve benzeri hadiseler Allah'ın Rasulünü hu­zursuz kıldı ve Aişe dahil bütün hanımlarından uzak, bir ay kadar münzevî bir hayat geçirdi. Aişe merak ve sabırsızlıkla günleri sayıyordu. Yirmidokuz gün geçtikten sonra Rasulullah Aişe'nin odasına geldi. Aişe ona: "Ey Allah'ın Rasûlü! Beni bir ay ziyaret etmeyeceğinize yemin ettiniz. Fakat ben günleri saydım, henüz yirmidokuz gün geçti." dedi. Peygamber da "Bu ay yirmidokuz gün çekiyor." dedi. (Bu­harî). Daha sonra da: "Aişe! Seni iki şey arasın­da muhayyer bırakıyorum. Cevabını vermeden önce anâ-babana başvur." buyurdu. Aişe'nin, hangi meseleden dolayı ana-babasına başvura­cağım diye sorması üzerine Peygamber Ahzâb Sûresi'nden "Ey Peygamber! Kadınları­na şöyle söyle: 'Eğer dünya hayat ve zînetini is­tiyorsanız, haydi geliniz sizi donatayım ve güzellikle sizi serbest bırakayım. Yok eğer Al­lah'ı ve RasulünÜ ve ahiret evini istiyorsanız, iyi biliniz ki, sizden güzellik edenlere Allah pek büyük bir ecir hazırlamıştır." ayetini okudu. (33:28). Rasulullah, Aişe'den başlayarak bütün kadınlarım muhayyer bıraktı. Aişe he­men: "Ben Allah'ı, Rasulüllah'ı ve ahiret mu­radını isterim." diye cevap verdi. Bunu duyunca Peygamber'ın yüzünde sevinç ve neşe alameti belirdi. (Buharî ve Müslim).

Teyemmüm ile ilgili âyetin gelişini Hz. Aişe'nin bir rivayetinden şöyle öğreniyoruz. O anlatıyor: "Nebiyy-i Ekrem'in seferlerinin bi­rinde birlikte yola çıkmış idik. (Medine Mekke yolu üzerinde) Beydâ veya Zâtü'l-Ceyş'e vardığımızda bir gerdanlığım kopup kayboldu. Aransın diye Rasulullah, o mahalde bekledi. Herkes de beraber bekledi. Halbuki bir su başında değillerdi. Halk Ebu Bekr'e gelip: 'Ya Ebâ Bekr! Aişe'nin yaptığını gördün mü? Rasu­lullah'ı da, herkesi de yollarından alıkoydu. Su başında değiller. Kimsenin yanında da su yok.' dediler. Ebu Bekr benim yanıma geldi. Ra­sulullah da uyumuş, (mübarek) başını dizime koymuştu. Ebu Bekr: 'Sen Rasulullah'ı da, herkesi de yolundan alıkoydun. Su başında değiller, kimsenin yanında da su yok.' dedi. Ebu Bekr bana kızıp birçok söz söyledi. Eli ile de böğrüme vurmaya başladı. (Böyle iken yine) Rasulullah'ın (mübarek) başı dizimde ol­duğu için hiç kıpırdamadım. Sabah olunca Ra­sulullah kalktı. Hiç su yoktu. Allah Azze ve Celle Hazretleri teyemmüm ayetini inzal bu­yurdu. Herkes teyemmüm etti. Useyd b. Hudayr (bana): "Allah seni hayır ile mükafatlandırsın. Vallahi senin başına hoşlanmadığın hiçbir iş gelmez ki, Allahu Teâla onda senin için de, müslümanlar için de bir hayır bulundurmasın.' dedi." (Buharî). Peygamber'ın da "Senin gerdanlığının bereketi ne büyük imiş," buyurduk­ları İshak-ı Bustî'nin tefsiri kaydeder. Rivayeti­nin sonunda Aişe der ki: "Sonra gideceğimiz sırada üzerine bindiğim deveyi kaldırdık. Ger­danlığı altında bulduk." (Buharî).

Kaçınılmaz" durumlar -daha sonra bahsedile­ceği üzere- Aişe'ye ve ailesine ve hatta Peygam­ber'e bile acı, keder ve sıkıntı getirdi. Fakat bu kederin veya taciz olmanın hiçbir miktarı dürüst ve asil iki insan arasındaki gerçek mu­habbet ve bağlılığa zarar verememiştir. Onların evliliklerinin fizikî tatmin esasına dayalı ol­mayıp, ruhî ve aklî esaslar üzerine kurulmuş ol­ması sevgi münasebetlerini daha da sağlam-laştiran bir etken oldu. Peygamber, Aişe'nin hem kendi, hem de babası Ebu Bekr'in terbiye­sinde büyümesinden, O'nun takva sahibi, zeki ve ictihad edecek derecede ilmî şahsiyete sahip olmasını takdir ediyordu.

İfk Olayı ve İlgili Ayetler: Bu olay Rasulullah'ın zevcesi ve Ümmehatu'l-Mü'mininden Hz. Aişe'ye atılmış bir iftira olduğu için Rasulullah'ın aile hayatını doğrudan ilgilendiren konu­lardan biridir. Kur'an-ı Kerîm bu olayı "İfk" di­ye isimlendirmiştir. İfk, sözlük manası ile iftira etmek, yalanı doğru, doğruyu yalan göstermek, bühtan etmek demektir. Kur'an-ı Kerîm, olayın bir iftira olduğunu ve dedikodusunun yapılma­masını açıkça ifade etmiştir.

Hadis kayıtlarının Hz. Aişe'ye dayanarak ver­dikleri haberi kısaltarak aktaralım: Rasulullah bir sefere çıkmak istediği zaman hanımları arasında kur'a çekmek alışkanlığında idi. Onlar­dan hangisinin kur'ası çıkarsa Rasulullah ile yola çıkardı. Benî Müstalik Gazâsı'na gitmek murad edildiği zaman da aynı şekilde kur'a çe­kilmişti ve kur'ada Aişe'nin ismi çıkmıştı. Sefe­re deve üstünde bulunan mahmil ile götürüldü ve konaklama yerlerinde de mahmuden indiril­di.

Nihayet harb bitti. Peygamber geri döndü. Medine'ye yaklaştığında bir konak yerine indi. Gecenin bir kısmını orada geçirdi. Sonra göç edilmesini bildirdi. İşte tam bu göç emrinden önce de Aİşe, kazât-ı hacet İçin ordudan uzak­laştı. Döndüğünde gerdanlığının kaybolmuş ol­duğunu farketti. Bunu aramak için tekrar geri gitti. Hiçbir zaman için kendisi olmadan, bir yanlışlık eseri olarak kendi devesini harekete geçireceklerini aklından bile geçirmemişti. Fa­kat yolda kendisine hizmet edenler, onun mah­fesini devesine yüklemişler ve onu da mahfenin içinde sanmışlardı. Çünkü kendisi son derece hafif ve küçük yaşta bir kadındı. Konaklama yerlerinde kimseyi bulamayınca beklemeye başlamış ve bir süre sonra da uyuyakalmıştı.

Ordunun arkasından gelen ve unutulanları top­lamaya me'mur Saffân b. Muattal, bir karaltı görmüş ve yanına yaklaştıktan sonra kendisini farketmiş, deveye binmesini işaret etmiş, ken­disi de önde yürüyerek yola revân olmuştu. Öğlen sıcağında konak yerinde bulunan kafile­ye yetişmişlerdi. Hz. Aişe hakkında çirkin ifti­rayı atan Abdullah b. Ubey b. Selûl olmuştur.

Hadisenin bundan sonraki kısmını bizzat Aişe validemizin dili ile nakledelim. Çünkü bu hadi­se öneminden dolayı bizzat Rab lisanı ile açık­lanmıştır: "Medine'ye gelince, ben bir ay hasta­landım. Meğer bu sırada halk arasında Ashab-ı İfk'in iftiraları dolaşıyormuş. Bundan tamamen habersizdim. Yalnız hastalığım sırasında beni şüphelendiren bir durum vardı.

Nebî @'dan, başka hastalıklarım sırasında görmüş olduğum lütf u şefkati bu hastalığım sırasında görmüyordum. Ancak yanıma giriyor, selam veriyordu ve ismimi bile söylemeden 'hastalığınız nasıl?' diyor, bu kadarla yetiniyordu.

Benim, İftiracıların söyledikleri hiçbir şeyden haberim yoktu. Nihayet hastalığım biraz iyi­leşmişti. Bir gece Mistah'm anasıyla kaza-ı ha­cet yerimiz olan "Menâsı" tarafına çıkmıştım. Buraya ancak geceden geceye çıkardık. Bu adet, evimizin yanında tuvaletler yapılmadan önce idi. Ben, Ebu Rühm'ün kızı ve Mistah'ın anası (Selmâ) ile kazâ-yı hacet mahalline yöne-lip giderken onun ayağı takılmış ve düşmüştü. Araplar arasında felaket zamanında söylenmesi adet olan "düşmanım helak olsun" duası yerine Selma kadın: "Mistah helak olsun!" diye oğluna bed-dua etti. Ben kadına: "Ne fena söyledin, Bedir'de hazır bulunan bir kişiye bed-dua eder­sin!" Dedim. Bunun üzerine kadın bana: "Hele şu saf tazeye! Ortada dönen iftiraları duymadın mı?" dedi. Bana iftiracıların bühtan ve iftira­larını anlattı. Artık hastalığımın üstüne bir has­talık daha yüklendi.

Evime dönünce de yanıma Rasulullah geldi. Selam verdi ve: "Hastalığınız nasıldır?" diye sordu. Ben de: "Ya Rasulullah, anne ve babamın evine gitmek üzere bana izin veriniz!" dedim. Aişe'nin gayesi, hâdiseyi bizzat anne ve baba­sından enine boyuna öğrenmek ve araştırmak­tı. Bunun üzerine Rasulullah bana izin ver­di. Ben de anne ve babamın yanına geldim. Annem Ümmü Rûman'a: "Anneciğim, halk arasında dönen bu ne biçim söylentidir?" de­dim. O da: "Kızım, kendini üzme Kendini ve sıhhatini düşün. Vallahi bir kadın, senin gibi güzelliğe malik ve eşinin yanında sevimli olsun ve birçok ortakları bulunsun da aleyhinde dedikodu etmesinler, bu pek nadirdir." dedi. Ben de: "Sübhânallah! Halk böyle söz söylesin. Doğru­su şaşılacak şeydir." dedim.

"O gece babamın evinde yattım. Sabaha kadar gözümün yaşı dinmedi, gözüme uyku girmedi. Sonra sabaha ermiştim ki, Rasulullah, da Ali b. Ebi Talib'i ve Üsame b. Zeyd'i çağırmıştı. Vahy gecikince ehli ile ayrılıp ayrılmaması hu­susunda bunlarla istişare etmişti. Üsame, Ehl-i Beyt için nefsini bilip, gönlünde beslediği mu­habbeti Rasûl-ü Ekrem'e tavsiye ve işaret etti de: "Ya Rasulullah, zevcât-ı tahiratmız afîf ve zatınıza layık ehlinizdir. Biz Aişe hakkında hayırdan başka birşey bilmeyiz." dedi. Ali b. Ebî Tâlib'e gelince o da: "Ya Rasulullah, Allah sana dünyayı dar etmemiştir. Aişe'den başka kadın çoktur. Mamafîf Aişe'nin cariyesi Berîre'ye sorunuz. O, doğrusunu size söyler" de­mişti. Rasulullah da Berîre'yi çağırıp; "Ey Berire, hanımında sana şüphe veren bir hal gördün mü?" diye sordu. Berire de: "Hayır, Ya Rasulul­lah, görmedim. Sizi hak peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, ben hanı­mımdan katiyyen ayıp olarak sadır olmuş birşey görmedim" demiştir.

Aişe diyor ki, Rasulullah, Zeyneb bintü Cahş'a da benim halimden sormuştu da: "Ey Zeyneb, Aişe hakkında ne bilirsin ve ne gördün?" demişti. Zeyneb cevaben: "Ya Rasu­lullah, ben kulağımı, gözümü işitmediğim, görmediğim şeyden muhafaza ederim. Vallahi ben, Aişe hakkında hüsn-ü şehadetten başka birşey bilmem." diye hüsnü şehadet etmişti.

Bunun üzerine Rasulullah, o gün mescid-i Saadet'te bir hutbe irad ederek ve bu bühtanı (if­tirayı) en evvel ortaya çıkaran Abdullah b. Ubey b. SelûTden ötürü söz söylemekte mazur tutul­masını isteyerek: "Ehlim hakkında bana eza eden bir şahıs hakkında bana kim yardım eder de, benim için ondan intikam alır? Vallahi ben ehlim hakkında hayırdan başka birşey bilmiş değilim. Bu müfteriler bir adamın da ismini or­taya koydular ki, bu zat hakkında da ben hayır­dan başka birşey bilmiyorum. Bu kimse, şimdi­ye kadar ehlimin yanma girmemiştir." buyur­muştur. Sa'd b. Muaz ayağa kalkarak: "Vallahi size ben yardım edeceğim. Eğer bu (müzevvir) sözü çıkaran Evs'dense biz onun boynunu vuru­ruz. Eğer Hazreç kardeşlerimi zdense ne yap­mak lazımsa siz emredersiniz, biz de emrinizi yerine getiririz." demiştir.

Bu defa da Sa'd bin Ubâde ayağa kalkmıştır. Bu da*Hazrec kabilesinin büyüklerindendi ve bu ola'ydan önce salih bir kimse idi. Fakat bu defa kabile hamiyet ve gayreti ile Sa'd İbn Muâz'a karşı: "Vallahi sen yalan söylüyorsun. Sen onu (Abdullah b. Ubey'i) öldüremezsin ve öldürmeğe muktedir değilsin", demiş. Bu defa da (Eşhelî ve Evsli) Useyd b. Hudayr ayağa kal­karak Sa'd b. Ubade'ye karşı: "Allah'ın beka ve ebediyyetine yemin ederim ki, sen yalan söylüyorsun. Vallahi biz, elbette onu katlederiz. Sen muhakkak münafıksın ki, münafıklar he­sabına bizimle mücadele ediyorsun." diye mu­kabelede bulunmuştur. Bu suretle Evs ve Haz­reç kabileleri ayaklanmışlardır. Rasulullah ise henüz minberde bulunuyormuş. Hemen minberden inmiş ve bunları teskin edinceye ka­dar taltif buyurmuş. Kendisi de başka bir şey söylemeyip sükût etmiştir.

Hz. Aişe hakkında Ifk hadisesi sebebi ile ortaya çıkan dedikodular Cenab-ı Hak tarafından henüz yalanlanmamış olduğu bir zamanda Ne-biyyi Ekrem efendimiz o gibi yakışıksız sözlerden dolayı yukarda zikredildiği gibi Sa­habe-i Kiram ile müşaverede bulunurlarken Hz. Ömer: "Ya Rasulullah, Aişe'yi sana tezvîc eden kimdir?" diye sordu. "Aİlah-u Teâla'dır" ce­vabını alınca: "Onu sana verirken Rabbin Teâla ve Tekaddes hazretlerinin seni aldatmış ol­masını hiç hatıra getirir misin?" dedi. Nitekim daha sonra Aişe'nin beraeti ile ilgili olarak gelen ayetin içinde bu hüküm de yer almıştır.

(Bana gelince) "Ben, o gün ağladım. Ne gözümün yaşı dindi, ne de gözüme uyku girdi. Sabahleyin babam ve annem yanıma geldiler.

Ben, bu şekilde tam iki gece, bir gün ağladım. O kadar gözyaşı döktüm ki, sanki ağlamaktan yüreğim parçalanacak sandım.

Bir ara annem ve babamın yanımda oturdukları, ben de ağlamakta olduğum sırada Ensar'dan bir kadın benimle beraber ağlamak üzere benden izin istemişti. Ben de vermişti. O da oturup be­nimle ağlıyordu.

Biz bu vaziyette İken ansızın Rasulullah içeri girdi. Yanıma oturdu. Halbuki Rasulullah bundan evvel, hakkımda dedi-kodu başladığı günden beri yanımda oturmamıştı ve Rasululah bîr ay bekleyip gözlediği halde kendisine hakkımda bir şey vah yo Ummamıştı.

Aişe sözüne devamla demiştir ki: "Rasulullah şehadet ederek ve iftiracilann bühtanlanndan kinaye olarak dedi ki:

"Ey Aîşe, hakkınca bana şöyle şöyle sözler erişti. Eğer sen bu İsnadiardan uzak ve berî isen yakında Allah seni berî kılar. Yok eğer böyle bir günaha yaklaşımsa Allah'tan mağfiret dile ve Allah-u Teala'ya tevbe et. Çünkü kul, günahını itiraf ve sonra tevbe edince, Allah da ona af ile muamele buyurur."

Aişe devamla demiştir ki: "Rasulullah, bu konuşmasını bitirince musibetin şiddetli hara­reti ile gözümün yaşı kesildi, nihayet göz yaşından bir katre bile bulamıyordum. Hemen babama: "Rasulullah'ın söylediği söze benim namıma cevap ver." dedim. Babam ise: "Valla­hi kızım, Rasulullah'a ne diyeceğimi bilmi­yorum." dedi. Hazreti Aişe validemiz diyor ki: "Ben de küçük yaşta bir kadındım. Kur'an'dan bir çok kısmını okumamıştım, bu sebeble ben şöyle dedim: "Vallahi ben bilirim ki, siz halkın dedi-kodusunu işittiniz, nefsinizde büyütüp ona inandınız. Şimdi ben size; "beriyim" desem -Allah bilir.ki, ben muhakkak beriyim"- benim bu sözümü tasdik etmezsiniz. Eğer bir isle itiraf etsem, Allah katî olarak berî olduğumu biliyor, siz muhakkak beni tasdik edersiniz. Vallahi bu vaziyette benim ve sizin için bir mesel (örnek) bulamıyorum. Ancak Yusuf un kardeşleri Yu­suf un gömleği üzerinde yalan bir kan lekesi ge­tirdikleri zaman Ya'kub, oğullanna: "Hayır, ne­fisleriniz size bu işi süslemiş, bir fitneye sevketmiş; şimdi işim sabr-ı cemijdir. Söylediklerini­ze karşı da sığmağım Allah'dır" demişti.

Ben bu sözü söyledim. Sonra yatağıma doğru döndüm. Ben yalnız Allah'ın suçsuzluğumu or­taya koymasını umardım. Fakat vallahi hakkı­mda okunur bir vahiy inzal buyrulmasını hiç zannetmezdim ve kendimi, bana ait bir mesele için Kur'an lisanı ile konuşulmaktan çok hakir sayardım. Fakat şunu muhakkak surette umardım ki, Rasulullah uykusunda bir rüya görsün de Allah beni o rüya ile temize çıkarsın. Vallahi Peygamber yerinden kalkmamıştı ve oradakilerden hiç biri de odadan çıkmamıştı. Nihayet Peygamber'e vahiy inzal buyruldu ve onu vahyin ağırlık ve şiddetinden terlemek gibi vahiy belirtileri kapladı. Hatta kış günleri bile vahiy esnasında ondan inci tanesi gibi ter dökülürdü. Rasulullah'dan vahiy kaybolun­ca, o, sevincinden gülüyordu ve bana ilk söyle­diği söz şu oldu: "Ya Aişe, Allah'a hamdet! Al­lah seni (ehl-i ifk'in isnadından) kesin surette berî kıldı.

Bunun üzerine annem bana: "Kızım , kalk da Rasulullah'a teşekkür et." dedi. Ben: "Hayır, kalkmam ve yalnız Allah'a hamdederim." dedîm.

Azız ve celîl olan Allah-u Teala beraatım hak­kında şu ayet-i kerimeleri inzal buyurdu.

"Bu ağır iftirayı uyduranlar şüphesiz sîzin içi­nizden bir gruptur. Bunu kendiniz için bir kötülük sanmayın. Aksine, o sizin için bir iyilik­tir. Onlardan herbir kişiye, günah olarak ne işle­mişse onun karşılığı vardır. Bu günahın büyüklüğünü yüklenen kimse için de çok büyük bir azap vardır. Bu iftirayı işittiğinizde erkek ve kadın mü'minlerin kendi vicdanları ile hüsn-i zanda bulunup da "Bu, apaçık bir İftiradır' demeleri gerekmez miydi? O iftiracıların da bu ko­nuda dört şahit getirmeleri gerekmez miydi? Madem ki şahitler getirip isbat edemediler, öyle ise, onlar Allah nezdinde yalancıların ta kendi­leridir. Eğer dünyada ve ahirette Allah'ın lütuf ve merhameti üzerinizde olmasaydı, bu yaptığınızdan dolayı size mutlaka büyük bir azap isabet ederdi. Çünkü siz bu iftirayı, ge­lişigüzel birbirinizin ağzından alıyor ve hakkı­nda bilgi sahibi olmadığınız bir yalanı, ağızlarınızda geveleyip duruyorsunuz. Bunun önemsiz olduğunu sanıyorsunuz. Halbuki bu, Allah katmda çok büyük bir suçtur. Onu duy­duğunuzda: 'bunu konuşup yaymamız bize yakışmaz. Hâşâ!. Bu, çok büyük bir iftiradır.' demeli değil miydiniz? Eğer inanmış insanlarsanız. Allah, bir daha buna benzer tutumu tekrarlamaktan sizi sakındınp uyarır ve Allah ayet­lerini size açıklıyor. Allah çok iyi bilir, tam bir hüküm ve hikmet sahibidir. İnananlar arasında kötü söz ve davranışın yayılmasını arzulayan kimseler için dünyada ve ahirette de çetin bir ce­za vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz. Ya sizin üstünüze Allah'ın lütuf ve merhameti olma­saydı, Allah çok şefkatli ve merhametli olma­saydı (haliniz nice olurdu)" (24:10-20).

Bu ayetlerin inişiyle Hz. Aişe'nin günahsız ol­duğu ortaya çıktı ve iftira atanlar da, "hadd-i kazf'e müstehak oldular. İftiraya hedef olmak hoş bir şey olmamasına rağmen, ayetlerin nüzulüyle, hedef olanların günahsızlığı ortay? çıktığı ve şerefleri daha da arttığı İçin ayette, bu olayın haklarında şer olduğunu sanmamaları emredilmiş ve bunun onlar için büyük bir hayır olduğu bildirilmiştir.

Ayrıca bu ayetlerde mü'minlere bîr terbiye ve içtimai ahlak kuralı da Öğretildi. Çünkü bazı mü'minler, münafıkların propagandasına inanmış ve bu dedî-koduya katılmışlardı.

Halbuki İslam'da hüsn-i zan ve beraet-i zimmet asıldır. Meseleyi işittiklerinde kendilerini Aişe'nin yerine koyarak iyice düşünüp, O yüce insanın şeref ve haysiyetini ayaklar altına almak suretiyle böyle çirkin bir işi yapmayacağını ye bunun apaçık bir iftira olduğunu söylemeleri gerekirken, onlar da iftiracılara katıldılar. Ayrı­ca bu iddiayı ortaya atanlar, bu hususta İslam'ın şart koştuğu dört şahidi de getiremediler. Do­layısıyla Allah katında yalancı oldukları ortaya çıktı. Mü'minler, bu olayın büyüklüğünü ve çir­kinliğini kavrayamamış, olayı birbirlerine nak-îetmişlerdi. Halbuki olay Allah katında büyüktü. Mü'minler bu sözü işitir işitmez, bun^ dan uzak durmaları ve bunun büyük bir bühtan olduğunu söylemeleri gerekirdi. Ancak bunu yapmadılar, dolayısıyla Allah tarafından azar­landı ve kınandılar. İslam, işlenmiş olan bir zina suçunun bile toplum arasında yayılmasını hoş görmezken, münafıklar olmamış bir olayı yay­maya çalıştılar. Dolayısıyla Allah tarafından hem dünyada hem de ahirette, azaba çarptırıla­cakları bildirildi. Bütün bunlara rağmen yine de Yüce Allah, mü'minlere lütuf ve merhametiyle muamele ettiğini açıkladı. O'nun lütuf ve mer­hameti   olmasaydı   mü'minlerin   bu   olay yüzünden büyük bir felakete uğrayacaklarım da bildirdi.

Hicretin 5. yılında münafıklar henüz Medine'de kalabalık ve müessir idiler. Bunlar Rasulullah ile birlikte gazalara katılıyorlar ve her fırsatta müslümanlar arasında ayrılık çıkarmaya çalışıyorlardı. Nitekim, Benî Müstalik gazasın­da kuyu başında muhacirlerle ensan birbirine düşürmek istemişlerdi. (Mevlânâ Şiblî, Asr-ı Saadet). Aişe'nin ordudan geri kalması ve Saffan tarafından getirilmesi münasebetiyle ara­dıkları fırsatların, kendilerince, en iyisini yakalamışlardı. Hz. Aişe'ye iftira etmekle hem onun hem de Rasulullah ile Ebu Bekr'in şeref ve haysiyetini zedelemek istiyorlardı. Ancak, Al­lah onların bütün planlarını bozguna uğrattı ve müslümanlara karşı yaptıkları gizli teşebbüs­lerini açığa vurdu. Bu kesin olarak ulvî dürüstlüğün ve bilginin kadım olarak Allah'ın Dinine sevgisi ve bağlılığı şüphesiz olan Aişe'nin mertebesini ve hususiyetlerini arttırdı. Bu O'nun Peygamber'e olan sevgisinin ölçüsünü de gösterdi. Büyük acı ve sıkıntıya düştüğü halde O'na hiçbir şey söylemedi. Bu olay, Peygamber'ın da ona olan muhabbetini gösterdi. Çünkü vahyi alır almaz Aişe hariç her­kesten daha fazla memnun ve mesud oldu. He­yecanlandı ve müjdeyi büyük bir neşe içinde verdi.

Aişe'nin her hususta mükemmelliği, özellikle İslâmî ilimler sahasında büyük İslam alimleri­nin hepsi tarafından kabul edilmiştir. İbni Teymiyye ve talebesi İbni Kayyım'a göre, eğer üstünlük ahirette kemalat derecesi demek ise, o halde bunu sadece Allah bilir. Fakat dünyevî açıdan bakıldığında gerçek olan hesaba dahil mükemmellikler çeşitlidir: Eğer bu, neslin asa­let ve soyluluğu bakımından ise, o zaman Fatımat-ü'l-Zehra hepsinden üstündür. Eğer Peygamber'e imanda önde olması, O'nun iyiliği ve saadeti için yardım ve fedakarlıkta bulunması, İslâm'ın ilk dönemlerindeki sıkıntı ve zorlukla­ra tahammül etmesi açısından bakarsak, o za­man Hatice't-ül Kübra'nın kemâlatı hepsini aşmaktadır. Bununla beraber eğer zekâsı ve edebî üstünlüğü, dine hizmetini, Hz. Peygam-ber'in öğrettiklerini, söylediklerini ve tatbik et­tiklerini yaşamasını nazarı itibara alırsak, o za­man Aişe-i Sıddıka'nm rakibi yoktur. (Zarqanî, İbni Mevahib, c.III). Aişe'nin, Hatice hariç diğer hanımlarından üstünlüğünü beyan eden birçok hadis vardır. Bunlardan bazılarını önce­den görmüştük.

Hepsinin üzerinde, aslında Peygamber'in son günlerinde Aişe'nin odasında kalmak için diğer hanımlarından müsaade istemesi ve nitekim onun yanında kalması ve onun kolları arasında vefat etmesi diğer hanımlarına karşı bir rüçha-niyeti olduğunu göstermektedir.

Rasulullah, hastalandığı günün gecesinde Meymûne'nin odasında idi.Vâkıdî, hastalığının Zeyneb bintü Cahş'ın odasında şiddetlendiğini bildirir. Aişe der ki: "Rasulullah'ın hastalığı | agırlaşıp ağrısı şiddetlenince benim odamda bakılmak üzere kadınlarından izin istedi. Böyle bir izin almaya lüzum görünce, hiçbirisinin gönlü kırılmasın diye, bu izni açık bir şekilde is­temeyerek hanımlarına 'yarın nerede kala­cağım?' diye ihsas etmişti. Onlar da muvafakat ettiler." (Buharî). Yine Aişe anlatıyor: "Allah'ın bana ihsan ettiği nimetlerinden birisi Rasulul-lah'ın benim odamda, benim nöbetimde (müba­rek başı) benim göğsümün üstü ile gerdanımın arasında olarak vefat etmesidir. Bir de Allah'ın, onun vefatı sırasında benim tükürüğümle onun tükürüğünü bir arada birleştirmesidir. (Şöyle ki: kardeşim) Abdurrahman elinde bir misvakla odaya girmişti. Ben de Rasulullah'ı (göğsüme yan) dayamıştım. Onun misvaka dikkatle baktığım gördüm. Misvakı çok sevdiğini bil­diğim İçin; Size misvakı alayım mı? diye sor­dum. Başıyla; Evet al, diye işaret etti. Hemen alıp sundum. Fakat katı gelmişti. Ya Rasulul­lah! Biraz yumuşatayım mı?, diye sordum. Başı ile evet, diye işaret etti. Ben de misvakı yu­muşatıp verince ağzında yürütüp fırçaladı. Bir de Rasulullah'ın yanımda sahtiyandan ufak bir su kabı, içinde su ile beraber dururdu. Ara sıra iki elini bu kaba batırıyor ve ıslanan elleriyle yüzünü sıvazlıyor ve: "La ilahe İllallah! Ölümün de şiddetleri, kademeleri var, diyordu. Sonra elini kaldırdı. Ta ruhu alınıncaya kadar: Allah'ım beni refîk-i a'lâ camiasında kıl, duası­na devam etti. Ve bu dua ile Hatemü'1-Enbi-ya'nın (Mucizeler izhar eden mübarek) eli düştü." (Buharî). Rasulullah, vefatını mütea­kip Aişe'nin odasının bir köşesine gömüldü.

Hz. Aişe, Peygamber'in vefatından kırk dokuz sene sonra Muaviye'nin idaresi döneminde altmış yedi yaşında iken vefat etti. Kendi vasi­yeti üzerine Cennet el-Baki'ye gömüldü. Cena­ze namazını, zamanın Medine Valisi olan Ebu Hureyre kıldırdı.

Peygamber'ın vefatında Aişe'nin yaşı onsekiz idi. Onun künyesi Ümmü Abdullah olarak yeğeni Abdullah b. Zübeyr'in isminden sonra Peygamber tarafından verilmişti. Aişe her za­man mübarek bir şahsiyet olarak müslümanlar tarafından sayıldı, hizmetleriyle daima hayırla anıldı. Doğrudan Peygamber'den nakledip bildirdiği hadislerin sayısı 2210'dur. Hz. Aişe, peygamber'den sonra ashaba, tabiun'a, on­ların kadınlarına, çocuklarına, cariyelere ve kölelere İslam inancıyla ilgili vaaz vermeye de­vam etti. O, mümtaz bir Kur'an ve Sünnet takip­çisiydi. Kendisine sık sık ilmî ve fıkhî konular­da başvuruldu. Çünkü O'nun uzun süre Pey­gamber 'ın yanında bulunma ve onun köklü değişikliklerine şahit olma üstünlüğü vardı. Peygamber'den birşeyler öğrenmeye her za­man gayretli idi. Kabiliyetinden dolayı çokça övüldü. Cahİliyye döneminin muhtelif uzun şiirlerini ezber olarak hafızasında bulundum-yordu. Okuyup yazabiliyordu. Ebu Davud, onun hususi bir Kur'an kopyasına sahip ol­duğunu nakletmektedir. Hz. Aişe, bütün kadın­ların en bilgini olarak tarihteki müstesna mevki­ini almıştır.

Hz. Aişe, Peygamber @Tm evlendiği tek bakire olmakla ve kendisinin Cibril tarafından ona gösterilmiş olmasıyla iftihar ederdi. Hergün O'nun kabri yanında bulunurdu. Peygamber @'ın vefatından sonra kabrinin nezaretçisiydi. Kendi odasında bulunduğundan Peygamber @'ın kabrine "kendi malım" diyordu.