hafiza aise
Tue 13 September 2011, 05:46 pm GMT +0200
AİLENİN EMNİYET SÜBABI: BÜYÜKLER!
Nisan 2010 55.SAYI
Nedense televizyon dizilerinde anneanneli, babaanneli, dedeli, torunlu aileleri pek seviyoruz da iş kendi hayatımıza geldi mi büyüklerle bir arada yaşamayı aklımızın ucundan bile geçirmiyoruz. “Hep böyle miydik, sonradan mı bu hale geldik?” diye düşündüğümüzde cevap belli. Modern hayat kendi gereklerini dayattı bize. Eskiden küçük dünyalarımız içinde üretim, tüketim çarkı doğduğumuz yerden, baba ocağından ayrı düşmeye çok da mecbur etmezdi bizi. Babası çiftçi olan bir genç çiftçiliğe, el sanatlarıyla uğraşıyorsa zanaatkarlığa devam ederdi. Evlendiğinde de hem ekonomik hem sosyal sebeplerle ayrı bir eve gidilmez, baba, oğul, amcalar, halalar, teyzeler aynı evde yaşayıp giderlerdi.
HAYATIMIZ DARALDI, RUHUMUZ DARLANDI
Tarım toplumundan modern topluma geçildiğinde eğitim ve başka iş alanlarında varolma ihtiyacı kaçınılmaz hal aldı. Kimisi okumak, kimisi de ekmek derdine düşüp iş aramak için gurbete çıkmaya başladı. Bir kez gurbete çıkıldığında da geri dönmek zordu. Herkes ailesini gittiği yerde kurmaya başladı. “Memleketin doğduğun yer değil doyduğun yerdir” kabulü çekirdek aileleri de kaçınılmaz kıldı.
Dolayısıyla da kalabalık aileler giderek azalmaya başladı. Anadolu’da büyük ölçüde devam ettirilse de şehirlerde artık büyük aile yerini çoktan çekirdek aileye bıraktı. Artık neredeyse annesi, babası, dedesi, ninesiyle birlikte oturanlar yadırganır hale geldi. Üstelik modern hayat bizi öylesine bencilleştirdi, öylesine ben merkezci yaptı ki hayatımızda kendimizden başkasına yer yok. Evlendiğimizde de en fazla eşimiz ve çocuklarımıza yer açabiliyoruz bu daracık alanda. Eşimizin ailesi, yakınları ancak bayramdan bayrama görülmesi gerekenler listesinde yer alıyor. Anneler, babalar yalnız başlarına yaşlanırken, gençler tek başlarına stüdyo dairelerde hayat kuruyor.
Aile büyükleri ile aynı evi paylaşmak istemeyenlerin bahanesi ise hep aynı: Büyüklerin yanında rahat edemiyoruz. Ayaklarımızı uzatıp oturamıyoruz. Televizyonda istediğimiz programı izleyemiyoruz, istediğimiz gibi konuşamıyoruz.
BÜYÜKLERİN YANINDA KONTROLLÜ OLMAK KÖTÜ MÜ?
Peki büyüklerin olmadığı evlerde, “rahat” mıyız? İstediğimiz gibi davranabildiğimiz, istediğimiz gibi konuşabildiğimiz, “istediklerimiz”in hakim olduğu evlerde gerçekten mutlu muyuz? Evet belki bir açıdan rahat edebiliriz ama büyüklerin varlığının sağladığı otokontrol ortadan kalktığında hayatımızdaki ölçüler de kaybolur. Söz gelimi maç izleyen bir baba, aile büyükleriyle aynı evde yaşamıyorsa çocuğunun yanında rahatlıkla küfredebilir. Ya da bir kadın evde bir büyük yoksa yapmayı ihmal ettiği bir iş yüzünden kocasına “Sen ne biçim adamsın?” diye bağırıp çağırabilir. Ama kendi annesi ya da eşinin annesi ya da babasıyla aynı evde yaşıyorsa öfkesini dizginlemek, belki şikayetini, sıkıntısını biraz daha sakinleşince ve daha yapıcı bir üslupla söylemek durumunda kalabilir.
Sözün özü her durumda aile büyükleri evimizin emniyet sübabı gibidir. Onlar sayesinde mutlu ve kederli zamanlarımızı, kavgalarımızı, tartışmalarımızı daha ölçülü yaşarız. İçinden çıkamadığımız pek çok problemi onlar yılların verdiği görmüş geçirmişlikle bir çırpıda hal yoluna koyarlar. Dikkat ederseniz son yıllarda ailevi problemler, karı koca arasındaki geçimsizlikler ya televizyonlardaki kadın programlarında tartışma malzemesi oluyor ya da aile bireyleri soluğu danışmanlık şirketlerinde alıyor.
EN GEÇERLİ BİLGİ: TECRÜBE
Ailesinde bir baba, amca, hala, dayı yahut dede yokmuş gibi aile danışmanından medet umuyor insanlar. Elbette psikolojik danışmanlığa ihtiyaç duyulan durumlar da var. Ancak bu konuda hizmet verenlerin aldığı eğitime bakılırsa batı kaynaklı psikoloji biliminden beslendikleri ve batılı bir anlayışla bu ülkede yaşayanlara çözümler ürettikleri görülür. Oysa batıda “aile”nin yeri, anlamı ve tanımı farklıdır, bizde çok farklı. Kadın ve erkeğe bakış açılarımız da asla batılılarınkine benzemez, ebeveyn ve çocuk ilişkilerinin oturduğu temel de. Bu yüzden ailevi problemlerimiz için bir danışmana gittiğimizde genellikle aradığımız cevabı alamamanın üzüntüsünü duyarız.
Buna karşılık nedense bir aile büyüğümüze ya da aile dostumuza gidip istişare etmek, akıl istemek hiç aklımıza gelmez. Halbuki yaşanmışlıklar her zaman ciddi tecrübeler olarak hafızalara kazınır. İnsanlar hata yapa yapa doğruyu öğrenir. Bu yüzden bizden önceki kuşakların geçtiği yollardan bir kez daha yürümek yerine onların tecrübe ve yol göstermelerinden istifade etmek daha evladır. Üstelik aile büyüklerinin size ayıracağı zaman sınırlı olmadığı gibi size aktardıkları tecrübeler için de maddi bir karşılık beklemezler. İçten bir “Allah razı olsun” demeniz ve mutluluğunuzu onların koruyucu hakemliği altında sürdürmeniz onlara yeter de artar bile…
Hilal ARSLAN