hafız_32
Fri 1 October 2010, 03:05 pm GMT +0200
Sekizinci Bölüm
AİLE HAYATINDA KADIN
I. Eş Olarak Kadın
A- Eş Seçimi
Kur'ân, «...Size helal olan kadınlarla evlenin...»[698] ve «Bekarlarınızı evlendirin...»[699] gibi emirlerle kadınla erkeğin hayatlarını belli şartlarla birleştirme akti olan evliliğe teşvik etmektedir.[700]
"Dünya bir geçimden ibarettir. Bu geçim dünyasının en güzel nimeti de iyi kadındır"[701] diyen Hz. Peygamber, gençlere de «Gençler! sizden gücü yeten evlensin, bu, gözü harama karşı korur ve namusu muhafaza eder. Evlenmeye gücü yetmeyen de oruç tutsun, çünkü oruç, şehveti kırar»[702] diye hitap eder. Yine o, «Nikah benim sünnetimdir. Sünnetimi yapmayan benden değildir»[703] diye buyurmaktadır.
Bu genel ifadelerin yanında Hz. Peygamber'in, evlenmesi gereken insanları bizzat evliliğe teşvik ettiği anlaşılmaktadır. Nitekim onun, Akkaf b. Vedaa el-Hilalî'yi evlenmesi için ikaz ettiği[704] ve Cabir b. Abdillah'a, bakire bir kadınla evlenmeyi tavsiye ettiği rivayet edilmektedir.[705]
Bir kızla evleneceğini açıklayan Muğire b. Şube'ye Hz. Peygamber, alacağı kızı görüp görmediğini sormuş, o da görmediğini söyleyince: «Git onu gör, ileride anlaşmanızın sürekliliği için, bu ikinize de iyidir» der.[706] Buna göre evliliğe karar veren hem erkek hem de kızın, evlenmeden önce birbirlerini görmeleri istenmektedir. Evleneceği kadına bakan sahabilerin isimlerine kaynaklarda rastlanmaktadır.[707] Çünkü Hz. Peygamber, onları buna teşvik etmektedir.[708]
Kur'ân'a göre müslüman erkek, müşrik kadınla evlenemez;[709] fakat Kitap Ehli'nden olan bir kadınla evlenebilir.[710] Ancak müslüman kadın, müslüman erkekten başkasıyla evlenemez.[711] Cahiliye devrinde, kapılarında işaretler buluduğu için zina yapan kadınların bilindiği rivayet edilmektedir, islâm geldikten sonra bu kadınlarla paraları için evlenmek isteyen müslümanlar çıkınca, zina edenlerin, ancak birbirleriyle veya putperestlerle evlenebileceğini ifade eden ayetin [712]nazil olduğu kaydedilmektedir.[713]
Kimlerin, birbirileriyle evlenemeyecekleri Kur'ân'da zikredilmiştir.[714] Hz. Peygamberin uygulamaları[715] da bu konuyu aydınlatmaktadır.
Hz. Peygamberin, dindarlığı evlilikte tercih sebebi olarak tavsiye ettiği rivayet edilmektedir.[716]
iffetli bir kadının, facir bir erkekle ve müslüman kadının inanmayan biriyle evlenmesine Kur'an'm karşı olduğunu, bunun dışında denklik aranmaması gereğine işaret eden Ibn Kayyım, Ebu Hanife başta olmak üzere ünlü bazı hukukçuların bile denkliğin, neseb ve din olduğunu söylediğini nakleder. Halbuki Hz. Peygamber devri uygulamalarında nesebin önemli olmadığı müslüman olmanın yeterli olduğu anlaşılmaktadır.[717] Abdullah b. Revana, siyahı bir cariyesini hürriyete kavuşturup onunla evlenir. Cariye şeref bakımından Abdullah'tan aşağı olduğu için müslümanlar onu kınayınca, «îman edinceye kadar putperest kadınlarla eulenmeyin.îman etmiş bir cariye, beğenseniz bile putperest bir kadından kesinlikle daha iyidir...»[718] ayetinin nazil olduğu rivayet edilmektedir.[719]
Evlenecek kişi, alacağı kadının güzelliğini, nesebini veya onun çeşitli özelliklerini sorup araştırarak buna göre bir karara varmalıdır. Hz. Osman, Küfe valisi Said b. el-As'm Hind bint el-Ferafise ile evlendiğini haber alınca, onun kız kardeşinin olup olmadığını, varsa nesebini ve güzelliğini yazmasını ister. Vali musbet cevap yazınca Hz. Osman, Hind'in kız kardeşi Naile ile evlenir.[720]
Eş seçimi konusunda, kadın da erkek gibi aynı haklara sahiptir. Kadın istemediği biriyle evlendirilemez. Kadın evlenmek istemezse zorla evlendirilemez. Nitekim Hz. Ömer'in kızı Aişe'nin hiç evlenmediği anlaşılmaktadır.[721]
Kızın babasının veya velisinin, onu evlendirirken çok dikkatli olmasına ve hayat boyu beraber olacağı erkeği seçerken ona yardım etmesine dikkat çekildiği anlaşılmaktadır. Nitekim Hz. Fatı-ma'yı, Hz. Ali'den önce isteyenlere olumlu cevap vermeyen Hz. Peygamber, Hz. Ali, onu isteyince müsbet cevap verir.[722]
Kur'ân'a göre, kişinin kendi cinsinden biriyle hayatını paylaşması, insanın huzura (sükun) kavuşmasını ve dostlukların artmasını sağlar. Elbise ile vücudun bütünleşmesi gibi, kadın erkeği erkek de kadını tamamlayan bir bütünü oluştururlar.[723]
B- Çok Kadınla Evlenme
Hz. Peygamber'in nübüvvetin başladığı sıralarda, Arap yarımadasında bitip tükenmek bilmeyen savaşların, geride pek çok yetim kız ve dul kadın bıraktığı anlaşılmaktadır. [724]Toplumda var olan bu probleme çözümler getiren Kur'ân, yetim kızlara ve dul kadınlara zulüm yapılmamasına dikkat çekmiştir. «Eğer yetimler hakkında adaleti yerine getiremeyeceğinizden korkarsanız, size helal olan kadınlardan ikişer, üçer dörder alın. Onlar arasında adaleti yapamayacağınızdan korkarsanız bir tane alın, yahut sahip olduğunuz cariyelerle yetinin. Haksızlık etmemeniz için en uygun olan budur»[725] ayetinin tefsirini, Hz. Aişe, talebesi ve yeğeni Urve'ye şöyle açıklar: Bu ayetle kişinin, güzelliğine ve malına rağbet ettiği koruması (velayeti) altındaki yetim bir kızla, diğer kadınlara verilen mehri vermeden evlenmeye kalkması yasaklanmıştır.[726]
Görüldüğü gibi bu ayetin maksadı, kaç kadın alınacağını belirtmek değil, yetimlere yapılan zulmü ortadan kaldırmaktır.
Hz. Peygamber'in adalet konusunda çok titiz davrandığı ve iki eşi olan bir kişinin adil davranmaması halinde kıyamette bir tarafı düşmüş olarak geleceğini söylediği rivayet edilmektedir.[727]
Hz. Ali, Ebu Cehil'in kızı el-Avra [728]ile evlenmek ister. Bu konuda Hz. Peygamberle istişare edilir, o, buna müsaade etmez ve «..Ancak Ebu Talib'in oğlu kızımı boşar ve onların kızlarıyla bundan sonra evlenir» der. Bu rivayetle ilgili olarak, bu evliliğin haram olmadığına ve Hz. Peygamber'in kızı ile Allah'ın düşmanınınkızının bir arada bulunmasının sakıncalarına dikkat çekilmektedir.[729]
Sakif kabilesinden olan bir kişinin, İslâm'a girdiği zaman on eşi olduğu ve Hz. Peygamber'in ona: «Hanımlarından dördünü tut, diğerlerinden ayrıl» dediği rivayet edilmektedir.[730] Fakat et-Tirmizî, bu hadis hakkında el-Buharî'nin: "Bu hadis mahfuz değildir" dediğini kaydeder.[731] Yine ibn Hacer, Umeyr'in beş hanıma bulunduğunu, bunlardan Derace bint Esma'yı boşadığmı yazmaktadır.[732] Maajnafih Hz. Peygamber devri toplumunda, iki kadınla evliliğin daha yaygın olduğu söylenebilir.[733]
Cahiliye devrinde erkeğin, istediği kadar kadınla evlendiği anlaşılmaktadır, islâm'ın bunu dörtle sınırladığı ve birden çok kadınla evlenmeyi, yerine getirilmesi çok güç bir fiil olduğuna işaret ettiği[734] ve bunu adalete ve diğer bazı şartlara bağladığı açıktır.[735]
C- Kadının Eş Olarak Hakları Ve Görevleri
Kur'ân, evliliği huzur, sükun ve sevgi kaynağı olarak nitelendirdiği [736]için bu unsurları pekiştirecek davranışları ister ve bunları sarsacak her türlü uygulama ve tutumu yasaklar. Kur'ân'da yer alan «Onlarla (kadınlarla) iyi geçinin...»[737] ayeti bunu gösteren emirlerin başında gelir.
«Kadınlar konusunda Allah'tan korkun. Onları Allah'ın emaneti olarak aldınız...»[738] diyen Hz. Peygamber, hanımına yumuşak ve iyi davranan kişinin, müminlerin iman bakımından en mükemmeli olduğunu ifade ederek[739] cahiliye devrinin kadın anlayışını kökünden yıkmaya çalışır. Bu yanlış anlayışı yıkmanın pek de kolay olmadığı Hz. Peygamber'in bu konudaki konuşmalarından; mesela «Sizin en hayırlınız, kadınlarına iyi davrananla-rınızdır.»[740] gibi sözlerinden, açıkça anlaşılmaktadır.
Kadının, erkeğe göre daha hassas ve duygusal olduğu bilinmektedir. Hz. Peygamber, erkeklere, onlarla ilişkiler konusunda öğüt verirken, çok dikkatli olmalarım ve onların hatalarını düzeltirken Ölçülü davranmalarını ister.[741] Bu hadislerin, kadınların psikolojik yapılarının dikkate alınmasını ifade ettiği açıktır. Hz. Peygamber, kocasının kadın için çok önem arzettiğine ve en azından bazı kadınlar için kocalarının yerini dolduracak hiç kimsenin olmadığına dikkat çeker.[742]
Konu tek taraflı olmadığından Hz. Peygamber, kocalarıyla iyi geçinmelerini sağlamak için bu konuda kadınlara da emir ve tavsiyelerde bulunur. Onları cehennemle korkutarak yapılan ihsan ve iyilikleri unutmamalarını,- kızdıkları zaman Öfkelerine hakim olmaları gereğine dikkat çeker.[743]
Evlenirken erkeğe, alacağı kadına mihr demlen bir meblağ vermesi emredilmiştir. "Kadınlara mihirlerini bir hak olarak verin; eğer kendi istekleriyle o mihrin bir kısmını size bağışlarlarsa onu da afiyetle yiyin"[744] ayetinde bu açıkça görülmektedir. Bu konuda Kur'ân'da kadınların haklarının korunmasını isteyen ve onlara zulmedilmesini yasaklayan emirler bulunmaktadır. Kadına verilen mihr ne kadar çok olursa olsun geri alınmaması, yetimlerin mihirleri konusunda adil olunması ve bu konularda çeşitli hilelere başvurulmaması istenmiştir.[745]
İbn Kuteybe, cahiliye devrinde velilerin, mihirlerini kadınlara vermediklerini ve kendi mallarına kattıklarını kaydederek, Kur'ân'ın bunu yasakladığım söyler.[746] Hz. Peygamber, bir müslü-manın kızını veya kız kardeşini vererek bir kadın almasını (şiğar) yasaklar.[747] Çünkü bu durumda kadınlar mihr almamaktadır. Halbuki mihr kadının hakkıdır ve bu hakkı baba veya başka bir erkek alamaz.
Mihr şartlara göre az veya çok olabilir. Bu konuda belli bir ölçü olmadığı, Hz. Peygamber devrinde yapılan uygulamalardan anlaşılmaktadır. Kadının razı olması halinde mihrin, bir elbise hatta daha az birşey olabileceği rivayet edilmektedir.[748] Mihrin, evlenmeyi zorlaştıracak kadar yüksek olmasını istemeyen Hz. Peygamber, mihrini ödeme konusunda kendisinden yardım isteyen bir kişinin vermek istediği mihrin değerini çok bulur.[749] Hz. Ali, Hz. Fatıma'ya, sattığı zırhının parasını mihr olarak verir. Bu paranın bir kısmıyla koku alınır, geri kalanla da Ümmü Seleme, ona bir kadife elbise, bir kırba, içi lifle doldurulmuş deri döşek, iki el değirmeni ve iki su kabından oluşan çehiz hazırlar.[750]
el-Belâzurî, Hz. Peygamber'in eşi olan Ümmü Seleme'nin mihrinin, kış mevsiminde giyilen yaz aylarında sergi olarak kullanılan bir kadife, içi lif dolu bir sergi (döşek), un imalı için, iki el değirmeni, birbirine su diğerine un konan iki testi ve içinde hamur ve tirit yapılan bir kaptan ibaret olduğunu yazar.[751] Kaynaklarda Hz.Peygamber'in diğer eşlerine verdiği mihirler de zikredilmektedir.[752]
Cahiliye devrinin aksine Hz. Peygamber devrinde kadının mihr hakkına yapılan tecavüzler ortadan kaldırılmaya çalışılmış ve kadına bu hakkını istediği gibi kullanma serbestliği getirilmiştir.
Evlenen erkeğin, mihirden başka maddî harcamalarda bulunması da istenmiştir. Erkek, evlendiği kadının normal giderlerini karşılar. Yani erkeğin, nafaka, mesken ve giyim diye ifade edebileceğimiz harcamaları yapma görevi vardır.[753] Bu harcamalara erkeğin çocuklarının giderleri de eklenmiştir. Hatta küçük çocuğun emzirilmesinin giderleri varsa bu da kocaya aittir.[754]
Hz. Peygamber, kadının, ihtiyacı olan bazı şeyleri kocasının malından, onun haberi olmadan alabileceğini söyler.[755] Daha fazla harcamalarda ise kocanın izninin alınması istenmiştir.[756] Çünkü kadın, kocasının evde bulunmadığı zamanlarda onun hukukunun çiğnenmemesi için mesuliyeti olan ve evin koruyucusu olarak düşünülen bir insandır.[757]
Koca, kadının hakkı olan nafaka, giyim ve ev konusunda yapacağı harcamayı, bulundukları statü, çevre şartları ve Örfe göre yapar. Bu konuda erkeğin cimrilik yapmasının yanlış olacağı, bu harcamalar için ayette geçen «... uygun bir şekilde (bi'l-ma'rûf)» ifadesinden anlaşılmaktadır.[758]
Kadın ve erkeği birbirlerine yaklaştıran unsurlardan biri de cinsî arzulardır. Kur'ân'da, kadınların erkekler için, erkeklerin de kadınlar için bir elbise oldukları zikredilmiştir. Elbise insan vücudunu örttüğü gibi onu sıcak veya soğuk gibi dış etkilerden de korur. Buna göre eşlerin birbirlerini tehlikelerden koruma, eksikliklerini giderme ve elbise ile vücudun bütünleşmesi gibi biri birilerini tamamlama özelliklerine işaret edilmektedir. Çünkü evli erkek, günahtan daha iyi korunabilir ve iffetini muhafaza edebilir.[759] Kur'ân'da cinsî arzuları meşru yoldan tatmin emri verilmiştir.[760] Karı koca istedikleri gibi biri birileriyle sevişebilirler.[761] Ancak hayızlı ve nifaslı (aybaşı halinde bulunan ve doğum yapmış kadın) temizlenmeden Önce cinsî ilişki kurulması yasaklanmıştır. Bu gibi haller dışında bir yasak konmamıştır.[762]
Bu konuda kocanın, eşini ihmal etmemesi ve bunu doğuracak tutum ve davranışlardan uzak durması istenmiştir. Geceleri namaz kılarak geçiren gündüzleri oruç tutan Abdullah b. Ömer'e Hz. Peygamber; «Namaz kıl sonra uyu, oruç tut, sonra oruçsuz günlerin de olsun. Çünkü vücudunun, gözünün ve eşinin senin üzerinde hakları vardır» der.[763] Yine Ebu'd-Derda'nm da Abdullah gibi davrandığı anlaşılmaktadır. Hz. Peygamber, Selman'la Ebu'd-Derda arasında kardeşlik tesis ettiği için Selman, bir gün kardeşini ziyarete gider ve Ebu'd-Derda'nm eşini perişan bir halde görür. Bunun sebebini soran Selman'a kadın şöyle der: «Kardeşin Ebu'd-Derda'nın dünyaya ihtiyacı yok.» Ebu'd-Derda gelir ve Selman'a yemek yaparak «Sen buyur, ben oruçluyum» der. Selman: «Hayır sen orucunu bozmazsan ben de yemem» deyince Ebu'd-Derda orucunu bozar. Selman daha sonra şöyle der: «Senin üzerinde Rabbinin, nefsinin, ve eşinin hakkı vardır, herkese hakkını ver.» Bu durumu duyan Hz. Peygamber: «Selman doğru söylemiş» der.[764] Ayrıca Hz. Peygamber'in, eşini ihmal eden Osman b. Maz'un'u uyardığı rivayet edilmektedir.[765] Hz. Peygamberin bu yaklaşımını iyi bilen kadınlardan kocaları tarafından ihmal edilenlerin, durumu Hz. Âişe vasıtasıyla ona ulaştırdıkları anlaşılmaktadır.[766]
Cahiliye devrinde erkeğin, eşine yaklaşmama yemini edip bir veya iki yıl hanımından uzak yaşadığı mevcut rivayetler arasındadır.
îslâm, bu süreyi azamî dört ay olarak geçerli sayar.[767] Abdullah b. Amr b. el-As'ın annesi, Hz. Peygamber'e gelir, oğlunun dünyadan el etek çektiğini ve eşini ihmal ettiğini söyler. Hz. Peygamber, Abdullah'a hareketinin yanlış olduğunu «Allah'ın Rasûlün'de sana güzel Örnek vardır... o, eşlerine haklarını verir...» diyerek ifade eder.[768]
Kocasının şehvetinin çokluğundan şikayet eden bir kadının kocasına, Hz. Peygamber, bir cariye verir. Fakat bu da adama yetmez, Hz. Peygamber, onu karşısına alır ve bazı tavsiyelerde bulunur; sonra da «Muhtemelen sen, heva ve hevesine çok meyi ediyorsun?» diye sorunca adam «Evet» diye cevap verir. Bunun üzerine Hz. Peygamber ona: «Arzularına meyi etmeyi bırak, bu senin şehevî gücünü azaltır» diye tavsiyede bulunur.[769] Kadın, kocasının normal isteklerine karşı çıkmamalıdır. Fakat erkek de hanımının durumunu dikkate alarak onun istek ve arzularını da hesaba katmalıdır. Burada «Kocası kendisinden kızgın olarak geceleyen kadına Hz. Peygamber lanet etmiştir...» hadisi hakkında, et-Tirmizî'nin, «sahih değildir» dediğini ifade etmeliyiz.[770]
Erkeğin ve kadının, eğer cinsel konularda anormallikleri varsa, bunu tedavi ettirmeleri ve biri birilerinin haklarına tecavüz etmemeleri gerektiğim söylenebilir. Bu konuda Hz. Peygamber'in hiçbir tarafa zulmetme ve zorlama yetkisi vermediği ve bu sebeple konuyla ilgili rivayetlerin neden ve niçinini iyice bilmeden bunlara göre davranmanın yanlış sonuçlara götereceği ifade edilebilir. [771]
D- Kadının İffetli Olması
Erkek ve kadının ifetli olması ve eşinin dışında hiç kimse ile meşru olmayan ilişkiye girmemesi istenmiştir. Bu konuda çok serbest olan cahiliye insanına sınırlamalar getirilmiştir.[772]
Cahiliye döneminde, para kazanmak için cariyenin zinaya zorlandığı ve müslümanlarm, en-Nûr 24/33. ayetiyle bundan me-nedildikleri kaydedilmektedir.[773] Bu ayetin, münafık Abdullah b. Ubey'in zinaya zorlanan iki cariyesinin, Hz. Peygamber'e başvurmaları üzerine nazil olduğu da rivayet edilmektedir.[774]
Zina ağır bir suçtur. Bu sebeple bu suçun tesbiti için dört şahit istenmiştir.[775] Bir kadına bu suçu isnat ettikten sonra dört şahit getiremeyen kimseye, seksen değnek vurulur ve ebediyyen şahitliği kabul edilmez.[776] Hz. Peygamber, zina suçunu işlemiş bir kadının, sıcak bir günde susuzluktan su kuyusunun etrafında dolaşan bir köpeğe su verdiği için afedüdiğini ifade eder.[777]
Koca, eşine bu suçu isnad eder ve kadın bunu yalanlarsa, araları ayrılır, eğer çocuk varsa anneye verilir.[778] Bu gibi şüpheli durumlarda çocuğun nesebinin tesbitine çalışılır.[779]
Hz. Peygamberin eşi Hz. Aişe'ye zina iftirası atılmış ve bu, toplumda karışıklıklar çıkarmıştır. Daha sonra, gelen ayetlerle olayın iftira olduğu anlaşılmıştır.[780]
Hz. Peygamber, erkeklere, kadınlar konusunda dikkatli olmalarını ve onların cazibelerine kapılıp suç işlememelerini tasviye eder.[781] Yine Hz. Peygamber'in, erkekleri tahrik edecek şekilde, kadınların özelliklerinin anlatılmasını yasakladığı rivayet edilmektedir.[782]
Mekke fethinden sonra Ensâr ve Muhacirlerin beraberce oturdukları bir yere, bir grup Mekkeli kadın uğrar. Ensârdan olan Sa'd b. Ubade, «Kureyş kadınlarının iyi ve güzel oldukları anlatılırdı, halbuki öyle değilmiş» deyince mecliste bulunan muhacirlerden olan Abdurrahman b. Avf çok sinirlenir. Bunun üzerine Sa'd toplantı yerini terk eder ve Hz. Peygambere gelip olayı anlatır. Hz. Peygamber de Sa'd'm haksız olduğunu ifade eder.[783]
Yabancı bir kadınla sevişip sonra Hz. Peygamber'e gelip pişman olduğunu söyleyen bir kişi hakkında,« İyilikler kötülükleri giderir» ayetinin [784] nazil olduğu kaydedilmektedir.[785]
F- Geçimsizlik
Ailede geçimsizlik, genelde erkek, kadın, veya her ikisinden kaynaklanabilir. Kur'ân ayetlerine ve sahih hadislere baktığımız zaman toplumun durumunun dikkate alınarak, yuvanın dağılmaması istikametinde konuya yaklaşıldığım görürüz. Kadın erkeğe, erkek de kadına ezdirilmek istenmez. Zaten genel tutuma uygun olan da budur. Çünkü, Kur'ân zulmün her çeşidini ortadan kaldırmayı ve huzuru getirmeyi hedeflediğini defalarca açıkladıktan sonra, kadın ve erkeğin aynı haklara sahip olduklarını açıklamıştır.[786] Buna göre ailede huzursuzluğu kim çıkarırsa çıkarsın bu hoş karşılanmaz.
Eğer huzursuzluK ve geçimsizliği (nuşuz)[787] erkek çıkarırsa, kadın bunun sebeplerini araştırdıktan sonra, kocasının haklı olduğunu görür ve kabul ederse elbette bunu ortadan kaldırmaya çalışır.[788] Eğer kadın, kocasının haksız yere tatsızlık çıkardığını kabul ederse konu aile dışına taşar. Hem kadın hem de erkek ailelerinden birer hakem konuyu açıklığa kavuşturur.[789] Ayrıca kadın, doğrudan doğruya devlet başkanına da başvurabilir. Bu konuda Hz. Peygamber'e gelen kadınlar bulunduğu bilinmektedir. Hatta Hz. Ömer gibi sert bir halifeye bile bu konuda başvurular olmuştur.[790]
Erkeğin huzursuzluk çıkarmasını önlemek için Kur'ân'm önerdiği «erkek ve kadının aralarını, anlaşma ile düzeltmeleri»[791] değişik şekillerde yorumlanabilir. Müfessirler genelde bunu, kadının kendi isteği ile bazı haklarından vazgeçmesi ile oluşacak bir barış olarak düşünmektedir.[792] Kadın eğer haklarından vazgeçmezse, erkeğin, geçimsizlik yapma ve kadının haklarına tecavüz etme yetkisi olmadığı açıktır.[793] «...Eğer size itaat ederlerse artık onların (kadınların) aleyhine bir yol aramayın. Çünkü Allah yücedir ve büyüktür»[794] ayeti bunu açıkça göstermektedir. O halde barışın temini için, hiçbir tarafa, diğerinin haklarına tecavüz yetkisi verilmemiştir. Erkek, eşi yaşlandığı veya çirkinleştiği için ona zulmetme yetkisine sahip olamaz.
Hz. Âişe, en-Nisa sûresi 128. ayetin nüzul sebebi konusunda özetle şöyle der: «Şevde yaşlanınca Hz. Peygamberin kendisini boşayacağından korkarak geceleri onunla beraber olma hakkını bana verdi. Bunun üzerine bu ayet nazil oldu»[795] Bu ayetin nüzul sebebi hakkında, ayetin kadınların aleyhine yorumlanması sonucunu doğuracak, başka rivayetler de bulunmaktadır.[796] Fakat bu konuda Hz. Âişe'nin yukarda kaydettiğimiz rivayetinin daha doğru olduğu kanaatindeyiz.
Eğer kadın ailede geçimsizlik yaparsa, erkek bunun sebeplerini araştırır ve kadını haklı görürse, buna göre hareket ederek durumu düzeltir. Hz. Peygamber, ailede huzursuzluk çıkmaması için eşlerin gerekli hassasiyeti göstermelerini ister.[797] Hz. Peygamber'in hürriyete kavuşturduğu Zeyd'le evli, soylu bir aileye mensup olan Zeyneb bint.Cahş, kocasını sözleri ve kibirli davranışlarıyla incitir. Zeyd durumu Hz. Peygamber'e açınca O, «...Eşini bırakma, Allah'tan kork...» der.[798] Fakat bu evlilik yürümez ve Zeyd, Zeyneb'den ayrılır.[799] Müslümanlar, Hz. Peygamberle beraber veda haccmdan dönerken, Medine'ye yaklaştıkları zaman Hz. Peygamber onlara, eşlerinin hazırlık yapmaları için, gece Medine'ye girmemelerini söyler.[800]
Boş yere yapılan kıskançlık verilmiştir.[801] Eşinin siyah tenli bir oğlan doğurduğunu (kendi tenine benzemediği için) şikayete gelen bir Arab'a Hz. Peygamber, bunun olabileceğini, develerinin çoğalmasıyla ilgili bir misal vererek anlatır ve onu ikna eder.[802]
Hz. Ebu Bekir, hammı Esma bint Umeys'in yanına geldiği zaman orada Haşimîler'den olan bir erkeği görür ve kızar. Bu durumu Hz. Peygamber'e söyleyen Hz. Ebu Bekir, onun bu konuda bir açıklama yapmasını sağlar. Hz. Peygamber, yalnız bulunan bir kadının evine yabancı bir erkeğin tek başına girmemesini ister.[803] Eşinin hacca gittiğini ve kendisinin cihada yazıldığını söyleyen bir kişiye Hz. Peygamber, hammıyla gitmesini söyler.[804]
Kadının geçimsizliğinin ne olduğu konusunda değişik açıklamalar bulunmaktadır. Kadının kocasından nefret etmesi,[805] hoşlanmaması [806]ve kocasının evinde oturmak istememesi[807] gibi evlilikle bağdaşmayan tutum ve davranışlarda bulunması kadının, geçimsizliği olarak değerlendirilmektedir.
Kadının bu yanlış davranışlarını erkek, onu ikna ederek düzeltebilir. Bu konuşmalar fayda vermezse, erkek, eşini yatakta yalnız bırakabilir.[808] Hatta erkeğin, aynı yatakta eşine kızdığı için sırtını dönmesinin bile, onu yatakta yalnız bırakma olabileceği ifade edilmektedir.[809] Hz. Peygamberin eşlerinin, ondan yaparrn-yacağı bazı isteklerde bulundukları ve bunun üzerine Hz. Peygamberin onlardan ayrılarak ayrı bir odada kaldığı rivayet edilmektedir.[810]
Hz. Âişe, erkeğin eşiyle konuşmamasının da onu terk (ilâ)[811] olacağı görüşündedir.[812]
Arap toplumunda, erkeğin eşini dövme adeti bulunmaktadır. Hz. Peygamber, bu kötü adeti ortadan kaldırmaya çalışmıştır. Hatta Hz. Peygamber'in bir ara eşini döven erkeklere kısas uygulamayı bile düşündüğü rivayet edilmektedir.[813] Hz. Peygamber: «Kadınlar hakkında Allah'tan korkunuz. Onları Allah'ın emaneti olarak aldınız. Allah'ın kelimesiyle onlar size helal oldu. Sizin onların üzerindeki hakkınız, hoşlanmadığınız birini evinize sokmamalarıdır. Eğer bunu yaparlarsa yaralamadan onları dövün. Onların sizin üzerindeki haklan ise, rızıklannhve giyimlerini Örfe göre üstlenmenizdir...»[814] diye buyurmaktadır. Bu rivayetin başka şekilleri de bulunmaktadır. Bunlara göre kadın, kocasının izin vermediği bir kimseyi eve alırsa, erkeğin onu yatakta yalnız bırakmasına ve yaralamadan dövmesine izin verildiği anlaşılmaktadır.[815] Bu rivayetlerin dışında Hz. Peygamberin kadınları dövmeye izin vermediği ve eşlerini dövenlere çok kızdığı anlaşılmaktadır. Buna göre Hz. Peygamberin, yukarıda kaydettiğimiz ayette geçen kadının geçimsizlik çıkarmasını, kadının, kocasının izin vermediği bir erkeği evine alması olarak tefsir ettiği söylenebilir.[816]
Müslümanlar için en güzel Örnek olan [817]Hz. Peygamber'in, hayatı boyunca hiçbir kadına ve köleye bir fiske bile vurmadığını, Hz. Âişe söylemektedir.[818] Hz. Peygamber kadınları dövmeyi yasaklar. Bunun üzerine kadınlar, kocalarına karşı haksız yere dikleşmeye ve huzursuzluk çıkarmaya başlayınca bu yasak kaldırılır.[819] Fakat Hz. Peygamber hep kadınların yanında yer alır. Hz. Peygamber'in, hanımım döven hiç bir erkeği haklı gördüğü rivayetine şu ana kadar okuma imkanını bulduğum kaynaklarda rastladım. Aksine Hz. Peygamber, eşlerini döven kimselerin, müslümanlarm hayırlıları olmadıklarını ifade eder.[820]
Kocasından dayak yiyen Ümmü Cemil bint Abdillah, durumu Hz. Peygamber'e bildirir. Hz. Peygamber, onun kocasını karşısına alır ve: «Eşinden ayrılmak ister misin?» diye sorar. Kocası, Ümmü Cemil'den ayrılır.[821]
Abdullah b. Ömer; «Hz. Peygamber devrinde hakkımızda ayet nazil olur korkusuyla hanımlarımıza elimizi ve dilimizi uzatmaktan sakmırdık. Hz. Peygamber vefat edince dilimizi ve ellerimizi onlara uzattık»[822] diyerek Hz. Peygamber devrinde kadına haksızlık yapılmasının nasıl önlendiğini ifade etmektedir. Hz. Peygamber devrindeki bu anlayış, kadınların, kocalarına her konuda boyun eğmemelerini ve zulme karşı ayaklanmalarını ve haklarına sahip çıkmalarını sağlar. Hz. Ömer, kadınlardaki bu uyanışı Ensâr kadınlarına bağlamaktadır. O, bunu şöyle ifade eder: «Biz Kureyş topluluğu, kadınlardan üstündük (galiptik). Medine'ye geldiğimiz zaman kadınların Ensâr'a galip olduklarını gördük. Bizim kadınlarımız da onların huyunu edinmeye başladılar...»[823]
Hz. Peygamber'in bu konudaki ayet için yaptığı tefsire göre hareket edilirse erkeğin, eşini dövme cevasını bulması çok zordur.[824]
Evliliklerini yürütemeyeceklerini anlayan eşler, birbirlerine zarar vermeden ayrılırlar. Cahiliye devrinde kadının bu konuda büyük haksızlıklara uğradığı anlaşılmaktadır. Kur'an, bu yanlışlıklara işaret ederek konuya açıklık getirmiştir.[825]
Kadınlar, zarar vermek için talak (ayrılma) konusunda do-lanbaçlı yollara sapmak yasaklanmıştır. «Kadınları boşadığınız-da, bekleme süreleri sona ererken, ya onları iyilikle tutun, ya da iyilikle bırakın. Haklarına tecavüz etmek için onları tutmayın. Kim bunu yaparsa kendine yazık etmiş olur. Allah'ın ayetlerini eğlence yerine koymayın...»[826] ayeti bunu açıkça ifade etmektedir.
Cahiliye devrinde, erkeğin eşini boşayıp sonra aldığı ve bunu istediği kadar yapma hakkına sahip olduğu rivayet edilir.[827] Kur'ân, buna bir sınır getirmiştir. Erkek eşinden iki defa ayrılıp dönme hakkına sahiptir, üçüncü defa vereceği karar son merhaledir. Ya iyilikle eşine döner ya da aynı şekilde ondan ayrılır.[828] Boşanmış kadın, evlenmesi yasak olan akrabalarının dışında biriyle evlenebilir;[829] buna engel olunmaması emredilmiştir.[830]
Hz. Peygamber, eşini aybaşı halinde boşayan îbn Ömer'in bu davranışını beğenmez ve ondan hanımına dönmesini, eğer ayrıla-caksa, eşinin temizlik döneminde ayrılmasını ister.[831] «Ey Peygamber, kadınları boşayacağınız zaman iddetleri içinde (temiz oldukları devrede) onları boşayın ve iddeti sayın (üç defa âdet görüp temizlenmelerini bekleyin). Rabbiniz Allah'tan korkun. (Bekleme süreleri dolmadan) onları evlerinden çıkarmayın, kendileri de çıkmasınlar. Ancak apaçık bir edepsizlik yaparlarsa başka. Bunlar Allah'ın sınırlarıdır. Kim Allah'ın sınırlarını geçerse kendisine yazık etmiş olur. Bilemezsin belki Allah, bundan sonra bir iş ortaya çıkarır. (Bekleme süresi içinde bir anlaşma zemini oluşabilir).»[832] Bu ayeti göre, hanımını boşamak isteyen kimse, eşi âdetten temizlendikten sonra, onunla cinsel ilişki kurmadan onu boşar, kadın bir âdet görüp temizlendikten sonra ikinci kez boşar, yine bekler, kadın bir âdet daha görüp temizlenir. Erkek boşamaya kararlı ise hanımını boşar ve böylece evlilik bağları kopmuş olur. Kadın iddetini gördükten sonra istediğine varabilir.[833]
Kocası ölen kadın, kocasının evinde dört ay on gün iddet bekler.[834] Hangi sebeple olursa olsun kadın iddet beklerken nafakası ve oturacağı ev kocası tarafından sağlanır.[835] Kadın eğer hamile ise doğum yapınca iddeti sona erer.[836]
Kadın da kocasından ayrılma isteğinde bulunabilir.[837] Hem Hz. Peygamber hem de Hulefai Raşidîn devrinde kocasından ayrılma isteğinde bulunup ayrılan kadınlar bulunduğu anlaşılmaktadır.
Hz. Peygamber, bir gün sabah namazına çıkarken Habibe bint Sehl'i görür. Habibe, kocasından ayrılmak istediğim ve kocasının verdiği mihrin yanında bulunduğunu söyler. Bu konuda Habibe'nin kocasını da dinledikten sonra Hz. Peygamber, mihri kocaya geri verir ve bu eşleri ayırır. Kadın ailesine döner.[838]
Tavaf esnasında bir kadının şiir okuduğunu duyan Hz. Ömer, onun, kocasından yakındığını anlayınca kocasının nasıl bir kişi olduğunu öğrenmek için birisini görevlendirir. Bu görevli, kadının kocasının ağzının eğildiğini görür. Hz. Ömer, bu adama bir cariye veya hazine (fey)den 500 dirhem vererek onu eşinden ayırmak istediğini söyler. Adam parayı tercih eder ve hanımından ayrılır.[839]
Kadının, nikah sırasında boşama hakkını üzerine alma âdetinin, îslâm geldikten sonra da devam ettiği anlaşılmaktadır.[840]
Hz. Peygamber'in boşanan kadınlara, karşılaştıkları güçlüklerde yardımcı olduğu zikredilmektedir.[841]
II. Anne Olarak Kadın
Evlenen kadın, çocuk sahibi olduğu zaman hayatında yeni bir devre olan annelik başlamış olur. Kur'ân'ın ifadesiyle «dünya hayatının süsü»[842] olan çocuk, «emin ve sağlam bir karargah»[843] olan «anne rahminde yaratılır»[844] Belli bir müddet anne rahminde ondan beslenen çocuk, esasen dünyaya geldikten sonra da yine ona muhtaç bir şekilde hayatını sürdürür.
Ana kelimesi, asıl temel, merkez kaynak gibi anlamlara gelir.[845] Kur'an'da bu kelimenin, zikrettiğimiz manalarda kullanıldığı ayetler bulunmaktadır.[846]
Kadın, insan neslinin devamında çok önemli vazifeler üstlendiği için bu yönüyle anne, insanlığın esası temeli ve kaynağı sayılır.
Kur'ân, anne ve babaya iyilik etmekten bahsederken [847]annenin çocuğu için çektiği sıkıntılara yer verir, «...annesi onu (çocuğu) zahmetle taşıdığı ve zahmetle doğurduğu...»[848] ve «...annesi onu (çocuğu) nice sıkıntılarla taşımıştır...» [849]gibi ayetler buna işaret eder.
Anne çocuğunu dünyaya getirdikten sonra, çocukluk çağında hemen hemen onun bütün yükü yine annenin üzerindedir. «Emzirmenin tamamlanmasını isteyen baba için, anneler çocuklarını iki tam yıl emzirirler»[850] ayetine göre anne çocuğunu emzirir, fakat bu ayetin devamında «... Hiç bir anne, çocuğu sebebiyle zarara uğratılmamalı...» buyurulmaktadır. Günümüzde doktorların, anne sütünü çocuk için çok faydalı buldukları bilinmektedir. Buna göre, çocuğun gelişmesini iyi tamamlaması ve sağlıklı büyümesi için annenin çocuğunu emzirmesi gerekir.[851]
Eğer kadın başka birinin çocuğunu emzirirse, ortaya "süt an-nelik'le ilgili bazı yeni hükümler çıkar. Kur'an bu konuya da yer vermiştir.[852]
Bir kişi Hz. Peygambere gelir ve «Ya Resûlallah kim benim iyiliklerime daha layıktır?» der. Hz. Peygamber; Annen» diye cevap verir, Adam: «Sonra kim?» diye tekrar sorar, Hz. Peygamber «Annen» der, Adam üçüncü defa, «Sonra kim?» deyince, o tekrar -Annen» der ve aynı soruya dördüncü defa «Baban» diye cevap [853]Bu ve daha başka hadislerden anlaşıldığı üzere, kişinin ırjk yapacakları arasında anne, ilk sırayı alır.[854]
Eğer annenin ihtiyacı varsa, geçimini temin etmek oğlunun evleri arasındadır.[855] Hz. Peygamber, Allah Teala'nm anneye ıssızlığı haram kıldığım ifade eder.[856]
Esma bint Ebî Bekir, müşrik annesi ile görüşüp görüşemiyeni, Hz. Peygambere sorunca ö, annesiyle görüşmesini söyler, «Allah, sizinle din uğrunda savaşmayan ve sizi yurtlarınızz çıkarmayanlara iyilik yapmanızı ve adil davranmanızı yamaz. Çünkü Allah adaletli olanları sever»[857] ayetinin bu korda nazil olduğu rivayet edilmektedir.[858]
îbn Hişam'm yazdığına göre Hz. Peygamber, esir anneyi çocukdan ayırmayı yasaklamıştır.[859] îbn Kuteybe, «Hiç bir anne çok sebebiyle zarara uğratılmamalı...»[860] ayetinin tefsirinde, anne sağlıklı ise, çocuğunun elinden alınıp sütanneye verilemeyeceğini kaydeder.[861] Cahiliye devrinde de anneye saygının li olduğu anlaşılmaktadır. Bi'ru Maune'.de bir grup müslüman Öldüren Amir b. Tufeyl, annesinin bir köle azad etme nezrini r-ne getirmek için Âmir b. Umeyye'yi serbest bırakır.[862]
III. Gîyîm - Kuşam
Giyim, insan topluluklarında alışkanlık, coğrafi yapı, iklim, ; etince ve daha başka faktörler sebebiyle değişiklik arzeder. Birbileriyle münasebeti olan milletlerin, giyim tarzlarının da biricilerine tesir ettiği bilinmektedir.[863]
Hz. Peygamber devrinde, toplumun cahiliyeden gelen bir giyim şekli ve âdeti bulunmaktadır, islâm'ın bunu, kendi düşünce yapışma uygun hale getirmek için bazı değişiklikler yaptığı söylenebilir. Hz. Peygamber devrinde kadının giyimim ortaya koyabilmek için, o zaman kullanılan elbiselerin neler olduğunu tesbite çalışmanın uygun olacağı kanaatindeyiz. [864]
A- Elbiseler
1- Başörtüsü:
Bu kelime örtmek, kapatmak, gizlemek manalarına gelen h-m-r kökünden gelir ve örtü anlamım taşır.
Hz. Âişe'in hımarı "Saçları ve cildi örten bir örtü" diye tarif ettiği rivayet edilmektedir.[865] Bir erkek elbisesi (hülle) yaklaşık olarak dört başörtüsü olabilmektedir.[866]
2- Entari (Dır'):
Sadece başörtüsü ve bu elbise ile namaz kılmak caiz olduğuna[867] göre "dır"' isminin ifade ettiği elbisenin bir bluz veya kadın gömleği olduğunu söyleyemeyiz. Esasen bu elbisenin ayak üstlerini kapatacak kadar uzun olduğuna dair rivayetler de bulunmaktadır.[868]
3- Etek (İzar):
Bir şeyi içine alan, saran ve kaplayan manalarını taşıyan bu kelime, insan vücudunun belden aşağısına bağlanan bir elbise için kullanılmaktadır.[869] Hz. Peygamber devrinde erkeklerin de bu elbiseyi kullandıkları anlaşılmaktadır.[870]
Hz. Peygamber, erkeklerin izarlannı fazla uzun yapmamalarım söyler. Kadınların ise izarlannı (bacaklarının ortasından) bir karış veya bir zira uzatacaklarını açıklar.[871]
4- Şalvar:
Hz. Peygamber devrinde bazı kadınların elbiseleri altından bu elbiseyi giydikleri anlaşılmaktadır. Şalvar belden aşağı giyilen iç çamaşır yerine kullanılmaktadır.[872]
5- Mırt
Yünden yapıldığı m ve kadının evin dışında büründüğü bir elbise olduğu anlaşılmaktadır.[873] Hz. Peygamber'in, eşlerinden birine ait olan bu elbise ile namaz kıldığı nakledilmektedir.[874]
6- Cilbab
Hz. Aişe'nin, eteğini çözüp ondan cilbab yaptığı rivayet edildiğine [875]ve «Üzerlerine cilbablarını alsınlar...»[876] ayetine bakarak dışarı çıkarken kadının başına aldığı bir örtüye cilbab dendiğini söyleyebiliriz. Kamus mütercimi cilbab için şöyle der: «...Cilbab gömleğe denir. Kamis (gömlek) manasına gelir... Bazılarına göre kadınların başörtülerine de denir, yani himar manasına gelir...» [877]Cilbabm, kadmm başörtüsünün üstüne örttüğü [878]bir atkı olabileceğim ifade eden [879]ve yüzün bununla kapatıldığına yer veren [880]rivayetler bulunmaktadır.[881] Ayrıca cilbabı, insan vücudunun belden yukarısını örten elbise anlamını taşıyan rida ile tefsir edenlerin[882] yanında, «Kadınların elbiselerini,[883] rida[884] ve cilbab [885]olarak açıklayan müfessirler de bulunmaktadır.
Cilbabm, pahalı bir dışarı elbisesi olduğu, bu elbisenin herkeste bulunmadığı rivayetine [886]bakılarak söylenebilir.
isimlerini verdiğimiz bu elbiselerin tamamının şekilleri ve nasıl giyildikleri hakkında, elimizdeki malzeme ile şimdilik tam doğru bilgiler vermek mümkün değildir. Ancak bunlardan bazılarının tam anlaşıldığı açıktır.
el-Isbehanî'nin aldığı bir rivayete göre Hz. Peygamber devrinde kadının, önce etek(izar), sonra entari(dır'), sonra başörtüsü (himar) ve daha sonra da dış elbise (üstlük, rida, cilbab) giydiği söylenebilir.[887] Şalvar giymenin yaygın olmadığı, giyenlerin onu, eteğin (izar) altına giydiği anlaşılmaktadır. Ashabın, kadınların giyimi konusunda oldukça cömert davrandıkları kaydedilmektedir.[888]
Hz. Peygamber devrinde, tiftik, yün, ipek ve deriden mamul [889]elbiseler bulunduğu, Medine kadınlarının, Şam ve Yemenden gelen kumaşlardan elbiseler yaptıkları ifade edilmektedir.[890]
Ümmü Leyla isimli bir kadın sahabinin, her ay entarisini (dır'), baş örtüsünü ve dış elbisesini (milhafe) boyadığı rivayet edilmektedir.[891]
B- Giyimin Ölçüsü Ve Gayesi
İnsanlar bir arada yaşadıkları için, kadın ve erkeğin birbirlerini rahatsız etmeyecekleri ve her iki cinsin de huzursuz olmayacakları şekilde giyinmelerinde bazı düzenlemelerin olması tabiidir.
Müslüman kadınların Örtünmelerini emreden ayetten bir önceki ve sonraki ayetlerden anladığımıza göre, Medine'de "iki yüzlüler (münafıklar) kalplerinde hastalık olanlar ve Medine'de kötü haber yayanlar" mümin erkek ve kadınları huzursuz etmektedir.[892]
Hz. Peygamber, Medine sokaklarında oturup sohbet eden erkeklere "Bakışlarım indirmeleiini ve başkalarım rahatsız etmekten sakınmalarını" emreder.[893]
Hz. Peygamber devrinde giyimle ilgili düzenlemeler yapılmadan önce, bazı müslüman kadınların giyimlerinin, toplumda huzursuzluk çıkmasına sebep olduğu anlaşılmaktadır. Evvela bunu ortadan kaldırmak için, hem erkeklere hem de kadınlara bazı yükümlülükler getirilmiştir.
Yukarıda bahsettiğimiz şekilde erkeklerin kadınlara bakması yasaklanmıştır. Aynı yasak kadınlara da konmuştur. «Ey Muhammed mümin erkeklere söyle: gözlerini bakılması yasak olandan çevirsinler. Mahrem yerlerini korusunlar. Bu onların arınmasını daha iyi sağlar... Mümin kadınlara da söyle:gözlerini bakılması yasak olandan çevirsinler, iffetlerini korusunlar. Süslerini kendiliğinden görünen kısmı müstesna açmasınlar. Başörtülerini yakalarının üzerine salsınlar...»[894]
Kur'ân, inanan kadına, süslerini (zinet) yabancı bir erkeğin yanında açmamasını ve bunların anlaşılmasını sağlamak için bir davranış içine girmemesini emreder.[895] Cahiliye devrinde olduğu gibi kadının açılıp saçılması (teberruc)'nm, yasaklandığı ve bunun (teberruc) ise, kadının güzelliklerini ortaya çıkarması[896] ile vücudunu kapatmayan elbiseler giymesi olduğu zikredilmektedir.[897]
«...Başörtüleriniyakalarının üzerine salsınlar.,.»[898] ayeti gelmeden önce de başörtüsü olduğu anlaşılmaktadır.[899] Ayette istenen şekilde örtüldüğü zaman, başörtüsünün, başı, saçları, kulakları, boynu, gerdan ve göğsü örteceği düşünülmektedir.[900] Fakat Hz. Peygamber devrinde kadınlar, başörtülerini yakalarının üzerine gelecek şekilde Örtünce, vücudunun hangi kısımları nasıl kapatılıyordu? Elimizde bulunan yazılı belgelerle bunu açık bir şekilde anlamanın, şimdilik mümkün olmadığını ve bu konudaki değişik görüşlerin kaynağının da bu olduğunu söyleyebiliriz.
«...Süslerini, kendiliğinden görünen kısmı müstesna açmasınlar...»[901] ayetinden, kadının örtüden istisna edilen yerleri olduğu anlaşılmaktadır.
Cahiliye devrinde bazı kadınların peçeli olduğu,[902] hatta ba-zan erkeklerin de peçe kullandıkları rivayet edilmektedir.[903] Hz. Peygamber devrinde de peçeli kadınlar bulunduğu ve bazı kadınların, yüzlerini Örterek tek gözlerini açık bıraktıkları anlaşılmaktadır.[904] Hz. Peygamber'e, oğlunu sormaya gelen bir kadın, hayası sebebiyle peçesini indirmediğini söyler.[905] Esma bint Ebibekir, Hz. Peygamber'in huzuruna ince bir elbise ile girer, O, yüzünü çevirir ve kadının, buluğa erince yüz ve elleri harcinde vücudunun görülmesinin doğru olmadığını açıklar.[906]
Hz. Peygamber'in, hac veya umre için ihrama giren kadının peçe takmamasını ve eldiven kullanmamasını istediği rivayet edilmektedir.[907] Bunun dışında kadın, isterse yüzünü örtebilir veya eldiven kullanabilir. Bu devirde, başörtüsü ile yüzünü örten kadınlar bulunduğu da anlaşılmaktadır.[908]
Hz. Âişe başörtüsünün, altını gösteren şeffaf kumaştan olamayacağı görüşündedir. Huzuruna ince bir başörtüsü ile giren Hafsa bint Abdirrahman'm başörtüsünü alan Hz. Âişe'nin, ona kaim bir başörtüsü verdiği nakledilmektedir.[909]
ilk muhacir kadınların, başörtüsü ayeti gelince, dış elbiselerinin (mırt) veya eteklerinin (izar) kenarlarından kesip başörtüsü yaptıkları rivayet edilmektedir.[910] Buna göre, önceki başörtülerin, emri yerine getirecek özellikleri taşımadığı açıktır.
Esma bint Ebibekir'in, hediye edilen bir elbiseyi giymediği ifade edilmektedir.[911]
«Evlenme ümidi kalmayan, ihtiyarlayıp oturmuş kadınlara, süslerini açığa vurmamak şartıyla, dış elbiselerini çıkarmaktan ötürü sorumluluk yoktur...»[912] ayetinde geçen «dış elbiselerin» cilbab veya rida olduğu ve bahsedilen kadının bunları giyme yükümlülüğü olmadığı ifade edilmiştir.[913]
Cilbab ayetinin (el-Ahzab, 33/59) sonunda yer alan «... Bu onların tanınıp incitilmemelerini daha iyi sağlar...» cümlesini, özetle şöyle açıklayanlar bulunmaktadır. Münafıklar, ihtiyaçları için dışarı çıkan müslüman kadınları cariye zannederek rahatsız ediyorlardı. Müslüman kadına cilbab giymesi emredilerek onun hür olduğunun anlaşılması sağlandı ve incitilmekten korunmuş oldu.[914] Bu "açıklamalara göre, cariyelerin rahatsız edilmelerinin normal kabul edildiği anlaşılabilir. Halbuki ayetlerden böyle bir-mana anlaşılmamaktadır. Hatta cilbab ayetinden bir önceki ayette "inanan erkek ve kadınlara yapılan eziyetler" yerilmektedir.[915] Burada geçen "inanan kadınlar" ifadesi içine cariyelerin de girdiği açıktır.
inanan kadınların, emredildiği şekilde giyinerek dışarı çıkmaları, tutum ve davranışlarına dikkat etmeleri tanınmalarını sağlanacaktır. Bu ise, rahatsız edilmelerini büyük ölçüde önleyip, inanan kadınları huzursuz edenleri cezalandırmayı kolaylaştıracaktır.
Giyimleri, tutum ve davranışları ile iffetli olan mümin kadınlara eziyet edecek olanların cezalandırılacakları cilbab ayetinden sonraki ayetlerde şöyle açıklanmaktadır: «... Seni onlarla mücadeleye davet ederiz. Sonra çevrende az bir zamandan fazla kalamazlar. Lanetlenmiş olarak, nerede bulunurlarsa yakalanır ve hem de öldürülürler»[916]
Esasen Kur'ân'da kadının giyimi konusunda, cariye hür ayırımı bulunmamaktadır. İçinde bulundukları şartlar sebebiyle cariyeler, hür kadınlar gibi giyinemezler. Fakat cariyelerin de imkanlar ölçüsünde hür kadınlar gibi giyinmeye çalıştıkları anlaşılmaktadır.
Ata, es-Sevrî'nin kitabında Hz. Peygamber devrinde cariyelerin başörtüsü veya bir kumaş parçasıyla başlarını örttüklerini ifade eden bir rivayet gördüğünü söyler.[917]
C- Hicab
Yukarıda da değindiğimiz üzere islâm düşmanlarının, Hz. Peygamberin hanımlarını da hedef alarak müslümanlar arasında karışıklıklar çıkarmaya başladıkları anlaşılmaktadır. Hicrî beşinci senede Hz. Aişe'ye münafıklar tarafından atılan iftira bunun en açık örneğidir.[918]
Hz. Peygamberle görüşmek, ona bir şey sormak, yemek yemek, veya bir şey istemek gibi sebeplerle iyi ve kötü her tipte insanın, vakitli vakitsiz onun evine girdiği anlaşılmaktadır. Bu insanlardan bazılarının tutum ve davranışları, Hz. Peygamberi ve bazı müslümanları rahatsız eder.[919]
İşte bu gibi sebeplerle Hz. Peygamberin eşlerinin diğer kadınlar gibi olmadıkları ayetlerle açıklanarak [920]onlara bazı farklı emir ve yasaklar konmuştur. Bunlardan biri de şu ayettir: «Ey inananlar, Peygamber'in evlerine yemeğe çagırılmaksızın vakitli vakitsiz girmeyin; fakat davet edilirseniz girin ve yemeği yiyince dağdın. Sohbet etmek için de girip oturmayın. Bu haliniz Peygamber'i üzüyor, o da size bir şey söylemeye çekiniyordu. Allah gerçeği söylemekten çekinmez. Peygamber'in eşlerinden bir şey istediğiniz zaman onu perde arkasından isteyin. Bu sayede sizin gönülleriniz de, onların gönülleri de daha temiz kalır. Bundan sonra ne Allah'ın Peygamberini üzmeniz ve ne de onun eşlerini nikahlamanız asla caiz değildir. Doğrusu bu Allah katında büyük şeydir.»[921]
Bu ayet gelmeden evvelde toplumda, erkeklerle perde arkasında konuşan kadınlar bulunduğu konusunda rivayetler bulunmaktadır. Ümmü Seleme'nin, Hz. Peygamberle evlenmeden önce, bir defasında onunla perde arkasından konuştuğu rivayet edilmektedir.[922]
Hicab ayeti geldikten sonra Hz. Peygamber'in eşleri, yabancı erkeklerle perde arkasından konuşurlar [923]ve bunu evin dışında cilbablanyla yapmaya çalışırlar. Rebia b. el-Harig ve Abbas b. Ab-dilmuttalib Hz. Peygamberle beraber hanımı Zeyneb bint Cahş'm evine giderler. Zeyneb, perde arkasına geçer. Hz. Peygamberle, gelen bu iki kişi konuşmaya başlar, Hz. Peygamber susarak başını evin tavanına doğru çevirir. Zeyneb perde arkasından, Rebia ve Abbas'a konuşmamalarını işaret eder.[924] Buna göre aradaki perde bu işaretin anlaşılacağı kadar incedir denebilir.
Kabe'yi de peçeli olarak tavaf ettiği rivayet edilen [925]Hz. Aişe, ihramlı iken Hz. Peygamberle beraber yaptıkları yolculuktan bahsederken, "Bir kervan yanımıza geldiği zaman cilbablarımızı başımızdan yüzümüze sarkıtındık ve kervan geçtikten sonra yüzümüzü tekrar açardık" der.[926]
Hz. Peygamberin eşlerinden olan Şevde, ihtiyacı için bir akşam dışarı çıkar. Hz. Ömer, boyu uzun olan Sevde'yi tanır ve arkasından seslenerek onu tanıdığını söyler. Şevde, eve döner ve olayı Hz. Peygambere haber verir. Hz. Peygamber, Sevde'ye ihtiyacı için dışarı çıkabileceğini açıklar. Daha önce meydana geldiğini söyleyenler bulunmakla birlikte bu olayın, hicab ayetinden sonra olduğu rivayet edilmektedir.[927] Bu rivayet doğru kabul edilirse, Hz. Ömer'in, Hz. Peygamber'in hanımlarının dışarı çıkarken hicab emrine uyarak tanınmamaları görüşünde olduğu anlaşılmaktadır.
Hz. Peygamber, kadının erkeğe, erkeğin de kadına benzemeye çalışmasına şiddetle karşı çıkar.[928] Kadın, kadın olarak, erkek de erkek olarak şahsiyetlerini korumalıdır. Hz. Peygamber'in bu düşüncesi, giyime de akseder.
Kadınların, kendi kıyafetlerini korumaları ve psikolojik yapılarına uygun elbiseler seçmeleri uygun görünmektedir. Hz. Peygamber devrinde, kadınların kullandıkları çizgili kumaşları, erkeklerin kullanmaları hoş karşılanmaz.[929] Fakat bazı elbiselerin, kadın ve erkek tarafından ortak kullanıldığı anlaşılmaktadır. Mesela Hz. Aişe'nin, daha önceden kendisinin kullandığı bir işlemeli ipek elbiseyi yeğeni Abdullah b. ez-Zubeyr'e giydirdiği rivayet edilmektedir.[930]
D- Süslenme
Kur'ân'daki kullanımına bakarak süs (zînet) kelimesine, bir şeye güzellik veren,[931]o şeyin, bakanların hoşuna gitmesini sağlayan [932]veya bir şeyin kötü taraflarını kapatan [933]manalarını verebiliriz. Süs, bazan bir varlığın kendi parçalarından oluştuğu gibi[934] bazan da o varlığa dışarıdan yapılan ek olabilir,[935] Süs, hem somut varlıklar hem de soyut mefhumlar için kullanılır.[936]
Buna göre kadınları güzel gösteren uzuvları, takıları ve elbiseleri onların süsleridir diyebiliriz.
Hz. Peygamber devrinde kadınların takı olarak kollarına, altın [937]veya gümüşten mamul, bilezikler, ayaklarına halhal, el ve ayak parmaklarına altın ve gümüş yüzükler taktıkları rivayet edilmektedir.[938] Yine genç kızların ve kadınların altın veya gümüş küpe taktıkları,[939] boyunlarına boncuk astıkları[940] ve gümüşten yapılmış gerdanlık (kordon, kolye) taktıkları anlaşılmaktadır.[941]
Hz. Peygamber'in, kadınların altın takılar kullanmalarını hoş karşılamadığı şeklinde rivayetler bulunmaktadır.[942] Yukarıda da kaydettiğimiz üzere bunun, müslümanlara paranın çok gerekli olduğu geçici bir süre içinde olduğu anlaşılmaktadır. Esasen böyle devrelerde, müslüman kadınların takılarını bağışlayarak devlete yardımcı oldukları da mevcut rivayetler arasındadır. [943]Bu geçici devre veya devreler dışında Hz. Peygamber devrinde müslüman kadınların altın, gümüş ve değerli taşlardan oluşan takılar kullandıkları ifade edilmektedir.[944]
Terbiyesi altındaki yetim kızların takılarından, Hz. Âişe'nin; ve kızları ile cariyelerine taktığı altınlardan Abdullah b. Ömer'in, zekat vermediğini nakleden Malik b. Enes, müslüman kadının, kullandığı altın, gümüş vs. den yapılmış takılarından zekat verme yükümlülüğünde olmadığım kaydeder.[945] Buna göre kadının takı kullanmaya teşvik edildiği söylenebilir. Hatta Hz. Peygamber'in, kadınların altın takılar edinmelerim söylediğini[946] ve buna teşvik ettiğini ifade eden rivayetler bulunmaktadır.[947]
Kaynaklar, Hz. Peygamber'in., eline kına yakması için uyardığı kadınlardan bahseder.[948] Hz. Âişe de muhtemelen daha sonra beliren bir şüphe üzerine kadının kına kullanmasında bir sakınca olmadığını ifade eder.[949]
Hz. Peygamber devrinde kadınların, yüzlerine bitkisel boyalar sürdüklerine dair kayıtlar bulunmaktadır.[950] Kadının, boya olarak, kına ve daha başka bitkilerden elde edilen maddeleri kullandıkları da ifade edilmiştir.[951] Bu tür boyalarla yüz güzelliğini sağlamaya çalışan kadınlar, bununla da yetinmeyip Hz. Aişe'ye: «Kocasına güzel gözükmek için, kadın yüzündeki kılları koparabilir mi?» diye sordukları zaman o, buna cevaz verir.[952]
Hz. Aişe, kadınların, şişmanlamamak ve vücut güzelliklerini korumak için, beslenmelerine dikkat ettiklerini ifade ederek Hz, Peygamber devrinde kadınların bu konudaki hassasiyetini dile getirir.[953]
Saç bakımı Hz. Peygamber devri kadını için ayrı bir önem taşımaktadır. Kadınların devrin imkanları ölçüsünde, çok iyi saç bakımı yaptıkları söylenebilir.[954] Bu bakımın, temizlikle başladığını bilen bu devrin kadınlarının, islâm'ın da teşvikiyle saç temizliğine önem verdikleri anlaşılmaktadır.
Sidr bitkisinin temizlikte kullanıldığı [955]bu toplumda, kadının, saçını, özelliği olan bir çamur, çöven (esnan) ve hatmî bitki-siyle yıkadığı rivayet edilmektedir.[956] Saç yıkarken kullanılan maddelerin, temizliği sağlaması yanında saçları kuvvetlendirme, güzel görünmelerini ve kokmalarım sağlama gayeleriyle kullanıldığını da söyleyebiliriz. Yine bu sebeplerle zeytin yağının saçlara sürüldüğü ve daha başka bitkilerin kullanıldığı da rivayet edilmektedir.[957]
Kadınların saçlarını örgüler haline getirdikleri zikredilir-ken[958] diğer taraftan Hz. Peygamber'in, kadınların saçlarını tıraş etmemelerim istediği de nakledilmektedir.[959]
Hz. Aişe, saçı az olan kadının saçma ek yapabileceğini söylemektedir.[960]
Hz. Peygamber devrinde güzel koku kullanmanın yaygın olduğu, kadınların da saçlarını tararken veya başka zamanlarda güzel koku süründükleri anlaşılmaktadır.[961]
el-Mes'udî, Hindistan'da fil terinden yapılan bir koku çeşidinden bahsederken bu kokunun, değişik gayelerle kullanıldığını ve bunlardan birinin de kadının kocasının dikkatini çekmek ve onu tahrik etmek olduğunu kaydeder.[962]
Bütün bu açıklamalardan sonra «...Süslerini, kendiliğinden görünen kısmı müstesna açmasınlar. Başörtülerini yakalarının üzerine salsınlar...»[963] ayetine tekrar dönebiliriz. Başörtüsü bu şekilde Örtülürse, boyun ve göğsün kapanacağı ifade edilirken yüz ve ellerin dışarıda kalacağı, bu sebeple kına, sürme, bilezik[964] ve yüzüğün de gözükeceği anlaşılmaktadır.[965]
Kadının, güzelliğini koruması ve geliştirmesi için bazı şeyler yapması tıbbî yönden zararlı değilse kadının ruh sağlığım da dikkate alarak normal kabul edilebilir. Bu konudaki sınırlamalar üzerinde dikkatli olunması ve rivayetlerin iyi değerlendirilmesi gerekir diyebiliriz. [966]
Sonuç
Cahiliye devri toplumunda kadınların durumlarının genelde iyi olmadığı ve bu devirde kız çocuklarından utanan, kadını uğursuz sayan ve küçük kızlarını diri diri toprağa gömen kimseler bulunduğu mevcut rivayetler arasındadır.
Arap yarımadasında bitip tükenmek bilmeyen kabile savaşları, zayıfların ezilmesine; özellikle kadınların perişan olmasına ve toplumun esir-hür diye ikiye ayrılmasına sebep olmuştur. Esir statüsündeki kadınların toplumda hiçbir itibarı olmadığı, eşya gibi alınıp satıldıkları bir gerçektir.
Mevcut kaynaklar ışığında cahiliye dönemindeki kadınlarla ilgili bu olumsuzlukların, Hz. Peygamber devrinde kaldırılmaya çalışıldığım ve çağı ile geçmişi dikkate alındığında, kadınlar lehine son derece önemli değişme ve gelişmelerin kaydedildiğini tes-bit etmiş bulunuyoruz.
Bir kere Kur'ân, insanlann bir ana ve babadan geldiğini bildirerek onların eşit olduğunu belirtmiştir. Cariyelerin hürriyete kavuşturulması sonusunda Kur'an'da pek çok emir ve tavsiyeler bulunmaktadır. Konuyla doğrudan ve dolaylı olarak ilgili olan ayetler incelendiği zaman, onların her fırsatta hürriyete kavuşturulmaları gereğine dikkat çekildiği görülür. Hz. Peygamberin uygulamalarının da bu istikamette olduğu, gösterilen örneklerle ortaya konmuştur. Bunlardan çıkarılacak sonuç bizce şudur: Cariyelik ve esaret geçici bir durumdur. Aslolan insanlann hür ve serbest olmalarıdır. Kur'an, indirildiği çağın toplumunda bulduğu bu problemi çözmek için çok iyi bir adım atmış ve bu konuda önemli esaslar koymuştur. Fakat Hz. Peygamber devrinden sonra, islâm Tarihinde,islâm'ın hiç de tasvip etmediği tarzda cariyeliğin sürdürülmesi anlayışının, toplumu yine esir aldığı söylenebilir.
Kur'ânin kadına verdiği en önemli hakların başında, ona tam bir kişilik kazandırması gelir. Kadın, bir insan olarak yapacağı iyi ve kötü işlerin sorumluluğunun kendine ait olacağı bilincine kavuşturulmuş ve ona bağımsızlık kazandırılmıştır. Meselâ, kadın veya kız istemediği bir erkekle evlenmeye zorlanamaz ve onun adına bir başkası karar veremez.
islâm'ın kadına erkeğin yarısı kadar değer verdiği şeklindeki düşünceler yanlıştır. Kur'an ayetleri ve Hz. Peygamber'in uygulamaları dikkatle incelendiği zaman, kadının erkeğin yarısı kabul edilmesiyle ilgili bir husus bulunmadığı anlaşılmaktadır.
Hz. Peygamber devri kadınlarının genelde ilgilenmediği borç alıp verme konusunda, eğer kadına şahitlik görevi verilecekse, bunun tek bir kadın üzerine yüklenmemesi, bir erkekle beraber iki kadının şahitliği istenmiştir. Buna dayanarak kadının aklının noksanlığını veya erkeğin yarısı kadar değer verildiğini savunmak yanlış olur. Çünkü bazen tek kadının şahitliği de geçerli sayılmıştır. Nitekim Hz. Peygamber'in, emzirme konusunda tek kadının şahitliğini kabul ettiği bilinmektedir. Bu sebeple İslâm alimleri, kadınları ilgilendiren konularda tek veya iki kadının şahitliğinin geçerli olduğunu söylemişlerdir. Hatta eş-Şafii, böyle bir sınırlama koymadan Hz. Peygamber'in hanımlarından sadece birinin bildireceği bir haberi kabul eder. Binaenaleyh Kur'an incelendiği zaman, kadının aklının noksanlığı konusunda hiç bir ifade bulunmadığı anlaşılır. Ancak bu görüşe ters düşen bazı hadislere de rastlanmaktadır. Bu neviden menfi görünüşlü hadislerin, her şeyden Önce sebeb-i vürudları iyi bilinmemektedir. Bu da onların olaylar ve şartlara göre yorumlarını ya güçleştirmekte yahut da ravilerin mizaç ve temayülleri istikametinde şekil kazanmalarına sebep olmaktadır.
Kesin bildiğimiz husus şudur ki, Hz. Peygamber, kadınları ikinci plana atmak yahut dikkate almamak şöyle dursun, onların görüşlerine de erkeklerinki kadar değer vermiştir. Siyasî tutukluların afn için aracılık yapan kadınların bu isteklerini yerine getiren Hz. Peygamber'in, bazen de kendi hanımlarının fikirlerine göre hareket ettiği mevcut bilgilerimiz arasındadır.
Hz. Peygamber devri kadınları, Kur'an'm ve Hz. Peygamber'in onlara olumlu yaklaşımı sayesinde kadın hakları konusunda şuurlanmışlardır. Erkeklerin tahakkümlerine başkaldırıp ezilmekten kurtulmak için çaba gösteren kadınlar, her zaman Hz. Peygamber'den destek görmüşlerdir. Hem toplum hayatında hem de aile içinde kadın haklarına tecavüze göz yumulmamış ve kadın erkeğe, erkek de kadına ezdirilmemiştir. Bu sebeple Hz. Peygamber devri kadınları, bazen münferit olarak bazen de toplu halde, kadınları ilgilendiren konularda Hz. Peygamber1 e başvurmuşlar ve isteklerini büyük Ölçüde gerçekleştirmişlerdir.
Hz. Peygamber devrinde kadın, hayatın içindedir. Çalışma, ticaret, siyaset ve savaş gibi konularda erkeklerin yambaşında yer alan kadınlar bulunmaktadır. Durumu uygun olan kadınlar, cuma ve bayram namazları da dahil, Hz. Peygamberle beraber erkekler gibi namaz kılmışlar, mescit ve musallada Hz. Peygamber'in konuşmalarını takip etmişler, tebliğ ettiği ayetleri bizzat onun ağzından dinlemişler, hatta bununla da kalmayıp Hz. Peygamber'in kendilerine özel vakit ayırmasını sağlayarak eğitim ve Öğretim konusunda erkeklerden geri kalmamışlardır. Bunun sonucu Hz. Peygamber devri toplumunda erkeklerle tartışabilen, onların yanlışlarını çekinmeden ortaya koyan ve müslümanlara yol gösteren büyük kadın alimler yetişmiştir. Burada, İslâm dün-yasında ilmî tenkitçiliğin başlamasına öncülük .ettiğini söyleyebileceğimiz Hz. Aişe'nin ismini hatırlatmadan geçemeyiz. Hz. Peygamber'den sonra bilhassa kadın hakları konusunda Hz. Âişe ve Ümmü Seleme titiz davranmışlar ve hem erkeklere hem de kadınlara islâm'ın doğru aktarılmasında son derece önemli hizmetler yapmışlardır.
Hz. Peygamberin hanımları, halifelerin, valilerin, ilim adamlarının ve kısaca ihtiyaç duyan herkesin başvurduğu danışmanlar olarak uzun yıllar toplumda önemli bir yere sahip olmuşlardır.
Kadınlarla ilgili ayet, hadis ve haberleri bize aktaran ravi, yorumcu ve yazarların, genelde erkek olmaları veya kadınlar konusunda menfi fikirleri sahip bulunmaları ya da içinde bulundukları şartların etkisi sebebiyle kadınlar aleyhine yorumlar yaptıkları anlaşılmaktadır. Başta Hz. Âişe, Ummu Seleme ve Hz. Peygamber'in diğer hanımları olmak üzere sahabî kadınlar, hayatta oldukları müddetçe buna karşı durmuşlardır. Daha sonra az da olsa bu kadınların kız öğrencileri bu tutumu bir süre daha sürdürmüşlerdir. Fakat bundan sonra bu konuda bir çaba olduğu söylenemez.
Hz. Ömer'in müslüman oluşu sıralarında, islâm'a o zamana kadar giren kadınların sayısı erkeklere göre çok az gösterilmiştir. Halbuki bu kadınların sayısının gösterilen rakamın üzerinde olduğunu aynı kaynaklardan istifade ederek ortaya koymuş bulunuyoruz. Hatta bu rakamın erkeklerden de çok olduğu kanaatine varılmıştır.
Netice olarak diyebiliriz ki, kadınlar hakkında kaynaklardaki rivayetler değerlendirilirken, Kur'ân'm indirildiği dönemde bile insan haklarına verdiği önemle beraber, kadınlara tanıdığı haklar dikkate alınmalıdır. Bu çerçevede Hz. Peygamber'in uygulamaları ve konuya yaklaşımı da çok dikkatli bir şekilde değerlendirilerek hesaba katılmalıdır. Çünkü Hz. Peygamber devrinden sonra kadınlar hakkında, maalesef menfî düşüncelerin oluşmasına engel olunamamıştır. Bu konularda yapılacak yeni araştırmalar, bu menfî yaklaşımların neden kaynaklandığım ve hal çarelerini daha açık bir şekilde ortaya koyacaktır. [967]
Bibliyografya
ABBOTT, Nabia, Aishah the Beloved of Mohammed, London 1985.
ABDURRAUF, Muhammed, The îslamic Vieıv ofWomen and Family, New-York; 1977.
ABDUREZZAK/Ebû Bekr Abdurrezzak b. Hemmam es-San'anî (211/826), el-Musannaf, I-XI, Beyrut 1970-2/1390-2.
AFGANİ, Said, el-îslâm ve'l-Mer'e, Dımaşk 1970/1389, Aişe ve's-Siyase, Beyrut 1971.
AFlFÎ, Abdullah, el-Mer'etu'l-Arabiyye fi Cahiliyyetiha ve îslâmihâ, I-III, Mısır, b.t.y.
el-AKKAD, Abbas, Mahmud, es-Sıddıka Bintu's-Sıddık, Mısır 1956.
ALİ Hasbullah, ez-Zivac fi'c-Şeriati'l-îslâmiyye, Kahire, b.t.y. ALÎ İbrahim Hasan, Nisaun Lehunne fi't-Tarihi'l-îslâmiyyi Nasi-bun, Kahire 1963. -
el-ALUSÎ, Mahmud Şükri, Buluğu'l-Ereb ft Ma'rifeti Ahvali'l-Arab, I-III, Beyrut, b.t.y.
AŞIK, Nevzat, Hazreti Aişe'nin Hadisçiligi, İzmir 1987.
ATEŞ, Süleyman, "Kur'an-ı Kerim'de Evlenme ve Boşanma ile İlgili Ayetlerin Tefsiri", A.Ü.Î.F.D. , Sayı:XXIII, Ankara 1978. Yüce Kufanın Çağdaş Tefsiri, I-VIL.., İstanbul 1988-1990.
el-AYNÎ, Bedruddin Ebu Muhammed Mahmud b. Ahmed (855/1451), Umdetu'l-Kari Şerhu Sahihi'l-Buharî, I-XXV, Beyrut, b.t.y.
AZÎMABADİ, Şemsu'1-Hak Ebu't-Tayyib Muhammed (1273/1858), înci Gerdanlıklar (Ukudu'l-Cuman fî Ce-vazi Ta'limi'l-Kitabeti Li'n-Nisvan) Çev. Doç.Dr.Ali Osman Koçkuzu, Selçuk Ü.I.F.D. Sayı:2, Yıl:1986, s.79-96.
el-BAKIR, Muhammed b. Ali b. el-Huseyn b. Ali b. Ebi Talib (114/733), Tezvicu Fatıma bint Rasulillah li Ali b. Ebî Talib, Resail ve Nusus-1- Neşr: Dr. Salahaddin el-Mu-neccid, 47-61, Beyrut, b.t.y.
el-BEKRÎ, Abdullah b. Abdilaziz (487/1094), Mu'cemu Mesta'cem, I-IV, Beyrut 1983.
el-BELÂZURÎ, Ahmed b. Yahya b. Cabir (279/892), Futuhu'l-Bul-dan, Kahire 1932 (Çev: Prof. Dr. Mustafa FAYDA, Ankara 1987), Ensâbu'l-Eşraf, Tah: Muhammed Hami-dullah, I, (Mısır 1959 baskısından ofset), Ensâbu'l-Eş-raf II, Tah: Muhammed Bakır el-Mahmudî, Beyrut 1974/1394.
el-BEYHAKÎ, Ebu Bekr Ahmed b. el-Huseyn (458/1066), Delâüu'n-Nubuvve ve Ma'rifetu Ahvali Sahibi'ş-Şeria, Tah: Dr. Abdulmu'tî Kal'aci, I-VII, Beyrut 1985.
BLACHERE, Regis, Tarihu'l-Edebi'l-Arabi, Çev. ibrahim el-Keylanî, Dımaşk 1984 (2. baskı).
el-BUHARÎ, Ebu Abdillah Muhammed b. ismail b. ibrahim (256/870), Sahih-i Buharı ve Tercemesi, Çev: Mehmed Sofuoğlu, IX I-XVII, istanbul 1987.
el-BUHARÎ, Ebu Abdillah Muhammed b.Ismail b. ibrahim, Sahih, I-VIII, istanbul 1981/1401 (Çağrı Yayınları).
el-CAHIZ, Ebu Osman Amr b. Bahr (255/869), el-Kitâbu'l-Heyevân, Tah: Abdusselam Muhammed Harun, I-VIII, Mısır 1969/1389; Resâilu'l-Cahız, Tah: Abdusselam Muhammed Harun, I-IV, Mısır 1979/1399.
CANAN, ibrahim, Hz. Peygamber'in Sünnetinde Terbiye, Ankara 1980.
el-CESSAS, Ebu Bekr Ahmed b. Ali (370/980), Ahkamu'l-Kur'ân, I-V, Kahire, b.t.y.
CEVAD Ali, el-Mufassal fi TarihVl-Arab Kable'l-îslâm, I-X, Beyrut 1970.
CORCI Zeydan, Tarihu Adabi Lugeti'l-Arabiyye, I-IV, Kahire 1957.
ÇAĞATAY, Neşet, îslâm Öncesi Arap Tarihi ve Cahiliye Çağı, Ankara 1982.
ÇAKAN, ismail Lütfî, "Sünnette Giyim-Kuşam ve Örtünme", îslâm'da Kılık Kıyafet ve Örtünme, istanbul 1987.
ed-DABÖI, el-Abbas b. Bekkâr (222/837), Ahbaru'l-Vafidat Mi-ne'n-Nisai Ala Muaviye b. Ebi Sufyan, Tah: Sekine eş-Şihabî, Beyrut 1983.
ed-DAHlL, Said Fayiz, Mevsuatu Fıkhi Aişe Utnmi'l-Mu