- Ahmet Uluçay

Adsense kodları


Ahmet Uluçay

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Sun 8 July 2012, 02:56 pm GMT +0200
Sinema âşığı bir yönetmen: Ahmet Uluçay
Elif TUNCA • 59. Sayı / DİĞER YAZILAR


Sinema muhabirliğine yeni başladığım günlerde Kütahya’da birinin film çektiği haberi gelmişti. Daha tecrübeli bir arkadaş Kütahya’ya doğru yollanmış, döndüğünde haberle birlikte deli/dahi bir yönetmenle tanışmanın heyecanını getirmişti yanında. Kütahya’nın Tepecik köyünde köy kahvesine sora sora bulmuştu adı Ahmet Uluçay olan yönetmenin evini. Fakirhanesine misafir olup sohbetine iştirak etmiş; nafakasını kamyon muavinliğine, inşaat işçiliğine, kendisini ise bütünüyle sinemaya bağlamış bu modern çağ dervişini gerçekten sevmişti.

Bense bundan kısa bir süre sonra İFSAK’ta seyrettiğim hayret verici orijinallikteki kısa filmlerde aynı imzayı görüp şaşıracaktım. Ardından İstanbul Film Festivali’nde seyrettiğim Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak beni ne kadar etkilediyse DVD’si çıktığında “sıkılsa da görsün” diye tedirginlikle seyrettirdiğim 13 yaşındaki kardeşimin de filme bayıldığını görüp bir kez daha şaşıracaktım.

Ahmet Uluçay, sinemanın kodlarını böylesine başarıyla çözmüştü. Gerçek bir sinema eserine ister sinema öğrencisi ister çocuk ister esnaf kimsenin kayıtsız kalamayacağını da sağlam bir şekilde hatırlatmıştı hepimize. Zira Beyoğlu Sineması’ndaki cenaze töreninde yakın dostu yönetmen Yüksel Aksu’nun da söylediği gibi, “entelektüel bir ukalalık” değildi onun sırtını yasladığı. O, daha çocukken köylerinde gerçekleşen sinema gösterimiyle birlikte gerçek bir aşkla tutulmuştu sinemaya. Aracısız bir şekilde sadece sinemaya uzattı elini. Önce arkadaşlarıyla oturup projeksiyonun sırrını çözmeye çalıştı. Film göstericisi yaptı, topladığı film şeritlerini “gımıldat”tı. Yıllar sonra ilk uzun metrajlı filmi Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak’ta anlattığı da bundan başkası değildi. Zaten İstanbul Kısa Film Festivali yönetmeni Hilmi Etikan’ın hazırladığı belgeselde de söylediği gibi onun ilk ve tek oyuncağı her zaman “gölgeler”di. “Ne zaman ki” diyordu belgeselde “floresan geldi, benim o gaz lambalarıyla oluşan, büyüyüp küçülen, formları değişen canım gölgelerim, oyuncaklarım da elimden alındı.” İşte bu yüzden ışık ve gölgeyi, biçim bozumlarını gönlünce şekillendirebileceği sinemayı bulunca oyuncağını bulmuş gibi sevinmişti.

Evinin, sokağının duvarına vuran gölgeleri bu kadar iyi bilmesiydi onu başarılı yapan sebeplerden biri de. Bu topraklardan çıkmış, buranın kokusunu veren sinema dediğimiz, sadece toplumsal gerçekçi anlatılar olamaz zira. Bu toprakların, buraların hikâyelerinin komedisi de olur, macerası da, gerilimi de, gerçek üstü yanı da. Minyatür Kozmosta Rüya, İnci Denizin Dibinde, Exorcist gibi kısa filmlerinden başlayarak nihayet Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak’ta işte bunu yapıyordu Uluçay. Şiirsel sinema dediğimiz de sadece pastoral görüntülerden, uzun planlardan ibaret değilse eğer, tıpkı şiir gibi kelimeleri, bir ilhamla en beklenmedik şekillerde yan yana getirmek, çarpıştırmak, insanı alıp savurmaksa Uluçay da görüntüleriyle bunu yapıyordu. Belki de sinemamızın David Lynch’iydi Uluçay. Bunu da şu veya bu sayede değil doğuştan sinemacı oluşuyla başarmıştı. Bozkırda bulup filmini yapmaya çalıştığı deniz kabuğu, kendisinden başkası değildi aslında.

Hayata/ tutkularına geç yetişenlerin hayata erkenden veda etmek zorunda kalması bir tesadüf müdür acaba? Tıpkı Oğuz Atay gibi… Ve yine Atay’da da olduğu gibi bu vedaın, beyindeki bir uru vesile kılması tesadüf müdür? Atay, ilk ve kült kitabı Tutunamayanlar’ı 1970’te tamamlamış, 1977’de ise bu dünyadan ayrılmıştı. Öldüğünde 44 yaşındaydı. 1954’te doğan Ahmet Uluçay ise çocukluğundan beri hayalini kurduğu uzun metraj filmini 2004’te –o da büyük maddi imkânsızlıklar eşliğinde– çekti. Yurt içi ve yurt dışı festivallerde En İyi Film Ödülleri toplayan filmi için sürekli “yıllardır kahrını çeken ve fakirliğe mahkûm ettiği” karısı Ayşe ve oğlu İdris’e teşekkür ediyordu. Teşekkürünün tek maddi karşılığı İstanbul Film Festivali’nden gelen para ödülüyle ailesine aldığı bir evdi. Ağırlaşan hastalığına inat, azim ve aşkla ikinci filmi Bozkırda Deniz Kabuğu’nu bitirmeye çalışırken acı haber geldi. Ahmet Uluçay, 30 Kasım günü Hakk’ın rahmetine kavuştu. En güzel filmlerden daha güzel olan o yerlere gitti. Ardında her düşünceden, her sınıftan kendine de meftun ettiği sinema meftunlarına bozkırda bir deniz kabuğu bırakarak…