- Adını Gümüşten Alan Ülke

Adsense kodları


Adını Gümüşten Alan Ülke

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
reyyan
Thu 15 September 2011, 02:53 pm GMT +0200
Adını Gümüş'ten Alan Ülke: Arjantin


Mart 2007 - 99.sayı

Ahmet MİROĞLU kaleme aldı, DİĞER YAZILAR bölümünde yayınlandı.

Arjantin Denince...


Arjantin denilince aklınıza ne gelir? Sizi bilmem ama benim aklıma biraz futbol, biraz müzik, biraz edebiyat, çokça da askeri darbe, darbeciler tarafından tutuklanıp bir daha asla haber alınamayan -çünkü öldürülmüşlerdi- kayıp delikanlılar ve genç kızlar geliyor. Bir de halkı sokakta gördüğü -af’edersiniz- canlı ineğe saldırıp diri diri parçalatacak derecede bunaltan IMF politikalarına teslim olmuş ekonomik krizler... Ve elbette bazı isimler... Sıralamaya gerek yok, hemen herkesin bildiği isimlerdir bunlar. 12 Şubat 2007 tarihini de unutmayalım. Zira bu tarihte Arjantin Parlamentosu 24 Nisan’ı “Ermeni Soykırımı Adına Halklar Arasında Hoşgörü ve Eylem Günü” ilan etmiş, bunun üzerine Türkiye, büyükelçisini geri çağırmıştır.

Arjantin Güney Amerika Kıtası’nın güney kesiminde, And Dağları ve Atlas Okyanusu arasında uzanan bir devlettir. Yaklaşık 2,8 milyon kilometrekarelik alanıyla uzun bir üçgeni anımsatan Arjantin, yüzölçümü bakımından Güney Amerika Kıtası’nda 2., dünya genelinde ise 8. sıradadır. Şili, Bolivya, Paraguay, Brezilya ve Uruguay’la komşudur. Toprakları ovalarla dağlardan oluşur. Çok uzun bir sahil şeridine sahip olmasına karşın, çok az sayıda adası vardır. Bu yüzden Falkland Adası için İngiltere ile savaşmaktan kaçınmamıştır.

Arjantin, adını Latince “Argentum” (gümüş) kelimesinden alır. İspanyol kolonicilerin bu topraklarda bulmayı umduğu madenin ne olduğu ülkenin isminden de açıkça anlaşılmaktadır.

Arjantin, sömürgecileri, Peronların idaresini, askeri cuntayı ve demokrasiyi gören bir ülke... Fakat bizi daha çok İslâm’la ve müslümanlarla bağlantısı ilgilendiriyor. Onu da ilerleyen satırlarda özet halinde bulacaksınız.


Güney Amerika’da görülen ilk topluluklar, Orta Amerika yolunu takip ederek gelen ve avcılık, balıkçılık ve meyve toplayıcılığı gibi işlerle uğraşan göçebelerdi. Bunların yazıya dayanan bir medeniyetleri yoktu. Medeniyet kurmaları 10. yüzyıl sonlarını buldu. Güney Amerika’da geniş bir medeniyet kuran ve Peru’ya nereden geldikleri bilinmeyen İnkalar, 15. yüzyılda medeniyetlerini doruğa ulaştırmışlardı. O dönem İnka’sının sınırları Kuzey Arjantin’i de kapsıyordu.

Avrupalıların Güney Amerika’ya ilk çıkışları Kristof Kolomb’un üçüncü seferinde gerçekleşmiştir (1498). Sömürgeci İspanyollar Arjantin topraklarına ulaştıktan sonra Buenos Aires’i kurdular (1536). Fakat yerlilerin saldırıları sonucu kurdukları şehir yıkıldı. İspanyollar Parana ve Uruguay nehirlerini geçip bu kez Asuncon’u kurarak (1541) yaklaşık yarım yüzyıl boyunca Arjantin’i buradan sömürgeleştirmeye çalıştılar ve Buenos Aires’i yeniden eski haline getirdiler (1580).

19. yüzyıla kadar sömürgeciliğin çirkin yüzüyle boğuşmak zorunda kalan Güney Amerika sakinleri, bu asırdan itibaren bağımsızlık mücadelesine giriştiler. Napolyon’un İspanya’yı işgali, Amerikan ve Fransız ihtilalleri ve milletlerarası rekabet sonucu İngiltere’nin tahrik ve teşviki bağımsızlık mücadelesinin hızlanmasına sebep oldu. Bu sırada diğer Güney Amerika ülkeleriyle birlikte Arjantin de bağımsızlığını elde etti (1821).

Endülüs müslümanları


Endülüs müslümanlarının Amerika’yla irtibatlarına dair geçtiğimiz yazılarımızda kısmen bilgi vermiştik. Hatırlanacağı üzere Gırnata’nın 1492’de İspanyollar tarafından işgal edilmesi üzerine binlerce müslüman Endülüs’ten kaçarak Kuzey Afrika’ya ve Osmanlı’ya sığındı.

Endülüs’te kalan müslümanların birçoğu da ilk fırsatta Amerika kıtasına göç ettiler. Bunlar iki gruptan oluşuyordu. Birinci grupta seçkin kimseler, yani mimarlar, sanatkârlar, entelektüeller vardı. Bunlar işgalcilerin şerrinden korunmak için onlarla işbirliği yapmayı seçtiler. Fakat işgalcilere verdikleri hizmetler kendi medeniyetlerinin tezahürleriydi.

Amerika’ya yerleşen İspanyolların önemli bir kısmı, müslüman Endülüslülerdi. Fakat ne yazık ki müslümanlıklarını ilan edemiyor, inançlarının gereğini açıktan yerine getiremiyorlardı.

O dönemde, Meksika’dan Arjantin’e kadar, kiliselerin ve resmi binaların kahir ekseriyetini bu müslümanlar inşa etti. Endülüs’ün ruhu Amerika kıtasına taşınmış ve Latin Amerika halkları, Latin Amerika cumhuriyetleri, teşkilatlanmalarında Endülüs örneğini esas almışlardır. Kurulan şehirler adeta Gırnata’nın (Granada), İşbiliyye’nin (Sevilla), Kurtuba’nın (Cordoba) kopyalarıdır.

İkinci grupta ise savaşçılar, sığır çobanları, at yetiştiricileri yer alıyordu. Bunlar İspanyollarla işbirliği yapmaya yanaşmadılar. Dağlarda, kırlarda, başlarına buyruk yaşamayı seçtiler. Bunlara “Gaucho” denir. Kelime Arapça kökenlidir ve yabani, başına buyruk anlamına gelmektedir.

Gaucholar daha ziyade Arjantin, Şili, Uruguay ve Brezilya’ya yerleştiler. 18. yüzyılda, bağımsızlık hareketleriyle sıkı bir işbirliği halinde İspanyollara karşı savaştılar. Güney ve Orta Amerika’da verilen bağımsızlık mücadelelerinin çoğunda aktif olarak yer aldılar. Bağımsızlığın çoğu yerde Gaucholar sayesinde kazanıldığı kabul edilir. Endülüs kökenli müslümanların izi kaldıysa da kendileri maalesef büyük oranda erimiş ve tükenmişlerdir.

Dolayısıyla İslâmiyet’in kıtayla teması Amerika’nın keşfinden öncesine dayanmaktadır. Bu temas Amerika’nın keşfi aşamasında da sürmüştür. Zira İspanyollar uzak deniz yolculuğu konusunda tecrübe sahibi Mağripli müslüman denizcilerden yararlanmayı tercih ediyordu.

Keşiften sonraki dönemde kıtaya yerleşen kalabalık sayıdaki müslüman, bu uzak diyarda İslâmiyet’i temsil etmeye başladı.

17. ve 18. yüzyılda kıtaya Afrika’dan getirilen kölelerin de çoğu müslümandı fakat yeterince organize olamadıkları, baskı ve şiddet politikasına maruz kaldıkları için zamanla etkinlik yapamaz ve dinî kimliklerini koruyamaz hale düştüler.

19. yüzyılda Asya’dan getirilen işçiler islâmî açıdan yeni bir dönem başlatmış oldular. Öncekiler gibi baskıya uğramayan, anavatanlarıyla ilgilerini sürdüren, dinî bilinç ve bilgileri daha güçlü olan bu insanlar, islâmî cemaatler oluşturmada daha başarılı oldular.

Osmanlı göçmenler


Dördüncü ve büyük, o oranda etkili İslâm dalgası yine 19. yüzyılda meydana gelmiştir. Bazı kaynaklar kıtada daha 1820’lerde Osmanlı göçmenleri bulunduğunu kaydetmekteyse de, başta Suriye olmak üzere Osmanlı topraklarından asıl göç 1860’larda başlamıştır. Bazı etkenlerle git gide daha rahat gerçekleştirilir hale gelen bu göçlerde asıl büyük grubu hıristiyanlar teşkil etmekteyse de, Osmanlı belgelerine göre müslümanların oranı da yüzde 15-20’leri bulmaktadır.

Buenos Aires’teki Türk Konsolosluğu’nun bir raporuna göre 1911-1913 yılları arasında buraya yaklaşık 46 bin Osmanlı göçmeni gelmiştir. Bunlar Turco diye anılmaktadır.

1920’li ve 1930’lu yıllarda müslümanların Arjantin toplumundaki konumları iyice güçlenmişti. Artık geniş arazileri, ticarethaneleri, okulları, dergileri vardı.

Bugün Arjantin’de ne kadar müslüman bulunduğu tıpkı dünyanın değişik yörelerinde olduğu gibi tartışmalıdır. İslâm dışı kaynaklar müslümanların sayısını 400 bin civarında, islâmi kaynaklarsa 1-3 milyon dolaylarında göstermektedir. Uluslararası Dinî Özgürlükler Raporu’nun 2005 yılı verilerine göreyse ülkede Katolikler nüfusun yüzde 70’ini, Protestanlar yüzde 9’unu, müslümanlar yüzde 1,5’unu, yahudiler binde 8’ini, diğer dinî gruplar ise yüzde 2,5’unu teşkil ediyor. Kesin olan şu ki ülkede en azından yüzbinlerce müslüman yaşamaktadır.

Her yerde her zaman söz konusu olduğu üzere, sayının şu veya bu olmasından ziyade asıl kalite ve kabiliyet öne çıkıyor.

Arjantin müslümanları bundan yaklaşık 20 sene önce bir tür diriliş yaşamaya başladılar. Çok sayıda cemaat, dernek ve kulüp, İslâm’ın varlığını güçlendirmek için el ele verdi. 1986 yılında Buenos Aires’in ilk büyük cami ve külliyesi hizmete girdi. 34 bin metrekarelik külliyede bir cami, iki medrese ve bir park alanı bulunuyor. Bugün Buenos Aires’te üç cami var. İlginçtir, bu sınırlı sayıdaki müslüman cemaat arasında Sünniler, Şiîler, Alevîler ve Dürzîler bulunuyor. Hatta ülkede Türkiye kökenli Cerrahî ve Nakşibendî tarikatları da faaliyet gösteriyor. Herkes ümmetin birliğini gözeterek çalışmaktadır ki, bu sevindirici bir durumdur. Latin Amerika İslâm Cemiyeti’nin merkezi de Arjantin’de bulunuyor.

Arjantin’deki islâmî diriliş, diğer Arjantinlilerin de İslâm’ı tanımaları ve kabul etmeleri fırsatını doğurdu. İslâm dinini benimseyen Arjantinlilerin çoğunluğu tarikatlara mensup, yani Cerrahî veya Nakşibendî...

İslâm ülkeleri ile sıkı bağlar kurmak için de gayret sarf eden Arjantinli müslümanların yakınlaşmayı arzu ettiği ülkeler arasında tabii ki Türkiye de bulunmakta.

Eva Peron’un Müslümanlara Yakınlığı


Juan Domingo Peron’un devlet başkanlığına gelmesi (1946) ve ülkesinde Evita olarak anılan eşi Eva Peron’un hükümette etkinlik kazanması müslümanlar için bir dönüm noktası olmuş. Peron’lar, 1945-55 yıllarında, Arjantin’in bağımsızlığı ve özgürlüğü için canla başla çalışırlar. Bu tutumları sebebiyle dışarıda ve içeride pek çok düşman edinirler. Onlar, Arjantin için süper güçlerden bağımsız bir yol çizmeye çalışırlar, bağımsızlık ve özgürlük peşinde koşan diğer ülkelerle işbirliği yapmak isterler. Bu uğurda Mısır’la ve Filistin’le de bağlantıya geçerler.

Peron, Arjantin’deki yahudi cemaatine de yakınlık gösterir. Ama siyonizme karşıdır. Onların emperyalizmin bir parçası oldukları kanaatindedir. Bu yüzden siyonistler Peron’un faşist olduğunu ve nazilere sempati duyduğu karşı iddiasını öne sürdüler. Halbuki Bağlantısızlar Hareketi’ne bağlıydı. Kapitalizme ve komünizme iltifat etmediği gibi, faşizme yahut nazizme de hiçbir zaman iltifat etmemiştir.

Eva Peron, müslümanlara, Araplara büyük ilgi gösterdi. Yurt içinden ve yurt dışından müslüman temsilcilerle görüşmeler yaptı. Birçok kitabı Arapça’ya tercüme ettirdi. Bunlardan bir tanesi, özgürlük ve bağımsızlığın sembollerinden Martin Fiero adlı Gaucho’nun hikâyesine ilişkindir.
Arjantin Devlet Başkanı Müslüman mıydı?

1989-1999 yılları arasında Arjantin Devlet Başkanlığı yapmış, daha çok “El Turco” unvanıyla tanınan Carlos Menem, Suriyeli müslüman bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Arjantin Anayasası’na göre devlet başkanı seçilebilmek için katolik olmak şarttı. Menem, politik hedeflerini gözeterek katolikliğe geçtiğini ilan etmiştir. Fakat karısıyla kız kardeşi umreye gittiği ve 1995’te ölen oğlu, cenaze namazı kılınarak Buenos Aires Müslüman Mezarlığı’na defnedildiği için katolikliğine her zaman şüpheyle bakılmıştır. Zaten devlet başkanlığı sırasında ilgili anayasa maddesini değiştirmiş ve bir daha da katolik olduğunu iddia etmemiştir. Yalnız kamuoyu önünde müslümanlık beyanında da bulunmamıştır. “Müslüman bir ailenin çocuğuyum, ebem yahudiydi, hıristiyan bir cemiyette büyüdüm. Yani üç büyük din bende birleşti.” gibi laflar edermiş.

Bu yüzden müslümanlar, Carlos Menem’i sahiplenmekten çekinmişlerdir. Fakat bazı konularda ona minnet duyduklarını da ifade etmektedirler. Zira onun başkanlığı döneminde Latin Amerika’nın en büyük cami ve külliyesi, Buenos Aires’in en güzel semtlerinden Palermo’da, devletin bağışladığı bir arazi üzerinde inşa edilmiştir. Buenos Aires metrosunun en büyük istasyonu olan İndependencia (Bağımsızlık) istasyonunun duvarlarında da süs olarak, tıpkı Gırnata’daki el-Hamra Sarayı’nda olduğu gibi Arapça “lâ gâlibe illallah: Allah’tan başka galip yoktur” yazısını yazdırmak ve Buenos Aires’in en görkemli caddesi olan 7 Temmuz Caddesi üzerine bir İbn Rüşd anıtı diktirmek de yine el Turco Carlos Menem’in icraatlarından...