saniyenur
Sun 22 July 2012, 01:14 pm GMT +0200
Adalet Ve Hakkaniyet Düzeninin Kurulması
Allah'ın insanlara rehberlik için peygamberler göndermesinin esas gayesi yeryüzünde bir adalet düzeni tesis etmektir. Böylece, insanlar zulüm ve saldırı olmaksızın banş içinde yaşayabilirler. Peygamberlerin bu fonksiyonu Hadid sûresinde şu şekilde anlatır:
"Andolsun, biz elçilerimizi açık delillerle gönderdik ve onlarla beraber Kitabı ve (adalet) ölçü(sün)ü indirdik ki insanlar adaleti yerine getirsinler..." (57: 25). Burada kısa bir cümleyle özetlenen peygamberlerin misyonunu iyice kavramak gerekir. Bütün peygamberlere şu üç şeyin verildiği görülmektedir: (1) Beyyinat: Yani, onların Allah'ın gerçek peygamberleri olduğuna dair açık işaretler. Hakkın ve bâtılın ne olduğu âyet ve delillerle ispat edilmiş, aynca akide, ahlâk ve beşerî münasebetler konusunda doğru ve yanlış yolun özellikleri, açıkça ve şüpheye mahal bırakmadan izah edilmiştir. (2) Kitap: İnsanoğluna muhtaç olduğu hidayetin yolunu bulabilmesi için verilmiştir. (3) Mizan: Tartı yapıldığında hak ve bâtıl arasındaki farkı gösteren, düşünce, ahlâk ve muamelât konusunda ifrat, tefrit ve itidal noktalarını ortaya koyan Ölçü.
Bu üç şeyin peygamberler ile birlikte dünyaya gönderilmesinin sebebi, onların ferdî ve toplumsal hayata adalet ve itidali hâkim kılmaları içindir. Böylelikle onlar bir yanda, Allah'ın kullan üzerindeki haklarını, insanın kendi üzerindeki haklarını ve muamelatta insanların birbirleri üzerlerindeki haklarını ortaya koyup, bunlan hakkıyla uygularlar; diğer yanda bu prensiplere dayanarak, toplumda zulmü kökten kaldıracak şekilde sosyal hayatı düzenlerler. Toplumun her ferdinin kendi hakkını elde edebilmesi ve başkalarının hakkım verebilmesi için, kültürel, ahlâkî, ekonomik ve benzeri her sahada ifrat ve tefritten uzak olarak dengeyi kurarlar. Bir başka ifadeyle, peygamberlerin gayesi, dünyada ferdî ve sosyal manada adaleti tesis etmektir. Ferdî anlamda, herkesin hayatmın adalet üzere inşâ edilip, her ferdin düşünce, ahlâk ve münasebetlerinde bir olgunluğa ulaşılmasını hedeflemişlerdir. Sosyal anlamda ise, toplum hayatının adalet prensipleri üzerinde tesis edilerek fert ve toplum arasında, ruhî, ahlakî ve maddî refah bakımından çelişkilerin değil, ahengin sağlanmasıdır. (Tafheem al-Qur'an, c. V, sh. 322).
En'âm sûresinde yer alan âyette mealen şöyle buyurulmaktadır: "Yetimin malına yaklaşmayın; yalnız erginlik çağına erişinceye kadar (onun malına) en güzel biçimde (yaklaşabilir, onu uygun tarzda sarfedebilirsiniz); ölçü ve tartıyı tam adaletle yapın. Biz kişiye gücünün yettiğinden fazlasını teklif etmeyiz. Söylediğiniz zaman da akrabanız da olsa adalet yapın ve Allah'a verdiğiniz sözü tutun. Hatırlayıp Öğüt alasınız diye (Allah) bunlan size tavsiye etti." (6:152). Kur'ân herkese adaleti emreder, sözkonusu kişinin kendisi olsa bile:
"Ey İman edenler! Adaleti tam yerine getirerek Allah için şahitlik edenler olun, kendinizin, ana babanızın ve yakınlarınızın aleyhinde bile olsa, (şahitlik ettiğiniz kimseler) zengin veya fakir de olsalar (adaletten ayrılmayın). Çünkü Allah ikisine de daha yakındır (onları sizden çok kayırır). Öyle ise keyfinize uygun olarak doğruluktan sapmayın. Eğer (şahitlik ederken dilinizi) eğip bükerseniz, ya da doğruyu söylemezseniz muhakkak ki Allah yaptıklarınızı haber almaktadır." (4: 135).
Bu âyet, İslâm adaletinin üstün vasfını gösterir. O mü'minlere yalnızca adaletli olmalarını emretmez; aynı zamanda, insan hayatındaki bütün adaletsizlikleri ortadan kaldırmak, yaşanılan yerlerde doğruluk ve adaleti tesis etmek için, adalet ölçülerinin yaygınlaştırılmasını da emreder. Adalet çok asil bir görevdir, Allah'a karşı bir borçtur ve kendi menfaatlerimiz ya da sevdiğimiz yakınlarımızın menfaatlerine ters de olsa adalette sebat etmemiz Allah'a şahitliktir. Zengin ve yoksulun durumunda da tam bir tarafsızlık gözetilmeli ve adalet bütünüyle uygulanmalıdır. Korkulmamalı, taraf tutulmamalıdır, zira, her iki tarafın koruyucusu da Allah'tır ve O menfaatleri herhangi bir insandan çok daha güzel bir şekilde korur. (A. Yusuf Ali, The Hoîy Qur'an, sh. 223).
Bu yeryüzünde nâdir olarak görülen adalet çeşididir ve mü'minlerin ihtiyaç duydukları şey de budur. Bu çeşit adalet dost ile düşman arasında ayırım yapmaz: "Ey iman edenler! Allah için adaletle şahitlik edenler olun. Bir topluluğa karşı duyduğunuz kin, sizi adaletten saptırmasın. Âdil davranın, takvaya yakışan budur. Allah'tan korkun, şüphesiz Allah yaptıklarınızı haber almaktadır." (5: 8).
Mü'minlere, -en azılı düşmanları da dahil olmak üzere- taraf tutmadan, herkese sırf Allah nzası için adaletle muamele etmeleri emredilir ki, bu, onlar için gerçek bir imtihandır. Böyle yapmakla onlar, Allah'ın şahitleri olarak adaleti yücelteceklerdir. Hangi davranış, sadece Allah'ın şahitleri olarak, düşmanına bile adalette sebat göstermekten daha asildir?
Hz. Peygamber'in adaleti gözetmesi şu sözlerle emredilir: "Yalana kulak verirler, haram yerler. (Ey Peygamber!) Sana gelirlerse, ister aralarında hüküm ver, ister onlardan yüz çevir; eğer onlardan yüz çevirirsen, sana hiçbir zarar veremezler. Ve eğer hüküm verirsen, aralarında adaletle hüküm ver. Çünkü Allah, adalet yapanları sever." (5: 42), A'râf sûresinde de şunları okuruz: "De ki: 'Rab'bim bana adaleti emretti..." (7: 29).Gerçekte bütün toplumsal, siyasî ve ekonomik düzenler mutlak bir adalet esasmın kurulmasına muhtaçtırlar. Ancak bu şekilde, toplum yozlaşma ve sömürünün her türlüsünden korunur. Adaletten herhangi bir sapma bu düzenlerin ahenkli çalışmasını bozar ve değişik grupların çıkar çatışmaları, durumu daha da kötüleşti-rir. Bu durumda adaletsizlikler yaygınlaşacak, bir sınıf diğer sınıfları, tamamıyla yoksullaştırıp, çaresiz hale getirinceye kadar, kendi çıkarları için sömürmeye başlayacaktır. Bu adaletsizlikler bir ülkenin sosyal düzenini sonunda enkaz hâline getirecektir. Kur'ân, toplumların bu değişmez ve kesin helak sürecini şu ifadelerle tasvir eder: "Biz bir ülkeyi helak etmek istediğimiz zaman onun varlıklılarına emrederiz (yöneltiriz veya çoğaltırız). Orada fısk yaparlar (kötü arzularının peşinde koşarlar), böylece o ülkeye (azâb edeceğimiz hakkındaki) söz(ümüz) hak olur, biz de orayı darmadağın ederiz." (17:16).
Bu âyet, milletlerin helâkindeki ilâhî muameleyi özetler. Zengin ve güçlü insanlar, bütün eşitlik ve adalet prensiplerini hiçe sayarak saldırgan faaliyetlere başladıkları, aç ve yoksul insanların kanlarının son damlalarına dahi göz koydukları zaman, bu onların yaklaşmakta olan helaklerinin işaretidir. Allah insanları helak etmez, onları helak eden, eninde sonunda bu akıbete götürecek yolları izleyen insanların kendileridir. Kur'ân burada sadece tarihî gerçekleri, yani, ulusların kendi saldırganlık ve yozlaşmalanyla nasıl da korkunç zevallerini hazırladıklarını anlatır. Onların günahkâr ve adaletsiz hareketleri, beklenen sonlarını gösterir; zarar, zulüm ve günahkârlıkta ısrar ettiği sürece hiçbir halk ayakta kalamaz. Bu âyet bu tip insanların gerçek bir profilini çizer ve perişan sonlarını gözler önüne serer.
Adalet, toplumu salim kılar, bütün tarafların hak ve isteklerini tam bir tarafsızlıkla korur. İnsanlar haklarını koruyup, başkalarıyla olan münasebetlerinde tarafsızlık ilkesine uyarlarsa, ilerlerler, daha da güçlenirler. Bunun sonucunda kültür ve medeniyet de zenginleşir. Kur'ân'ın bu ilkede ötekilerden daha fazla ısrarlı olmasının sebebi budur. Diğer ibadetlerin anlamı da hakikati izleme konusunda insanların arzusunu güçlendirmek; İnsanların güvenlerini, hak ve taleplerini adaletle tesis; kötülük, saldırı ve fenalıklardan sakınmaktır. Nahl sûresinde yer alan âyette şöyle buyrulur: "Allah adaleti, ihsanı, akrabaya vermeyi emreder, fahşâ (edepsizükten)dan, münker (fenâlık)den ve bağy (azgınlık)den men eder. Öğüt almanız için size böyle öğüt verir." (16: 90). Aynı sûrede, adalet şartlarının tamamlanabilmesi için birkaç hususun gözetilmesi, yoksa bunlarsız toplumda adalet ve tarafsızlığın olamayacağı belirtilir. "Andlaşma yaptığınız zaman Allah'ın ahdini tam yerine getirin (verdiğiniz sözü tutun), pekiştirdikten sonra yeminleri bozmayın. Çünkü Allah'ı üzerinize kefil (şahit) yaptınız. (Artık nasıl o andı bozarsınız?) Allah yaptıklarınızı bilir. Bir topluluk, diğer bir topluluktan (sayıca ve malca) daha çok olduğu için, yeminlerinizi aranızda bozucu bir vâsıta yaparak, ipliğini kuvvetle büktükten sonra çözen kadın gibi olmayın! (Yâni kuvvetli taraf, yeminini bir hile vâsıtası yaparak zayıf tarafa zulmetmesin.) Çünkü, Allah, sizi bununla deniyor. (Sayıca ve malca fazla olduğunuz zaman doğru hareket edip etmediğinizi sınıyor.) Kıyamet günü, hakkında ayrılığa düştüğünüz şeyi size açıklayacaktır." (16: 91-92).
Bu âyetler, toplum düzeninin gerçek ölçüsünün korunmasında karşılıklı mutabakatın önemini ve insanların onca zorlukla ancak tesis edebildikleri bu ölçüyü tahrip etmeye çalışmalarının düşüncesizliğini belirtir. Ayrıca, toplum düzeninin yaralanması ve sonuçta ortadan kaldırılmasına yönelik entrikalara karşı insanları uyarır. Bu sebeple, bir milletin ayakta kalıp, güçlenmesi için koruyucu gücün (yani adalet) bütün şartlarda korunması mutlak mânada gereklidir. Bu da, İslâm'ın, taraflar arasında adaleti korumaya yönelik karşılıklı ittifak ve anlaşmaların yapılmasını neden bu kadar çok vurguladığını gösterir.