- Abdülmuttalipten Ebreheye ve Bize

Adsense kodları


Abdülmuttalipten Ebreheye ve Bize

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
reyyan
Sat 6 November 2010, 08:12 pm GMT +0200
Abdülmuttalip'ten Ebrehe'ye ve Bize...

Ahmet Rüstemoğlu


Abdülmuttalip, Hazreti Peygamber (s.a.)'in dedesi. O zaman Mekke'nin de reisi. Ebrehe ise, Mekke'yi istilâya gelmiş bir Habeşli lider. Bu iki simayı yanyana getiren olay, Hazreti Peygamber'in doğmasından kısa süre önce, Mekke'ye yönelik kuşatmada gerçekleşiyor.

Ebrehe, Yemen'de büyük bir kilise yaptırıyor ve Arabistan halkının orayı kutsal mekân olarak kabul etmesini arzu ediyor. Bünyesinde Kabe'yi barındıran Mekke ise, Arapları çeken rakip bir alan... Ebrehe Mekke'yi istilâ edip, Kabe'yi de yıkmaya karar veriyor. Ordusunu toplayıp, Hicaz'a yöneliyor. Orduda Mahmudi ismini taşıyan dev bir fil var. Onun için Kur'an bu orduya "Fil ashabı" adını veriyor.

Ebrehe Mekke sınırına gelip, Mekkelilerin deve sürülerini gaspediyor. Ve Abdülmuttalip'e bir elçi gönderiyor. Elçi şöyle diyor:

-Niyetimiz sizinle savaşmak değil. Sadece Kabe'yi yıkıp gideceğiz.

Abdülmuttalip doğrudan Ebrehe'nin yanına gidiyor ve şunları söylüyor:

-Ben buraya Kabe'nin yıkılmamasını rica etmeye değil, sizden gasbettiğiniz sürülerimi istemeye geldim. Kâbe'nin sahibi ise ALLAH'tır ve O onu korur.

Sonra sürülerini alıyor ve Mekke'ye dönüyor.

Ardından yine Kur'an'da "Fil Suresi"nde zikredilen olay meydana geliyor. Kur'an'ın bildirdiğine göre "ALLAH onların üzerine kuşlar gönderiyor, kuşlar sert taşlar atıyor ve istilacı birlikler güve yemiş ekin yaprağına dönüyor." Kabe'ye yönelik istilâ girişimi hüsranla sonuçlandı.

Kur'an bu olayla derin anlamlar taşıyor bizlere...

Bazan Kâbe'mizin telâşına düşüyoruz.

İslâm yenilir, biter endişesine kapılıyoruz.

Oysa onun sahibi var. O bizim kefaletimizde değil. Belki kendi kalblerimizin telâşına düşmeliyiz. Yorum yerindeyse, Abdülmuttalip'in üzerine titrediği develer yerinde bizim kendi kalblerimiz var.

ALLAH koruyor bakın kıyamete kadar korunacakları... Kuş pençeleriyle yağdırdığı taşlarla koruyor.

Genç insanları üçyüz yıl uyutarak koruyor, taşıyor tevhid inancını nesilden nesile..

Bir beşik içinde nehre atılan bebeklerin yüreğinde koruyor....

Ya da Firavn sarayında zırh örüyor bebek yüreğine...

Nehirleri yararak koruyor...

Zindan'da koruyor tevhid inancını...

İnanç adamının atıldığı ateşi gül bahçesine çevirerek koruyor...

İslâm'ın geleceğinden hiç mi hiç endişe etmemek gerek.

Ama kendi yüreklerimiz için ne kadar endişe etsek az....

Ondan biz sorumluyuz çünkü. Onun İslâm'la ilişkisinden, onun ALLAH'la ilişkisinden...

İnsanların, toplumların sınavı var. Sınavı kaybeden insan ve toplum kendi hesabına kaybediyor. Diyor ki Kâinatın Yaratıcısı Kur'an'da:

"Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, bilsin ki ALLAH, onların yerine, kendisinin onları, onların da kendisini sevdiği, mü'minlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı ise güçlü ve şerefli olan, ALLAH yolunda cihad eden ve kınayanın kınamasından korkmayan bir kavim getirir. İşte bu ALLAH'ın bir lütfudur. Onu dilediğine verir. ALLAH geni? ihsan sahibidir. Her ?eyi çok iyi bilendir." (Maide Suresi, 5 / 54)

Dünya dönüyor, Firavnlar gelip gidiyor, Nemrud'lar gelip gidiyor.

İnsan kendi sınavını veriyor. Bu bir kalb sınavıdır. Kalbinizi -ki İslâm orada ALLAH bağlılığının egemen olmasını istiyor- kime verdiniz?

Kur'an'da "Nerede olursanız olun, ALLAH sizinle beraberdir" (Hadid Suresi, 57 / 4) buyuruluyor. Nerede olursanız olun ALLAH sizinle beraber. Peki siz o zaman kiminle berabersiniz? Korkularınız, umutlarınız, sevgileriniz kime yönelik, kimden, kim için, kime karşı? İşte insanın temel sorusu bu...

"ALLAH'ı seven" ve "ALLAH'ın sevdiği" bir toplum içinde yer almak... "Kalbi ALLAH'la birliktelik duygusuna doymu?" insan olmak...

Bizim sınavımız bu...

Abdülmuttalib'in sözlerinde, insanın derinden yakaladığı hikmet var... Bazan, bazı şeyleri havale edeceğiniz bir iç bağlılığınız varsa, gerçekten yürekten havale edebiliyorsanız, ALLAH "Ebabil"ini gönderiverir...

ALLAH, Rasûlüne bile "Attığın zaman sen atmadın, ALLAH attı" diyor.

İbrahim (a.s.), Cebrail'in yardım teklifine "Bana Rabbim yeter, vekilim O" diye cevap vermişti. İşe böyle bir sığınış olabilirse içimizde, varoluş sırrı yakmak olan ateş yakmaz hale gelebilir.

Kalbimizi yoklamalıyız. Ne kadar bağılyız onun Sahibine? "Rabbim bana yeter" dediğimizde ne kadar sığınmışız O'na, dilimizle kalbimiz arasındaki mesafe ne kadar?

Temel meselemiz kalb meselesi...

Dün de oydu, bugün de o, yarın da o olacak...

Ne kadar diri kalb varsa o kadar direnç olacak...

Bütün himmetimizi kalbimizi "ALLAH bilgisi" ile donatmaya yöneltme zamanıdır. Bunu öğrenebilirsek bir musibet bin nasihat yerine geçecektir.

ALLAH Rasûlü (s.a.), puta tapıcıların baskıları sonucu onların istediği şeyleri söyleyip, perişan halde kendisine döndüğünde Ammar b. Yasir'e, önce, "Kalbin nasıldı onları söylerken?" diye sordu.

Kalbimiz nasıl yaşadıklarımızı yaşarken?