- Abdullah bin Revaha (r.a.)

Adsense kodları


Abdullah bin Revaha (r.a.)

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
Halis_52
Thu 28 April 2011, 10:25 am GMT +0200
Abdullah bin Revaha (r.a.)

Ey Revaha’nın oğlu, ALLAH seni iyilikle en güzel şekilde sabit ve devamlı kılsın.
Hadis-i şerif

Peygamberimiz henüz Medine’ye hicret etmemişti. Ama İsıamiyet Medine’de hızla yayılıyordu. Resulullah Mus’ab bin Umeyr’i (r.a) Medine’de İslam nurunu yaymak ve Müslüman olanlara İslami öğretmek için vazifelendirmişti. Cenab-ı Hakkın yardımıyla bu vazifeyi güzel bir şekilde ifa eden Hz. Mus’ab, bir hac mevsiminde ikisi kadın olmak üzere 75 Müslümanla Peygamberimizi ziyaret etmek maksadıyla Mekke’ye geldi. İşte bu 75 kişiden birisi de Abdullah bin revaha’dır (r.a.).

Peygamberimiz, Medineli Müslümanlarla Akabe mevkinde görüştü. Arala¬ında çeşitli konuşmalar cereyan etti. Bir ara Hz. Ebü Heysem, “Ya Resulallah, bizimle Yahudiler arasında bir anlaşma ve sözleşme var. Biz bu hareketimizle o anlaşma ve sözleşmeye aykırı hareket etmiş oluyoruz. ALLAH seni muzaffer kıl¬dıktan sonra, Mekke’ye kavminin yanına döner, bizi yalnız bırakırsan halimiz nice olur?” dedi. Peygamberimiz tebessüm etti ve şöyle buyurdu:

“Benim kanım sizin kanınızdır. Siz kanınızı akıtırsanız, ben de kanımı akıtı¬rım. Zimmetim zimmetiniz, hürmetim hürmetinizdir. Ben sizdenim, siz de ben¬densiniz. Siz kiminle savaşırsanız, ben de onunla savaşırım. Siz kiminle barışır¬sanız, ben de onunla barışırım.”
Konuşmalar bir hayli uzamıştı. Hz. Abdullah, Peygamberimizin üzülmesini istemiyordu. Resulullah Mekkeli müşriklerin işkencelerinden kurtulmak ve Medine’yi teşrif etmek istiyordu. Sözü uzatmanın rnanası var mıydı? Bir an evvel, “Yanımıza gel, ya Resulallah! Bütün şartlarını kabul ediyoruz” diyerek o yüce Resulü hoşnut etmek gerekmez miydi? Hz Abdullah, bu arzusunu açığa vurmakta gecikmedi. Ebu Heysem’e şöyle dedi:
“Biz ALLAH’tan ve ALLAH’ın Resulünden geleni kabul ettik. Ey Ebü Heysem! Sen bir tarafa çekil. Biz Resulullah’a biat edeceğiz.”

Bunun üzerine Medineli Müslümanlar teker teker Peygamber Efendimize biat etmeye başladılar. Abdullah bin Revaha biat ederken, “Ya Resulallah! Sana 12 Havarinin İsa’ya (a.s.) biat ettiği şekilde biat ediyorum” dedi.
Havarilerin Hz İsa’ya her zaman onunla birlikte hareket edeceklerini Kur’ran-ı Kerim şöyle anlatır:

“Vakta ki, İsa, Yahudilerin inkarda ısrarlarını ve ihanetlerini hissedince, ‘ALLAH yoluna davette benim yardımcılarım kimdir?’ dedi. Havariler de, ‘Al¬lah’ın dinine yardımcılar biziz’ dediler. ‘Biz ALLAH’a iman ettik. Sen de şahit ol ki, biz gerçekten Müslümanlarız!’
“Ey Rabbimiz! Biz indirdiğin kitaba inandık ve Peygambere uyduk. Sen de bizi, Senin birliğine ve Peygamberlerinin doğruluğuna şahitlik edenlerle beraber yaz” dediler.
İşte Abdullah bin Revaha Havarilerin Hz. İsa’ya (a.s.) biat ettikleri gibi btat etmekle, müşriklere karşı malıyla, canıyla ALLAH’ın Resulüne yardımcı olacağını, onu koruyacağını anlatmak istedi.

Abdullah bin Revaha Medine’de İslamın yayılması hususunda büyük hiz¬metlerde bulundu. 0 putlardan aşırı derecede nefret eder, insanların cansız ağaç ve taş parçalarına tapmalarına hiçbir mana veremezdi. Onları bu sapık¬lıklarından kurtarmak için de elinden gelen gayreti gösterirdi.

Hz. Ebü Derda henüz İslamla müşerref olmamıştı. Bir putu vardı. Onu çok seviyordu. Abdullah bin Revaha, Ebu Derda’nın putlardan yüz çevirip imanın huzuruna kavuşmasını çok arzuluyordu. Defalarca onu İslama davet ettiyse de istediği neticeyi alamamıştı. Aralarında kan kardeşliğinden fazla bir samimiyet ve dostluk vardı. Ne yapıp etmeli, onu kurtarmalıydı. Bir gün onun evden çıktığını gördü. Baltasını eline aldı, putun bulunduğu odaya gir¬di. “ALLAH’tan başka tapılan herşey batıldır” mealinde bir şiir okuyarak putu param parça etti. Ebü Derda’nın hanımı gürültüyü duyup geldiğinde Hz. Ab¬dullah’ın putu kırdığını görünce, “Ey Revaha’nın oğlu, sen ne yaptın? Beni mahvettin” dedi. Abdullah bin Revaha hiç aldırış etmeden putu kırmaya de¬vam etti. Onu iyice parçaladıktan sonra da çekip gitti. Eve geldiğinde hanımının ağladığını gören Ebü Derda niçin ağladığını sordu. Kadın, olup biten haber verdi. Ebü Derda ilk anda çok kızdı. Sonra, “Putta bir hüner olsaydı kendisini savunur, korurdu” dedi. Hidayet meş’alesi göğsünde yanmaya başlamıştı. Gidip Abdullah bin Revaha’yı buldu ve Müslüman oldu.

Abdullah bin Revaha Peygamberimizin mümtaz ve kahraman şairlerindendi. Müşriklerin küfür ve cehaletlerini yüzlerine vuran, onları his ve şuuru olmayan putlara tapmakla ayıplayan şiirleri, Resulullahı n takdirini kazanmıştı. Peygam¬berimiz onu şöyle taltif etti:
“Varlığım kudret elinde olan ALLAH’a yemin ederim ki, onun sözleri, Kureyş müşriklerine ok yağdırmaktan daha tesirlidir.”

O, şiirleriyle sadece müşrikleri kınamakla kalmamış, Peygamberimizi met¬heden çok güzel şiirler de söylenıiştir. Bu şiirlerinden birisi şu mealdir:
“Şafak söktüğü, tan yeri ağardığı sırada, ne mutlu bize ki, aramızda Resulul¬lah bulunuyor ve Kur’an okuyor. Dalalet ve sapıklıktan sonra bize doğru yolu o göstermiş, gönüllerimiz de ona tereddütsüz inanmıştır. O, ALLAH’tan her ne teb¬liğ ettiyse vuku bulmuştur. Müşrikler yataklarında uyurken, o yanını döşeğin¬den uzaklaştırmış olarak gecelerdi.”

Peygamberimiz Abdullah bin Revaha’nın bu şiiri üzerine, “Şüphesiz kardeşi¬miz batil söz söylemez” buyurarak hem Hz. Abdullah’ı takdir ediyor, hem de şi¬irdeki şaşmaz ölçüyü veriyordu. Şiir batılı tasvir etmemeliydi.

“Şairlere ancak azgınlar uyar” mealindeki ayet nazil olduğu zaman, Abdul¬lah bin Revaha, Hassan bir Sabit ve Ka’b bin Mülhik gibi kudretli şair Sahabiler mahzun bir şekilde Resulullahın huzuruna vardılar ve “Ya Resulallah! Cenab-ı Hak bu ayetleri indirirken elbette bizim de şair olduğumuzu biliyordu” dediler.

Peygamber Efendimiz, “Siz azgınların kendilerine uyacağı şairler değilsi¬niz” dedi ve “Ancak inanıp salih amel işleyenler, ALLAH’ı çok zikredenler ve hak¬sızlığa uğradıklarında haklarını alanlar bunun dışındadır” mealindeki ayeti okuyarak, “İşte siz bunlardansınız” buyurdu. Onlar da sevinerek oradan ayrıldı¬lar.
Abdullah bin Revaha Peygamberimizin bütün emirlerini hiç tereddüt etme¬den hemen yerine getiren bir Sahabiydi. Bu onun en belli vasıflanndan biriydi. Bunu için de teslimiyette müstesna bir yere ulaşmıştı. Çünkü gönül verdiği in¬san ALLAH’ın Resulü idi, her emrinde bir hikmet, her hareketinde büyük manalar vardı.

Bir gün Peygamber Efendimizin huzuruna geliyordu. Resulullah da o esnada mescidde hutbe irad ediyordu. Abdullah bin Revaha mescide yaklaşmış, fakat içeri girmemişti. Peygamberimizin cemaate, “Oturun” dediğini işitti. Bu emri duyar duymaz hemen bulunduğu yere çöküverdi. Peygamberimiz hutbesini bitirinceye kadar bekledi. Ashab, Peygamber Efendimize, “ya Resulallah, Ab¬dullah bin Revaha’nın nerede oturduğunu görüyor musunuz? Sizin cemaate, ‘Oturun’ diye emrettiğinizi işitince, hemen olduğu yere oturdu!” dediler. Pey¬gamber Efendimiz, Abdullah’ın teslimiyetini ve itaatini gösteren bu hareketin¬den çok memnun oldu ve “ALLAH, senin Kendisine ve Peygamberine olan itaatını arttırsın” diye dua etti.

Hz. Abdullah müsait bulduğu her fırsatta insanlara hakkı ve hakikati anlat¬maya gayret eder. Resulullahtan duyup öğrendiklerini çevresine ulaştınr, onla¬rın iman ve Kur’an hakikatlerinden istifade etmelerine çalışırdı.
Bir gün Medine’de birkaç kişiyle oturmuş, onlarla tatlı tatlı sohbet ediyordu. Etrafindakiler de kendisini can kulağıyla dinliyordu. Orada adeta bir irfan ve muhabbet sofrası kurulmuştu. Sahabilerinin bu mesut anlarını gören Peygam¬berimiz yanlarına geldi ve onlara şöyle iltifatta bulundu:

“Siz o kimselersiniz ki, Cenab-ı Hak yanınızda oturmamı emir buyurmuş¬tur.’ Sonra da, “Sabah akşam Rablerinin rızasını dileyerek Ona yalvaranlarla oturmaya sabret” mealindeki ayet-i kerimeyi okudu ve şöyle buyurdu: “Şunu bilin ki, siz burada kaç kişi iseniz, sizin sayınız kadar melekler de yanınızda otu¬ruyorlar. Siz ALLAH’ı tesbih ve tenzih ettiğiniz zanhan onlar da size katılır, siz Al¬lah’a hamd ettiğiniz zaman onlar da hamd ederler. Siz tekbir getirdiğiniz zaman onlar da getirirler.”

Abdullah bin Revaha takva ehli bir zattı. İbadete çok düşkün, sünnete çok bağlı, ALLAH’tan çok korkan bir Sahabiydi. Eve girerken ve evden çıkarken iki rekat namaz kılardı. Hanımı, onun bu namazı hiç ihmal etmediğini rivayet eder. Ayrıca, sıcağın şiddetinden insanın gölge yapmak için elini başına koy¬mak zorunda kaldığı günlerde çıkılan seferlerde dahi oruçlu bulunurdu. Bir se¬fer esnasında Resulullahtan başka sadece onun oruçlu bulunduğu rivayet edilir
.
Abdullah bin Revaha, Bedir, Uhud, Hendek ve Hayber savaşlarına katılmış, Hudeybiye ve Umre seferinde bulunmuştu. Hayber Savaşından önce Hayber Yahudilerinin tutum ve davranışlarını öğrenmek üzere gönderilmiş, daha sonra da otuz kişilik bir heyetin başında Hayber lideri Useyr bin Pazim’le görüşmek üzere vazifelendirilmişti.’

Hayber fethedildikten sonra, Peygamberimiz, Hayber Yahudilerinin mah¬sulleri hususunda tahminde bulunmak üzere Abdullah bin Revaha’yı vazifelen¬dirmişti. Hayber Yahudileri, mahsullerinin yarısını vermek şartıyla yerlerinde bırakılmışlardı. Yahudiler, karılarının zinet takımlarını toplayarak Abdullah bin Revaha’ya vermek istediler. Karşılığında da ondan mahsulü eksik tahmin et¬nesini şart koştular. Bu teklif karşısında son derece kızan Abdullah bin Revaha şöyle dedi:

“Ey Yahudi cemaati! Vallahi siz bana göre ALLAH’ın yaratıklarından en sevim¬sizi ve en iğrencisiniz. Sizin bana teklif ettiğiniz ücret bir rüşvettir. Rüşvet ise haramdır. Biz onu ağzımıza koymayız.”’

Abdullah bin Revaha, bütün bunlara rağmen ameline güvenmez, ALLAH’ın ga¬zabından emin olmazdı. “Sizden Cehenneme uğramayacak kimse yoktur” me¬alindeki ayet-i kerimeyi hatırladıkça ağlar ve “Bilmiyorum. Ben Cehenneme uğradıktan sonra ondan kurtulacak mıyım, kurtulamayacak mıyım?” derdi.

Abdullah bin Revaha, son olarak hicretin 8. senesinde vuku bulan Mute Sa¬vaşına katıldı. Peygamberimiz Haris bin Umeyr’i (r.a.) bir mektupla Rum kay¬serine göndermişti. Haris bin Umeyr, Şam valilerinden Şurahbil bin Amr tara¬fından şehit edildi. Umeyr’in şehit edilmesi, Peygamberimizin çok ağrına gitti. Hlemen üç bin kişilik bir ordu hazırladı. Orduya Zeyd bin Harise’yi kumandan tayin etti. Şayet Zeyd şehit olursa, Ca’fer bin Ebi Talib kumandayı ele alacak, o da şehit olursa orduya Abdullah bin Revaha kumanda edecekti.
Hazırlanan ordu Resulullah tarafından uğurlandı. Mücahitler Müslümanlarla vedalaştılar. Seniyetü’l Veda denilen mevkie gelinmişti. Vedalaşma esnasında, Abdullah bir Revaha ağlamaya başladı. Kendisine niçin ağladığı sorulduğunda şu cevabı verdi:

“Vallahi ben ne dünya sevgisinden dolayı, ne de sizleri özleyeceğim diye ağ¬ıyorum. Beni ağlatan şey, Resulullahtan işittiğim, ‘İçinizden Cehenneme uğramayacak yoktur! Bu, Rabbimin yapmayı üzerine vacib kıldığı bir gerçektir, ayetidir. Cehenneme uğradıktan sonra, oradan nasıl geri döneceğimi bilmiyo¬rum. Ben, Rahman olan ALLAH’tan kanları fışkırtıp köpürten bir kılıç darbesiyle, yahut ciğer ve bağırsakları kasıp kavuran bir kargı saplamasıyla şehid olmak ist¬erim ki, kabrime uğrayanlar ‘ALLAH bu savaşçıya doğru yolu göstermiş, o da doğru yolu bulmuştur’ desinler.”

Ordu yola çıkmak için hazırlandığı sırada, Abdullah bin Revaha Peygambe¬imizin huzuruna vardı. Onunla vedalaştıktan sonra, “ALLAH, Müsa’ya olduğu gibi, sana olan ihsanlarını da sabit ve devamlı kılsın. Yardım olunan ve zafere kavuşturulanlar gibi, sana da yardımını ihsan buyursun” dedi. Onun bu sözleri¬ıe karşılık Resulullah şu mukabelede bulundu:

“Ey Revaha’nın oğlu! ALLAH seni de iyilikle en güzel şekilde sabit ve devamlı kılsın.”
Peygamberimiz mücahitlerle vedalaşıp Medine’ye dönerlerken, Abdullah bin Revaha onu şu beyitlerle selamladı: “Geride kalan, hurmalıkta kendisine ve¬da ettiğim zata, o en hayırlı uğurlayıcıya, en hayırlı dosta selam olsun!’

Şurahbil bin Amr, Müslümanların kendisine doğru gelmekte olduğunu haber alınca, pek çok asker topladı. Topladığı askerlerin sayısı yüz bini—başka bir ii¬vayette iki yüz bini- aşkındı. Aynı zamanda, orduda bol miktarda at ve silah bulunuyordu. Müslümanlar ise bundan mahrumdu. Mücahidler, Şurahbil’in ka¬labalık ve silahlarla donatılmış bir ordu hazırladığını haber alınca, durumu gö¬rüşmek üzere iki gece oturdular. Zeyd bin Harise (r.a.), mücahidlerin görüşleri¬ni sordu. Mücahidlerden bazısı Rumlarla karşılaşmaktan vazgeçip memleket¬lerine akın yapmayı, bazısı da durumu Resulullaha bildirerek yardım talebinde bulunmayı tavsiye ettiler. Abdullah bin Revaha susuyor, konuşmuyordu. Zeyd bin Harise’nin kendisine düşüncelerini sorması üzerine şöyle konuştu:

“Ey kavmim! Vallahi, sizin şimdi istememiş olduğunuz şey, arzulayıp elde etmek için sefere çıktığınız şehitliktir. Biz insanlarla ne sayıca, ne silahça, ne de at ve süvarice çokluk olduğumuz için değil, ALLAH’ın bizi şereflendirmiş olduğu şu,din kuvvetiyle savaşıyoruz. Gidiniz! Savaşınız! Bunda muhakkak ki iki iyi¬likten biri, ya zafer, ya da şehitlik vardır! Vallahi, Bedir Savaşında yanımızda iki at, Uhud Savaşı gününde de bir tek at bulunuyordu. Eğer bu seferinizde düş¬mana galip gelmek kaderde varsa, zaten ALLAH’ın ve Peygamberimizin bize vaa¬di de böyledir. ALLAH vaadinden vazgeçmez. Eğer kaderde şehitlik varsa, böyle¬ce cennetlerde kardeşlerimize kavuşmuş oluruz.”
Abdullah bin Revaha’nın bu konuşması, mücühidleri cesaretlendirdi. “Revaha’nın oğlu doğru söylüyor” dediler ve yollarına devam ettiler.
Abdullah bin Revaha, “Ben herhalde geriye ailemin yanına dönmeyeceğim. Umarım ki şehit olacağım” diyordu.

Nihayet iki ordu Mute’de karşılaştı ve birbirleriyle kıyasıya çarpışmaya başladılar. Zeyd şehid oldu, sancağı hemen Cafer aldı. Cafer şehid oldu. Sanca Abdullah bin Revaha aldı. Abdullah bin Revaha sancağı eline alınca, atının üzerinde düşmana doğru ilerledi. Bunu yaparken, nefsini kendisine boyun eğdirmeye ve bazı tereddütlerini gidermeye çalışıyordu:
“Ey nefsim! Ben seni kendime boyun eğdireceğim, diye yemin ettim. Sen bu¬na ya kendiliğinden razı olursun, ya da bunu sana zorla kabul ettiririm. Görüyo¬rum ki, sen Cennetten pek hoşlanmıyorsun. Yıllar uzayıp gittiği halde, sen hala tatmin olmamışsın. Ey nefsim! Sen şimdi öldürülmesen, ölmeyecek misin? İşte ölüm sana geldi çattı. Arzu etmediğin şey sana verilecektir. Eğer o iki kişinin yaptıklarını yapar, şehitliği tercih edersen, doğru bir iş yapmış olursun. Eğer ge¬cikirsen bedbaht olursun.”

Abdullah bin Revaha böyle diyerek çarpışıyordu. Bu sırada parmağı yaralandı. Yaralanan parmağı kılıç sallamasına engel oluyordu. Atından yere indi, ya¬ralı parmağını ayağının altına aldı ve “Sen sadece kanayan bir parmak değil mi¬sin? Bu kazaya da ALLAH yanında uğramış bulunuyorsun” diyerek çekip kopardı. Nefsinin tereddüdünü hala giderememişti. Son olarak şunları söyledi:

“Ey nefis! Şehit olmaktan seni çekindiren, sakındıran, hangi şeylerdir? Eğer çekingenliğin hanımından mahrum kalmaktan ileri geliyorsa, o üç talakla bo¬şanmıştır. Kölelerinden mahrum kalmaktan ileri geliyorsa, onlar azad edilmiş¬tir. Yok eğer bakımsız, verimsiz hale gelmiş bahçenden, bostanından ileri geli¬yorsa, o ALLAH ve Resulüne bırakılmıştır.”
Bütün gücüyle savaşmaya başlayan Abdullah bin Revaha, mızrakla yaralan¬dı, yere yıkıldı. Çok geçmeden, kaldırıldığı yerde can verdi.
Cenab-ı Hak, zaman ve mekan mefhumlarını ortadan kaldırarak, Resulüne savaş meydanını gösterdi. Peygamberimiz de, kumandanların şehit edildikleri¬ni, kendileri hakkındaki haber Medine’ye gelmeden önce Müslümanlara haber verdi. Minbere çıkıp oturdu. Halk toplanınca şöyle dedi:

“Onlar düşmanla karşılaştılar. Zeyd şehid oldu. O şimdi Cennete girdi. Orada koşup duruyor. Sonra sancağı Cafer aldı. O da şehid oldu. Şimdi o yakuttan iki kanadıyla duruyor. Cafer’den sonra sancağı Abdullah bin Revaha aldı.”

Resulullah bir müddet sustu. Ensarın benizleri değişti. Abdullah bin Reva¬ha’nın bazı uygunsuz davranışlar yaptığını sandılar. Peygamberimiz, “Abdul¬lah bin Revaha, iki ayağını pekiştirdi. Elinde sancak olduğu halde, düşmanlarla çarpıştı ve şehid olarak öldürüldü. İtirazlı olarak Cennete girdi” buyurdu.

Abdullah bin Revaha’nın Cennete itirazlı olarak girişi Ensarın ağırına gitti. Resulullaha onun itirazının sebebini sordular. Resulullah, onların sualine şöyle cevap verdi:

“Kendisi yaralandığı zaman, düşmanla çarpışmaktan çekindi. Sonra nefsini kınadı, cesaretlendi ve şehit oldu. Cennete girdi. Onlar, Cennette altından tahtlar üzerinde bana gösterildi. Abdullah bin Revaha’nın tahtının arkadaşlarının¬kinden alçak olduğunu gördüm. Sebebini sordum. ‘Abdullah çarpışmaya giderken bazı tereddütler geçirmiş, sonra da çarpışmaya girmişti.

ALLAH onlardan razı olsun.