hafiza aise
Sat 18 June 2011, 09:53 am GMT +0200
3— Abdülkays Heyetinin Gelişi:
Buharı ve Müslim'in Sahih'lerinde îbn Abbas'tan gelen bir rivayet şöyledir: Abdülkays heyeti Hz. Peygamber'e (s.a.) geldiler. Hz. Peygamber (s.a.):"Sizler kimlerdensiniz?" diye sordu. "Rabîa kabilesindeniz." dediler. Allah Rasûlü (s.a.): "Hoş geldiniz, Ailah sizleri utandırmasın, pişman etmesin." buyurdu. Bunun üzerine: "Ya Rasûlallah! Biz sana, yalnız haram ayda gelebiliriz. Seninle aramızda kâfir olan Mudar kabilelerinden falan topluluk vardır. O halde bize kestirme bir şey emret de, geride kalanlarımıza haber verelim ve o sebeple de cennete girelim." Rasûlullah (s.a.) buyurdu ki: "Size dört şeyi emrediyor ve sizi dört şeyden sakındırıyorum. Size yalnız Allah'a iman etmeyi emrediyorum. Allah'a iman etmek ne demek biliyor musunuz? Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın elçisi olduğuna şe-hadet etmek, namazı dosdoğru kılmak, zekâtı vermek, Ramazan orucunu tutmak ve ganimetin beşte birini vermenizdir. Sizi dört şeyden: Hantem, dub-bâ, nakîr ve müzeffetten (denilen kaplara hurma, yahut üzüm şırası koymak) nehyediyorum. Bu emrettiklerimi iyice belleyiniz ve arkanızda bıraktığınız kimselere haber veriniz. "[222]
Sahih-i Müslim'de şöyle bir ilâve vardır: Dediler ki: Ya Rasûlallah! Nakîr hakkında malumatın var mı?" Hz. Peygamber (s.a.): *'Evet, bir hurma kütüğüdür; onu oyar, içine ufak hurmalardan atarsınız, sonra içerisine su döker ve kaynatırsınız. Kaynaması bitip dinlenince içersiniz. —Sarhoş olması sebebiyle de— sizden biriniz amca oğlunu pekâlâ kılıçla vurabilir." Aralarında böyle bir darbeye maruz kalmış bir adam vardı, dedi ki: "Ben, Rasûlullah'-tan (s.a.) utandığım için bu yarayı gizliyordum." Daha sonra Rasûlullah'a (s.a.) "O halde biz ne içeceğiz Ya Rasûllallah!" dediler. O da: "Ağızları bağlanan deri su kaplarından." buyurdu. Bunun üzerine: "Ya Rasûlallah! Bizim bölgemizde çok fare var, orada deriden yapılan su kaplan duramaz." dediler. Rasûlullah (s.a.) iki veya üç defa: "Onları fareler yese de" buyurdular. Sonra Abdülkayshlardan Eşecc'e dedi ki: "Sende, Allah'ın sevdiği iki haslet var: Vekâr ve teenni."
İbn îshâk der ki: Cârûd b. Bişr b. el-Muallâ, hırıstiyan olarak Abdül-kays heyeti ile birlikte Rasûlullah'a (s.a.) gelmişti. "Ya Rasûlallah! Borcum var ve senin dinin için dinimi terkediyorum. Benim için borcuma kefil olur musun?" dedi. Hz. Peygamber (s.a.) de: "Evet, ben tazmin ederim. Seni çagirdiğim şey (din), senin üzerinde bulunduğun şeyden daha hayırlıdır." O, müslüman oldu, arkadaşları da İslâm'ı kabul ettiler. Sonra Cârûd: "Bize binek temin et ey Allah'ın Rasûlüİ" dedi. Hz. Peygamber (s.a.) de: "Vallahi benim yanımda sizi üzerine bindirecek bir hayvan yok." dedi. Bunun üzerine: "Ya Rasûlallah! Bölgelerimizin arasında yitik binek hayvanları var, onlara binerek beldelerimize gidemez miyiz?" dedi. Rasûlullah (s.a.): "Hayır, onlara binmek ateştir." buyurdu.[223]
Bu olayın işaret ettiği bazı hükümler:
1— Allah'a iman, bütün yüce hasletlerin esasıdır. Rasûlullah'ın (s.a.) as-îabı, tabiîn ve tebe-i tabiîn bu hal üzereydiler. Şafiî, el-Mebsût adlı eserinde
bu hususu zikretmiştir. Ayrıca Kur'an'dan ve hadisten bu konuyla ilgili yüz kadar delil vardır.
2— Heyet, hicretin dokuzuncu senesinde geldiği halde Hz. Peygamber (s.a.), yukarıda zikrettiği İslâmî hasletler içinde haccı saymadı. Haccın o sene henüz farz kılınmadığının delillerinden bîri de budur. Hac, ancak onuncu senede farz kılınmıştı. Bir iki gün önce bile farz kılınmış olsaydı orucu, namazı ve zekâtı saydığı gibi iman edileceklerden biri olarak haccı da sayardı.
3— Bazı kimselerin mekruh kabul etmelerinin aksine Ramazan ayma yalnızca "Ramazan" demek mekruh değildir. Mekruh olduğunu iddia edenler "Ramazan ayı" dışında hiçbir ifadenin söylenemeyeceği kanaatındadırlar.
Buharî ve Müslim'in SahiW\tr'm6e\ "Kim inanarak ve sevabını umarak Ramazan'da oruç tutarsa, geçmiş günahları affolunur."[224] Duyurulurken, "Ramazan" kelimesi yalın halde gelmiştir.
4— Ganimet mallarının beşte birini vermek vaciptir ve bu da iman edilecek şeylerden biridir.
5— Yukarıda adı geçen kapların kullanılması yasaklanmıştı. "Bu haram oluş devam etmekte midir, yoksa mensuh mudur?" konusunda iki görüş vardır. Bu iki görüş de Ahmed b. Hanbel'den rivayet edilmiştir. Âlimlerin çoğunluğu, Müslim'in rivayet ettiği Büreyde hadisiyle neshediîdiği görüşündedirler. O hadiste: "Size bazı kapları yasak etmiştim. Bundan böyle bütün kaplardan şıra içebilirsiniz; yalnız, sarhoşluk veren içkileri içmeyin." buyurdu,[225] denilmektedir.
Bir grup âlim ise yasaklayıcı hadislerin muhkem olduğunu, mensuh olmadığını söylemişler ve demişlerdir ki: "Yasaklayıcı hadisler, gerek sayı gerekse rivayet yollarının çokluğu bakımından neredeyse tevatür derecesine ulaşmıştır. Mubah olduğunu gösteren hadis ise tektir, diğer hadislere karşı koyacak durumda değildir."
Meselenin sırrına gelince: Adları geçen kapların kullanılmasının yasaklanması, sedd-i zerâî'[226] babmdandır. Zira herhangi bir içecek bu kaplafda süratle sarhoş edici özellik kazanıyordu. Bir diğer görüşe göre bu kaplar çok sağlam oluyor ve alkollü içki elde etmekte kullanılıyordu. Müzeffet'in dışındakiler içki yapımına has kaplar olarak bilinmiyordu. Bu kaplardaki içecek ne zaman kaynatılır ve belli bir kıvama gelirse onun sarhoş edici olduğu bilinirdi. Bu illete göre taştan ve sarı madenden (tunçtan) yapılmış kapların haram olması daha evlâdır. Birinci illete göre haram olmaz, çünkü taştan ve sandan (tunçtan) yapılan kaplar, sayılan bu dört kap gibi, alkole dönüşümü hızlandırmaz. Her iki illete göre de haram kılınma durumu sedd-i zerâî' ba-bındandır. Tıpkı şirke düşme endişesinin bulunduğu yıllarda kabir ziyaretinin yasaklanmasryla, öyle bir tehlikeye götüren yola sed çekilmesi gibi. Daha sonra tevhid inancı kalplerde istikrar bulup imanlar kuvvetlenince kabir ziyaretine izin verilmişti, ama yine de hezeyana fırsat vermemek şart koşulmuştu. Aynı durum, bu kaplarda nebîz elde etme hususunda da söylenebilir. Rasû-lullah (s.a.) onları, içkiden ve içki elde ettikleri kaplardan uzaklaştırmış, böylece içkiyi bırakmaları çok yeni olduğu için onları bu kötülüğe götüren yollan tıkamıştır. İçkinin haram oluş keyfiyeti kalplerinde istikrar bulup kalplerinde itminan hasıl olunca, bütün kaplann kullanılması içki içmemeleri şartıyla mubah kılınmıştır. İşte bu meselenin fıkhî yönü ve hikmeti budur.
6— Hilm ve vekâr sıfatları övülmüş, Allah'ın bu sıfatları sevdiği haber verilmiştir. Bunların zıddı ise fevrîlik ve aceleciliktir. Her ikisi de ahlâkı ve yapılan işleri ifsad eden kötü huylardandır.
Bu övgü, kulunda yaratmış olduğu zekâ, kahramanhk-cesaret ve hilm gibi güzel hasletleri, Allah'ın sevdiğine delâlet etmektedir.
Yine buradan anlaşıldığına göre bazı huylar, kulun kendi çabası ve gayretiyle elde edilebilir. Sözkonusu hadisteki: "Bu iki ahlâk benim kazandığım ahlâk mıdır, yoksa Allah mı beni bu iki ahlâk üzere yarattı?" sorusuna karşılık Rasûlullah'm (s.a.): "Bilakis sen, bu iki ahlâk üzere yaratıldın." cevaT bı, bu duruma delâlet etmektedir.[227]
Allah Teâlâ, kulunun, şahsının ve özelliklerinin yaratıcısı olduğu gibi aı-lâkının ve fiillerinin de yaratıcısıdır. Kulun şahsı, sıfatı ve ahlâkı, hülasa hi r-şeyi mahluk (yaratılmış)tur. Kim, fiillerini Allah'ın yaratma dairesinin dışına çıkarırsa (yani fiilini yaratmayı kendi nefsine nisbet eder ve fiilimin yaratıcısı benim derse), Allah ile beraber bir başka hâlık (yaratıcı) bulunduğunu iddia etmiş olur. Bu yüzden Selef, Kaderiye'yi (kaderi inkâr edenleri) mecû-sîlere benzetmişler ve: "Onlar bu ümmetin mecûsîleridir." demişlerdir. İbn Abbas'tan gelen bu rivayet sahihtir.
Burada sözkonusu olan, cebi (yaratma)'in Allah'a nisbet edilmesidir, yoksa cebr (zorlama)'in değil. O, kulunu dilediği gibi yaratır. Tıpkı el-Eşecc'i hilm ve vekâr ahlâkı üzere yaratması gibi. Bu iki haslet de insan nefsinde bulunan iki ahlâktan ortaya çıkan fiillerdir. Allah Teâlâ kulunu, üzerinde bulunduğu ahlâk ve ef'âl (fiiller, davranışlar) üzere yaratandır. Bu sebepten Evzaî ve diğer selef imamları demişlerdir ki: "Allah kulunu amelleri üzere yarattı, deriz de, o amelleri yapmaya zorladı, demeyiz." Bu ifade, selef imamlarının bilgisinin kemalinden, düşüncelerinin inceliğindendir. Çünkü cebr (zorlama), kulu iradesinin aksine sevketmek demektir, küçük bir kızı evlenmeye veya borçlu bir kimseyi hâkimin borcunu ödemeye zorlaması gibi. Allah Teâlâ, kulunu bu mânada cebretmeyecek güce sahiptir. O, kulunu, Allah'ın dilediğini kendi irade ve ihtiyarıyla yapacak bir cibilliyet üzere yaratır. Cebi ile cebr durumu ayrı ayrı şeylerdir.
7— Bu olayda, deve gibi alınması caiz olmayan buluntu bir nesneden yararlanmanın caiz olmadığına işaret vardır. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.) Câ-rûd'a, buluntu deveye binme izni vermedi ve: "Müslümanın kayıp eşyası (bulunan eşyası) yakan ateştir." buyurdu. Onun alınmamasını, olduğu yerde bırakılmasını emretmiş, böylece sahibi gelip buluncaya kadar korunmasını emretmiştir. Şayet binilmesine ve faydalanılmasına izin vermiş olsaydı, sahibinin gelip malını bulması imkânsız olurdu. Aynı zamanda nefis, o mala meyleder ve ona sahip olmayı arzulardı. Rasûlullah (s.a.) bundan men etmiştir. [228]
[222] Buharî, 1/40; Müslim, 17. Bu sayılan kaplara üzüm veya hurma şırasının konulmasının nehyedilmesi, özellikle bu kaplarda şıranın daha çabuk alkole dönüşmesinden ve bazan insanın farkına varmadan alkole dönüşmüş bu şırayı içmesi ihtimaiindendir. Daha sonra alkollü içmemek kaydıyla her türlü kaba şıranın konulabileceği hususunda ruhsat verildi. Sahîh-i Müslim'de (977), Büreyde'den merfû olarak şu rivayet gelmektedir: "Deri kapların dışındaki kaplara hurma şırası koymanızı nehyetmiştim. Bundan böyle bütün kaplardan içebilirsiniz, ancak alkollü içki içmeyiniz." Kitabın müellifi az sonra bu hadisi zikre-decektir.
[223] İbn Hişâm, 2/575; Ahmed b. Hanbel, 5/80; Dârimî, 2/266; Tirmizî, 1882. Cârûd el-Abdî, Rasûlullah'ın (s.a.) şöyle dediğini rivayet etmektedir: "Müslümanm yitiği ateştir, ona yanaşmayınız." îsnadı sahihtir. Bunu îbn Mâce, (2502) Abdullah b. Şehîr'den rivayet etmiştir, senedi sahihtir, tbn Hibbân (İ171) ve Bûsırî (ez-Zevâid'de) hadisin sahih olduğunu söylemiştir. Hadisin mânası: "insan o yitiği sahiplenmek kasdıyla alırsa onu cehennem ateşine sürükler" demektir.
[224] Buharî, t/28; Müslim, 760.
[225] Daha önce geçti. Bk. Dipnot: 11.
[226] Zerîa: İçinde fesat bulunan yasağa ulaştıran şeydir. Yabancı kadına bakmanın zinaya götürmesi gibi. Bu bakmanın yasaklanması "Seddü'z-Zerîa" diye adlandırılır.
[227] Ahmed b. Hanbel, 4/205, 206; Buharı, el-Edebü'i-Müfred, 584; Eşecc'den. Senedi sahihtir.
[228] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za’du’l-Mead, İklim Yayınları: 4/157-161.
Buharı ve Müslim'in Sahih'lerinde îbn Abbas'tan gelen bir rivayet şöyledir: Abdülkays heyeti Hz. Peygamber'e (s.a.) geldiler. Hz. Peygamber (s.a.):"Sizler kimlerdensiniz?" diye sordu. "Rabîa kabilesindeniz." dediler. Allah Rasûlü (s.a.): "Hoş geldiniz, Ailah sizleri utandırmasın, pişman etmesin." buyurdu. Bunun üzerine: "Ya Rasûlallah! Biz sana, yalnız haram ayda gelebiliriz. Seninle aramızda kâfir olan Mudar kabilelerinden falan topluluk vardır. O halde bize kestirme bir şey emret de, geride kalanlarımıza haber verelim ve o sebeple de cennete girelim." Rasûlullah (s.a.) buyurdu ki: "Size dört şeyi emrediyor ve sizi dört şeyden sakındırıyorum. Size yalnız Allah'a iman etmeyi emrediyorum. Allah'a iman etmek ne demek biliyor musunuz? Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın elçisi olduğuna şe-hadet etmek, namazı dosdoğru kılmak, zekâtı vermek, Ramazan orucunu tutmak ve ganimetin beşte birini vermenizdir. Sizi dört şeyden: Hantem, dub-bâ, nakîr ve müzeffetten (denilen kaplara hurma, yahut üzüm şırası koymak) nehyediyorum. Bu emrettiklerimi iyice belleyiniz ve arkanızda bıraktığınız kimselere haber veriniz. "[222]
Sahih-i Müslim'de şöyle bir ilâve vardır: Dediler ki: Ya Rasûlallah! Nakîr hakkında malumatın var mı?" Hz. Peygamber (s.a.): *'Evet, bir hurma kütüğüdür; onu oyar, içine ufak hurmalardan atarsınız, sonra içerisine su döker ve kaynatırsınız. Kaynaması bitip dinlenince içersiniz. —Sarhoş olması sebebiyle de— sizden biriniz amca oğlunu pekâlâ kılıçla vurabilir." Aralarında böyle bir darbeye maruz kalmış bir adam vardı, dedi ki: "Ben, Rasûlullah'-tan (s.a.) utandığım için bu yarayı gizliyordum." Daha sonra Rasûlullah'a (s.a.) "O halde biz ne içeceğiz Ya Rasûllallah!" dediler. O da: "Ağızları bağlanan deri su kaplarından." buyurdu. Bunun üzerine: "Ya Rasûlallah! Bizim bölgemizde çok fare var, orada deriden yapılan su kaplan duramaz." dediler. Rasûlullah (s.a.) iki veya üç defa: "Onları fareler yese de" buyurdular. Sonra Abdülkayshlardan Eşecc'e dedi ki: "Sende, Allah'ın sevdiği iki haslet var: Vekâr ve teenni."
İbn îshâk der ki: Cârûd b. Bişr b. el-Muallâ, hırıstiyan olarak Abdül-kays heyeti ile birlikte Rasûlullah'a (s.a.) gelmişti. "Ya Rasûlallah! Borcum var ve senin dinin için dinimi terkediyorum. Benim için borcuma kefil olur musun?" dedi. Hz. Peygamber (s.a.) de: "Evet, ben tazmin ederim. Seni çagirdiğim şey (din), senin üzerinde bulunduğun şeyden daha hayırlıdır." O, müslüman oldu, arkadaşları da İslâm'ı kabul ettiler. Sonra Cârûd: "Bize binek temin et ey Allah'ın Rasûlüİ" dedi. Hz. Peygamber (s.a.) de: "Vallahi benim yanımda sizi üzerine bindirecek bir hayvan yok." dedi. Bunun üzerine: "Ya Rasûlallah! Bölgelerimizin arasında yitik binek hayvanları var, onlara binerek beldelerimize gidemez miyiz?" dedi. Rasûlullah (s.a.): "Hayır, onlara binmek ateştir." buyurdu.[223]
Bu olayın işaret ettiği bazı hükümler:
1— Allah'a iman, bütün yüce hasletlerin esasıdır. Rasûlullah'ın (s.a.) as-îabı, tabiîn ve tebe-i tabiîn bu hal üzereydiler. Şafiî, el-Mebsût adlı eserinde
bu hususu zikretmiştir. Ayrıca Kur'an'dan ve hadisten bu konuyla ilgili yüz kadar delil vardır.
2— Heyet, hicretin dokuzuncu senesinde geldiği halde Hz. Peygamber (s.a.), yukarıda zikrettiği İslâmî hasletler içinde haccı saymadı. Haccın o sene henüz farz kılınmadığının delillerinden bîri de budur. Hac, ancak onuncu senede farz kılınmıştı. Bir iki gün önce bile farz kılınmış olsaydı orucu, namazı ve zekâtı saydığı gibi iman edileceklerden biri olarak haccı da sayardı.
3— Bazı kimselerin mekruh kabul etmelerinin aksine Ramazan ayma yalnızca "Ramazan" demek mekruh değildir. Mekruh olduğunu iddia edenler "Ramazan ayı" dışında hiçbir ifadenin söylenemeyeceği kanaatındadırlar.
Buharî ve Müslim'in SahiW\tr'm6e\ "Kim inanarak ve sevabını umarak Ramazan'da oruç tutarsa, geçmiş günahları affolunur."[224] Duyurulurken, "Ramazan" kelimesi yalın halde gelmiştir.
4— Ganimet mallarının beşte birini vermek vaciptir ve bu da iman edilecek şeylerden biridir.
5— Yukarıda adı geçen kapların kullanılması yasaklanmıştı. "Bu haram oluş devam etmekte midir, yoksa mensuh mudur?" konusunda iki görüş vardır. Bu iki görüş de Ahmed b. Hanbel'den rivayet edilmiştir. Âlimlerin çoğunluğu, Müslim'in rivayet ettiği Büreyde hadisiyle neshediîdiği görüşündedirler. O hadiste: "Size bazı kapları yasak etmiştim. Bundan böyle bütün kaplardan şıra içebilirsiniz; yalnız, sarhoşluk veren içkileri içmeyin." buyurdu,[225] denilmektedir.
Bir grup âlim ise yasaklayıcı hadislerin muhkem olduğunu, mensuh olmadığını söylemişler ve demişlerdir ki: "Yasaklayıcı hadisler, gerek sayı gerekse rivayet yollarının çokluğu bakımından neredeyse tevatür derecesine ulaşmıştır. Mubah olduğunu gösteren hadis ise tektir, diğer hadislere karşı koyacak durumda değildir."
Meselenin sırrına gelince: Adları geçen kapların kullanılmasının yasaklanması, sedd-i zerâî'[226] babmdandır. Zira herhangi bir içecek bu kaplafda süratle sarhoş edici özellik kazanıyordu. Bir diğer görüşe göre bu kaplar çok sağlam oluyor ve alkollü içki elde etmekte kullanılıyordu. Müzeffet'in dışındakiler içki yapımına has kaplar olarak bilinmiyordu. Bu kaplardaki içecek ne zaman kaynatılır ve belli bir kıvama gelirse onun sarhoş edici olduğu bilinirdi. Bu illete göre taştan ve sarı madenden (tunçtan) yapılmış kapların haram olması daha evlâdır. Birinci illete göre haram olmaz, çünkü taştan ve sandan (tunçtan) yapılan kaplar, sayılan bu dört kap gibi, alkole dönüşümü hızlandırmaz. Her iki illete göre de haram kılınma durumu sedd-i zerâî' ba-bındandır. Tıpkı şirke düşme endişesinin bulunduğu yıllarda kabir ziyaretinin yasaklanmasryla, öyle bir tehlikeye götüren yola sed çekilmesi gibi. Daha sonra tevhid inancı kalplerde istikrar bulup imanlar kuvvetlenince kabir ziyaretine izin verilmişti, ama yine de hezeyana fırsat vermemek şart koşulmuştu. Aynı durum, bu kaplarda nebîz elde etme hususunda da söylenebilir. Rasû-lullah (s.a.) onları, içkiden ve içki elde ettikleri kaplardan uzaklaştırmış, böylece içkiyi bırakmaları çok yeni olduğu için onları bu kötülüğe götüren yollan tıkamıştır. İçkinin haram oluş keyfiyeti kalplerinde istikrar bulup kalplerinde itminan hasıl olunca, bütün kaplann kullanılması içki içmemeleri şartıyla mubah kılınmıştır. İşte bu meselenin fıkhî yönü ve hikmeti budur.
6— Hilm ve vekâr sıfatları övülmüş, Allah'ın bu sıfatları sevdiği haber verilmiştir. Bunların zıddı ise fevrîlik ve aceleciliktir. Her ikisi de ahlâkı ve yapılan işleri ifsad eden kötü huylardandır.
Bu övgü, kulunda yaratmış olduğu zekâ, kahramanhk-cesaret ve hilm gibi güzel hasletleri, Allah'ın sevdiğine delâlet etmektedir.
Yine buradan anlaşıldığına göre bazı huylar, kulun kendi çabası ve gayretiyle elde edilebilir. Sözkonusu hadisteki: "Bu iki ahlâk benim kazandığım ahlâk mıdır, yoksa Allah mı beni bu iki ahlâk üzere yarattı?" sorusuna karşılık Rasûlullah'm (s.a.): "Bilakis sen, bu iki ahlâk üzere yaratıldın." cevaT bı, bu duruma delâlet etmektedir.[227]
Allah Teâlâ, kulunun, şahsının ve özelliklerinin yaratıcısı olduğu gibi aı-lâkının ve fiillerinin de yaratıcısıdır. Kulun şahsı, sıfatı ve ahlâkı, hülasa hi r-şeyi mahluk (yaratılmış)tur. Kim, fiillerini Allah'ın yaratma dairesinin dışına çıkarırsa (yani fiilini yaratmayı kendi nefsine nisbet eder ve fiilimin yaratıcısı benim derse), Allah ile beraber bir başka hâlık (yaratıcı) bulunduğunu iddia etmiş olur. Bu yüzden Selef, Kaderiye'yi (kaderi inkâr edenleri) mecû-sîlere benzetmişler ve: "Onlar bu ümmetin mecûsîleridir." demişlerdir. İbn Abbas'tan gelen bu rivayet sahihtir.
Burada sözkonusu olan, cebi (yaratma)'in Allah'a nisbet edilmesidir, yoksa cebr (zorlama)'in değil. O, kulunu dilediği gibi yaratır. Tıpkı el-Eşecc'i hilm ve vekâr ahlâkı üzere yaratması gibi. Bu iki haslet de insan nefsinde bulunan iki ahlâktan ortaya çıkan fiillerdir. Allah Teâlâ kulunu, üzerinde bulunduğu ahlâk ve ef'âl (fiiller, davranışlar) üzere yaratandır. Bu sebepten Evzaî ve diğer selef imamları demişlerdir ki: "Allah kulunu amelleri üzere yarattı, deriz de, o amelleri yapmaya zorladı, demeyiz." Bu ifade, selef imamlarının bilgisinin kemalinden, düşüncelerinin inceliğindendir. Çünkü cebr (zorlama), kulu iradesinin aksine sevketmek demektir, küçük bir kızı evlenmeye veya borçlu bir kimseyi hâkimin borcunu ödemeye zorlaması gibi. Allah Teâlâ, kulunu bu mânada cebretmeyecek güce sahiptir. O, kulunu, Allah'ın dilediğini kendi irade ve ihtiyarıyla yapacak bir cibilliyet üzere yaratır. Cebi ile cebr durumu ayrı ayrı şeylerdir.
7— Bu olayda, deve gibi alınması caiz olmayan buluntu bir nesneden yararlanmanın caiz olmadığına işaret vardır. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.) Câ-rûd'a, buluntu deveye binme izni vermedi ve: "Müslümanın kayıp eşyası (bulunan eşyası) yakan ateştir." buyurdu. Onun alınmamasını, olduğu yerde bırakılmasını emretmiş, böylece sahibi gelip buluncaya kadar korunmasını emretmiştir. Şayet binilmesine ve faydalanılmasına izin vermiş olsaydı, sahibinin gelip malını bulması imkânsız olurdu. Aynı zamanda nefis, o mala meyleder ve ona sahip olmayı arzulardı. Rasûlullah (s.a.) bundan men etmiştir. [228]
[222] Buharî, 1/40; Müslim, 17. Bu sayılan kaplara üzüm veya hurma şırasının konulmasının nehyedilmesi, özellikle bu kaplarda şıranın daha çabuk alkole dönüşmesinden ve bazan insanın farkına varmadan alkole dönüşmüş bu şırayı içmesi ihtimaiindendir. Daha sonra alkollü içmemek kaydıyla her türlü kaba şıranın konulabileceği hususunda ruhsat verildi. Sahîh-i Müslim'de (977), Büreyde'den merfû olarak şu rivayet gelmektedir: "Deri kapların dışındaki kaplara hurma şırası koymanızı nehyetmiştim. Bundan böyle bütün kaplardan içebilirsiniz, ancak alkollü içki içmeyiniz." Kitabın müellifi az sonra bu hadisi zikre-decektir.
[223] İbn Hişâm, 2/575; Ahmed b. Hanbel, 5/80; Dârimî, 2/266; Tirmizî, 1882. Cârûd el-Abdî, Rasûlullah'ın (s.a.) şöyle dediğini rivayet etmektedir: "Müslümanm yitiği ateştir, ona yanaşmayınız." îsnadı sahihtir. Bunu îbn Mâce, (2502) Abdullah b. Şehîr'den rivayet etmiştir, senedi sahihtir, tbn Hibbân (İ171) ve Bûsırî (ez-Zevâid'de) hadisin sahih olduğunu söylemiştir. Hadisin mânası: "insan o yitiği sahiplenmek kasdıyla alırsa onu cehennem ateşine sürükler" demektir.
[224] Buharî, t/28; Müslim, 760.
[225] Daha önce geçti. Bk. Dipnot: 11.
[226] Zerîa: İçinde fesat bulunan yasağa ulaştıran şeydir. Yabancı kadına bakmanın zinaya götürmesi gibi. Bu bakmanın yasaklanması "Seddü'z-Zerîa" diye adlandırılır.
[227] Ahmed b. Hanbel, 4/205, 206; Buharı, el-Edebü'i-Müfred, 584; Eşecc'den. Senedi sahihtir.
[228] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za’du’l-Mead, İklim Yayınları: 4/157-161.