- 52.Bölüm

Adsense kodları


52.Bölüm

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
saniyenur
Thu 21 July 2011, 10:02 pm GMT +0200
52. BÖLÜM

Birisi, şu beytin anlamını sordu:
A kardeş, sen, o düşüncesin ancak;
Ondan başka neyin varsa kemiktir, kıldır.
Buyurdu ki:

Sen şu anlama bak; o düşünce sözü, o özel düşünceye bir işâret. Anlamı genişletmek için düşünce dedik ona; gerçekte o düşünce değil; olsa bile insanların anladıkları bu cinsten düşünce değil. Düşünce sözünden maksadımız buydu. İnsan, o anlamı, halkın anlaması için biraz daha aşağılara inerek anlatmak
istese insan, konuşan hayvandır der. İster gizli olsun, ister duyulsun, burada söz, düşünce olur; ondan ötesi de hayvan. Demek ki insanın düşünceden ibâret oluşu, öte yanının kemikten, deriden başka bir şey olmayışı doğrudur. Söz güneşe benzer; bütün insanlar onunla ısınır, onunla yaşar. Güneş, boyuna vardır, hazırdır, herkes, herşey, boyuna onun yüzünden sıcaktır; fakat her vakit görünmez. Yaşayanlar da onun yüzünden
yaşadıklarını, onunla ısındıklarını bilmezler. Fakat şükür olsun, şikâyet olsun, ister hayır olsun, ister şer, söz söylemeye koyuldular mı, güneş göze görünür. Gökyüzündeki güneş gibi hani. Daima ışır-durur amma ışığı bir duvarı ışıtmadıkça görünmez. Tıpkı bunun gibi söz güneşinin ışıklarıda boyuna vardır amma, harf, ses vasıtasiyle belirmedikçe görünmez. Çünkü, güneş lâtiftir, hava da lâtiftir. Kesif bir şey gerek ki o kesâfet
vasıtasiyle o lâtif nesne göze görünsün, belirsin. Meselâ birisine Tanrı sözü hiç yüz göstermemiş, şaşkın bir halde donakalmış. Tanrı şöyle etti, böyle buyurdu, böyle yapma dedi dedikleri zaman ısınır o adam, Tanrının letâfetini görür. Amma önce de vardı o ışık; hem de ona vurup duruyordu. Fakat yap-yapma emirleri söylenmedikçe, Tanrının yaratışı, gücü anlatılmadıkça o ışığı göremiyordu. Kimi kişiler vardır; güçleri yetmez de bal yiyemezler, arıktırlar, bal ağır gelir onlara; kuvvetlenmeleri için zerde gibi, helva gibi bir yemeğin içinde yiyebilirler. Sonunda kuvvetleri bir hadde varır ki balı, bal olarak da yemeye başlarlar.
Hâsılı anladık-bildik ya, söz, lâtif, daima ışıyan, ışığı hiç kesilmeyen bir güneştir. Fakat sen, güneşi görmek, ondan zevk almak için kesif birşeye muhtaçsın. Derken iş bir yere varır ki ışıkları, o letâfeti kesif bir vâsıta olmadan da görebilirsin; buna alışırsın, onu seyretmeye koyulursun, güç kuvvet sahibi olursun; o letâfet denizinde şaşılacak renkler, şaşılacak şeyler görür-seyredersin. Neden şaşıyorsun ki o söz, söylesen de, söylemesen de boyuna sende var. Düşüncende söz yok dersen deriz ki: Onda da söz var; hem de boyuna
var. İnsan, konuşan hayvandır demişler ya, o canlılık, sen diri oldukça sendedir; o halde sözün de boyuna seninle olması gerek. Hayvanın bir şey çiğnemesi, geviş getirmesi, hayvanlığının belirmesidir amma boyuna çiğneyip geviş getirmesi şart değil. Söz de buna benzer; söylemek, meram anlatmak içindir amma boyuna
söylemek de şart değil ya. İnsanın üç hali vardır. İlki şudur: Adam, Tanrı çevresinde çizginmez; herkese ibâdette, hizmette bulunur. Kadına, erkeğe, mala-mülke, çocuğa, taşa, toprağa ibâdet eder de Tanrıya ibâdet etmez. Derken
insanda bir bilgi, bir anlayış belirir, Tanrıdan başkasına hizmet edemez olur. Derken bu halde de ileri gittikçe gider; öyle bir hale gelir ki ne Tanrıya tapı kılıyorum diyebilir, ne tapı kılmıyorum diyebilir; bu iki mertebeyi de aşmıştır artık. Bu topluluktan bir ses bile duyulmaz.
Tanrı, ne hazırdır, ne gaaip; ikisini de yaratandır o; yâni hazır oluşu da o yaratmıştır, gaaip oluşu da. Öyleyse ikisinden de ayrıdır o. Çünkü hazır olsa kayboluşun bulunmaması gerekir; kayboluş, bulunmayış varsa bulunuş da var demektir. Çünkü hazır oluş, bulunuş halindedir bulunmayış, kayboluş. Demek ki o ne bulunmayışla vasfedilebilir, ne bulunuşla. Bunlarla vasfedilecek olsa zıddan zıddın doğması, gerekir. Çünkü bulunmayış halinde bulunuşu yaratması gerek; bulunuşsa bulunmayışın zıddı. Bulunmayış da tıpkı bunun
gibi. Hâsılı zıddın doğması, Tanrının kendisine bir benzer yaratması caiz değildir. «Ona benzer yok» diyor.
Bu mümkün olsaydı üstün olmayanı üstün görmek gerekirdi; aynı zamanda birşeyin, kendini meydana getirmesi gerekirdi. Oysa ki her ikisi de olamaz. Buraya vardın ya, dur artık, aklını yorma; aklın işi yok burada. Deniz kıyısına varan durmak da kalmayıncayadek durur, kalakalır. Bütün sözler, bütün bilgiler, bütün hünerler, bütün zenaatler, bu sözden tat-tuz bulur. Bu söz olmasa hiçbir işte, hiçbir zenaatte tat-tuz
kalamaz. Bu, böyledir amma bilmezler; zâti bilmek de şart değildir. Şuna benzer hani; bir adam, mallımülklü bir kadın alır; kadının sürüleri, yılkıları, daha da birçok malı-mülkü vardır. Adam, o koyunları görürgözetir, atları tımar eder, bahçeleri-bağları sular. Bu hizmetlerle oyalanır amma bu işlerden, o kadının varlığıyla tat alır. Kadın aradan kalksa o işlerin de tadı-tuzu kalmaz, hepsi de ölür-gider; cansız görünür adama. Dünyadaki bütün zenaatler, bütün bilgiler, herşey, ârifin zevk ışığından dirilik bulur, hoşluğa erer, sıcak görünür. Onun zevki olmasa, onun varlığı olmasa bütün bu işlerde ne zevk kalır, ne tat. Hepsi de ölü
görünür insana.