- 51.Bölüm

Adsense kodları


51.Bölüm

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
saniyenur
Thu 21 July 2011, 10:04 pm GMT +0200
51. BÖLÜM

Şu beytin tefsîrini istediler:
Fakat sevgi son dereceye vardı mı,
Dostluk, baştan-başa düşmanlık olur.
Buyurdu ki:
Düşmanlık dünyası, dostluk dünyasına göre dardır; çünkü düşmanlık dünyasından kaçarlar da dostluk
dünyasına ulaşırlar. Dostluk dünyası da dostluk dünyasını, düşmanlık dünyasını var eden dünyaya göre
dardır. Dostluk, düşmanlık, küfür, îman, ikiliğe sebep olur. O âlemse küfrün de ötesindedir, îmanın da...
Dostluğun da ötesindedir, düşmanlığın da. Dostluk, ikiliğe sebep oluyor ya, bir âlem var ki orda ikilik yok;
tüm birlik o âlem. İnsan oraya vardı mı, dostluktan da çıkar, düşmanlıktan da. Oraya ikilik sığmaz çünkü.
İnsan oraya varır da ikilikten çıkar ya; önceden bulunduğu ikilik âlemi, yâni aşk âlemi, dostluk âlemi, şimdi
göçtüğü bu âleme göre aşağıdır; bu yüzden o âlemi istemez artık; o âleme düşman kesilir. Hani Mansûr,
Tanrıya aşkı son haddine varınca kendine düşman kesildi, kendini yok etti-gitti. Ben Tanrıyım dedi; yâni
ben yok oldum. Tanrı kaldı ancak. Bu söz, gönül alçaklığının son derecesidir, kulluğun sonudur. Yâni o
vardır ancak. Dâvâya kalkışmak, ululanmak, ona derler ki sen Tanrısın, ben kulum dersin de kendi varlığını
da ortaya korsun; bu ikiliktir. Odur Tanrı dersen gene ikilik çıkar bu sözden; çünkü ben olmadıkça o'nun
olmasına imkân yoktur. Şu halde ben Tanrıyım sözünü Tanrı söyledi; çünkü ondan başka bir varlık
kalmamıştı; Mansûr yok olmuştu; o söz, Tanrının sözüydü. Hayal âlemi de düşünceler, duyulan şeyler
âlemine karşı daha geniştir. Çünkü bütün düşünülen şeyler, hayalden doğar. Fakat hayal âlemi de hayalin
kendisinden var olduğu âleme göre dardır. Sözle bu kadar anlaşılır; yoksa anlamın gerçekliğini sözde
anlatmaya imkân yoktur; sözle anlaşılmaz o.
Birisi, peki sözün, lâfın ne faydası var diye sordu. (Mevlânâ) buyurdu ki:
Sözün şu faydası var. Seni istekli bir hale getirir, heyecan verir sana; yoksa istersen, sözle elde
edilemez. Sözle elde edilebilseydi bunca çalışmaya, kendini yok etmeye ihtiyaç kalmazdı. Söz şuna benzer:
Uzaktan bir şey görürsün, kımıldıyor, hareket ediyor. Koşar, onu görürsün. Fakat kımıldayışını görmekle
onu görmüş olmazsın. İnsanın sözü de iç âlemde böyledir işte. O şeyi elde etmek için bir heyecan verir
sana; o anlamı görmezsin amma görmeyi istersin.
Birisi dedi ki: Bunca bilgiler belledim, bunca anlamlar elde ettim; insanda ölümsüz olarak
kalan anlam nedir, hangisidir; bir türlü bunu bilemedim, bir türlü ona yol bulamadım.
(Mevlânâ) buyurdu ki:
Eğer sadece sözle bilinseydi varlığı yok etmeye, bunca zahmetler çekmeye ihtiyaç kalmazdı. Öylesine
çalışmak gerek ki sen kalmayasın da o ölümsüz olarak kalacak şeyi bilesin. Hani birisi, bir Kâ'be var,
duymuşum amma ne kadar bakarsam bakayım. Kâ'be'yi göremiyorum; gidiyorum, dama çıkıyorum, gene
göremiyorum der. Evet dama çıkar, boynunu uzatır, bakınır, Kâ'be'yi göremez; derken Kâ'be yok der.
Kâ'be'yi görmek, sadece bununla olmaz ki. Kâ'be yok der; çünkü durduğu, olduğu yerden Kâ'be
görülmez ki. Nitekim kışın canla-başla kürk istersin; yaz gelince atarsın kürkü; için nefret eder ondan.
Demek ki kürkü isteyiş, ısınmak içinmiş; çünkü sen sıcağa âşıktın; kışın, seni bir koruyan olmadıkça
ısınamıyordun, kürke muhtaçtın. Fakat soğuk kalmadı, kürkü kaldırdın-attın.
«Gök yarılıp çatlayınca» : «Yeryüzü, çetin bir depremle sarsılınca» âyetleri de ona işârettir. Yâni
toplanma tadını duydum, şimdi, öylesine bir gün de gerek ki şu parça-buçukların ayrılışında ki tadı da
duyman, o âlemin genişliğini görmen, şu daracık yerden kurtulman gerek. Meselâ, birisini çarmıha gerseler
sanır ki o halde hoştur o; kurtuluştaki tadı unutur gider. Fakat çarmıhtan kurtulunca ne azap içindeymiş, o
vakit anlar. Çocukların büyümesi, esenleşmesi beşiktedir hani. Çocukken ellerini bağlarlar. Fakat ergen

birisini beşiğe bağlasalar azaptır ona, zindandır. Kimi vardır, güllerin, çiçeklerin açılmasından, koncanın
açmasından hoşlanır. Kimi vardır; çiçeklerin dağılmasından, aslına varmasından hoşlanır. Kimi de vardır;
hiçbir dost, hiçbir sevgi kalmasın; küfür-îman yok olsun da aslına ulaşsın ister. Çünkü bunların hepsi de
duvarlardır, daraltır adamı, ikiliğe düşürür. O âlemse genişletir insanı, yalnız birlik vardır orda.
Şu söz, o kadar da büyük bir söz değildir, o kadar da kuvveti yok. Nasıl büyük olabilir ki sonucu
sözdür işte; hattâ arıklık verir; fakat Tanrı ona bir tesir vermiştir, insana Tanrıyı dileyip bulma heyecanını
verir. Söz, arada bir perdedir, bir yüz örtüsü. İki-üç harfin bir araya gelmesinden doğan söz, ne diye
yaşatsın insanı, ne diye heyecan versin insana? Meselâ biri çıkagelir yanına; ona saygı gösterirsin, merhaba
dersin. Bu yüzden senden hoşlanır, seni sever o. Birine de iki-üç sözle söversin. O iki-üç söz öfkelendirir,
kırar-geçirir o adamı. Şimdi iki-üç sözün, sevginin artmasıyla, râzılığın meydana gelmesiyle,
öfkelendirmeyle, düşmanlık meydana gelmekle ne ilgisi var. Fakat Ulu Tanrı, herkesin gözü onun
güzelliğini, onun olgunluğunu görmesin diye perdeler, örtüler yapmıştır bunlara; ince perdeler gerek arık
gözlere. Sonra da o, bu perdeleri buyruklar haline getirir, sebepler yapar. Şu ekmek, gerçekten yaşayışa
sebep değildir: Fakat Ulu Tanrı, onu yaşayışa, güç-kuvvet buluşa sebep etmiştir. Nihayet o cansızdır;
insanın yaşayışı yok onda. Nasıl oluyor da gücü çoğaltıyor? Onda can olsaydı diri olurdu zâti.