- 2010 II. Cumhuriyet’in dönüşüm yılı

Adsense kodları


2010 II. Cumhuriyet’in dönüşüm yılı

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Wed 20 June 2012, 04:38 pm GMT +0200
2010: II. Cumhuriyet’in dönüşüm yılı
M. Mücahit KÜÇÜKYILMAZ • 70. Sayı / DİĞER YAZILAR


“İkinci Cumhuriyet’in Anayasası, ilmin ve geçmiş uzun yılların acı tecrübelerinin ışığı altında, memleketin mümtaz ilim adamlarının geceli gündüzlü çalışmalarıyla, memleket aydınlarının bu çalışmalara anketler vasıtasıyla katılmaları suretiyle hazırlanmaktadır.”
Cemal Gürsel, 30 Mayıs 1960, 24. Türkiye Cumhuriyeti ve I. Gürsel Hükümet Programı’ndan


Son günlerini yaşadığımız 2010 yılına kabaca bakarsak, onun “Türkiye değişiyor” ifadesinin en güçlü biçimde vurgulandığı yıl olduğu söylenebilir. Değişim, biraz beylik bir ifade haline geldi; ama Türkiye’nin bugününü değerlendirirken, onun kadar işlevsel bir kavram az bulunur. Elbette bu değişimden kasıt, olumlu bir sosyo-politik ve ekonomik eğilimin varlığıdır. “Türkiye ne zaman değişmedi ki?” diye soracak olanlar, 1930’lu, 70’li, hatta 90’lı yılların statükocu ruhunu hatırlasınlar; tabii bir de bugünkü değişimin, 1960 darbesi sonrası kurulan II. Cumhuriyet’in maruz kaldığı bir süreç olduğunu...

Türkiye’ye değişim gelecekse onu da halk getirir!
II. Cumhuriyet deyince, çoğu kişinin aklına 1990’ların başında Kürt sorunu ve demokratikleşme konusundaki açmazlara karşı bir grup liberal aydının Fransız tarzından mülhem ortaya attığı rejimin yenilenmesi önerisi geliyor. Fakat kavramın Türkiye’deki telif hakkı, baştaki alıntıda da görüldüğü üzere, 27 Mayıs Darbesi’nin lideri, Menderes, Zorlu ve Polatkan’ın idam kararının imza sahibi Gürsel’e ait. Peki, Gürsel’in hükümet programıyla lağvedilen Birinci Cumhuriyet hangisi? Mustafa Kemal ve arkadaşlarının 29 Ekim 1923’te kurduğu Cumhuriyet olmasın sakın! Tastamam öyle. O nedenle, 90’ların İkinci Cumhuriyetçi aydınlarını “dönek”, “liboş”, “hain” ilan ederken; üç seçilmiş devlet adamını idam edip millete gözdağı veren Gürsel’in 1960 model İkinci Cumhuriyet’ini alkışlayanlar, Türkiye’deki siyasal tavırların kırılgan sübjektifliğinin ve ilkel pragmatizminin canlı temsili oldular. Türkiye’de birkaç yıldır yaşanan ve 2010’da tavan yapan değişim, işte bu 1960 darbesiyle yerleşen kurumsal anlayışın üzerinde gerçekleşiyor. Pozitivist aydınlanmacılık, evrensel değerlere dayandığını savunduğu toplumsal tasarımları tavandan tabana jakoben yöntemlerle bir türlü tamama erdiremedi. Bugün ise, o evrensel değerler, toplumsal dinamiklerin etkisiyle ve yerel değerlerle harmanlanarak tabandan tavana sirayet ediyor. Toplum, bir bakıma, “dönüşüm öyle olmaz, böyle olur” diyerek, Türkiye’ye değişim gelecekse onu da kendisinin getireceğini ihsas ettiriyor. Böylece siyaset, ekonomi, hukuk, ordu ve medya dışında kalamadığı bu süreci izlerken; devletin, Eylül 1961’de eline bulaşan millet kanı üzerine kurulan rejimin ontolojisi yeniden inşa ediliyor. Siyaset, medya, akademi ve kültür-sanat alanında, Soğuk Savaş parametreleriyle düşünen ve Gürsel Cumhuriyeti’ne özlem duyan sabık ve sembol isimler, demokrasi terazisinde kıymet ifade etmedikleri için bir bir düşüyor. Eski Türkiye’nin en belirgin kurumsal sembolü olan CHP bile, değişime maruz kalmaktan kurtulamıyor.

Büyük resme uygun olarak, Türk medyasının mülkiyet yapısında başlayan dönüşüm, işleve ve üsluba da yansımaya başlıyor. Çevredeki sermayenin güç kazanması, ülkedeki iktidar sisteminin kenarında kalan geniş bir toplumsal kesimin merkez medyada temsilini sağladı. Bu durum, tabandan başlayan makro demokratik dönüşüm çerçevesinde anlamlı bir mütemmim cüz olarak yorumlanabilir. Mesela, hemen her etik yasada “Gazeteci, iktidarın değil, kamunun yanında olmalıdır” ilkesinden söz edilir. Merkez medya, özellikle 1990’larda, bu ilkeyi, hükümetleri yıkıp kurmakla övünerek uyguladı. Bugün ise, medyada, iktidar kavramının Türkiye’deki karşılığının, sadece halkoyu ile iş başına gelen siyasetçi değil, askerî-bürokratik ilişkilerin odağında teşekkül eden, daha tepede bir yapı olduğu yavaş yavaş kavranıyor. Gürsel, ”Geçmiş uzun yılların acı tecrübeleri” derken, milletin demokratik yöntemlerle seçtiği siyasetçilere gönderme yapıyordu elbet; ancak Yeni Türkiye’de “acı tecrübe” daha çok 27 Mayıs ve onun açtığı darbeler dönemini ifade ediyor ve bu acı tecrübeler gerçekten de bir işe yarıyor.

Şahısların değil Cumhur’un Cumhuriyet’i
Peki, aslında bir tekâmül olan bu değişimin nihai noktası ne olacak? Burada anahtar kavramlar olarak sivil bilinç, demokratikleşme, kamusal şeffaflık, güvenilir ülke kimliği, bölgesel ve küresel güç olma hedefi öne çıkıyor. İçeride Kürt Sorunu, ekonomik-siyasi istikrar ve devletin demokratikleşmesi gibi sorunlarını çözen bir Türkiye, sırasıyla yakın çevresinde ve küresel çapta merkezi bir aktör haline gelecektir. 2010, bunun işaretlerini taşıyan, ümit veren bir yıl oldu; gittikçe daha ikna edici bir projeye dönüşen 2023 vizyonu, mevcut sosyo-ekonomik potansiyelin tam kapasiteye ulaşmasıyla sonuçlanırsa, Türkiye’yi tutmak mümkün olmayacaktır.

Öyle hiç de Cumhuriyet’in numaralarıyla oynamaya gerek yok; Büyük Türkiye hedefine ulaşmak için, halkına güvenen ve onun değerlerine yaslanan yönetimler bize yeter. O halde, ihtiyacımız olan şey; Gürsel’in ya da filanca kişinin adıyla anılan Cumhuriyetler yerine, milletin, yani adı üstünde cumhurun Cumhuriyet’idir!