- 15 yıl önce Türkiye’de medya

Adsense kodları


15 yıl önce Türkiye’de medya

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Sat 4 August 2012, 12:02 pm GMT +0200
15 yıl önce Türkiye’de medya
Hakan ÇOPUR • 84. Sayı / MEDYA


“Bundan 15 yıl önce Türkiye’de medya” ile başlayan ve medyanın ülke gidişatını belirlemede ne kadar etkin olduğunu/olabileceğini anlatan çok sayıda cümle kurulabilir. Gerçekten de medyanın dördüncü kuvvet olmayı dahi beğenmeyip ön sıralarda yer aldığı, özellikle ordu ile ilişkisi zemininde ülkedeki hemen her şeyi alt-üst gösterdiği bir dönemi yaşadık bundan 15 yıl önce. Son askerî darbenin üzerinden 17 yıl geçmişti ki bu sefer “postmodern bir darbe” ile yüz yüze kaldı Türkiye, hem de toplum üzerindeki en büyük “psikolojik operasyonun” medya üzerinden yapılması sayesinde. Evet, bundan 15 yıl önce Türkiye’de medyanın postmodern bir darbenin “taşeronluğunu” yaptığını artık daha net görebiliyoruz. Hemen her tarihsel yüküyle hesaplaşma sürecini yaşayan “yeni Türkiye”, 28 Şubat süreciyle de bir biçimde yüzleşecekti.

28 Şubat haberciliği
Siyasî iktidarlar, halkın bağımsız ve dürüst seçimlerde verdiği oylarla işbaşına geldiği sürece başka güçlerin müdahalesine uğramamalı. Birilerinin “halka rağmen halk için” anlayışıyla istediği gibi ülkedeki güç dengeleriyle oynaması, demokratik ülkede olmayacak bir işti. Beğenelim beğenmeyelim, 28 Şubat’a giden süreçte iktidardaki hükümet seçimle işbaşına gelmiş bir koalisyondu ve onları oradan indirmesi gereken güç, postmodern bir darbe değil, yine halk olmalıydı. İşin siyasi boyutunu bir kenara bırakıp daha çok medya-toplum ilişkisi bağlamına bakarsak göreceğimiz manzara en hafif tabiriyle yakışıksızdır. Özünde bağımsız ve tarafsız olması gereken gazeteler ve televizyon yöneticileri, malum brifinglerde halkı nasıl “psikolojik harekât” çemberine alacaklarını dinlediler. Türkiye aylarca sanki bu dünya ile alâkası olmayan bir uzay ülkesi muamelesi gördü: Sabahları gazetelerde aynı manşetleri görüp aynı haberleri okuduk; akşamları televizyon kanallarında aynı videoları izleyip aynı kişileri dinledik. Yetmedi, bazı paşaların ağzından açık açık darbe tehditlerini yine aynı medya organlarında gördük.

Cumhuriyet tarihi boyunca halkın değil genellikle siyasi iktidarların yanında olan Türkiye’deki medya gücü, 28 Şubat sürecinde tarihinin belki de en kötü sınavını verdi. Türkiye’yi meşru olmayan yollardan yeniden dizayn etmenin manivelası olarak kullanılan “irtica paranoyasını” toplumun zihnine zerketmek için elinden geleni yapan bir medyamız vardı bundan 15 yıl önce. Elbette “bin yıl süreceği” söylenen süreç birkaç yıl sonra bitip Türkiye’deki güç dengesi halkın lehine değişmeye başlayınca medya güçleri de kendilerine ister istemez çeki düzen vermek durumunda kaldılar. Hem güçlü siyasî iktidar hem de uluslararası konjonktür sebebiyle Türkiye’deki medya unsurları yavaş yavaş 28 Şubat haberciliğinden sıyrılmaya başladı. Postmodern darbenin 15. yılında medya açısından hangi noktada olduğumuzu tartışmak yerine ben şunu ifade edeceğim: Zaman zaman farklı olaylarda kafasını çıkarıp gösteren 28 Şubat haberciliği anlayışının Türkiye’de yaşayacak alanı kalmadı. Ama o dönemde yaşananları her zaman hatırda tutmakta fayda var; çünkü medyada yaşanan dönüşüm kurumsallaşmadıkça kapımızda bekleyen sinsi tehlikelerin ortaya çıkma ihtimali de var.

Medya, toplumun neresindedir?
Medya-toplum ilişkilerini okumak, tamamen nereden bakıldığına bağlı olarak değişebilecek zor bir zihinsel faaliyet. Örneğin büyük kesimi bilgi üreten ya da bilgi ile yakından ilişki halinde olan bir toplum karşısında medyanın yapabileceği tek şey, o toplum için düzgün habercilik yapan bir müessese olmak. Uyanık zihinler karşısında medyanın ayartıcılığı çoğu zaman zayıf bir hileden ibaret. Ancak toplumun önemli kesimi bilgiyle sağlıklı ilişki halinde değilse medyanın yönlendiriciliği ve ayartıcılığı herhalde daha fazla olacak. Türkiye’nin bu iki farklı durum arasında yer aldığını, ikincisine doğru ilerleyen bir toplumsal farkındalığa sahip olduğunu, ancak bu toplumsal farkındalığın siyasî irade/güç olmadan etkin şekilde kullanılamayacağını söylemek mümkün. Özetle, Türkiye toplumu birçok alanda önemli mesafeler katediyor olsa da hâlâ medyanın yönlendiriciliği ve ayartıcılığı karşısında yeterince bağımsız hale gelemedi. Her ne kadar 2012 medyası, 28 Şubat medyasının gücünde değilse de hem bireysel hem de toplumsal açıdan medyanın hayatımızda çok başat bir konumda olduğunu söyleyebiliriz sanırım. Medyanın bu konumunu, daha çok okuyarak, araştırarak, öğrenerek ve toplumsal anlamda gelişerek törpülemenin yollarını bulmalıyız. Medyanın toplumun haber alma ve eğlenme hakkına cevap veren bir araç; siyasî hayatımızı etkileyen bir güç olmaması gerekiyor.

Sonuç yerine…
Hepimiz ya sabah bayiden gazete alıyor, ya internet üzerinden haberleri takip ediyor ya da en azından akşamları evimizde televizyon karşısına geçiyoruz. Medya ile her karşılaştığımız anda orada olanı/bize sunulanı tüketen nesne konumunda olmak yerine sunulanın ötesine geçebilen özne olabilirsek o zaman bu ülkede kolay kolay medya insanları yönlendiremeyecek. Özne olmak ile nesne olmak arasındaki temel fark, bireysel ve toplumsal aklımızı ne ölçüde aktif kullandığımızla ilgili olsa gerek. Örneğin, yüce kitabımızın ilk emri olan “Oku!” emrini hayatımıza uygulayabildiğimiz ölçüde gerçekten özne olmayı ve bilgiyle sağlam bir ilişki kurmayı başarabiliriz. Bu ülke bir daha 28 Şubat’lar görmeyecek; biz bu bilince sahip olduğumuz sürece…