hafiza aise
Thu 10 February 2011, 02:50 pm GMT +0200
YEDİNCİ LEM'A
Nasıl ki, herbir mahlûk-u cüz'î üstünde ehadiyetin sikkesi olduğu gibi; herbir nevi üstünde, herbir küll üstünde, ta mecmuu âlem üstünde sikke-i ehadiyet ve hâtem-i vahidiyet ve turra-i vahdet gayet parlak bir surette vaz edilmiştir. İşte bak, sath-ı arzın sayfasında, bahar mevsiminde, Nakkaş-ı Ezelî, en ekal üç yüz bin nebatat ve hayvanat envâını haşir ve neşreder. Nihayetsiz ihtilât ve karışıklık içinde, nihayet derecede imtiyaz ve intizamla bunları iade edip haşrediyor. Çendan bir kısmını aynen iade etmiyor. Fakat ayniyet derecesinde bir müşabehet ve bir misliyetle iade ediyor.
Demek haşr-i bahar, tevhide sikke olduğu gibi, haşr-i kıyamete dahi tamamen misal olabilir. Demek baharda, ihyâ-yı arz içinde üç yüz bin haşrin nümunelerini kemal-i intizamla icad edip, sahife-i arzda karışık bir halde üç yüz bin muhtelif envâı hiç hatâsız ve hiç sehivsiz ve hiç karıştırmadan, gayet mevzun ve muntazam ve manzum olarak yazmak, nihayetsiz kudret ve ilim ve iradeye mâlik bir Zât-ı Zülcelâlin sikke-i mahsusası olduğunu her zîşuurun derk etmesi lâzım gelir. Kur'ân-ı Kerim ferman ediyor ki:
(1)

Evet, ihyâ-yı arz içinde üç yüz bin haşrin nümunelerini birkaç gün zarfında yapan kudret-i fâtıraya, insanın haşri, elbette gayet hafif gelir. Sübhan Dağını bir işaretle kaldıran bir zata, "Bu kaleyi nasıl kaldıracak?" demek, belâhettir.
1 "Şimdi bak Allah'ın rahmet eserlerine: Yeryüzünü ölümünün ardından nasıl diriltiyor! Bunu yapan, elbette ölüleri de öylece diriltecektir; O herşeye hakkıyla kàdirdir." Rum Sûresi, 30:50.