hafiza aise
Thu 10 February 2011, 02:30 pm GMT +0200
DÖRDÜNCÜ REŞHA
O burhan-ı nâtık, öyle bir ziya-yı hakikat neşreder ki, adeta kâinatın şeklini değiştiriyor. İşte onu dinlemediğin vakit bak: Kâinat, bir matemhane-i umumî hükmünde; mevcudatı birbirine ecnebî, belki düşman; câmidâtı dehşetli cenazeler; bütün zevilhayatı zeval ve firakın sillesiyle ağlayıcı yetimler hükmünde görürsün.
Şimdi o zatın neşrettiği nur ile bak, o matemhane-i umumî, şevk ve cezbe içinde bir zikirhaneye inkılâp etti. O ecnebî, düşman mevcudat, birer dost, birer kardeş şekline girdi. O câmidât-ı meyyite-i sâmite, birer mûnis memur, birer musahhar hizmetkâr vaziyetini aldı. O ağlayıcı, şekvâ edici, kimsesiz yetimler, birer tesbih içinde zâkir veya vazife paydosundan şâkir suretini giydi. Ve kâinattaki harekât ve tenevvüât ve tagayyürât, mânâsızlıktan ve abesiyet ve tesadüf oyuncaklığından çıkıp, birer mektubat-ı Rabbaniye, birer sahife-i âyât-ı tekviniye, birer merâyâ-yı esma-i İlâhiye,ve âlem dahi, bir kitab-ı hikmet-i samedaniye mertebesine çıktılar.
İnsanı, bütün hayvanatın madununa düşüren, insanın hadsiz za'f ve aczi, fakr ve ihtiyacı, hem insanı bütün hayvanlardan daha bedbaht hale getiren, vasıta-i nakl-i hüzün ve elem-i havf ve gam olan insanın aklı o nur ile nurlandığı vakit; insan, bütün hayvanat, bütün mahlûkat üstünde, o nurlanmış acz ve fakr ve akıl ile, niyaz ile, nâzenin bir sultan; ve fizar ile, nazdar bir halife-i zemin olur. Demek, o muarrif burhan-ı natık olmazsa, kâinat da, insan da, hattâ herşey de hiçe iner. Elbette böyle bir bedi' kâinatta, böyle bir muarrif zat elzemdir. Yoksa kâinat ve eflâk olmamalıdır.