hafiza aise
Thu 10 February 2011, 03:31 pm GMT +0200
On üçüncü ders

(1)

Ey serab-ı gururu, şarab-ı tahur zanneden Said-i hodfuruş! Hikmet, hayr-ı kesir olduğunu işittin. Fakat yanlış yola gitmiştin. Şu kitab-ı kâinatın hikmetini, maanisinde aramadın. Gittin, nukuşunda taharri ettin. Hikmet-i kudsiye-i Kur'âniyeyle hikmet-i felsefe-i insanın farklarını görmek istersen, şu temsile güzel bak:
Bir zaman dindar, san'atkâr bir hâkim, Kur'ân'ı acip bir tarzda yazmış. Bazı hurufatını elmas ve zümrütle, bir kısmını altın ve gümüşle, bir kısmını daha kıymettar cevherlerle yazıp öyle müzeyyen ve münakkaş etmişti ki, o Kur'ân'ı, kıraatini bilen ve bilmeyen herkes temaşa edip istihsan ederdi. Fakat o Kur'ân'ın mânâsındaki ziynet ve güzellik, zâhirî ziynetinden milyon mertebe daha âli, daha gàlî, belki nispet kabul etmez derecededir.
O hâkim, şu musannâ ve murassâ Kur'ân-ı Hakîmi, bir ecnebî filozofa ve bir Müslüman âlime gösterdi. Ve emretti ki, "Herbiriniz buna dair birer eser yazınız."
Herbiri, o Kur'ân'a dâir birer kitap telif etti. Fakat filozofun kitabı, yalnız hurufun nakışlarından ve münasebetlerinden ve vaziyetlerinden ve cevherlerinin hâsiyetlerinden ve târifatından bahseder. Mânâsına hiç ilişmez. Zira o ecnebî adam, Arapça okumasını hiç bilmez. Hattâ o müzeyyen Kur'ân'ın kitap olduğunu bilmiyor. Ve ona, münakkaş bir antika nazarıyla bakıyor. Lâkin o ecnebî filozof, her ne kadar Arapça bilmiyor, fakat iyi bir mühendistir, güzel bir musavvirdir, mâhir bir kimyagerdir, sarraf bir cevhercidir.
Amma Müslüman âlim ise, ona baktığı vakit, "O Kitab-ı Mübîndir, Kur'ân-ı Hakîmdir" anladı. Tezyinat-ı zahîrisine ehemmiyet vermedi. Hurufunun nakışlarıyla iştigal etmedi. Belki öyle birşeyle meşgul oldu ki, ötekinin meselelerinden milyon mertebe daha âli ve daha gàlî, daha lâtif, daha şerif, daha nâfi, daha câmi. Çünkü o Müslüman âlim, o Kur'ân'ın perde-i nukuşu altında olan hakaik-i kudsiyesinden ve envar ve esrarından bahsederek bir güzel tefsir yazdı.
Sonra, ikisi de eserlerini hâkime takdim ettiler. Hâkim, evvel filozofun eserine baktı. Gördü ki, o hodpesent, tabiatperest adam çok çalışmış; fakat hiç hikmetini ve mânâsını anlamamış. Belki karıştırmış. Ona karşı hürmetsizlik, belki edepsizlik etmiş. Mânâsız nukuş zannederek, kıymetsizlikle tahkir etmiş. Hâkim dahi eserini başına vurdu. O filozofu huzurundan çıkardı.
Sonra öteki âlimin eserine baktı. Gördü ki, gayet güzel nâfi bir tefsirdir ve hakîmane ve mürşidâne bir teliftir. "Âferin" dedi. "İşte âlim ve hakîm buna derler. Öteki, haddinden tecavüz etmiş bir san'atkârdır."
Mesnevî-i Nuriye - Nur'un İlk Kapısı - s.1396
Eğer temsilî fehmettinse, bak, hakikati gör.
Amma o müzeyyen Kur'ân ise, şu musannâ kâinattır. O Hâkim ise, Hakîm-i Ezelîdir. O iki adam ise, birisi, yani ecnebîsi, ilm-i felsefedir ve hükemasıdır. Diğeri, Kur'ân ve tilmizleridir. Kur'ân-ı Hakîm, şu Kur'ân-ı azîm-i kâinatın bir müfessiridir, bir tercümanıdır.
Evet, Furkan-ı Hakîmdir ki, şu sahaif-i kâinatta kalem-i kudretle yazılan âyât-ı tekviniyeyi beşere ders verir. Mevcudata, mânâ-yı harfiyle bakar. "Ne güzel yapılmış, ne güzel delâlet ediyor" der. Kâinatın hakikî güzelliğini gösterir.
İlm-i hikmet dedikleri felsefe ise, sahaif-i kâinatın hurufunun tezyinat ve münasebatına dalmış, sersemleşmiş. Hurufata, mânâ-yı harfiyle bakmak lâzım gelirken, mânâ-yı ismiyle bakmış. "Ne güzel yapılmış" diyecek yerde, "Ne güzeldir" deyip çirkinleştirmiş. Kâinatı tahkir edip, kendisine müştekî etmiştir (2)

Esbaba teşebbüs, bir nevi dua-yı fiilîdir. Vesait ise, perde-i dest-i kudrettir.
Evet, tevekkül etsen, dünyada istirahatin, âhirette istifaden kat'îdir. Mütevekkil ile, sözü anlamayan gayr-ı mütevekkilin misalleri şu hikâyeye benzer ki:
İki adam, bellerine ve başlarına ağır yükler yükletip bir sefineye bilet alıp girdiler. Birisi, girer girmez yükünü gemiye bıraktı, üstünde oturdu, nezaret etti. Diğeri, hem ahmak, hem mağrur, yükünü yere bırakmadı.
Ona denildi: "Şu ağır yükünü gemiye bırak, rahat et."
O dedi: "Yok, ben kuvvetliyim. Yükümü, hem belimde, hem başımda muhafaza ederim."
Ona denildi: "Bizi ve seni kaldıran şu gemi daha kuvvetlidir; daha güzel muhafaza eder. Hem gittikçe kuvvetten düşen belin ve akılsız başın, şu gittikçe ağırlaşan yüklere takat getiremeyecek. Hem dahi, gemi kaptanı seni böyle görse, ya 'Divanedir' der, seni tard eder; ya 'Haindir' der, 'Gemimizi itham ediyor ve bizimle istihza ediyor, hapsediniz" der, seni hapsettirir. Hem herkese de maskara olursun. Çünkü, zaafiyetini gösteren tekebbürünle, aczini gösteren gururunla, riyayı gösteren tasannuunla kendine mudhike yaparsın. Herkes sana gülecek."
O biçarenin aklı başına geldi. Yükünü yere koydu, üstünde oturdu. "Oh! Allah senden razı olsun. Zahmetten ve hapisten ve maskaralıktan kurtuldum" dedi.
1 "Kime hikmet verilmişse, işte ona pek çok hayır verilmiştir." Bakara Sûresi, 2:269.
2 "Allah'a tevekkül edene Allah kâfidir." Talâk Sûresi, 65:3.