ehlidunya
Wed 22 June 2011, 04:35 pm GMT +0200
100 yıllık demokrasi manifestosu
Türkiye’nin demokrasi serüveni, 19. yüzyılda Meşrutiyet’in ilânıyla başlar.
Özellikle İkinci Meşrutiyet’in 1908’de ilân edilmesiyle çok çetin tartışmalar yaşanır. O zamanın aydınları ikiye bölünür. Bir kısmı, meşrutiyeti savunurken bir kısmı da şiddetle meşrutiyete karşı çıkar. İkinci gruptakiler, meşrutiyeti şeriata aykırı bulurlar. Şer’i esaslara dayalı Osmanlı’nın Batı menşeli meşrutiyeti benimsemesinin mümkün olmadığını düşünürler. Bu heyecanlı tartışmaların ortasında o zamanın meşhur bir İslam âlimi olan Bediüzzaman meşrutiyet konusundaki tavrını şöyle ortaya koyar:
“Avrupa, bizdeki cehalet ve taassup müsaadesiyle, Şeriat’ı istibdada (zorbalığa) müsait zannettiklerinden nihayet derecede kalben üzülmüştüm. Onların bu zanlarını tekzip etmek için meşrutiyeti herkesten ziyade Şeriat namına alkışladım. Ayasofya’da, Bayezid’de, Fatih’te, Süleymaniye’de umum ulema ve talebeye hitaben müteaddit nutuklarla Şeriat’ın ve müsemma-yı meşrutiyetin münasebet-i hakikiyesini (İslâmiyet’le meşrutiyet arasındaki gerçek münasebeti) izah ve teşrih ettim.”1
Bediüzzaman, cami kürsülerinde halka meşrutiyetin faziletini anlatmakla yetinmez. Meşrutiyet’e zihnen çok uzak bulduğu Doğu aşiretlerine de meşrutiyeti anlatmaya çalışır. Kendi tabiriyle, “dağ ve sahrayı bir medrese ederek meşrutiyeti ders” verir. Bizzat ulaşamadığı insanlara ise kendi bedeline konuşmak üzere, Münazarat isimli bir eser kaleme alır.
Münazarat, tabir yerindeyse, harika bir “demokrasi manifestosu” sayılır. Münazarat’ı okumamış veya okuduğu halde içindeki harika tesbitleri tam anlamamış olanlar bu ifadeyi abartılı bulabilirler. Münazarat, hem İslâm dünyasına hem de Batı dünyasına İslâm’ın politik görüşünü anlatan harika bir eserdir. Bediüzzaman, söz konusu eserde, İslam dünyasının gelişmesine mâni olan ve insanları hayvan derecesine indiren “istibdad hastalığı”nı teşhis etmekte ve bu hastalığa sebep olan “zorba virüsü”nü keşfetmektedir. Bediüzzaman, bu virüsün zorbacı devlet erkânı tarafından bütün topluma bulaştırıldığını ifade etmektedir. İyi anlaşıldığında, Münazarat, despotik yönetimler altında ezilen İslam toplumlarında demokratik bilincin yerleşmesine katkıda bulunacağı gibi, İslam’ın şiddet ve zorbalık telkin ettiği yönündeki yanlış imajın düzeltilmesine de katkıda bulunacaktır.2
Bediüzzaman, Münazarat’ta istibdad hastalığını teşhis etmekle yetinmiyor, tedavisi için de bir reçete sunuyor. Aradan tam bir asır geçmesine rağmen Türkiye’nin halen aynı hastalıktan muzdarip olması, Bediüzzaman’ın reçetesine şiddetle muhtaç olduğumuzu göstermektedir.
Bediüzzaman’ın Doğu Aşiretlerine Hediyesi: Meşrutiyet
Bediüzzaman, II. Meşrutiyet’in ilânından sonra yaptığı Doğu ziyaretinde, uzak yerden geldiği için kendisinden hediye bekleyenlere, en büyük bir hediye ile geldiğini söyler. Milletin yarısını bu hediye uğruna feda etseydik yine ucuz olurdu, diyerek hediyenin ne kadar kıymetli olduğuna dikkat çeker. Çünkü hediye olarak, Kürtleri, hatta bütün İslam âlemini, asırlardır geride bırakan “zorba virüsü”3ne karşı etkili olan “meşrutiyet (demokrasi)” ilacını getirmişti. Bu ilaç, onların gelişmesine mâni olan ve emsallerine göre cüce ve zayıf yapan bu virüsü etkisiz kılıp hakiki güçlerine kavuşmayı sağlayacaktı. Dolayısıyla mezmum hastalıktan asırlardır çeken bir millet için söz konusu ilaçtan daha büyük bir hediye olamazdı.
Bediüzzaman, meşrutiyet hakkında kulaktan dolma, yanlış ve eksik bilgiler edinmiş halka, istibdat, hürriyet ve meşrutiyet kavramlarının tanımını yaparak işe başlar. Derin felsefî kavramlar kullanmak yerine, “Meşrutiyet kanunuyla sual edin” diyerek, basit bir uygulamayla muhataplarına meşrutiyetin mana ve güzelliğini göstermek ister.
Bediüzzaman, istibdadın çok kapsamlı bir tanımını yapar. İstibdadın suistimale açık, zorbalığa müsait olduğunu beyan ettikten sonra insanlığı mahvettiğini ve sefaletin en derin derelerine yuvarladığını ifade eder. İslam dünyasını geri bırakan ve insanlığa manevî gıda ve şifa olan İslamiyet’i zehirlendiren istibdadın, bulaşıcı olduğunu beyan eder. Başka bir eserinde, istibdadın her türlü gelişmenin önündeki en büyük engel olduğunu şöyle ifade eder: “İstibdat, hâsılat-ı terakkiyi (ilerlemenin tüm kazanımlarını) istihlak ile (yok ederek) insanları mazi tarafına döndürüyor. İstibdat, istikbale istidbar ediyor (geleceğe sırtını dönüyor).”4 Çünkü zorbalığın hâkim olduğu bir ortam çorak bir alan gibidir. İnsandaki kabiliyet tohumlarının gelişmesine mâni olmaktadır. Bediüzzaman, istibdadın bu denli tahribat yapmasını, insanlığın kabiliyetlerini imha edip onu hayvan derecesine düşürmesine bağlıyor: “Bu zaman-ı mazide (istibdat döneminde), insan istidad-ı gayr-ı mütenahiye malik iken o kadar dar ve mahdut daire içinde hareket ediyordu ki güya insan iken hayvan gibi yaşadığından, efkâr (fikirleri) ve ahlâkı o daire nispetinde tedenni etmiş (gerilemiş) ve mahsur kalmış idi.”5
Bediüzzaman, “Şimdiye kadar (istibdat döneminde) mezarda idik, çürüyorduk”6 demekle de istibdadın insanları “canlı cenazeler” hükmüne getirdiğini ifade eder. Bediüzzaman, meşrutiyet ilacını “zorba virüsü”ne karşı etkin bir ilaç olarak görür. Öldürücü zorba zehirine karşı bir panzehir işlevi gördüğünü düşünür.
Haber Kaynağı: YeniAsya
Türkiye’nin demokrasi serüveni, 19. yüzyılda Meşrutiyet’in ilânıyla başlar.
Özellikle İkinci Meşrutiyet’in 1908’de ilân edilmesiyle çok çetin tartışmalar yaşanır. O zamanın aydınları ikiye bölünür. Bir kısmı, meşrutiyeti savunurken bir kısmı da şiddetle meşrutiyete karşı çıkar. İkinci gruptakiler, meşrutiyeti şeriata aykırı bulurlar. Şer’i esaslara dayalı Osmanlı’nın Batı menşeli meşrutiyeti benimsemesinin mümkün olmadığını düşünürler. Bu heyecanlı tartışmaların ortasında o zamanın meşhur bir İslam âlimi olan Bediüzzaman meşrutiyet konusundaki tavrını şöyle ortaya koyar:
“Avrupa, bizdeki cehalet ve taassup müsaadesiyle, Şeriat’ı istibdada (zorbalığa) müsait zannettiklerinden nihayet derecede kalben üzülmüştüm. Onların bu zanlarını tekzip etmek için meşrutiyeti herkesten ziyade Şeriat namına alkışladım. Ayasofya’da, Bayezid’de, Fatih’te, Süleymaniye’de umum ulema ve talebeye hitaben müteaddit nutuklarla Şeriat’ın ve müsemma-yı meşrutiyetin münasebet-i hakikiyesini (İslâmiyet’le meşrutiyet arasındaki gerçek münasebeti) izah ve teşrih ettim.”1
Bediüzzaman, cami kürsülerinde halka meşrutiyetin faziletini anlatmakla yetinmez. Meşrutiyet’e zihnen çok uzak bulduğu Doğu aşiretlerine de meşrutiyeti anlatmaya çalışır. Kendi tabiriyle, “dağ ve sahrayı bir medrese ederek meşrutiyeti ders” verir. Bizzat ulaşamadığı insanlara ise kendi bedeline konuşmak üzere, Münazarat isimli bir eser kaleme alır.
Münazarat, tabir yerindeyse, harika bir “demokrasi manifestosu” sayılır. Münazarat’ı okumamış veya okuduğu halde içindeki harika tesbitleri tam anlamamış olanlar bu ifadeyi abartılı bulabilirler. Münazarat, hem İslâm dünyasına hem de Batı dünyasına İslâm’ın politik görüşünü anlatan harika bir eserdir. Bediüzzaman, söz konusu eserde, İslam dünyasının gelişmesine mâni olan ve insanları hayvan derecesine indiren “istibdad hastalığı”nı teşhis etmekte ve bu hastalığa sebep olan “zorba virüsü”nü keşfetmektedir. Bediüzzaman, bu virüsün zorbacı devlet erkânı tarafından bütün topluma bulaştırıldığını ifade etmektedir. İyi anlaşıldığında, Münazarat, despotik yönetimler altında ezilen İslam toplumlarında demokratik bilincin yerleşmesine katkıda bulunacağı gibi, İslam’ın şiddet ve zorbalık telkin ettiği yönündeki yanlış imajın düzeltilmesine de katkıda bulunacaktır.2
Bediüzzaman, Münazarat’ta istibdad hastalığını teşhis etmekle yetinmiyor, tedavisi için de bir reçete sunuyor. Aradan tam bir asır geçmesine rağmen Türkiye’nin halen aynı hastalıktan muzdarip olması, Bediüzzaman’ın reçetesine şiddetle muhtaç olduğumuzu göstermektedir.
Bediüzzaman’ın Doğu Aşiretlerine Hediyesi: Meşrutiyet
Bediüzzaman, II. Meşrutiyet’in ilânından sonra yaptığı Doğu ziyaretinde, uzak yerden geldiği için kendisinden hediye bekleyenlere, en büyük bir hediye ile geldiğini söyler. Milletin yarısını bu hediye uğruna feda etseydik yine ucuz olurdu, diyerek hediyenin ne kadar kıymetli olduğuna dikkat çeker. Çünkü hediye olarak, Kürtleri, hatta bütün İslam âlemini, asırlardır geride bırakan “zorba virüsü”3ne karşı etkili olan “meşrutiyet (demokrasi)” ilacını getirmişti. Bu ilaç, onların gelişmesine mâni olan ve emsallerine göre cüce ve zayıf yapan bu virüsü etkisiz kılıp hakiki güçlerine kavuşmayı sağlayacaktı. Dolayısıyla mezmum hastalıktan asırlardır çeken bir millet için söz konusu ilaçtan daha büyük bir hediye olamazdı.
Bediüzzaman, meşrutiyet hakkında kulaktan dolma, yanlış ve eksik bilgiler edinmiş halka, istibdat, hürriyet ve meşrutiyet kavramlarının tanımını yaparak işe başlar. Derin felsefî kavramlar kullanmak yerine, “Meşrutiyet kanunuyla sual edin” diyerek, basit bir uygulamayla muhataplarına meşrutiyetin mana ve güzelliğini göstermek ister.
Bediüzzaman, istibdadın çok kapsamlı bir tanımını yapar. İstibdadın suistimale açık, zorbalığa müsait olduğunu beyan ettikten sonra insanlığı mahvettiğini ve sefaletin en derin derelerine yuvarladığını ifade eder. İslam dünyasını geri bırakan ve insanlığa manevî gıda ve şifa olan İslamiyet’i zehirlendiren istibdadın, bulaşıcı olduğunu beyan eder. Başka bir eserinde, istibdadın her türlü gelişmenin önündeki en büyük engel olduğunu şöyle ifade eder: “İstibdat, hâsılat-ı terakkiyi (ilerlemenin tüm kazanımlarını) istihlak ile (yok ederek) insanları mazi tarafına döndürüyor. İstibdat, istikbale istidbar ediyor (geleceğe sırtını dönüyor).”4 Çünkü zorbalığın hâkim olduğu bir ortam çorak bir alan gibidir. İnsandaki kabiliyet tohumlarının gelişmesine mâni olmaktadır. Bediüzzaman, istibdadın bu denli tahribat yapmasını, insanlığın kabiliyetlerini imha edip onu hayvan derecesine düşürmesine bağlıyor: “Bu zaman-ı mazide (istibdat döneminde), insan istidad-ı gayr-ı mütenahiye malik iken o kadar dar ve mahdut daire içinde hareket ediyordu ki güya insan iken hayvan gibi yaşadığından, efkâr (fikirleri) ve ahlâkı o daire nispetinde tedenni etmiş (gerilemiş) ve mahsur kalmış idi.”5
Bediüzzaman, “Şimdiye kadar (istibdat döneminde) mezarda idik, çürüyorduk”6 demekle de istibdadın insanları “canlı cenazeler” hükmüne getirdiğini ifade eder. Bediüzzaman, meşrutiyet ilacını “zorba virüsü”ne karşı etkin bir ilaç olarak görür. Öldürücü zorba zehirine karşı bir panzehir işlevi gördüğünü düşünür.
Haber Kaynağı: YeniAsya