- Vahdeti vücûd

Adsense kodları


Vahdeti vücûd

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sumeyye
Fri 23 July 2010, 02:18 pm GMT +0200
Vahdet-i Vücûd

Anlamı ve mahiyeti ile ilgili tartışmaların hiç kesilmediği bir konu olan Vahdet-i Vücûd, harici tesirlerin etkin olduğu bir inançtır

Müslümanların savaşlar veya ticarî ilişkiler sonucunda özellikle Hint'le irtibat kurmaları, Hint din ve felsefelerinin müslümanlar arasında tanınmasına imkân sağlar

Bu irtibat süresince Veda inancı bazı sûfîlerce düşünce ve inançlarını izahta yardımcı unsur olarak benimsenirVeda inancına göre, tabiat diye başlı başına bir mevcûd yoktur Varolan sadece yaratıcı kudrettir Tabiat ise onun bir görüntüsüdür-Aynen dalga ve köpüğün, denizin bir görüntüsü olması gibi Deniz kayboldumu dalgada köpükte kalmaz Deniz dalga ve köpükten ibaret değildir ancak onlarsız da kendisini gösteremez

Fena inancının doğru biçiminden, bozulmuş, çarpıtılmış biçimine geçişte Allah'ın varlığının karşısında ayrı bir "Ben"in olamayacağı inancının oluşması, Vahdet-i Vücûd inancının doğuşunda önemli bir safhayı teşkil eder

Eğer "Ben" yoksa, o zaman diğer şeylerin de olmaması gerektiği kanaati oluşur Diğer şeyleri, Allah'a rağmen var kabul etmek Yunus Emre'nin mısrasında olduğu gibi, şirk olarak nitelenir

Ancak bu inancın baştaki dağınıklıktan ve yorum farklılıklarından kurtarılıp, sistemli şekilde ifade edilmesi hemen gerçekleşmemiştir Bunun için İbn Arabi'yi (638/1240) beklemek gerekmiştir Veda inancı ve diğer toplumların felsefî birikimleri son safhada sahip olunan söz konusu inancı izahta önemli kolaylıklar sağlar ve böylelikle felsefî bir sistem doğar; bu Vahdet-i Vücûd inancıdır, İbn Arabi'de ontolojik ve metafizik anlamda başlıbaşına bir inanç sistemi haline gelen Vahdet-i Vücûd inancı, bazı sufilerin elastikiyetli ifadeleri içerisinde tasavvufun bünyesinde yerini alır Elâstiki ifadelerle anlatılan ve bu nedenle istenilen anlama çekilebilen bu inanç, böylelikle müslüman halkın kabulünü elde etme imkânı kazanır

Söz konusu inancın anlamını araştıracak olursak; Vahdet-i Vücûd inancı "Vücud'"un tek olduğu ve bunun da Vücud-u Mutlak olan Vücud-u İlâhi'den ibaret olduğu anlamına gelir ("La mevcûde illâ Hu!" demek, Allah'tan başka mevcud yok demektir Asıl mevcutta ancak odur Ariflerin (Ya Maksud!), (ya Mevcud!) sözleri de buna delildir Çünkü, eşyanın bazısı bazısına zıt olmakla beraber, Allah bütün eşyayı kaplamıştır ve çünkü eşya manevi vucûd altında mevcuttur Başka bir deyişle varlıklardan her biri o tek aslın kuvvetlerinin bir suretidir ve zıtlık ve netyde, ancak bu suretler, bu mertebeler bakımındandır Şu halde, Allah, bu mertebelerden münezzeh olmakla beraber, onlardan hali de değildir" Sunar,237 ) Buna göre âlem (kâinat) Allah'ın (Vucud-u İlâhî'nin) dış görünüşünden ibarettir Allah ise âlemin iç görünüşüdür, ikisi arasında cevher, araz farklılığı varsa da bu görünüşten ibaret olup, gerçekte her ikisinin de sıfatlarında fark mevcut değildir

Başta İbn Arabî olmak üzere en açık biçimiyle Sadreddin Konevî (673/1274) Celâleddin Rumî (672/1273), Abdulkadîr el-lci (756/1355), İbn Seb'în (669/1270), lbnu'l Farız (632/1235), Tîlimsanî gibi ünlü sufîlerin söz ve yazılarında kolaylıkla bulunabilecek Vahdet-i Vücûd inancı, günümüz araştırıcılarının çoğunun zihnin de Batı kökenli Panteizm kavramını çağrıştırır bir şekilde yer etmiştir Çünkü Panteizm'e göre de "Allah'ın âlemden ayrı ve müstakil bir şahsiyeti yoktur"

Elbetteki yanlışlığın coğrafyası ve zamanı olmaz Yanlış, her yerde ve zamanda yanlıştır Üstelik yanlışlar arasındaki farklılıklar (zıtlıklar) birine oranla diğerini doğru kılmaz Yani basit bir örnekle; 2 kere 2'nin değişik kişiler tarafından 5 veya 7 olarak kabul edilmesi durumunda, 5 sonucunu yanlış kabul eden birisinin 5 ile 7 sonuçları birbirinden farklı olması nedeniyle, 7 'yi 5'e kıyaslayarak " 2 kere 2 nin 5 ettiği görüşü yanlıştır, 7'de 5'ten farklıdır o halde 2 kere 2, 7 dir" yargısında bulunamaz ve böyle bir yargı doğru kabul edilemez Çünkü 2 kere 2'nin 5 ettiği düşüncesi nasıl yanlışsa 7 ettiği düşüncesi de aynı şekilde yanlıştır Zira bir yanlışın durumu diğer bir yanlışa göre değil, doğruya göre bir anlam ifade eder

Birşey, doğru olandan farklı ise yanlışlık değerini kazanır Doğruyla aynı ise doğruluk değerini kazanır Bunları belirtmemizin nedeni; Vahdet-i Vücûd inancını ısrarla Batı'nın panteizminden farklı olduğunu vurgulayarak doğru (hakikat) kılma gayretlerinin hiç eksik olmamasıdır

Bu durumda olanlar Fena ve Hulûl’la ilgili inançlara sahip olup, bunu tereddütsüz bir şekilde ifade eden kişilere rağmen, "Onlar bununla hululü kasdetmiyorlar(dı)" diyerek konuyu zoraki olumlu mecralara çekmeye çalışan kişilerle benzer tavır içerisindedirler

Kraldan çok kralcı kesilme eğilimi taşıyan bu şahsiyetlerinden birisi de çağdaş araştırıcılardan Seyyid Hüseyin Nasr'dır ve konumuzun anlaşılması için onu bir örnek olarak alabiliriz

O, kitaplarında ısrarlı bir şekilde Vahdet-i Vücûd'un Panteizm olmadığını açıklar Ona göre, bu ikisi arasında hiç bir benzerlik yoktur Şu açıklaması ise bu ilgisizliği(!) göstermeye yöneliktir; "(Öncelikle) Panteizm felsefi bir sistem(dir)ikinci olarak, panteizm Allah'la kâinat arasında tözsel bir devamlılık öngörür(Vahdet-i Vücûd inancına gelince) şudur bu doktrinin esasları, Allah kâinat karşısında mutlak aşkın (müteal) olmakla birlikte, kâinat O'ndan bütünüyle ayrı değildir Yani kâinat esrarlı biçimde Allah'a katılmış durumdadır"

Görüldüğü gibi Panteizm ile Vahdet-i Vücûd arasındaki çok ince anlam farklılıkları dikkate alınarak, Vahdet-i Vücûd'un: Pateizm olmadığı ve Panteizm yanlış olduğuna göre, Vahdet-i Vucûd'un doğru/hakikat olduğu gibi bir saçmalığa düşülmektedir

Halbuki LA İLAHE İLLALLAH'ta simgeleşen Tevhid hakikati çerçevesinde düşünüldüğünde dikkate alınması gereken husus, Vahdet-i Vücûd'un Tevhid'in gereği mi yoksa onun çarpıtılmış biçiminin ulaştığı bir inanç mı olduğu konusudur

Vahdet-i Vücûd inancını, karşıtları bir yana, bizzat taraftarlarının ifadelerinden hareketle anlamaya çalışacak olursak, ilk sıralarda karşımıza çıkan şahıs Hallac-ı Mansur (309/921) olur Onun daha çok hulul inancını çağrıştırır ifade ve fikirleri bir çok taraftar bulur O'nun çok sayıdaki taraftarlarlarından bir örnek olarak yakın dönem sufilerinde Nazmi Efendi'yi(1113/1701) anabiliriz

O, Vahdet-i Vücûd inancı gereği, hulul inancına karşı çıkar Hulul olabilmesi için iki ayrı varlığın bulunması gerektiğini ifade eder ve O'na göre iki ayrı varlık yoktur Bu nedenle hulul inancı yanlıştır, hakikate muhaliftirÇünkü bir tek varlık vardır O da "Vücûd-u Mutlak" olan Allah'tır

Nazmî Efendi'ye göre, "Allah bütün âlemi, kâinatı kaplamış" demek de büyük yanlıştır, Allah'tan ayrı bir âlemin olduğu söz konusu edilmektedir Halbuki âlem, eşya diye birşey yoktur Varolan sadece Allah'tır Ancak bunu ise cahiller değil sadece "ev ednâ" makamına erişenler anlayabilirler"

Ünlü sûfı-şair Camî'de (898/1492) mensubu olduğu ve savunduğu Vahdet-i Vücûd inancını bir çok şiirinde tekrar tekrar açıklar Şu şiiri bunlardan sadece birisidir;

Arkadaş,dost, yoldaş,
Hepsi O,
Dilencinin yırtık-sökük elbisesindeki de
Krallara lâyık sırmalı kaftanlardaki de,
Hep O;
Çeşitliliğin sergilenişinde veya birliğin gizliliğinde
Vallahi hep O!
Tallahi hep O!

Ibn Arabi'nin (638/1240) Vahdet-i Vücûd inancının sistemleştiricisi olduğunu belirtmiştim O, seleflerinden aldığı bu inancı sistemli, başlıbaşına bir inanç sistemi haline getirdikten sonra haleflerine devreder Bu itibarla konunun İbn Arabî merkezli incelenmesinde yarar vardır

İbn Arabi'nin Vahdet-i Vücûd inancının doğru biçimde anlaşılabilmesi için Nazmi Efendi örneğinde olduğu gibi, hulul inancının dayanak alınması gerekmektedir Şöyleki, O, hulul inancının saçma olduğunu ifade eder Çünkü hulul olması için, iki ayrı varlığın (hulul eden ve kendisine hulul olunan - Allah/kâinat) bulunması gerektiğini söyler

Halbuki ona göre mevcud (varolanlar) Bir'dir "Hakikat budur ki, Halik, Mahlûktur ve yine hakikat budur ki, Mahlûk, Hâlık'tır Bunların hepsi bir tek varlıktandır Hayır belki O tek varlıktır Ve yine O, çokluk halinde olan varlıktır" (Fûsus el-Hikem, 79)

Ona göre âlem ile Allah arasında bir ayrıma gidilmesi zorunlu görülecek olursa, bu ancak zihinsel olarak yapılabilir Yani böylesi bir ayrım şeklîdir, gerçeği yoktur Çünkü "varlıkta ancak bir vardır Suyun rengi kabının rengidir," (Fütuhat, 2/B-405)

O'nun Vahdet-i Vücûd inancının dayanağı olarak ünlü eseri Fûsus el-Hikem dikkate alındığında, söz konusu inancını ifade eden bazı söz ve açıklamaları şunlardır;

"Bu kitap, nefis ârzularının münezzeh ve içine fesad karışmamış olan en küdsî makamdan indirilmiştir ben ancak bana ilham olunan şeyi söyledim (s:5)

Tanrı, mahlûkuna insan ile nazar kıldı ve onlara rahmet eyledi Şu halde O ezelî olan insan, şekliyle hadîs, zuhur ve neş'eti bakımından ebedî ve daimdir (s: 10)

Bineanaleyh biz O'nu gördüğümüz vakit kendi nefislerimizi görürüz ve O bizi gördüğü vakit kendi nefsini görür (s: 19)

O (yani Adem) hem Hak, hem de Halk'tır (s:25)

Hakk'ı tenzih eden kimse ya câhildir, ya edebî noksan kimsedirÇünkü Hak olan Mahlûk'ların hepsinde zuhur yani belirme vardır Şu halde bütün mefhumlarda beliren O'dur (s: 51,52)

Sen Hakk'ın sureti ve Hakk da senin ruhun olduğu olduğu cihetle sen Hakk için cismanî bir suret gibisin O da senin cesedinin suretini sevk ve idare eden bir ruh gibidir (s:54)
Alemin suretinden Hakk'ın ayrılması asla mümkün değildir (s: 55)

Böyle olunca her bir Mâbud'da Allah'tan başkasına ibadet olunmadı (s: 62)

Sen yere gömüldüğün vakit O'nun içindesin, O senin zarfındır (s: 66)

Vücûd âleminde ancak O vardır (s: 74)

Varlıkta O'nu gören, O'dan başkası değildir (s:75)

İnsan ve eşya isimleriyle anılan hep O'dur (s:76)

Demek oluyor ki, tabiat âlemi bir aynada beliren suretlerdir Hayır! belki de çeşitli aynalarda görülen tek bir surettir (s:81)

Allah beni öğer, ben de O'nu O bana kulluk eder, ben de O'na (s:94)

Hakk'ın belirmesi benim vücûdumdadır Bunun için biz Hakk'a göre kap gibiyiz (s:95)

Ey nefsinde varlıkları yaratan! Sen halk ettiğin şeylerin hepsisin (s:105)

Bir vakit olur ki, Kul şüphesiz Rabb olur Başka bir vakitte de iftirasız kulluk derecesine iner (s:109)

Herhangi bir mahlûkta Allah'tan şu eser vardır ve diğer mahlûkta bu şey vardır denilemez Çünkü O ezelî varlık parçalanmayı kabul etmez (s: 111)

Sen Kul'sun ve Tanrı'sın; kulluğun kimin kulu olduğunu bildiğin içindir (s:116)

O herşeyi kaplamıştır (s: 118 )

Zaten yolda muhakkak olarak yürüyen Hakk'tır Bilinen de ancak O'dur (s: 156)

Şu halde sen bir yönden düşünürsen benim sığınmam O'ndan O'nadır(s:164)

Göz O'ndan başkasına bakmaz (s:167)

Hakikat ancak bizim bahsettiğimizdir Buna inan ve bu meselede hâl ile bizim gibi ol (s:307)


Tevhid hakikatinin "Tevhid", "İslâm" isimleri altında bozulup değiştirilmesine ilişkin çok sayıda örneklerden de anlaşılmış olmalıdır ki, bazı insanlar söz ve yazılarında her ne kadar Allah, İslâm, Peygamber, Kur'an vs gibi isimleri kullanırlarsa da, onların bahsettikleri bu isimlerin Resûlüllah (sav)'in bildirdiği dinin temelini oluşturan benzer isimlerle bir ilişkisi olmamıştır


Kısacası çoğu zaman bu şahıslar, Kur'an ve Sünnet'te bildirilen aşkın (Muteal), yaratıklarının herşeyini hükmü altında bulunduran, herşeyi kontrolü, gücü, ilmi altında tutan, sürekli yoktan yaratan, kendisiyle hiç bir yaratığın bir (aynı) olmadığı ve olamayacağı Allah inancının dışında bir Allah'a inanmışlar, o kendi hayallerinin ürünü olan hayali varlıktan, Allah olarak bahsetmişlerdir

Onların inandığı o Allah ise (haşa) yoktan yaratamayan, yaratıklarıyla ilgilenmeyen ve hatta yaratıklarıyla bir (aynı) olan hayallerinin ürünü bir varlıktır Bu durumun kısa ve çok güzel bir değerlendirmesi olarak yine İmam Ebû Hanife'nin (150/767) bir tesbitini dikkate almak konunun anlaşılır olması açısından yararlı olacaktır;

"Bir yahudiye kime ibadet ettiğini sorarsanız, "Allah'a ibadet ediyorum" der Allah'ı sorduğun zaman, onu beşer şeklinde yaratılmış olan oğlu Üzeyr olduğunu söyler Bu durumda olan kimse Allah'a iman etmiş olmaz Eğer bir Hristiyana, kime ibadet ettiğini sorarsanız "Allah'a ibadet ediyorum" der Allah'ı sorduğunda, onun İsa'nın cesedinde ve Meryem'in karnında gizlenen, bir yere sığan ve giren varlık olduğunu söyler Bu durumda bulunan kimse ise Allah'a iman etmiş olmaz Mecusi'ye de kime ibadet etitiğini sorarsan, o da "Allah'a ibadet ediyorum" diye cevap verir Fakat Allah'ı sorduğun zaman, onun ortağı, eşi ve çocuğu bulunan bir varlık olduğunu söyler Bu durumda olan bir kimse de, Allah'a iman etmiş olmaz Bütün bu kimselerin Allah'ı bilmemeleri ve inkârları birdirVasıfları, sıfat ve ibadetleri ise çok ve değişiktir işte böylece sen onların tavsif ve ibadet ettiklerine, ibadet etmediğini bilirsin Çünkü onlar üç yahut iki ilâh tavsif ediyorlar Tavsif ettiklerine de ibadet ediyorlar Oysaki sen, bir olan Allah'ı tavsif ediyorsun O halde senin ibadet ettiğin mabudun onların ibadet ettiklerinden başkadırOnların mabudu da senin ibadet ettiğinden başkadır Bunun için Kur'an'da ; "De ki, ey kâfirlerben sizin taptıklarınıza tapmam, siz de benim taptığıma tapmazsınız" buyurulmuştur" (el-Alim,39)

 

ALINTI