- Vaaz ve Nasihat Etmenin Hükmü

Adsense kodları


Vaaz ve Nasihat Etmenin Hükmü

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
reyyan
Mon 23 January 2012, 02:44 pm GMT +0200
13. Vaaz Ve Nasihat Etmenin Hükmü

 

3665... Avf b. Mâlik el-Eşcaî'den, ben Rasûlullah (s.a)'ı şöyle bu­yururken işittim dediği rivayet olunmuştur:

"Devlet başkanı, memur ve büyüklük taslayandan başka vaaz eden olmaz."[61]

 

Açıklama
 

Bu hadis-i şerif hakkında Hattâbî şu açıklamayı yapmıştır: Bana erişen haberlere göre bu mevzuda Şureyh: Bu hadis-i şerifte vaaz ve nasihat kelimesiyle kastedilen hutbedir, demiştir. Çünkü hut­beyi devlet başkanları okur ve hutbelerinde halka vaaz ve nasihatta bulunurlar. Kendilerinin bulunamadıkları yerlerde de bu hutbeyi onların görevlen­dirdiği hatipler okurlar, halka vaaz ve nasihatta bulunurlar.

Bunların dışında bir de hutbe okumak için kendi kendilerini görevlen­dirmiş kişiler vardır ki, bunların maksatları sırf halkın gönlünü kazanarak onlara başkan olmaktır. Devlet başkanı tarafından hutbe okumaları için hiçbir izin ve ruhsat verilmemiş olan bu kimselere muhtâl (büyüklük taslayan) denir. Bazılarına göre halka vaaz ve nasihatta bulunan kimseler üç kısımdır:

1- Müzekkir (hatırlatıcı): Bunlar halka Allah'ın dünya ve ahiretteki ni­metlerini hatırlatarak onları bu nimetlerden dolayı Allah'a şükretmeye teş­vik ederler.

2- Vaiz: Bunlar da halka, Allah'ın kendisine isyan edenler için hazırla­mış olduğu azabı ve bu husustaki tehditlerini hatırlatarak onları günahlar­dan alıkoymaya çalışan kimselerdir.

3- el-Kâss: Bunlar halka geçmiş ümmetlerin başlarından geçen, onların saadetlerine ya da helak olmalarına sebep olan ibretli haberleri nakleden kim­selerdir. Bunlar, anlattıkları haberlerin gerçeğe tam manasıyla uygun olup olmadığından emin olamazlar. Fakat birinci ve ikinci guruba girenler bu ha­dise göre emniyettedirler.

Hanefî ulemasından Aliyyü'1-Kârî ile Sindî'ye göre bu hadiste geçen kıssa kelimesiyle kastedilen hutbedir.

Bu bakımdan hadis-i şerif hutbe okumanın ancak devlet reisinin yetkisi olduğuna delâlet etmektedir. Ancak devlet reisi dilerse bu hutbeyi kendi oku­yabileceği gibi başka birine de okutturabilir. Fakat devlet başkanı olmayan ya da devlet başkanı tarafından hutbe okumakla görevlendirilmeyen bir kim­senin hutbe okumaya selahiyeti yoktur. Okuduğu takdirde yaptığı tekebbürden ve riyadan başka bir şey değildir.

Hanefî âlimleri, hutbe okumak için izin verilmiş olması hükmünün, na­maz kıldırmak için izin verilmiş olması hükmü gibi olduğunu söylemiş­lerdir.[62]

 

3666... Ebû Saîd el-Hudrî(r.a)'den şöyle dediği rivayet olunmuştur:

Muhacirlerin fakirlerinden oluşan bir cemaatle birlikte oturuyor­dum. Onlardan bazıları (avret mahallerine yakın olan) bazı çıplak yer­lerini (üzerleri iyi örtülü olan) bazı (arkadaşlarının arkalarına gizlen­mek suretiyle) örtüyorlardı. (Orada bulunan bir Kur'an) okuyucu (su) bize (Kur'an) okuyordu. O sırada Rasûlullah (s.a) çıkageldi ve yanı­mıza gelip durdu. Rasûlullah (s.a) gelince (Kur'an) okuyan (kimse oku­mayı bırakıp) sustu. Bunun üzerine (Hz. Peygamber bize) selâm verdi ve,"Ne yapıyorsunuz?" diye sordu. (Biz de) "Ey Allah'ın Rasıilu, bu bizim okuyucumuzdur. Bize Kur'an okuyordu, biz de yüce Allah'ın kitabını dinliyorduk" cevabını verdik.

Bunun üzerine Allah'ın Rasûlu (s.a), "Ümmetimden, kendileri ile birlikte sabretmekle emrolunduğum kimseler yaratan Allah'a hamd olsun" diye hamdü senada bulundu. Aramızda kendisini (yakınlık ba­kımından hepimize) eşit (derecede) tutabilmek için (tam) ortamıza otur­du. (Ravi Hz. Peygamber'in aralarına oturuş şeklini anlatabilmek için) eliyle, "İşte şöyle" d.iyeişaret etti, (sonra sözlerine devamla şöyle de­di: Orada bulunan halk) hemen (onun etrafında) halka oldular, (hep­sinin yüzleri) onun karşısına geldi. (Fakat) Rasûlullah (s.a)'ın karan­lıkta onlardan, benden başka birini tanıyabildiğini zannetmiyordum.

Rasûlullah (s.a) (bizi karşısında bu şekilde görünce);

"Ey muhacirlerin fakirleri, sizi kıyamet gününde (kavuşacağı­nız) tam bir nurla müjdeliyorum. Siz cennete zenginlerden yarım gün önce gireceksiniz. Bir (tam) gün (dünya senesiyle) beşyüz senedir" buyurdu.[63]

 

Açıklama
 

Fahr-i Kâinat Efendimiz, "Ümmetinden kendileriyle birlikte sabretmekle emrolunduğum kimseler yaratan Allana

hamdolsun" mealindeki sözleriyle, "Nefsini sabah akşam, rızasını isteyerek Rablerine yalvaranlarla beraber tut..."[64] mealindeki âyet-i kerimeye işaret etmiştir.

Mevzumuzu teşkil eden bu hadisin bab başlığı ile ilgisi, Hz. Peygam­ber'in, fakir muhacirlere, fakirliğe sabretmenin mükâfatıyla ilgili vaaz ve na-sihatta bulunup, bu sabrın mükâfatının büyüklüğü ile ilgili müjde vermesidir.

Bu hadis-i şerif, Allah yolunda yurtlarını terkeden ashab-ı kiramın na­sıl bir fakrü zaruretle karşılaştıklarım, vücutlarım iyice örtecek bir elbise bi­le bulamayacak duruma düştüklerini ifade etmesi yönüyle de son derece ilgi çekicidir.[65]

 

3667... Enes b. Mâlik(r.a)'den rivayet olunduğuna göre Rasûlul­lah (s.a) şöyle buyurmuştur:

"Sabah namazından sonra güneş doğ(up ta bir mızrak boyu çıkın­caya kadar Allah'ı zikreden bir toplulukla beraber oturmam bana İs­mail (a.s)'in çocuklarından dördünü kölelikten kurtarmamdan daha sevimlidir.

İkindi namazından sonra güneş batıncaya kadar Allah'ı zikreden bir cemaatle beraber oturmam ise bana dört insanı kölelikten kurtar­mamdan daha sevimlidir."[66]

 

Açıklama
 

Metinde geçen "gün doğuncaya kadar" sözünden maksat,tercümede de işaret ettiğimiz gibi güneşin doğmasından bir mızrak boyu yani beş derece yükselmesine kadar olan vakittir.[67]

Bu hadisin bab başlığı ile ilgisi Hz. Peygamber'in ümmetine vaaz ve na­sihatte bulunduğunu ve dolayısıyle vaaz ve nasihat etmenin caiz olduğunu ifade etmektedir.

Hadisin zahirinden anlaşıldığına göre, Hz. İsmail evladından dört kişi­yi kölelikten kurtarmaktan daha faziletli bir amelin sevabına erişebilmek için sabah namazından sonra güneş bir mızrak yükselinceye kadar Allah'ı zikre­den kimselerin yanında sadece oturuvermek yeterlidir. Yani onlar gibi zik­retmek şart değildir.

İkindiden sonra güneş batıncaya kadar Allah'ı zikredenlerle beraber otur­mak da insanlardan dört kişiyi azad etmekten daha faziletlidir. Bu, Allah'ı zikretmenin köle azad etmekten de, sadaka vermekten de faziletli olduğunu gösterir. Zikirden maksat Sübhanallah, Lâilâhe illallah, Elhamdülillah gibi sözlerle Allah'ı anmaktır. Tefsir, hadis ve fıkıh gibi dinî ilimleri öğrenmek ve mütalaa etmek de zikir hükmündendir.

Zikir kelimesi ilim, namaz, Kur'an ve Allah'ı anmak gibi manalara ge­len müşterek bir lafız olduğundan, bu kelimenin hangi manaya geldiğini örf­teki kullanışı tayin eder. Binaenaleyh bu kelime mutlak olarak kullanılması halinde örfte en çok kullanıldığı mana anlaşılır. Diğer manalardan birinde kullanıldığını kabul edebilmek için o manada kullanıldığına dair bir karine­nin bulunması icabeder.

Bu kelimenin örfte ençok kullanıldığı mana teşbih, tehlîl, tekbir ve Hz. Peygamber'e salavat getirmektir.[68]

Sabah namazından sonra Allah'ı zikretmenin fazileti konusunda M.Zihni Efendi de şu hadisleri zikrediyor:

"Her kim sabah namazını cemaat ile kıldıktan sonra güneş doğuncaya kadar Allah'ı zikrederek oturur ve sonra iki rekât namaz kılarsa ona tam bir hac ve tam bir umre sevabı gibi sevap verilir."

"Sabah namazı kılıp ayaklan bükük olduğu yani bağdaş kurmadığı halde konuşmayarak on defa: "Lailâhe illallahu vahdehû lâ şerike leh, lehiil-mülkü velehül-hamdü yuhyî ve yümîtü vehüve alâ külli şey'in kadîr" diyen kimse için on iyilik yazılır ve on kötülüğü silinir. Cennetteki makamı (bunu söylemiyenlere hisbetle) on derece yükselir. O gün o kimse her türlü kötülükler­den korunur ve şeytanın hilesinden emin olur. Allah'a eş koşmaktan başka bir günah kendisine erişmek üzere o gün onu takip etmez.”

Yine sevgili Peygamberimiz (s.a) buyurdular ki: "Sabah namazını kıl­dıktan sonra güneş doğuncaya kadar namazgahında oturan kimse, Hz. İs­mail'in soyundan dört köle azad eden kimse gibi olur."

Yani Arap soyundan. Çünkü arabı azad etmek acemi azad etmekten ef-daldir. Hadis-i şerifin zahiri, o kimse zikretmese bile orada kendini bulun­durmakla belirtilen sevaba nail olacağına delâlet etmektedir. Zikrettiği tak­dirde ayrıca yukarda geçen sevab da kendisine hasıl olur. Arabm azad edil­mesi İmam Şafiî'nin görüşüdür. Bizce onlar köle olamazlar ki azad olsun­lar. Bu gibi hadisler varsayıma hamledilir.

İkindi namazı hakkında, "Her kim ikindiden sonra güneş batıncaya ka­dar namaz kıldığı yerde oturursa, İsmail soyundan sekiz köle azad eden kimse gibi olur" buyurmuştur. Sabah namazlarından sonra nafile namazlar, ikin­di namzından sonra farz namazlar beklendiği için sevaplar farklıdır.[69]

 

3668... Abdullah (b. Mes'ud) (r.anhüma)'dan şöyle dediği riva­yet olunmuştur:

Rasûlullah (s.a) bana (bir gün); "Bana Nisa sûresini oku" buyurdu. Ben de, Kur'an sana indirildiği halde (onu) sana ben mi okuyayım? de­dim. (Hz. Peygamber);

“Gerçekten onu ben başkasından dinlemeyi (çok) seviyorum" buyurdu.

Bunun üzerine kendisine (bu sûreyi ) "Her ümmetten bir şahit getirdiğimiz zaman (halleri) nice olur?"[70] âyetine kadar okudum. Sonra başımı kaldırınca bir de baktım ki (Rasûlullah'm) gözlerinden yaş akıyordu.[71]

 

Açıklama
 

Hadisin Buharî'deki rivayetinde buradaki rivayetten fazla olarak, Ben, "Her ümmetten bir şahid..." âyetine gelince Rasûllııllah {s.a) bana "Dur" yahut "Kes" buyurdu. (Ozaman) gözlerinin yaşar­dığını gördüm." mealinde cümleler bulunmaktadır.

Bu hadisi İbn Ebî Hatim ile Taberanî ve daha başkaları da rivayet et­mişlerdir. Onların rivayetlerinde İbn Mes'ud'un; "Ben, "Her ümmetten bi­rer şahid..." âyetine vardığım zaman Rasûlullah (s.a) ağladı, hatta sakalına ve yanaklarına vurarak; "Ya Rab! Aralarında bulunduklarıma şahid olaca­ğım için sözüm yok, fakat görmediklerime nasıl şahid olurum?" buyurdu." dediği de ifade edilmektedir.

Rasûlullah (s.a)'in göremediği kimselere şahitlik etmesi meselesi haki­katen müşkül ise de İbnü'l-Mübarek'in Saîd ibnü'l-Müseyyeb'den rivayet ettiği mürsel bir hadis bu problemi gidermektedir. Çünkü o hadiste Saîd İbnü'l-Müseyyeb, "Hiçbir gün yoktur ki, Peygamber (s.a)'e ümmeti sabah ve ak­şam arzolunup da onları simalarından ve amellerinden tanımasın. Bu sebep­ledir ki bunların hakkında şehadette bulunacaktır" demiştir.

Buharî'nin rivayetine göre Rasûlullah (s.a)'in İbn Mes'ud'a, "Yeter" demesi, bu âyetteki ibret ve nasihatlara tenbih içindir. Rasûlullah (s.a)'ın göz­yaşı akıtarak ağlaması da bundandır. Çünkü İbn Mes'ud (r.a) mezkûr âyeti okuyunca Rasûlullah (s.a) kıyametin şiddet ve dehşetini tasavvur etmiş; o gün ümmetinin kendisine iman ettiğini tasdik için şehadete davet edileceği­ni, ümmeti için şefaatte bulunarak kendilerini o günün şiddet ve dehşetin­den kurtarmaya çalışacağım düşünmüştür. Bunlar insana kanlı gözyaşları döktürecek kadar hazin ve tasavvuru bile tüyler ürperteren hakikatlerdir.

Zemahşerî (467-538) diyor ki: "Her ümmetten birer şahit getirerek, on­ların üzerine de seni şahit kıldığımız zaman hal nice olur!" âyet-i kerimesin­den murad; acaba yahudilerle sair küffar, her ümmete aleyhlerine şehadet edecek bir şahit yani peygamber getirdiğimiz zaman ne yapacaklar? demektir.

Alimler, "Seni de bu yalancılar üzerine şahit getirdiğimiz zaman" âyet-i kerimesindeki yalancılardan muradın kimler olduğunda ihtilâf etmiş­lerdir.

Zemahşerî'ye göre; her peygamberi yalanlayanlardır. Mukatil, "bun­lar ümmeti Muhammed (s.a)'in kâfirleridir" demiştir. İbn Nakîb'in Tefsir'-inde ise bunlardan murad; "Peygamber (s.a)'in müslüman olan ümmetidir" deniliyor. Bu takdirde âyet-i kerimedeki şehadet iki türlü tefsir edilebilir:

a) Rasûlullah (s.a), ümmetinin aleyhine şahadet eder;

b) Ümmetinin lehine şehadet eder.

Bazıları "Buradaki işaret, yahudilerle hırıstiyanlaradır" demiş; bir ta­kımları da bununla yalnız Kureyş kâfirlerine işaret edildiğini söylemişlerdir.

Rasûlullah (s.a)'m ne hususta şahitlik edeceği hakkında âlimlerden dört görüş rivayet olunmuştur:

1) İbn Mes'ud (r.a) ile İbn Cüreyc, Süddî ve Mukatil'e göre, Peygam­ber (s.a) ümmetine Allah'ın emir ve nehiylerini tebliğ ettiğine şahitlik edecektir.

2) Ebu'l-Âliyye'ye göre, ümmetinin iman ettiğine şahitlik edecektir.

3) Mücâhid ile Katâde'ye göre, ümmetinin amellerine şahitlik edecektir.

4) Zeccâc'a göre, ümmetinin hem lehinde, hem de aleyhinde şahadette bulunacaktır.[72]

 

Bazı Hükümler   
 

1. Kur'an-i Kerim okunurken can kulağı ile dinlemek âyetlerin manalarını düşünerek ağlamak müstehabtır.

2. Kur'an-ı Kerim'i güzelce dinlemek için başkasına okutmak müstehaptır. Bu suretle hasıl olan tefekkür ve tedebbür kendi kendine okumadan da­ha fazla olur.

3. İlim ve fazilet sahibi olanların tâbilerine karşı bile tevazu göstermele­ri müstehabtır.[73]

 

[61] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/272.

[62] Aynî, el-Binâye, II, 805.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/272-273.

[63] Müslim, zühd 37; Tirmizî, zühd 27; İbn Mâce, zühd 6; Ahmed b. Hanbel, II, 169, III, 324.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/273-274.

[64] Kehf, (18) 28.

[65] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/274-275.

[66] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/275.

[67] Bk. Bilmen Ö.N,Büyük İslâm İlmihali, 213.

[68] Bk. Abdülkadir İsa, Hakâik Ani'l-Tasavvuf, 132-133.

[69] Bk. Mehmed Zihni, Nimet-i İslâm, 142-144.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/275-277.

[70] Nisa, (4) 41.

[71] Buharî, fedâilül-Kur'an 32; Müslim, salâtül-müsafirîn 248; Tirmizî, tefsir sûre (4) 11.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/277-278.

[72] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/278-279.

[73] Davudoğlu, Ahmed, Sahih-i Müslim Terceme ve Şerhi, IV, 365-366.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/279.