- Terör Belası Geri Gelirken

Adsense kodları


Terör Belası Geri Gelirken

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
reyyan
Thu 8 September 2011, 11:02 am GMT +0200
Dünya Hali


Kasım 2008 119.SAYI


Halil AKGÜN kaleme aldı, DÜNYA HALİ bölümünde yayınlandı.

Terör Belası Geri Gelirken


Terör yine kapımızda. Gün geçmiyor ki irili ufaklı kayıplar vermeyelim. Her şehit cenazesi yeni öfke tufanları koparıyor. Akl-ı selimi yitirenler çareyi daha fazla şiddette arıyor. Mantığın yerini hisler, aklın yerini öfke alıyor.

Kamu yetkilileri yıllardır terör ile güneydoğu sorununun birbirinden ayırt edilmesi gerektiğini söylüyorlar. Bu çok yerinde bir tespit. Terörizmle mücadele, öldürmekten ibaret bir iş değil. Terörizmi doğuran şartları ortadan kaldırmadan bu belaya son vermek mümkün değil. Çünkü terörizmle mücadele adı altında atılan her eksik adım, teröre yeni hayat alanı sağlıyor.

Bu tespitler yerinde ve doğru. Ama bu ayrımın devlet nezdinde gerçekten yapılıp yapılmadığı bizce meçhul. Bu ayrım ciddi bir şekilde yapılsaydı bugün dağa çıkan militan sayısında büyük bir düşüş olması gerekirdi. Kapsamlı çözüm paketleri hayata geçirilse binlerce insanımız hayatını kaybetmez, milli servetimiz berhava olmazdı. Kamu otoriteleri kalıcı bir çözüm konusunda kararlı olsalardı, bölgenin sosyo-ekonomik çehresi bugün çok farklı olurdu.

Bu adımlar atılmadığı için sorun yerinde duruyor. Ve her gün yeni marazlar üretmeye devam ediyor. Güneydoğu sorunu giderek bir etnisite sorunu haline gelmeye başlıyor. Öfke, gerginlik ve güvensizlik, sokağa yansıyor. Linç olayları yaşanıyor. Müslüman Türkiye’deki bir grup insan bir başka grup insana düşman gözüyle bakmaya başlıyor.

Hiç kimse anasının karnından terörist olarak doğmaz. Dağa çıkıp adam öldüren genç de bu dünyaya bir aile ortamında geldi. Anası babası onu en kıymetli varlıkları olarak büyüttü. Ona bir gün adam öldürsün diye değil, adam olsun diye baktı. Tıpkı diğer gençler gibi, o gencin de duyguları, hayalleri, idealleri, umutları, sevinçleri, öfkeleri oldu. İşte tam da bu noktada ardı arkası kesilmeyen haksızlıklar, Cenab-ı Hakk’ın tertemiz fıtrat üzere yarattığı bu insanı, terör belasının kucağına attı. O yüzden dağa çıkmış genç de Türkiye’nin kaybıdır.

Bu sorunu çözmek için etnik ve seküler formüllerin artık işe yaramadığı ortaya çıkmıştır. Şimdi toplum olarak bizim yeni bir mukaveleye, yeni bir ahitleşmeye ihtiyacımız var. Bunun için bizi bir arada tutan en temel değeri, yani din kardeşliğini anayasal vatandaşlık zemininde yeniden inşa etmek ve hayata geçirmek zorundayız.

Doğu insanını yıllarca “ağaların, şeyhlerin tasallutunda”, geri kalmış, köhne, gerici, yobaz… kitleler olarak gören resmi söylemin yerine gerçek bir millet tanımını koymalıyız. Böyle bir değer sistemi, bizi etnik milliyetçiliğin ve sekülerizmin ötesine götürecektir. Bizi millet yapan temelleri keşfettiğimiz gün hepimizin Türk, Kürt, Arap, Çerkez olduğunu ama aynı zamanda hiç birimizin bunlardan ibaret olmadığını anlayacağız. Birbirimizin yüzüne Allah’ın kulları olarak bakabildiğimiz gün, diğer bütün kimliklerimiz asıl anlamını bulacaktır.

Amerikan Seçimleri

Bu yazı yazılırken Amerikan seçimlerine çok az bir süre kalmıştı. Semerkand’ın bu sayısı elinize geçtiğinde seçim sonuçlanmış ve iki adaydan biri yeni Amerikan başkanı olmuş olacak. Bu çok mu önemli? Kimilerine göre evet; kimilerine göre hayır.

Amerika’yı ayakta tutan sistem, partilerin ve siyasi liderlerin ötesinde bir akla sahip. İktidara kim gelirse gelsin belli politikalar değişmeden aynen devam edecek. Kimilerine göre değişiklik kozmetik olacak. Bazı söylemler biraz yumuşayacak ama esas aynı kalacak.

Bunların hepsi doğru. Fakat 2008 Amerikan seçimleri, Amerikan toplumunun derinlerindeki zihniyet dünyasını çok çarpıcı bir şekilde ele veriyor. Seçimler, bir adayı başkan yapmaktan ziyade bir düzine konu hakkında yapılan milli bir mücadeleyi andırıyor: sınıf çatışması, ırk, ekonomi, uluslararası politika, işgal, finansal kriz, siyasi temsil, göç, eğitim, sağlık, kürtaj, azınlık hakları ve daha bir sürü konu.

Bütün bunların arasında Demokrat Parti adayı Barack Obama’nın gizli bir müslüman olduğu söylentisi, daha doğrusu ithamı, bu yılki Amerikan seçimlerine damgasını vurdu. Müslüman olmak kötü bir şeymiş gibi konuşanlar var. Babası müslüman olduğu için Obama’nın iyi bir Amerikan başkanı olamayacağını söyleyenler var. İşte derin ırkçılık budur. Demokrasi maskesinin arkasında yatan ayrımcılık budur. Amerikan seçimleri bu eğilimleri tespit etmek açısından çok ilginç oldu.

Uzaya Gitmek

Haber ajanslarına göre Hindistan aya giden ilk füzesini uzaya göndermiş. Böylece Hindistan da ne kadar modern, ileri, kalkınmış bir toplum olduğunu dünyaya ispatlamış oluyor. Gerçekten öyle mi? Dünyanın en kalabalık demokrasisi nasıl bir modernleşme yolu izliyor acaba?

‘Gelişmekte olan’ bütün ülkeler gibi Hindistan da küresel kapitalist sistemin üyesi olduğunu ispatlamaya çalışmaktan başka bir şey yapmıyor aslında. Batı medeniyetinin temellerinin sorgulandığı bir dönemde Batı dışı toplumların aynı modernleşme sürecini taklit etmesi, tarihin en büyük paradokslarından biri.

Modern kapitalizm, adalet ve maslahat üretmekten ziyade sorun üstüne sorun ihdas ediyor. Ve enerjisinin önemli bir kısmını, kendi hatalarını düzeltmeye harcıyor. Çevre krizi, nükleer silahlanma, insan kaçakçılığı, uluslararası terörizm, sosyal çöküntü, uyuşturucu, bencillik, savaşlar, işgaller… Bütün bunlar modern ekonominin ve teknolojinin mümkün kıldığı devasa sorunlar. Bunlara katılmak, modern olmak, medeniyet seviyesine yükselmek anlamına geliyor.
Maalesef Hindistan bu beyhude çabada yalnız değil. Afrika, Latin Amerika, Asya ve İslâm dünyası aynı kaderi paylaşmak zorundaymış gibi hareket ediyor. Oysa insanlığın yeni bir başlangıç yapmaya ihtiyacı var. Bunun ilk adımının uzaya uydu göndermek olmadığı aşikâr olsa gerek.

Irak’ın Geleceği Yine Karanlık


Amerikan yönetimi Irak’ta ölen Amerikalı askerlerin sayısı azalınca “Irak’ta işler iyi gidiyor” demeye başladı. Oysa Irak, kanayan bir yara olmaya devam ediyor.

2003 işgalinden sonra yerle bir edilen alt yapı hâlâ tamir edilmiş değil. Irak, bölgenin en fakir ülkesi olmayı sürdürüyor. Ekonomi, siyaset, eğitim ve sağlık hizmetleri, özgürce seyahat… Bunların hiçbiri normale dönmüş değil. Etnik-sekter siyaset, giderek derinleşiyor. Irak’ın milli birlik ve beraberliği yara almaya devam ediyor. Çatışmalar sürüyor. Masum insanlar ölüyor; yuvalar yıkılıyor. Artık sonu gelen Bush yönetimi bu enkazdan bir başarı hikâyesi çıkarmaya çalışıyor ama beyhude bir çaba bu.

Bütün bunların üstüne şimdi yeni bir sorun gündemde: Irak’taki Amerikan askerlerinin kalma süresi. Amerikalılar başta tarihsiz bir uzatma istediler. Yani işgale aynen devam dediler. Iraklılar buna karşı çıktı. Şimdi 2011 yılında sona erecek bir uzatma üzerinde anlaşılmaya çalışılıyor. Diğer alternatife göre bu bir kazanımdır. Fakat Amerikan askerleri çekildikten sonra da Irak normale dönmeyecek. Çünkü Irak toplumunu bir arada tutan direk yıkıldı. Biz Irak’ın geleceği konusunda maalesef pek iyimser değiliz. Mevlâ oradaki kardeşlerimize yardim etsin…

İnsan Hayatının Değeri ve ‘Sistem’


Japonya’da doğum yapmak üzere olan bir hasta beyin kanaması geçirir. Bunun üzerine acil müdahale için bir başka hastaneye kaldırılır. Hastane “uzman doktorumuz yok” diye hastayı reddeder. İkinci hastane de aynı gerekçeyle hastayı kabul etmez. Ve bu durum tam 8 hastanede tekrar eder. Sonunda ‘uzman olmadığı’ gerekçesiyle 8 hastaneden ret cevabı alan 36 yaşındaki kadıncağız hayatını kaybeder.

Şimdi bu zavallı kadının ölümünden kim sorumlu? Tek tek şahısları araştıracak olsanız bir sonuç almanız mümkün değil. Cevap: sistem. Yani Japonya’nın mevcut hastane sistemi. Sanki sistem, hastaları değil, hastaneleri ayakta tutmak için var. Peki o zaman hastaneler ne için var? Para kazanmak için mi? Durum diğer ülkelerde çok mu farklı acaba? Pek sanmıyoruz.

‘Sistem’in kurbanı olan binlerce insan hayatını kaybediyor her gün. Dünyanın en zengin ülkelerinden biri olan Japonya’da durum böyleyse diğer ülkelerin halini siz düşünün. İnsanı bir makinaya, hastayı tamir edilmesi gereken bir ürüne indirgeyen modern sağlık sistemi, insanî ünsiyet ve şefkatten o kadar uzak ki…

Eskiler hastaneye, şifahane demişler. Yani derdi olanın gidip şifa bulduğu yer. Ama şifa ilaçtan ibaret değil. Şifa, aynı zamanda güler yüz demek; ilgi demek; şefkat ve merhamet demek… Şüphesiz büyük fedakârlıklar yapan binlerce doktor, hemşire ve hastabakıcı var. Ama bütün bunları bir ‘sistem’e indirgediğinizde yaptığınız işin manasını kaybediyorsunuz.

Kısa Kısa


Anayasa Mahkemesi, üniversitelerdeki başörtü yasağını kaldıran yasayı iptal etmişti. İptal gerekçesi nihayet açıklandı. Bu konuyu önümüzdeki ay daha ayrıntılı ele alacağız. Şimdilik şu kadarını söyleyelim: iptal gerekçesi, Türkiye Büyük Millet Meclisini, yani milleti, meclisin yasama yetkisini, yani milletin iradesini ortadan kaldırmıştır. Bundan sonra Meclis yasa yapma yetkisini özgür bir şekilde kullanamayacaktır. Burada denilecek tek bir söz var: ‘Yargıçlar Cumhuriyeti’ne hoş geldiniz!

***

Avrupa Parlamentosu, insanların bedenlerini olduğu gibi gösteren x-ray tarama cihazlarının Avrupa havaalanlarında kullanılmasına karşı çıkmış. Milletvekilleri bunun “kişisel mahremiyetin ihlali” olduğunu söylüyor. Demek ki ‘irtica’ Avrupa’yı da sarmış! Böyle bir uygulamaya bizden birileri karşı çıksaydı hemen “Cumhuriyet elden gidiyor!” naraları yükselirdi. Çıplaklığı erdem gibi gösteren bir kültür ne menem bir şeydir. Bu tür ‘ilerici’ vatandaşlarımızın din ve ahlâk gibi bir kaygısı olmadığını biliyoruz. En azından kişilik haklarına saygı gösterecek kadar medeni olsalar bari!

***

Amerika’daki Cumhuriyetçi Başkan yardımcısı adayı Sarah Palin’e partisinin kılık-kıyafet ve makyaj için 150 bin dolar bütçe ayırdığı ortaya çıktı. Pes doğrusu! Fakirin, orta sınıfın, küçük esnafın, aile şirketlerinin güya yanında olan bir partinin lükse harcadığı paraya bakın. Amerikalılar “muhafazakâr” değerleri böyle yaşatıyorlar: muhafaza-yı kâr, yani kârlarını muhafaza ederek. Ziya Paşa ne demiş: “Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz.” Umarız bu sefer birileri hem lafa, hem de işe bakar.

***

Guantanamo adasındaki zulüm tam 7 yıldır devam ediyor. Dünyanın çeşitli yerlerinden toplanan 1000’e yakın müslüman bütün hakları ellerinden alınarak bu adaya hapsedilmişti. Bunların yaklaşık 500’ü serbest bırakıldı. Haklarında hiçbir suç isnadında bulunulmadı. Ve bu gariban insanlara Amerika sadece “pardon” dedi. Geriye kalan 250 kadar kişi de muhtemelen aynı şekilde serbest bırakılacak. Ve Amerikan yönetimi onlara da sadece “Pardon, bir hata oldu ve hayatınızın 7-8 yılını size zehir ettik, ama idare edin..” diyecek. Ve kimse Amerika’ya bunun hesabını sormayacak. Dünya düzeni böyle bir şey…