sumeyye
Thu 15 September 2011, 03:27 pm GMT +0200
2. Tarihçe
Eldeki rivayetlere göre, hadis ve rey tabirleri Hz. Peygamberin hadislerinde geçmektedir. Mesela Ebu Hureyre'nin bir sorusu üzerine Hz. Peygamber;
"Ey Ebu Hureyre, bu hadis hakkında senden önce kimsenin bir şey sormayacağını tahmin ediyordum" demiştir.[102]
Rey tabiri ise hem müspet hem menfî anlamlarıyla beraber Hz. Peygambere ulaşan rivayetlerde yer almaktadır. Medinelilerin hurma aşıladıklarını gören Hz. Peygamber, ilkönce bundan menetmiş, daha sonra ağaçların verimsiz kaldığı kendisine bildirilince;
"Ben bir beşerim, eğer size dininizle ilgili bir şey emredersem ona uyun, fakat size reye dayanan bir şey emredersem ben ancak bir beşerim" [103] buyurmuştur. Diğer bir rivayette de;
"Ben ancak aranızda bana vahiy nazil olmayan şeylerde rey ile hükmediyorum" [104] demektedir.
Hz. Peygamberin reyi kullandığını gösteren birçok rivayetlerin yanı sıra, bunun kötülüğünden bahseden ve şiddetle yasaklayan haberler de az değildir. Bunlardan birinde:
"Ümmetim yetmiş küsur fırkaya ayrılacak. Bunlardan fitnesi en büyük olanı, Dinde reyleriyle kıyas yapıp bununla Allah'ın helal kıldığını haram, haram kıldığını helal yapanlar olacaktır" [105] denilmektedir. Hz. Peygambere isnad edilen diğer bir rivayette ise, ümmetin daha sonra teşrîde esas alacağı kaynaklar adeta kronolojik olarak zikr edilmektedir:
"Bu ümmet, bir müddet, Allah'ın kitabıyla, bir müddet de Resulullah'ın sünnetiyle, sonra da rey ile amel edeceklerdir. Bunu yaptıkları zaman sapıklığa düşmüş olacaklardır".[106]
Hz. Peygamberin reyi kullandığını gösteren rivayetlerin hemen hepsinde, bunun, normal bir akıl yürütme ve muhakeme sonucu ortaya çıkan görüş beyanı olduğu anlaşılabilirken, reyi zemmeden rivayetlerde tabir ıstılahı bir anlam kazanmakta, herkesin istediği yöne çekebileceği bir müphemlik arz etmektedir. Her ne kadar bazı rivayetlerde bu reyden kastın, "kıyas yaparak helalleri haram, haramları helal yapmak" olduğu belirtilmişse de bundan, mutlak rey ve kıyasın kötülenmiş olduğu manasım çıkarmak mümkün değildir. Nitekim bu kabil rivayetleri zikreden İbn Abdilberr, kötü reyden ne kastedildiği konusunda ulemanın ihtilaf ettiğini belirtmekte ve şöyle demektedir:
"Bir grup dedi ki, kötü reyden maksat, Cehmiyye ve diğer kelâmî mezheplerin reyleri gibi, itikatta sünnetlere muhalif olan bidatlardır. Çünkü onların kıyasları ve reyleri, hadisleri red sadedindedir... İlim ehlinden cumhuru oluşturan diğerlerine göre, Hz. Peygamberin hadislerinde sahabe ve tabiînin haberlerinde zikri geçen kötü rey, hükümlerde istihsan ve zanlarla görüş belirtmek, çapraşık ve zor meselelerin hıfzıyla uğraşmak, asıllara bakmadan' ve illetlerim araştırmadan fürûatı ve yeni olayları birbirine kıyas etmek, vuku bulmamış mesele hakkında görüş beyan etmektir".[107]
İbn Teymiyye’de reyi kötüleyen rivayetlerden maksadın, Kitap ve Sünnette yer almayan hususlarda yine bu asıllara dayanarak reyle içtihatta bulunmak olmadığını, bunlardan maksadın rey kullanarak helali haram, haramı helal yapmak olduğunu belirtmektedir.[108]
Bu tür rivayetler, şayet konuyla ilgili daha sonraki tartışmaların, geçmişe, yani Hz. Peygamber dönemine bir yansıması değilse, hadis-rey ihtilafının köklerinin o döneme kadar uzandığım söylemek mümkün olacaktır. Fakat bildiğimiz kadarıyla ne Hz. Peygamber zamanında, ne de Hulefa-i Râşidin döneminde bu tür bir ihtilaf vukua gelmemiştir. Bilakis Hz. Peygamber'in, Muaz b. Cebel'i Yemen'e gönderirken, onun, Kitap ve Sünnette yer almayan konularda reyi ile içtihat edeceğini bildirmiş olmasından memnun olduğunu görmekteyiz.[109]
Reyi zemmeden rivayetlerin bir kısmı da Hz. Ömer'e dayandırılmaktadır. Ona isnad edilen rivayetlere bakılırsa, hadise itibar etmeyip sadece reyleriyle amel eden bir grubun onun zamanında var olduğunu söylemek gerekecektir. İbn Şihab yoluyla gelen bir rivayette onun şöyle bir tavzih yaptığı belirtilir. Hz. Ömer minberden şöyle seslendi:
"Ey insanlar, rey ancak Hz. Peygamber'den geldiği takdirde isabetlidir. Çünkü O'nun reyi Allah'tandır. Bizden çıkan rey ise, ancak zan ve tekellüf (zorlama)tür".[110]
Bir merhale daha ileride Hz. Ömer'in, ehl-i rey (veya ashab-ı rey) ve ashab-ı sünen tabirini açıkça kullanmış olduğunu görüyoruz. O'nun şöyle dediği naklediliyor:
"Rey ehli, sünnetlerin düşmanı, hadisleri anlamaktan aciz, ezberledikleri rivayetleri muhafaza edemeyen, dolayısıyla rey türeten kimselerdir". [111]Başka bir rivayette ise O'nun;
"Dinde reyinizden sakınınız" dediği belirtilmekte, bu reyden kasdın "bid'atler" olduğu kaydedilmektedir. [112]
Hz. Ömer'e atfedilen yukarıdaki nakiller, mevcut bir durumu aksettiriyor görünürken, yine ondan gelen diğer bir haber, bu durumun gelecekte yaşanacağına işaret etmektedir. O şöyle demiş oluyor:
"Bir kavim gelecek, sizinle Kur'an'ın müteşabihleriyle tartışacak, onlara sünnetlerle mukabele ediniz. Çünkü ashab-ı sünen. Aziz ve Celil olan Allah'ın Kitabını en iyi bilenlerdir".[113]
Reyi kötüleyen bu kabil rivayetlerin, Hz. Ömer gibi, reyi çok kullanan, reylerinde genellikle musib olan ve hadis iksarını şiddetle meneden [114] bir sahabiden nakledilmiş olması bunlara ihtiyatla bakmamızı zaruri kılmaktadır. Çünkü O, Irak medresesinin temeli sayılan Abdullah b. Mes'ud'un en çok taklit ettiği sahabidir ve Hicaz'da bulunmasına rağmen düşünce tarzı ıraklıların düşünce tarzına çok benzemektedir.[115] Zaten Abdullah b. Mes'ud'u Kûfe'ye muallim olarak gönderen de o'dur.[116] Bu yüzden ona rey medresesinin ilk hocası diyenler de vardır.[117]
Abdullah b. Mes'ud'un;
"Kurranız ve alimleriniz yok olup gidiyorlar, insanlar işleri reyleriyle kıyas eden cahilleri reis ediniyorlar". [118]Dediği belirtilerek, onun da rey ehlini zem eden bu kervana dahil edildiği görülmekledir.
Reye karşı çıkan ve kendilerini ashab-ı hadis olarak niteleyen kimseler, sahabenin sorularıyla teşekkül etmiş ve kendilerini nispet etmekle şeref duydukları binlerce hadisin varlığını unutarak, İbn Abbas'ın ağzından;
"sahabenin Hz. Peygamber'e 13 mesele dışında bir şey sormadıklarını, bunların da 'yes'elûneke' ibaresiyle başlayan ayetler şeklinde Kur'an'da yer aldığını" iddia edebilmişlerdir.[119]
Halbuki Kur'an ve Sünnet'te bulamadıkları hususlarda, reylerine başvuran birçok sahabi mevcuttu. Bunlardan Muğire b.Şu'be'nin, her iki işten birinde reyine dayandığı için ehli reyden sayıldığı belirtilmektedir.[120]
Tabiin döneminde, ashab-ı rey tabirinin ashab-ı sünene karşı polemik konusu olarak sık sık kullanıldığını görmekteyiz.
Mesela Ebu Hanife'nin hocasının hocası olan İbrahim Nehaî (ö.96), yukarıda zikrettiğimiz, Hz. Ömer'e atfedilen ifade ile hemen hemen aynı olan; "ashab-ı rey, ashab-ı sünen'in düşmanlarıdır".[121] İfadesini kullanmakta, başka bir rivayette de, "bu muhdes olan reyden, yani mürcieden sakınınız". [122] Diyerek, rey kelimesiyle bidat fırkalarını kastetmiş olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü o, fıkhî anlamıyla reyi en çok kullananlardan birisidir. Hatta bu yüzden hadis düşmanı gösterilecek kadar ileri gidilmiştir. Bir hadise rağmen farklı hüküm veren Nehai’nin bu muhalif görüşü Hammad b. Zeyd'e aktarılınca o şöyle demiştir:
"Kûfe'de hadis bilgisinin azlığından dolayı, İbrahim Nehaî'den daha çok asarı reddeden, çok hadis duyduğu için de, ona Şa'bî'den daha güzel uyan kimse görmedim".[123]
Buna karşılık A'meş'in Nehaî hakkında:
"Hiçbir konuda onun reyiyle konuştuğunu görmedim."[124] Demesi, rivayetler arasındaki tezadı göstermesi bakımından ilginçtir. Bunların arasını bulan bir rivayete göre ise Nehaî:
"Rivayetsiz rey, reysiz rivayet müstakim olmaz" demektedir.[125]
Rey ve kıyasa karşı Irak ehlinin en sertinin Şa'bî (17-104), en yumuşak davrananın da Mücahid (21-103) olduğu belirtilir. Mücahid:
"İbadetlerin efdali güzel reydir" demiştir.[126] Şa'bî, rey ehli hakkında İbn Ebcer'e:
"Bunlar ashab-ı Muhammed'den sana ne rivayet ederlerse onu al, fakat kendi reyleri ile söylediklerinin üzerine işe" demektedir.[127] Hammad ve ashabını "era'iyyûn" veya "ashab-ı eraeyte"[128] diye tanımlayan Şa'bî, "reyin leş gibi olduğunu, ancak mecbur kalındığı zaman yenilebileceğini" de ifade etmektedir.[129]
Zührî'den gelen bir rivayette, aynen Hz. Ömer'den nakledildiği gibi onun da, "ashab-ı rey den sakininiz, çünkü onlar hadisleri anlamaktan acizdirler"[130] dediği belirtilmekte, fakat kendisinin de reye başvurduğu Rebia-tü'r-Rey'in şu ifadesinden anlaşılmaktadır. Rebia, Zührî'ye hitaben şöyle der:
"Ey Ebu Bekir, insanlara reyinle konuştuğun zaman, bunun kendi görüşün olduğunu bildir, sünnetleri bir şey söylediğin zaman da bunun sünnet olduğunu haber ver, ta ki bunun, senin görüşün olduğunu sanmasınlar".[131]
Hadis Ekolü olarak kabul edilen Medine medresesinin fıkhî lideri tabiî Said İbnu'l-Müseyyib hakkında, Ali b. el-Huseyn şöyle demektedir:
"Said b. Müseyyib, âsârda insanların en alimi reyde de insanların en fakihi idi".[132] Onun reyi kullandığım gösteren şu rivayette ise Yahya b. Said, "birbirlerine kitap alıp veren insanlara yetiştim, şayet biz o zamanda yazsaydık, Said'in ilminden ve reyinden çok şeyler yazardık" [133] demektedir.
Said b. Müseyyib'in öğrencilerinden ve İmam Malik'in hocalarından olan Rebia b.Ebi Abdirrahman el-Ferruh'a, reyi çok kullandığından dolayı "Rebiatu'r-Rey" adı verilmişti. Rebia'nın, kadının parmaklarının diyeti ile ilgili olarak Said b.Müseyyibe sorduğu bir soruya aklî bakımdan izah getiremeyen Saîd'in:
"Ey kardeşimin oğlu, sünnet böyle" diye karşılık verdiği meşhurdur.[134]
Ashab-ı hadisten oldukları halde rey kullandıkları bildirilen bu tabiîlerin reyden anladıkları, fıkıhtan başka bir şey değildir ve rey ehlinin temayüz ettikleri en önemli yön de onların kuvvetli fakih olmalarıdır. Nitekim Pezdevî, Usûlünün girişinde,"geçmiş ashabımız, ashahu'l-hadis ve'1-meânî idi" demekte, "ulemanın meâni’yi (fıkıh ve reyi) onlar, yani Ebu Hanife ve ashabı için kullandıklarını, bu yüzden onları ashab-ı rey diye isimlendirdiklerini, reyin fıkhın bir ismi olduğunu" belirtmektedir.[135]
Tabiîn döneminde de, Hz. Peygamber ve sahabe devrinde olduğu gibi, akıl yürütme, muhakeme yapma ve olayları birbirine kıyas etme şeklindeki rey kullanımı, hadisçiler tarafından olsun, reyci olarak bilinen kimseler tarafından olsun, kullanılmış olmasına rağmen[136] karşılıklı hücumların muhtelif şekillerde devam ettiğini, bu hücumlarda odak merkezlerinin Hicaz ve Irak şeklinde tebellür ettiğini ve bunlardan Hicaz mektebinin "hadisçi", Irak mektebinin "reyci" olarak tanındığını görüyoruz. Bu ayırımın, gerçekleri tam olarak yansıtmadığına daha sonra temas edeceğiz.
Tabiîn devrinden sonra ehl-i rey ve ehl-i hadis mücadelesinin, muhaddislerle fakihler arasındaki bir mücadeleye dönüştüğü görülmektedir. Bu tartışmada adeta fıkıh'la hadis muarız bir duruma geldi. Goldziher şöyle diyor: "Sonraları fıkıh, hadisin zıddı oldu. Şöyle ki; eski edebiyat tarihleri ve terceme-i hallerde zaman zaman şu tarzda mülahazalara rastlanır; "Falanca, zamanının en büyük fakihi idi, fakat hadis'te pek zayıftı veya bunun zıddı idi. "Ehlü'l-hadis ve'1-fıkıh" tabiri bütün şeriat alimlerini ifade ettiği halde, Ahmed b.Sehl (ö.282) şöyle demektedir: "Şayet kadı olsaydım, fıkıhsız hadisle meşgul olan ile, hadissiz fıkıhla meşgul olanı zindana attırırdım." Her iki tarafın birbirleriyle mücadeleleri ortadan kalktıktan sonra, bu iki tabirin birbirine zıt münasebeti kayboldu ve fıkıh, umumiyetle hukuk bilgisi demek oldu. Hukuk ilminin hadislerle ilgili yönüne işaret edilmek istendiğinde "fıkhu'l-hadis" denilmeye başlandı".[137]
Lügat itibariyle fıkıhla aynı manayı taşıyan "rey", en çok fakihlerin başvurduğu bir kaynak olduğu için, ehl-i rey tabiri adeta fakihlerle özdeş hale gelmiştir. Hattâbî (ö.388) şöyle der:
"Gördüm ki zamanımızda ilim ehli, iki hususu tahsil etmekte ve iki gruba ayrılmış bulunmaktadır:
1. Hadis ve eser ehli,
2. Fıkıh ve nazar ehli.
Hadis ve esercilerin çoğunun bütün düşünceleri, rivayetleri, hadislerin çeşitli rivayet yollarını toplama, çoğunluğu mevzu ve maklub olan şaz ve garib haberleri araştırma gibi hususlardır. Asıl metinlere riayet etmiyorlar, manaları anlamaya, hadislerin sırlarını açıklamaya çalışmıyorlar. Onlardaki cevherleri ve fıkıh bilgilerini çıkarmaya gayret göstermiyorlar. Böyle olduğu halde fakihleri ayıplıyor onlara ta'n ediyorlar. Onların sünnetlere muhalefet ettiklerini söylüyorlar. Bilmiyorlar ki kendileri onlara verilen ilme ulaşmaktan acizdirler, onlar hakkında kötü söz söylemekte günahkardırlar.
Diğer taifeye yani fıkıh ve nazar ehline gelince, bunların da çoğu hadise oldukça az meylediyorlar. Hatta neredeyse sahih hadisi, kusurlu hadisten ayıramayacak durumdalar. İyisini, kötüsünü bilmiyorlar. Benimsedikleri mezheplerine, inandıkları görüşlerine uygun geldiğinde bile, hasımlarına karşı kendilerine ulaşan hadislerle delil getirmeye önem vermiyorlar. Kendi aralarında meşhur olan, dillerine doladıkları zayıf haberi ve munkatı hadisi kabul hususunda birbirleriyle ittifak halindeler. İşte bu durum reyin aldatmacası ve ondaki bir kusurdur. Bunlara mezheplerinin reislerinden ve liderlerinden birinin kendi içtihadıyla söylediği bir görüş söylense onda güvenilirlik ararlar ve onun kusurdan uzak olduğunu savunurlar"[138]
[102] Buhari. İlm, 33. Dr. İsmail Hakkı Ünal, İmam Ebu Hanife'nin Hadis Anlayışı Ve Hanefi Mezhebinin Hadis Metodu, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 31
[103] Müslim, Fedâil, 140. Dr. İsmail Hakkı Ünal, İmam Ebu Hanife'nin Hadis Anlayışı Ve Hanefi Mezhebinin Hadis Metodu, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 32
[104] Ebu Davud. Akdıye. 7. Dr. İsmail Hakkı Ünal, İmam Ebu Hanife'nin Hadis Anlayışı Ve Hanefi Mezhebinin Hadis Metodu, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 32
[105] İbn Abdilberr, Cami’, II, 134. Dr. İsmail Hakkı Ünal, İmam Ebu Hanife'nin Hadis Anlayışı Ve Hanefi Mezhebinin Hadis Metodu, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 32
[106] Age., 11,134. Dr. İsmail Hakkı Ünal, İmam Ebu Hanife'nin Hadis Anlayışı Ve Hanefi Mezhebinin Hadis Metodu, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 32
[107] Age., II, 138-139.
[108] er-Refu ve't-Tekmil, 86. (A. Ebu Gudde'nin notu.)
[109] Ahmed b.Hanbel, Müsned, V. 230.
[110] Ebu Davud, Akdıye, 7; İbn Abdilberr, Canıi', II, 134.
[111] Ibn Abdilberr, Cami. II, 134.
[112] Age., II, 134.
[113] Age., II, 123.
[114] Bk/, Ebu Yusuf. er-Reddu ala Siyeril-Evzaî, 30.
[115] Muhammed Revvas Kal'acı. Mevsuatu Fıkh-ı İbrahim en-Nehaî, I. 24.
[116] İbn Sa'd,Tabakat,VI.5.
[117] Kal’acı, 127.
[118] İbn Abdilberr, Cami'. II, 136.
[119] Age, II. 141; Darimî. Sünen. I. 51.
[120] Tehane'vî, Ebu Hanîfe ve Ashabuhu'l-Muhaddisun, 54. (Hz. Peygamber ve ashabının rey ile amelleri konusunda örnekler için bkz. M. Esat Kılıçer. İslâm Hukukunda Rey Taraftarları, 3-27)
[121] İsfahânî, Hılye. IV, 222.
[122] İbn Sa'd.Tabakat.VI. 191.
[123] Kal'acı, Mevsua, I. 110.
[124] Isfahâni, Hılye. IV. 222.
[125] Age.. IV. 222.
[126] İbn Kuteybe. Tevil. 57.
[127] Bağdadî, Şerefu Ashabi'l-Hadîs, 74.
[128] İbn Abdilberr. Cami’, II. 146.
[129] Goldziher. Zahirîler. 7.
[130] İbn Abdilberr. Cami’. II. 146.
[131] Age.. II. 144-145.
[132] İbn Sa’d. Tabakat. V. 90.
[133] İbn Sa'd, Tabakat. V. 90.
[134] Muvatta, Ukûl, II.
[135] Pezdevî, Usûl, 1. 15-16.
[136] Bu devirde reyin hemen hemen fıkıhla aynı anlama geldiğini gösteren örnekler için bkz. Tehanevî.
Ebu Hanife, 55-56.
[137] Goldziher, Zahirîler, 17.
[138] Hattabî, Meâlimü's-Sünen'den naklen, el-İnsaf (çev. Şükrü Özen). 87-88. Dr. İsmail Hakkı Ünal, İmam Ebu Hanife'nin Hadis Anlayışı Ve Hanefi Mezhebinin Hadis Metodu, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 31-37