sumeyye
Mon 19 September 2011, 12:48 pm GMT +0200
D. Sünnetin Hüccet Değerinin Icmâ' ile Subûtu ve Dinin Bedahetle Bilinen Esaslarından Oluşu
Raşİd Halifeler döneminden günümüze kadar selef ve halef alimlerinin eserlerine baktığımızda kalbinde zerre kadar iman ve bir nebze İhlas olduğu halde Sünneti, Sünnet olması İtibariyle inkar eden; Sünnetle istidlalde bulunmayı inkar eden ve onun gereğiyle amel etmeyi reddeden hiçbir imama rastlayamayız. [420] Aksine hepsinin Sünnete bağlı, Sünnetle amel etmeyi teşvik e-den, ona muhalefet ermekten sakındıran, gerek kendi nefsi için gerek başkası için Sünneti delil kabul eden, ona karşı çıkmayı ve onu hafife almayı yadırgayan, onu Kur'an'ın tamamlayıcı ve açıklayıcısı olarak addeden kimseler olduğunu görürüz. Rivayet edilen herhangi bir hadis onların ileri sürdüğü sıhhat şartlarını taşıyan muteber bir hadis ise kendi kişisel içtihadlan sonucu vardıkları görüşten vazgeçerlerdi. Nitekim "hadis sahih ise benim mezhebim odur. [Hadise aykırı] görüşlerimi duvara çarpın.[421] şeklindeki ifade meşhurdur. Bu ibarenin mana itibariyle Şafiî'ye nisbeti tevatürle sabittir. Bir çok müçtehitten buna yakın ifadeler aktarılmıştır.
Onlar, hadisin değerini yüksek tutar ve hadis meclislerinde edebe son derece dikkat ederlerdi. Hadîs ehline saygı ve tazimde bulunup onlardan övgüyle bahsederlerdi. Onların varlığını, din için en büyük yardım ve dinsiz çevrelerin saldırılannı püskürten en güçlü amil olarak görüyorlardı. Sadece bidatçı ve facir kimselerin ya da ilhad ve küfür ehli olanların onlardan buğzedebileçeklerine inanıyorlardı. Onların rivayetlerine büyük bir ihtimam gösterip bu uğurda ömürlerini tüketmişlerdir. İşinden, yuvasından, arzu ve isteklerinden, yurdundan, mal ve evladlanndan aynlarak memleket memleket dolaşmışlardır. Bütün bunları hadisleri rivayet edip derlemek, tahkik edip muhafaza altına almak, hadis tarihini öğrenip sahihini zayıf ve mevzu olanından ayırmak için yapıyorlardı. Şüphesiz bu, önemi büyük ve sonuçları yüce olan bir şey uğruna; yani İslam'ın esas-lanndan biri olan Kur'an'ın anlaşılmasına ve ahkamın genelinin sübûtuna esas teşkil eden bir kaynak (sünnet-İ nebevîyye) uğruna yapılıyordu. Onlar, sünnetin hüccet değeri konusunda fikirbirliği halindedirler. Aralannda vuku bulan ihtilaf sadece İki alana münhasırdır:
a. Hadisin Peygamber'e isnadının sahih olup olmadığı
b. Hadisin sözkonusu edilen hükme delâlet edip etmediğidir.
Şafiî (r.a.) der ki: "Kendisine Allah Rasûlü (S.A.V.)'nün Sünneti ayan olduktan sonra herhangi bir kimsenin sözünden ötürü o Sünneti terketmenin caiz olmadığı konusunda bütün insanlar ittifak halindedir. [422]
"İnsanların âlim saydığı ya da kendisini ilme nisbet edenlerden hiçbirinin Cenab-ı Hakk'ın, Rasûlünün emrine İtaati farz kıldığı konusunda muhalefet ettiğini duymadım[423]
"Sahabe ve tabundan olup Allah Rasûlü (SAV.)'nden haber verdiğinde haberi kabul edilmeyen, kendisine başvurulmayan ve verdiği haber Sünnet olarak tesbit edilmeyen kimseyi bilmiyorum. [424]
"Eğer Peygamber'den sabit olan bir hadise [farkında olmadan] muhalefet edersek, umanm bundan dolayı muaheze edilmeyiz inşaallah. Kimsenin (bilerek) bunu yapmaya hakkı yoktur; fakat insan bazen Sünnete muhalefet kasdı taşımadığı halde Sünnetten haberdar olmaz ve ona muhalif söz söyler. Bazen de gaflet sebebiyle tevilde hata eder. [425]
Şeyhu'l-İslâm İbni Teymiyye (rahimehullâh) şöyle der: "Şu husus iyice bilinmelidir ki, ümmetin genel kabulüne mazhar olmuş hiçbir imam, küçük veya büyük herhangi bir konuda bilerek Sünnete muhalefet etmiş değildir. Zira müçtehidler Allah Rasûlü'ne itaatin gerekliliği ve Peygamber dışında herkesin sözünün alınıp terkedilebileceği konusunda müttefiktir. [426]
Şayet birinden hadise aykırı bir söz varid olmuşsa bu, mutlaka bir mazerete ve gerekçeye dayanmaktadır. Konuyla ilgili gerekçeleri üç şıkta toplamak mümkündür:
a- Peygamber (S.A.V.)'in o hadisi söylemiş olabileceğine inanmama
b- Peygamber (S.A.V.)'in o hadisle sözkonusu meseleyi kasdettiğine inanmama
c- Sözkonusu edilen hükmün mensuh olduğuna inanma. [427]
[420] İlk dönem alim ve İdarecilerinin Kur'an yorumunda çok serbest davrandıkları, lıncak İmam Şafiî'nin buna tepki olarak ortaya çıkıp yorum için İçtihad ve kıyas yerine genel olarak hadislerin temel alınması gerektiğini savunduğu iddiası, tarihî gerçeklere tamamen aykırı bir iddiadır. Özellikle oryantalistler tarafından ileri sürülen hadis hareketinin İmam Şafiî'yle başladığı tezi tamamen kurgusal olup hilaf-ı hakikattir. (Geniş bir değerlendirme için bkz. M. Mustafa el-A'zamî, islam Fıkhı ue Sünnet) Sünnetin Kur'an'dan sonra ikinci kaynak olarak görülmesi istisnasız bütün müçtehid imamların içtihad usûlünde karşılaştığımız bir vakıadır. Hatta Şafiî'nin mezhebini tedvin etmeden önce İmam Malik'ten Muvatta dinlediği Irak'a gidip İmam Muhammed'den bir deve yükü ilim aldığı kaynaklarda geçmektedir. Şafiî'den daha önce yaşayan İmam Ebu Yusuf ve Leys b. Sa'd'ın elimize ulaşan beyanlarından mevcut hadis anlayışının ilk dönemlerden itibaren varolduğu ve Şafiî'nin belirleyiciliğinin sözkonusu olmadığı aniaşılmakta-dır.-Çeviren-
[421] Bu sözün izahı için Takiyyüddin es-Sübkî'nin Mecmûatur-ResâiH'l-Mümrİyye içinde basılan açıklamalarına bakılabilir. Bu eser, çok değerli ve nadir bulunan açıklamalar içermektedir.
[422] Bkz. İ'lâmu'l-Muvakiîn, 2/361
[423] Bkz. İ'Iâmu'I-MuvaJtiîn, 2/364
[424] Bkz. Suyûtî, Miftâhu'lCenne, 24
[425] er-Risâle,219
[426] İbni Teymiyye, Refu'l-Melâm ani'l-Eimmeti'i-A'lâm, 22-23
[427] Hucciyyetu's-Sünne, 341-343 Muhammed Salih Ekinci, Hüccet Değeri ve Tedvin Açısından Sünnet, Rağbet Yayınları: 168-170.