- Şifreni Söyle

Adsense kodları


Şifreni Söyle

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
reyyan
Fri 16 September 2011, 03:18 am GMT +0200
Tencere



Nisan 2007 100.SAYI
 

Ferzan TOPATAN kaleme aldı, TENCERE bölümünde yayınlandı.

Şifreni Söyle

Geçenlerde fark ettim, insanlar banka kartlarına, kredi kartlarına şifre verirken farkında olmadan aynı şifreleri veriyorlar. Tuhaf olan, 4 haneli bir şifre 10 x 10 x 10 x 10=10000 farklı seçenek bize sunarken, biz büyük olasılıkla birbirinin aynı şifreleri kullanıyoruz.

Şifre koyarken kendimizce bir mensubiyet ilintisi kuruyoruz. Mesela milli hislerimiz ruhumuzun derinliklerinde doludizgin at sürüyorsa, genellikle 1071’i giriş şifresi olarak kabul ediyoruz. Öyle ya, bir banka hesabına girişle Anadolu topraklarına giriş arasında bir benzerlik de var!

Mesela bu milli hislerimizde Osmanlı daha baskınsa, 1299 yani Osmanlı’nın kuruluşu biraz daha öne çıkıp şifre olabiliyor. Hadisede biraz daha dindarlık söz konusuysa, bir bakıyoruz şifre 1453 olmuş. Fatih Topkapı’da bir bankamatik önündeyiz. Breh breh!..

Fakat tarihi olaylarda hep şanlı günler öne çıkacak değil ya... Bir bakmışsın kredi kartı kullanmayı bir yenilgi kabul eden ve kapitalizme teslimiyeti bu şekilde hatırlayıp unutmak istemeyen bir kardeşimiz de kendisine 1699’u seçmiş olabilir. Öyle ya Osmanlı’nın ilk toprak kaybı...

Buradan hareketle kimler hangi tarihi olayları önemseyip hatırlamayı önemli buluyorsa onu kendine şifre seçebilir. Mesela ben bazı tarihleri yazayım, siz bu şifreyi kimlerin kullanabileceğini hayal edin: 1402, 1881, 1907, 1919, 1923, 1960, 1980...

Her zaman bu kadar topluma mal olmuş tarihler şifre olmuyor. Bazen de doğum tarihleri, kişisel tarihimizin önemli günleri tüm uyarılara rağmen şifre olarak kullanılabiliyor. Yetkililer bu şifrelerin en kolay tahmin edilebilecek şifreler olduğunu, bu yüzden kolay çözülebileceğini söyleyip, bu rakamları kullanmamayı öneriyor. Öyle ya, adamın kredi kartı var ve çaldırdı. Yaşına bakıp tahmin ettiler. 1960 civarı doğumlu... Hele bir de kimliği cüzdandaysa tamam.   

Bir de bir sebeple hemen bir şifre bulması gereken insanlar vardır. Daha sonra da bu acele bulunmuş şifreyi değiştirmeye üşenirler. Bu insanlar genellikle hayatlarındaki önemli şeyleri, mesela arabasının plakasını ya da çocuklarının, mümkünse en sevilenin doğum tarihlerini kullanır. Akla ilk o gelmiştir. Ezberde var ya...

Bazı insanlar da yine bir sevinç ya da kaybediş tarihi olarak evlilik yıllarını şifre olarak kullanır. Başına ne geldiyse, ama hayır ama şer, o yıl gelmedi mi? Kimi bir kurtuluş tarihi olarak üniversiteye giriş, kimi de mezuniyet tarihini şifre yapabilir. Aslında her para çekerken ya da harcama yaparken bu tarihleri anmak zamanla o tarihi ve bağlı olduğu olayı anlamsızlaştırmaz mı?

Bütün bunlar ışığında şifrelerin büyük bir kısmının ilk hanesinin 1, ikinci hanesinin de 9 ile başladığı düşünülebilir. Ama bu bilgilerle gidip şifre çözmeye kalkmayın. Başınıza iş almayın. Bunu burada yazdık bitti gitti...

Küçük Bir Dünya

Dün bizim ufaklıkla dışarı çıktık. Gençlik parkını birileri yıkmış, kapatmış. Müteahhit arkadaşlara iş verilmiş galiba. Bakalım nasıl bir zevksizlik abidesi ortaya konacak.

Neyse, bir baktık bir kamera Opera binası önünde çekim yapıyor. Bizimki ne olduğunu sordu. Ben de bunun kamera olduğunu, filmleri bununla çektiklerini anlattım. Bizimkinin gözleri kamaştı. Örümcek Adam’ı, Batman’i de bununla mı çekmişler diye. Gel soralım, dedim. Sorduk. Kameraman utangaç çıktı, kem küm... Şurda çocuğa birikim olacak şeyler öğretmeye çalışıyoruz, kameraman fiyasko!

Oğlan, Kızılay’a taksiyle gidelim, dedi. Paramızın olmadığını söyleyip otobüse ikna ettim. Opera’nın bahçesindeki heykeli gösterdi. Şimdi nasıl anlatmalı diye düşünürken, koca kafalıymış, dedi bizimki ve gülmeye başladı. Yani böyle bir yaklaşım da mümkün. Çocuğa sanat tarihi vermek için çok erken. Bu onun için şimdilik yeterli galiba.

Otobüste giderken Sıhhiye’deki geyik heykellerini sordu. Ben de, çok eskiden burada bir sürü böyle geyik yaşarmış. Sonra ölmüşler. Buraya da onların heykelleri dikilmiş, diye anlattım. Fakat karşımda oturan bir oğlan koptu. Gülüyor. Ne var kardeşim, ben böyle olduğunu düşünüyorum! Yoksa kim niye diksin bu geyikleri? Biraz tuhaflık var ama...

Oğlan pantolonunun düştüğünü söyledi, kemerini evde unutmuş. Girdik bir mağazaya kemer aldık. Sonra onu berbere bıraktım, indim SSK mescidinde namaz kıldım.

Ezan okunuyor, barların müziği devam ediyor. Rahmetli Kâzım Karabekir Paşa’nınmış bu arsa. Burada kendi evi varmış eskiden. Rahmetlinin niyeti buraya bir cami yaptırmakmış. Kızılay’a SSK İşhanı’nın olduğu yere bir cami düşünün. Vay vay vay! Ne çok şey değişirdi! Ankara İstanbul’a benzerdi. Rahmetliden arsayı isteyip yerine bir başka arsa öneriyorlar. O da bir şartla veriyor. Burada yapılacak binanın içinde de bir mescit olacak. Kabul edilip bu bina inşa ediliyor. Alt katta avlusuyla beraber bu günkü mescit ve Kocatepe’de cami yapılmak üzere bir arsa veriliyor. Evet, bugünkü Kocatepe Camisi’nin olduğu arsa SSK İşhanı’nın olduğu arsayla takas ediliyor. Garip...

Oğlanın saçları kesilmiş. Bu beş yaşındaki yakışıklıyla oradan uzaklaşırken bizimki pantolonunu hatırlattı yine. Eğildim, kemerini takarken o duvardaki afişlere bakıyordu. Şarkıcı resimleri, yanar döner ışıklar ve türlü müzik sesleri... Bizimki, burası güzelmiş, dedi. Burası güzel değil oğlum, dedim. İnsanlar içki içip sarhoş olurlar burada. İçki kötü bir şey mi yani, dedi. Evet, dedim, içki içince insanlar ne yaptıklarını bilmezler, sonradan pişman olacakları kötü şeyler yaparlar, dedim. Hıı... dedi. Sigara da içerler di mi, sigara kötüdür, hasta eder, dedi. Evet, dedim. Kemerim çok sıkı olsun, dedi. Çok sıkı olursa iz yapar, bak böyle iyi mi, dedim. İyi, dedi...

Elinden tuttum, yürüdük. Arabaların egzos gazlarının arasından geçtik. Hosta’da döner yedik, Hasan Usta’da sütlaç... Orda kırmızı bir balon verdiler. Sonra da gazeteci Nihat abisi çikolata verdi. Metroya indiğimizde bizimki, baba bi’ dakka şunu tutsana, deyip balonunu bana verdi, montunun altından gömleğini pantolonundan dışarı çıkarttı ve çıplak karnını ovmaya başladı. Bu küçük adama ne yaptığını sordum. Karnım ağrıyor da karnıma böyle yapınca geçiyor, dedi. Kim söyledi bunu, dedim. Evde karnım ağrıdığında annem böyle yapmıştı, geçti, dedi. Güldüm, yürü şu treni kaçırmayalım, deyip koştuk, boş bir yer bulup onu kucağıma aldım ve oturduk.

Bizimki ara sıra yine elini karnına atıp ovmak istiyor, karşımızda oturan bir sürü kişi bu sevimli adama yönelmiş hayran hayran bakıyorlardı. Sonunda yanımızdaki evli çiftin adamı eliyle bizimkinin başını okşamaya başladı ama bir sakillik, yakışıksızlıkla yapıyordu bunu. Oğlan utandı, canı sıkıldı. O an bir karşılık verebilsin istedim. Herkesin duyabileceği bir sesle, sen de amcanın başını okşa, ödeşin oğlum olmaz mı, dedim. Oğlan gülümsedi. Yanımızdakiler de bir durak sonra inmek istediler niyeyse...

Oğlan onlardan boşalan yere oturdu, keyifle geri yaslandı. Karnımın ağrısı geçti baba, dedi. Metrodan sonra bindiğimiz taksiden evin önünde indik ama oğlan inerken şöförü işaret edip bir şeyler söylüyordu. Ne oldu, dedim, in de söyle. Berber şöför amcanın bütün saçlarını kesmiş baba, dedi. Evet, adam keldi. Allah korumuş beni, berber saçımı az kesmiş, dedi. Bir badire atlatmanın şükrüyle konuşuyordu.