neslinur
Sun 18 July 2010, 11:59 am GMT +0200
بســـم الله الرحمن الرحيم
Sabreden Fakirlerin Üstün Olduğunu İddia Edenlerin Sözleri
Sabreden fakirlerin şükreden zenginlerden üstün olduklarını iddia edenler şöyle demişlerdir:
Allah Teala, dostlarını dünyadan korumuş, onları şereflendirmek için dünyadan sakındırmış,
dünyanın kirlerinden onları temizlemiş ve onları alçak olan dünyadan uzak tutmuş,
dünyayı onlara yermiş ve dünyanın kendi katında kıymetsiz olduğunu onlara haber vermiş, zenginliğin bir fitne olduğunu, yer yüzünde azgınlığın ve bozgunculuğun sebebi olduğunu,
dünyada çoklukla övünmenin insanı ahiretten alıkoyduğunu, zenginliğin aldatıcı ve geçici bir meta olduğunu bildirmiş,
dünyayı sevip ahirete tercih edenleri yermiş,
dünyayı, süsünü ve servetini isteyen kimsenin ahirette nasibi olmayacağını, zenginliğin bir fitne ve bir imtihan olduğunu, bir keramet ve bir muhabbet olmadığını,
dünya ehline dünyalığı vermenin onların hayır işlerinde yarışmalarını temin etmek için olmadığını,
dünyalığın Allah'a yaklaştırmadığını, eğer insanların peşi peşine küfre sapacaklarından korkmasaydı, kafirlere istediklerinden daha fazla dünyalık vereceğini hatta evlerinin tavanlarını, kapılarını, merdiverilerini, karyolalarını gümüşten kılacağını,
dünyayı ahiretten nasibi olmayan zayıf akıllılar için ve düşmanları için süslediğini haber vermiş, ve Resulünü, dünyaya ve dünya sakinlerini faydalandırmak için vermiş olduğu şeylere göz dikmekten nefy etmiş,
dünyada güzel olan her şeyi tüketenleri, sömürenleri ve onların zevkini sürenleri zemmetmiş ve bu bağlamda Resulüne:
"Bırak onları yesinler, (içsinler), zevk alsınlar, ümit onları oyalıya dursun... ileride öğrenecekler" (Hicr/ 3) buyurmuştur.
Bu ayet-i kerimede Cenab-ı Hakk'ın dostlarını dünya ile oyalanmaktan ve dünyada çok yiyip içmekten niçin menettiğinin bir tesellisi vardır.
Yine bu ayette, kendisine dünyalık verilenin azmaması, nefsine her istediğini vermemesi, zevk ve safaya düşmemesi hatırlatılmaktadır.
Cenab-ı Hak, dünyayı sevenleri, çoklukla övünenleri fazilet ve şerefin zenginlikte olduğunu sananları yermiş, onları yalanlamış ve gerçeğin onların dedikleri ve düşündükleri gibi olmadığını haber vermiştir. Dünyayı kullarına birçok misallerle anlatmıştır. Bu misaller, her akıllıyı dünyada zühde, ona itimat etmemeye, meyil etmemeye davet eder.
Cenab-ı Hak dünyanın suretini ve hakikatim kullarına beyan ederek:
"Dünya hayatının hali, ancak gökten indirdiğimiz bir suya benzer ki, onunla insan ve hayvanların yedikleri yer mahsulleri yetişip birbirine karışır. Nihayet yer bütün güzelliklerini takınıp, süslendiği, sahipleri de bu mahsulü toplayıp ondan faydalanmaya, kendilerini muktedir zannettikleri bir sırada, geceleyin veya gündüzleyin ona emrimiz (afatımız) gelivermiş bir lahzada ona bir tırpan atıvermişizdir. Sanki dün hiç yokmuş gibi olmuştur. İşte düşünen bir kavim için biz ayetleri böyle açıklarız" (Yunus/ 24)
diğer bir ayette de:
"Onlara dünya hayatı misalinin tıpkı şöyle olduğunu anlat; Gökten indirdiğimiz su ile yeryüzünde yetişen bitkiler birbirine karışır, ama sonunda rüzgarların savuracağı çer çöpe döner. Allah herşeyin üstünde bir kudret sahibidir" (Kehf/45) buyurmuştur.
Cenab-ı Hak dünyanın fani olduğundan, çabuk ve geçici olduğundan kulun ahireti görünce sanki dünyada bir saat veya bir gün veya bir günün bir kısmı kadar kaldığını zannedeceğini haber vermiş,
Kullarını dünyaya aldanmaktan nehyetmiş, dünyanın bir eğlence, bir oyun, bir süs ve aranızda bir öğünme ve daha çok mal ve çocuk sahibi olmanın aldatıcı bir metası, ahirete giden bir yol ve baki olmayan geçici bir faydalanmadan ibaret olduğunu bildirmiş,
Dünyayı isteyeni hayırla zikretmeyip bilakis onu yermiş, dünyayı isteyenin Rabbi'nin iradesine muhalefet etmiş olduğunu haber vermiş, cehennem ehlinin cehenneme ancak dünyaya aldanmaları ve dünyayı arzu etmeleri sebebiyle girdiklerini bildirmiştir.
Sabreden fakirin üstün olduğunu iddia edenler demişlerdir ki:
Bu zikredilenlerin hepsi insanları zühde, takvalığa davet etmektedir, mümkün mertebe bu dünyadan az almaya teşvik etmektedir.
Nitekim Cenabı Hak kendine mahlukatın en şereflisi ve en sevimlisi olan kulu ve Resulü Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'e dünyayı ve dünya hazinelerinin anahtarlarını arzetmiş fakat Resulü bunları istememiştir. Şayet bunları istemiş olsaydı, dünyadan almış olduğu şeylere karşı insanların en çok şükredeni olur, ve onların hepsini kesin olarak Allah'ın rızası yolunda sarf ederdi, fakat dünyadan azla yetinmeyi tercih edip geçim sıkıntısına sabretmiştir.
İmam Ahmed, Aişe (r.a.)'den rivayet ittiğine göre, Aişe (r.a.) şöyle demiştir:
"Ensardan bir kadın benim yanıma geldi. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın döşeğinin iki kat bir abadan ibaret olduğunu gördü. Evine dönünce bana bir yün döşek gönderdi. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) gelince:
"Bu nedir?" diye sordu. Ben de:
"Ensardan filan kadın benim yanıma geldi, senin döşeğini gördü ve bunu bana gönderdi" dedim.
Bunun üzerine Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
"Ey Aişe! Bu döşeği geri ver" buyurdu.
Fakat ben o döşeği geri vermedim, çünkü o döşeğin evimde bulunması hoşuma gidiyordu.
Nihayet Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bana bunu üç defa söyledi ve:
"Ya Aişe! bu döşeği geri ver. Allah'a yemin ederim ki, ben isteseydim Allah Teala benimle beraber altın ve gümüş dağlarını yürütürdü" buyurdu.
Bunun üzerine ben de o döşeği geri verdim."
Resulullah'a dünya hazinelerinin anahtarları verildi, fakat Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) onları almayarak:
"Rabbim! Bir gün aç, bir gün de tok olarak yaşarım, aç olduğum vakit tazarru ve niyazda bulunup seni zikrederim. Tok olduğum vakit ise sana hamdeder ve şükrederim" dedi.
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Rabbinden ehlinin rızkını yetecek kadar vermesini istemiştir.
Nitekim Buhari ile Müslim'de Ebu Hüreyre (r.a.)den rivayet edildiğine göre:
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
"Allah'ım Muhammed âlinin rızkını yetecek kadar ver" diye dua ederlerdi."
Yine Buhari ile Müslim'in rivayet edildiğine göre, Ebu Hüreyre (r.a.):
"Ebu Hüreyre'nin nefsi yed-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, Resulullah ve onun ehli dünyadan ayrılıncaya kadar üç gün arka arkaya buğday ekmeğinden doya doya yememişlerdir" demiştir.
Buhari'den rivayet edildiğine göre, Enes (r.a.):
"Ben, Resulullah'ın, Rabbine kavuşuncaya kadar yufka bir ekmek ve kızartılmış bir kuzu kebabı yediğini bilmiyorum" demiştir.
Yine Sahih-i Buhari'de rivayet edildiğine göre, Ebu Hüreyre (r.a.):
"Resulullah dünyadan çıkıncaya kadar arpa ekmeğinden doya doya yememiştir" demiştir.
Buhari ile Müslim'de rivayet edildiğine göre, Aişe (r.a. ) validemiz:
"Muhammed âli Medine'ye geleliden vefatına kadar üç gece arka arkaya buğday yemeğinden doya doya yememişlerdir" demiştir.
Müslim'de rivayet edildiğine göre, Ömer (r.a):
"Gerçekten ben Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ı karnını doyuracak kadar adi bir hurma bulamadığını gördüm" demiştir.
Müsned'in ve Tirmizi'nin rivayetine göre, İbn-i Abbas (r.a.):
"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ehli ile birlikte arka arkaya birkaç gece akşam yemeği bulamayarak aç yatarlardı. Ekseriyetle ekmekleri de arpa ekmeğiydi" demiştir. Tirmizi bu hadis hasendir, sahihdir demiştir.
Yine Tirmizi'nin rivayet ettiğine göre, Ebu Ümame (r.a ):
"Resulullah'ın ehlibeytinin arpa ekmeği (sofradan) artmıyordu." demiştir.
İmam Ahmed Müsned'inde rivayet ettiğine göre, Aişe (r.a.):
"Muhammed'i hak olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, Cenab-ı Hak, Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ı peygamber olarak gönderdiği zamandan ölünceye kadar eleği görmedi elenmiş undan yapılmış ekmeği yemedi" dedi.
Urve; "Ben Aişe (r.a.)'ye arpayı nasıl yiyordunuz? diye sordum. O da:
"Üflerdik Yani (kabuğu gitsin diye) üflerdik. Uçan uçardı geri kalanı ise hamur yoğururduk" demiştir.
Buhari'nin rivayet ettiğine göre, Enes (r.a.):
"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) zırhını rehin olarak verip arpa almıştı, (o sırada) Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
"Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) ehli beyti için bir ölçek ne sabahladı ne de akşamladı" buyurduğunu işittim.
"Gerçekten onlar (al-i Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-) dokuz hane idi" demiştir.
Müsned'ül-Haris'de rivayet edildiğine göre; Enes (r.a.) demiştir ki,:
"Fatıma, Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'a bir parça ekmek getirdi. Bunun üzerine Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
"Bu ekmek parçası nedir Ya Fatıma!" diye sordu.
O da: "bir ekmek yaptım. Bu parçayı sana getirmedikçe, gönlüm razı olmadı" dedi.
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
"Bilmiş ol ki, bu üç günden beri babanın ağzına giren ilk yemektir" buyurdu.
İmam Ahmed rivayet ettiğine göre:
Cabir (r.a.):
"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ashabıyla birlikte hendek kazarken şiddetli bir açlıkla karşılaştılar. Hatta Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) mübarek karnına açlıktan taş bağlamıştı" dedi.
Ebu Hatem b. Hibban, Tekasim isimli eserinde bu hadisi şiddetle reddederek:
"Allah katında mahlukatın en şereflisi olan Muhammed Mustafa (sallallahu aleyhi ve sellem) hakkında böyle bir şey düşünülemez" demiştir.
Müellif demiştir ki; bu düşünce Ebu Hatem'in bir kuruntusudur. Bu hadis-i şerifde, Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın Allah katındaki mertebesinin noksan olduğuna delalet eden bir şey yoktur. Bilakis Allah katındaki kerametinin yüksek olduğunu bildirmektedir. Kendisinden sonra gelecek halife ve hükümdarlar için de ibadet vardır.
Ebu Hatem, Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın yaşantısı hakkındaki diğer hadis-i şerifleri düşünmemişe benziyor.
Bu hadis-i şerif, Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın doğru olduğunun en büyük şahitlerindendir. Şayet Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), kendinin ve Rabbinin düşmanlarının dediği gibi, dünya mülk ve saltanatını isteyen bir hükümdar olsaydı, yaşayışı hükümdarların yaşayışı gibi, gidişatı da onların gidişatı gibi olurdu. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) vefat ettiği vakit ehli için almış olduğu yiyecek karşılığında zırhını bir Yahudi yanında rehin bırakmıştı.
Cenab-ı Hak, Resulüne Arap beldelerinin fethini nasip edip onun yanında ganimetler ve vergiler toplandığı halde ebedi aleme irtihal ettiği vakit, ne bir dirhem, ne bir altın, ne bir koyun, ne bir deve ne bir köle, ne de bir cariye bırakmadı. Yalnız binmekte olduğu beyaz bir katırla silahını ve bir de yolculara vakfettiği araziyi bıraktı.
İmam Ahmed rivayet ettiğine göre; Urve;
"Aişe (r.a.), üzerimizden aylar geçerdi de, Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın hane-i saadetlerinden hiçbirinde (yemek pişirmek için) ateş yanmazdı" derken işittim.
Bunun üzerine "Ey teyzeciğim ne ile geçiniyordunuz?" diye sordum.
O da; "İki kara şey, yani hurma ile sudan ibaretti" diye cevap verdi.
Ebu'l Heysem b. et-Teyyihan kıssasında, Ebu Hüreyre'nin hadisinde geçtiği üzere:
"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) evinden çıktı. Ebu Bekir (r.a.) ile Ömer (r.a.)'i gördü. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
"Sizi dışarı çıkaran nedir?" dedi.
Onlar da; "açlıktır" dediler.
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
"Nefsim yed-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, sizi çıkarmaya mecbur eden hal beni de çıkardı" buyurdu.
İmam Ahmed'in zikrettiğine göre, Meşruk demiştir ki;
"Ben, Aişe (r.a.)'nin yanına gittim. Beni yemeğe davet etti ve:
"Yemekten doya doya yiyemiyorum, ağlamak isteyince ağlıyorum" dedi.
Ben: "Niçin" diye sordum.
O da; "Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın dünyadan ayrıldığı hali düşünüyorum. Vallahi Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ölünceye kadar bir günde iki defa buğday ekmeğinden doya doya yememiştir" dedi.
Yine İmam Ahmed'in Müsned'inde rivayet edildiğine göre, Aişe (r.a.):
"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ölünceye kadar iki gün ard arda arpa ekmeğinden doya doya yememiştir" demiştir. Bu iki hadis sahihdir.
Yine İmam Ahmed'in Müsned'inde rivayet edildiğine göre, Aişe (r.a.):
"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Allah'a kavuşuncaya kadar onun ailesi efradı üç gün katıkla ekmekten karınlarını doyurmamıştır" demiştir.
Buhari ile Müslim'de rivayet edildiğine göre, Ebu Hüreyre (r.a.):
"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) dünyadan ayrılıncaya kadar kendisi ve ailesi ard arda üç gün buğday ekmeğinden doya doya yememişlerdir" demiştir.
Tirmizi'nin rivayet ettiğine göre, İbn-i Abbas (r.a.):
"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) arka arkaya bir kaç geceyi aç geçirdi de ailesi yiyecek akşam yemeğini bulamazlardı. Onların ekmekleri de ekseriye arpa ekmeği idi" demiştir.
Yine Tirmizi'nin rivayet ettiğine göre, Enes (r.a.) demiştir ki:
"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
"Allah yolunda kimsenin korkutulmadığı şekilde korkutuldum. Allah yolunda kimsenin eza görmediği şekilde eza gördüm. Otuzgün ve otuz gece olmuştur ki, benim ve Bilal'in koltuğu altından bulunan az bir azıktan başka, canlı hayvanın yiyebileceği bir şeyimiz yoktu" buyurmuştur.
Yine Tirmizi'nin rivayet ettiğine göre, Ebu Talha (r.a.):
"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'a açlıktan şikayet ettik ve karnımızdan birer birer taşları çıkardık. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ise mübarek karnından iki taş çıkardı" demiştir.
Yine Tirmizi'nin rivayet ettiğine göre, Abdullah b. Mes'ud (r.a.):
"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bir hasır üzerinde uyumuşlardı, uykudan kalktı, fakat hasır vücudunda iz bırakmıştı. Bunun üzerine:
"Ya Resulullah! Sizin için yatak tedarik etsek olmaz mı?" dediler.
"Benim dünya ile ne işim var. Ben dünyada bir ağaç altında gölgelenip de sonra bırakıp giden bir yolcu gibiyim" buyurdu" demiştir.
Tirmizi'den rivayet edildiğine göre, Ali (r.a.) demiştir ki:
"Bir kış günü Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın evinden çıktım. Tabaklanmış bir deri alıp ortasından delip boynuma geçirdim, belimi hurma yaprağıyla bağladım. Çok açtım, Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın evinde yiyecek bir şey olsaydı ondan yiyecektim. Olmayınca bir şeyler aramaya çıktım. O sırada çıkrıklı kuyusundan su çekip hayvanlarını sulayan bir Yahudinin yanından geçiyordum, duvarındaki gedikten ona baktım. Bunun üzerine Yahudi:
"Ey Arabi! ne istiyorsun? Sana (kuyudan çekeceğin) her kova başına bir hurma vereyim, razı mısın?" dedi.
Ben de: "Razıyım, kapıyı aç gireyim" dedim.
Bunun üzerine kapıyı açtı, içeri girdim. Kovasını bana verdi. Her çektiğim kova karşılığında bana bir hurma veriyordu. Nihayet avucum (hurma ile) dolunca, kovasını verip: "Bu bana yeter" dedim.
Hurmaları yedim, sonra kana kana su içtim, sonra mescide geldim.
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) orada buldum."
Sa'd b. ebi Vakkas (r.a.)'dan rivayete göre, şöyle demiştir:
"Allah yolunda ok atan Araplardan birincisi bulunuyorum. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın maiyetinde harbettiğim vakit, ağaç yapraklarından başka yiyecek bulamadığımız zamanlar oluyordu. Semür denilen ağaç yaprağını yediğimizden, koyun ve keçinin gibi kaza-yı hacet ederdik." (Buhari, Müslim)
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) gecenin bir kısmında namaz kılarken üzerindeki yün elbisenin bir kısmı kendi üzerinde bir kısmı da Aişe (r.a.)'nin üzerinde bulunurdu. Hasan-ı Basri "Bu elbisenin kıymeti altı veya yedi dirhemdi" demiştir.
İmam Ahmed'in rivayet, ettiğine göre, Ali (r.a.) demiştir ki:
"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Hz. Fatıma (r.a.)'ya çeyiz olarak bir elbise, bir kap, bir de içi lif dolu, deriden bir yastık vermişti."
İmam Ahmed'in rivayet ettiğine göre, Ebu Bürde demiştir ki:
"Aişe (r.a.)'nin yanına girdim de, bize Yemen'de yapılan kalın bir peştemal ile keçelenmiş omuz örtüsü çıkardı ve:
"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şu iki elbisenin içinde vefat etti", dedi".
Sabreden fakirin üstün olduğunu iddia edenler demişlerdir ki:
"Şayet sabreden fakirden şükreden zengin daha üstün olsaydı, Cenab-ı Hak Resulüne ilmin artırılmasını istemesini emrettiği gibi zenginliği istemesini de emrederdi."
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) kendisi için, ancak Allah'ın seçtiğini seçmiştir. Cenab-ı Hak ise Resulü için en üstün olanını seçmiştir. Çünkü Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) mahlukatın en faziletlisi ve en mükemmelidir. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
"Rızkın en hayırlısı kula yetecek kadar olan, onu başkasına muhtaç etmeyen, onu azdırıp, Allah'dan ve ahiretten alıkoymayan rızıktır" diye haber vermiştir.
İmam Ahmed'in rivayet ettiğine göre, Ebu'd Derda demiştir ki;
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
"her sabah güneş doğarken, güneşin iki tarafında iki melek gönderilir. Bu melekler:
"Ey insanlar Rabbinize gelin! Az ve yetecek kadar olan rızık (Allah'dan ve ahiretten) alıkoyan çok rızıktan daha hayırlıdır" diye nida ederler.
Bunların nidasını insanlarla cinlerden başka, yer yüzündeki bütün canlılar işitir. (Her akşam) güneş batarken, güneşin iki tarafında iki melek gönderilir. Bu melekler:
"Ya Rabbi! Hayır yapanın malının karşılığını ver. Hayır yapmayanın malını telef et" diye nida ederler. Bunların nidasını insanlarla cinlerden başka yeryüzündeki bütün canlılar işitir" buyurmuştur.
İmam Ahmed'in rivayet ettiğine göre, Sa'd b. Malik (r a ) demiştir ki:
"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
"Rızkın hayırlısı yetecek kadar olanıdır, zikrin hayırlısı da gizli olanıdır" diye buyurmuştur.
Bu hadis-i şerifde kalbin rızkı ile bedenin rızkının ve dünya rızkı ile ahiret rızkının arası birleştirilip, beden ile dünya rızkının en hayırlısının yetecek kadar olması ve kalp ile ahiret rızkı olan zikrin de en hayırlısının gizli yapılması olduğu haber verilmiştir.
Gizli zikir yeterliyken bu gizli zikirle yetinmeyerek, sesinin perdesini artırırsa, bu zikrin sahibinin riya yapmasından ve zikretmeyenlere karşı kibirlenmesinden korkulur.
Bedenin rızkı da yetecek miktardan fazla olursa bu rızkın sahibinin de azmasından ve çoklukla övünmesinden korkulur.
Sabreden fakirin üstün olduğunu iddia edenler:
"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) dünyada azla yetinip zahid olanlara gıpta etmiş, zengin olanlara gıpta etmemiştir" demişlerdir.
İmam Ahmed'in rivayet ettiğine göre, Ebu Ümame şöyle demiştir:
"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
"Benim yanımda dostlarımın en çok imrenileni, aile efradı az olan, namazdan nasibini alan, Rabbine güzel ibadet eden, tenhada O'na itaat eden, parmakla gösterilecek şekilde insanlar arasında meşhur olmayan, rızkı yetecek kadar olup, buna sabreden kimsedir" buyurdu.
Sonra (böyle bir kimsenin ölümle dünyadan kurtulduğuna işaret ederek) elini silkeledi ve:
"bu kimsenin ölümü çabuk, ağlayanları az, bıraktığı miras da azdır" buyurdu."
Sabreden fakirin üstün olduğunu iddia edenler:
"Allah Teala'nın mü'min kulunu dünyalıktan uzak tutması, ancak onu sevmesinden ve ona ikram etmesinden dolayıdır" demişlerdir.
İmam Ahmed'in rivayet ettiğine göre, Mahmud b. Lebid (r.a.) demiştir ki;
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
"Hastalarınızın (hastalığının artmasından) korktuğunuz için onları yemekten, içmekten koruduğunuz gibi, Allah Teala da sevdiği mü'min kulunu dünya varlıklarından korur" buyurdu.
Sabreden fakirlerin üstün olduğunu iddia edenler:
"Allah Teala'nın bir kimseye dünya varlıklarından bol vermesi ona bir ikram ve bir muhabbetten dolayı olmayıp ancak istidrac (azar azar helake yaklaştırmak) içindir" demişlerdir.
İmam Ahmed'in rivayet ettiğine göre Ukbe b. Amir (r.a.) demiştir ki:
"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
"Günaha devam eden bir kimseye istediğini Cenab-ı Hakk'ın verdiğini gördüğümüz vakit, bunun bir istidrac (azar azar helake yaklaştırmak) için olduğunu bilin" buyurdu ve:
"Kendilerine hatırlatılanı unuttuklarında, onlara her şeyin kapısını açtık. Kendilerine verilene sevinince ansızın onları yakaladık da umutsuz kalıverdiler" (Enam/44) mealindeki ayet-i kerimeyi okudu.
Sabreden fakirlerin üstün olduğunu iddia edenler:
"Allah katında dünya değersiz olduğundan dolayı, onu dostlarından ve sevdiği kimselerden men etmiştir" demişlerdir.
İmam Ahmed'in rivayet ettiğine göre, Ebu'l-Ca'd demiştir ki:
"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
"Ümmetimden öyle kimse vardır ki, birinizin kapısına gelip bir altın istese vermezsiniz, bir dirhem istese vermezsiniz, eğer Allah'dan cenneti istese muhakkak ona cenneti verir. Allah'dan dünyalık istese dünyalığı vermez. Bu kimse, Allah katında değersiz olduğundan dolayı dünyalığı ondan men etmiş değildir. İşte bu kimse, elbisesi yırtık pırtık olup, insanların kendisine önem vermediği kimsedir. Eğer şu kimse, bir şey hakkında Allah'a yemin edecek olsa, muhakkak Allah onun yeminini yerine getirir" buyurmuştur.
Bu hadis-i şerif, bu kimsenin Allah katında değersiz olduğundan dolayı dünyalık ondan men edilmiş olmayıp dünyanın Allah katında değersiz olduğundan dolayı ondan men edilmiş olduğuna delalet eder.
Bundan dolayı Allah Teala, dünyayı sevdiği kimselere de sevmediği kimselere de verir. Ahireti ise yalnız sevdiği kimselere verir.
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
"(Kıyamet günü) insanların makam ve mevki itibarıyla bana en yakın olanları, dünyadan az alıp çok almayanların olacağını" haber vermiştir.
İmam Ahmed'in rivayet ettiğine göre Ebu Zer:
"Ben kıyamet günü Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'a makam ve mevki itibarıyla en yakınınız olacağım. Çünkü ben Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın:
"Kıyamet günü bana en yakın olanınız, benim kendisini dünyada bıraktığım durumda, dünyadan çıkan kimsedir" buyurduğunu işittim. Vallahi benden başka sizden hiçbir kimse yoktur ki, dünyadan bir şey almış olmasın" demiştir.
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) maişeti yetecek kadar olan kimseye gıpta etmiş ve onun kurtulacağını haber vermiştir.
İmam Ahmed'in rivayet ettiğine göre, Fadale b. Ubeyd demiştir ki:
"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
"Müslüman olup da yeter miktarda maişeti bulunan ve buna kanaat eden kimseye ne mutludur" buyurmuştur.
Müslim'in rivayet ettiğine göre, Abdullah b. Ömer (r.a.) demiştir ki:
"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
"Müslüman olup yetecek kadar malı olan ve Allah'ın verdiğine kanaat eden kimse kurtulmuştur" buyurmuştur.
Sabreden fakirlerin üstün olduğunu iddia edenler demişlerdir ki:
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ashabının fakirlik ve yoksulluk günlerinin, zenginlik ve bolluk günlerinden daha hayırlı olduğuna şahadet etmiştir.
İmam Ahmed'in rivayet ettiğine göre, Hasan demiştir ki:
"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
"Ey ehli-i suffe nasılsınız?" buyurdu.
Onlar da: "iyiyiz" dediler.
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
"Bu günlerde mi iyisiniz, yoksa yemeklerin biri gelip biri gideceği, elbiselerin birini giyip birini çıkaracağınız ve evlerinizi Kabe örtüsü gibi örteceğiniz günlerde mi daha iyi olacaksınız?" diye sordu.
Onlar da: "Ya Resulullah! O günlerde daha iyi oluruz. Rabbimiz bize verir, biz de şükrederiz" dediler.
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
"Bilakis bu günlerde daha iyisiniz" buyurdu.
Bu hadisi şerif sahabenin fakirliğe sabrettikleri devirde, zenginliğe şükrettikleri devirden daha iyi olduklarını açıklamaktadır.
İmam Ahmed'in oğlu Abdullah'ın rivayet ettiğine göre, Talhatü'l-Basri demiştir ki:
"Ben Medine-i Münevvere'ye geldim Peygamberi tanımıyordum. O esnada beytülmal'den iki kişiye bir müd (832 gr.) hurma veriliyordu. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bize namazı kıldırınca, arkadan biri sesini yükselterek:
"Ya Resulullah! Hurma karınlarımızı yaktı. Helaya ihtiyacımız kalmadı" dedi.
Bunun üzerine Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Allah'a hamdü sena ettikten sonra:
"Vallahi sizin için et ve ekmek bulsaydım, onları size yedirirdim, sizin üzerinize öyle bir zaman gelecek ki, önünüze yemeklerin biri gelip biri gidecektir, Kabe örtüsü gibi evlerinizi örteceksiniz." buyurdu.
Bunun üzerine ashab-ı kiram:
"Ya Resulullah! Biz bu günlerde mi daha iyiyiz, yoksa o günlerde mi iyi oluruz?" diye sordular.
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
"Bilakis bu günlerde siz o günlerden daha iyisiniz... Evet bu günlerde siz o günlerden daha iyisiniz. O günlerde birbirinizin boynunu vuracaksınız" buyurdu.
Sabreden fakirlerin üstün olduğunu iddia edenler demişlerdir ki:
"Zenginlik bir fitneden başka bir şey değildir. Zengin olup da dininde o fitnenin tesirinden ve şerrinden kurtulan çok azdır."
Nitekim Allah Teala:
"Bilmiş olun ki, mallarınız ve evladlarınız ancak birer fitnedir" (Enfal/28) buyurmuştur.
Tirmizi'nin rivayet ettiğine göre, Ka'b b. İyaz demiştir ki:
"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın:
"Her ümmetin bir fitnesi vardır. Benim ümmetimin fitnesi de maldır" buyurduğunu işittim. Tirmizi bu hadis hasendir, sahihdir demiştir.
Sabreden fakirlerin üstün olduğunu iddia edenler:
"Mal cehenneme çağırır, fakirlik cennete çağırır" demişlerdir.
İmam Ahmed'in rivayet ettiğine göre, Ka'b b. Sevr'in mevlası, Sa'd b. Eymen demiştir ki:
"Bir gün Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ashabına vaaz ve nasihat ederken fakirlerden bir adam gelip zenginlerden bir kimsenin yanına oturdu.
Zengin kimse ondan elbisesini topladı. Bunun üzerine Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) o zengin kimseye hitap ederek:
"Ey adam! senin zenginliğinin ona geçmesinden veya onun fakirliğinin sana geçmesinden mi korktun?" buyurdu.
Zengin kimse; "Ya Resulullah zenginlik kötü müdür?" dedi.
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
"Evet, senin zenginliğin seni ateşe davet ediyor, onun fakirliği ise onu cennete davet ediyor" buyurdu.
O zengin kimse: "Beni bundan ne kurtarır?" dedi.
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
"Bu fakire yardım edersin" buyurdu.
Zengin: "Peki yaparım" dedi.
Fakir: "Benim yardıma ihtiyacım yoktur" dedi.
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
"Kardeşin için istiğfar ve dua et" buyurdu.
Sabreden fakirlerin üstün olduğunu iddia edenler demişlerdir ki:
Hiçbir kul şükür ile zenginliğin hakkını ödeyemez.
Tirmizi'nin rivayet ettiğine göre, Osman b. Affan demiştir k:
"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
"Ademoğlunun şu hasletlerinden başkasında bir hakkı yoktur. Barınacağı ev, vücudunu örtecek elbise, yiyecek ekmek ve su koyacak bir kab" buyurmuştur. Tirmizi bu hadis hasendir, sahihdir demiştir.
Müslim'in, rivayet ettiğine göre, Ebu Ümame demiştir ki:
"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
"Ey Ademoğlu senin fazla malını sadaka olarak vermen kendin için hayırlı, vermemen ise şerlidir. Fakat kendine yetecek kadar elinde mal bulundurduğundan dolayı muaheze olunmazsın. (Sadakaya) nafakasını verdiğinden başla. Yüksek el (veren el) alçak elden (alan elden) hayırlıdır " buyurmuştur.
Müslim'in rivayet ettiğine göre, Ebu Said-i Hudri demiştir ki:
"Günün birinde Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ile seferde idik, bu esnada devesine binmiş bir adam geldi. Sağa sola bakındı, Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
"Fazla binek hayvanı olanlar olmayana versin, fazla azığı olanlar da azığı olmayana versin" buyurdu.
Sonra Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) her çeşit malı zikretti. Bunun üzerine kimsenin fazla mal saklamaya hakkı olmadığını anlamış olduk."
Sabreden fakirlerin üstün olduğunu iddia edenler demişlerdir ki:
Sabreden fakirden üstün olduğu iddia edilen şükreden zengin ile, işte bütün malının fazlasını sadaka olarak vermek suretiyle şükreden bu zengin murad edilmiştir.
Farz olan zekatı ve biraz sadaka vermek suretiyle şükreden ve geri kalan malıyla faydalanan zengine gelince nasıl olur da fakirliğinden dolayı Allah'dan razı olarak sabreden fakirden üstün olabilir.
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şükredenlerin önderleri olan ashabı için, sizin fakir olmanızdan korkmuyorum, ancak zengin olmanızdan korkuyorum diye yemin etmiştir.
Buhari ile Müslim'in rivayet ettiğine göre; Bedir muharebesinde bulunan Amr b. Avf demiştir ki;
"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Ebu Ubeyde b. el Cerrah (r.a.)'ı cizye tahsili için Bahreyn'e göndermişti. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Bahreyn halkıyla sulh yapmış, onlara emir olarak el-Ala b. el-Hadrami'yi göndermişti.
Ebu Ubeyde, Bahreyn'den mühim bir malla döndü. Ensar, Ebu Ubeyde'nin geldiğini duyunca, hepsi sabah namazını Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'la kılmaya geldiler. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) namazı kılıp dönünce Ensar önüne toplandılar.
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ashabı bu halde görünce gülümseyerek, onlara:
"Öyle sanıyorum ki, Ebu Ubeyde'nin Bahreyn'den malla geldiğini işittiniz" buyurdu.
Onlar da: "Evet ya Resulullah!" dediler.
Bunun üzerine Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
"Sevininiz ve ileride kendinizi sevindirecek şeyler bekleyiniz. Vallahi bundan böyle sizin için fakirlikten korkmuyorum. Fakat sizden evvelki ümmetlerin önüne dünyalık kapıları açılıp birbirlerini kıskanmaları (ve din yönünden ziyan etmeleri) yüzünden onları helak ettiği gibi sizi de helak etmesinden korkuyorum" buyurdu.
İmam Ahmed'in rivayet ettiğine göre, Hasan-ı Basri demiştir ki;
Ebu Salebe el-Huşeni'ye:
"Ey ashab-i Muhammed! vadetmiş olduğunuz dünyalığınız nerede?" diye soruldu.
O da; "Burada bulunan bulunmayana müjdelesin. Kendisinden başka ibadete layık ilah olmayan Allah'a yemin ederim ki, ateşin odunu yiyip bitirdiği gibi dünyalık da imanı yer bitirir" diye cevap verdi.
İmam Ahmed'in rivayet ettiğine göre, Hişam b. Hassan, Hasan-ı Basri şöyle derken işittim;
"Vallahi Cenab-ı Hak insanlardan birine dünyalık verir de o kimse bunun bir tuzak olmasından korkmazsa onun bilgisi noksan düşüncesi kıttır. Cenab-ı Hak bir kuluna dünyalığı vermez de bunun kendisi hakkında hayırlı olduğunu sanmazsa onun bilgisi noksan düşüncesi kıttır."
Buhari'nin rivayet ettiğine göre, Sehl b. Sa'd demiştir ki:
"Bir kere Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın yanından zengin birisi geçmişti.
Bunun üzerine Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
"Bu zengin kişi hakkında ne dersiniz?" diye sordu.
Ashab-ı Kiram da:
"Bu kimse bir kadınla evlenmek isterse nikah olunmaya, birisi hakkında şefaat ve tavsiye ederse şefaati kabul edilmeye, bir görüş beyan ederse sözü dinlenmeye layık bir kimsedir" diye cevap verdiler.
Sehl b. Sa'd der ki, sonra Resulullah sükut etti.
Bu sırada müslüman fakirlerinden birisi geçti, bu defa da Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
"Bu fakir kişi hakkında ne dersiniz?" diye sordu.
Orada bulunanlar da;
"Bu kimse bir kadınla evlenmek istese nikah olunmaya, birisi hakkında şefaat ederse şefaati kabul olunmaya, bir görüş beyan ederse sözü dinlenmeye layık bir kimse değildir" diye cevap verdiler.
Bunun üzerine Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
"O fakir yok mu o fakir, öbür zengin gibi dünya dolusu, insan olsa hepsinden hayırlıdır" buyurdu.
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) zenginlere müjdelemediği şeyleri sabreden fakirlere müjdelemiştir.
Tirmizi'nin rivayet ettiğine göre, Fadale b. Übeyd (r.a.) demiştir ki;
"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ashabı ile namaz kılarken ashab-ı suffeden açlıktan dolayı namazda duramayarak bayılıp düşenler bulunuyordu. Dışarıdan gelen bedeviler, bunlar mecnundur, derlerdi. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) düşenlerin yanına vararak:
"Allah katında sizin için hazırlanan şeyleri bilseydiniz, daha ziyade muhtaç olmayı isterdiniz" buyurdu. Tirmizi bu hadis sahihdir demiştir.
Fadale demiştir ki:
"Ben o gün Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'la beraber idim. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) fakirlere zenginlerden önce cennete gireceklerini müjdeledi."
Bu önce girme müddeti hakkındaki rivayetler değişiktir;
Müslim'in rivayet ettiğine göre, Ebu Abdurrahman demiştir ki;
"Ben yanında bulunduğum halde Abdullah b. Amr b. As'a üç kişi geldiler ve:
"Ey Ebu Muhammed, vallahi biz hiçbir şeye kadir değiliz, ne nafakaya, ne hayvana, ne de eşyaya" dediler.
Abdullah onlara:
"Ne istiyorsunuz? İsterseniz bize müracaat edersiniz. Biz de size Allah'ın sizi sevindireceği şeyleri veririz. İsterseniz halinizi Sultan'a anlatırız. Dilerseniz sabredersiniz. Çünkü ben Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ı:
"Şüphesiz ki, muhacirlerin fakirleri, kıyamet gününde cennete zenginlerden kırk yıl önce gireceklerdir" buyururken işittim, dedi.
O üç kişi de: "öyleyse sabrederiz, bir şey istemeyiz" dediler.
İmam Ahmed'in rivayet ettiğine göre Ebu Hüreyre demiştir ki:
"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
"Müslümanların fakirleri cennete zenginlerinden yarım gün, yani beş yüz sene önce gireceklerdir" buyurmuştur." (Tirmizi bu hadis hasendir, sahihtir demiştir.)
Tirmizi'nin rivayet ettiğine göre, Ebu Said demiştir ki,
"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem);
"Muhacirlerin fakirleri cennete zenginlerinden beş yüz sene önce gireceklerdir." buyurmuştur." (Tirmizi bu hadis hasendir demiştir.)
Tirmizi'nin rivayet ettiğine göre, Cabir b. Abdullah demiştir ki;
"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem);
"Ümmetimin fakirleri cennete zenginlerinden kırk yıl önce gireceklerdir" buyurmuştur." (Tirmizi bu hadis-i şerif hasendir, Abdullah b. Amr. b. As'ın hadisine muvafıktır demiştir.)
Tirmizi'nin rivayet ettiğine göre, Enes (r.a.) demiştir ki;
"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem),
"Yoksullar cennete zenginlerden kırk yıl önce gireceklerdir" buyurmuştur."
Fakirlerin cennete zenginlerden önce girme müddeti Cabir (r.a.), Enes (r.a.), Abdullah b. Amr (r.a.)'ın hadislerinde kırk yıl olarak bildirilmiş. Ebu Hüreyre (r.a.) ile Ebu Said (r.a.) hadislerinde ise beş yüz yıl olarak bildirilmiş. Bu hadis-i şerifler arasında tezad yoktur. Çünkü fakirlerin ve kendi aralarındaki fakirlikle zenginliklerine göre cennete önce ve sonra girmeleri arasında fark vardır. Buna göre bazı fakirler ise cennete beş yüz sene önce gireceklerdir. Hatta fakirlerin cennete önce girmeleri bu miktara bağlı olmayıp bu miktarlardan daha çok ve daha az olabilir.
Ebu Davud'un rivayet ettiğine göre Ebu Hüreyre (r.a.) demiştir ki;
"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem);
"Ümmetimden ilk önce cennete girecek olan Ebu Bekir Sıddık (r.a.)'dır."
Bilindiği üzere Ebu Bekir Sıddık ile fakir muhacir kardeşleri arasındaki cennete önce girme müddeti uzun olmayacaktır. Bu müddet, cennete ilk önce giren ile cennete en sonra giren arasında çok uzun olacaktır.
İmam Ahmed Müsned'inde rivayet ettiğine göre, Abdullah b. Ömer demiştir ki;
"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem);
"Cennete ilk önce kimlerin gireceğini biliyor musunuz?" buyurdu.
Ashab-ı Kiram; "Allah Resulü daha iyi bilir" dediler.
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem);
"Cennete ilk girecek olanlar muhacirlerin fakirleridir ki sıkıntılar onları öyle sarmıştı da onlar yerine getiremedikleri hacetleri kursaklarında bulunduğu halde öldüler.
Melekler; "Ey Rabbimiz! Biz senin melekleriniz, senin bekçileriniz, senin göklerinin sakinleriyiz, onları bizden önce cennete koyma" derler.
Cenab-ı Hak; "Kullarım bana hiçbir şeyi ortak koşmadılar. Sıkıntılar onları çepeçevre sarmıştı da onlardan biri yerine getiremediği haceti kursağında bulunduğu halde ölür" buyurur.
O vakit melekler her kapıdan onların yanlarına girecekler; "Sabrettiğiniz için selam size! (dünya) yurdunun sonucu (cennet) ne güzeldir." diyeceklerdir" buyurmuştur.
İmam Ahmed'in rivayet ettiğine göre, İbn-i Abbas demiştir ki;
"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem);
"Dünyada iken biri zengin diğeri fakir olan iki mü'min cennet kapısında karşılaşır. Fakir cennete konulur. Zengin ise Allah'ın hapsedilmesini dilediği kadar hapsedilir, sonra cennete konulur. Fakirle karşılaşır.
Fakir ona; "Ey kardeşim! Seni hapseden nedir. Vallahi sen hapsedilince seninle buluşamayacağımdan korktum" dedi.
Zengin de; "Ey kardeşim! Senden sonra fena şekilde hapsedildim. Ben sana gelemedim. O esnada benden akan terden acı ve tuzlu ot yemiş bin deve içseydi hepsini kandırırdı dedi" buyurmuştur.
Taberani'nin rivayet ettiğine göre, Ebu Hüreyre demiştir ki;
"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın;
"Mü'minlerin fakirleri cennete zenginlerden yarım gün yani beş yüz sene önce gireceklerdir" buyurdu.
Bir adam; "Ben onlardan mıyım ya Resulullah!" diye sordu,
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem);
"Sabah yersen akşam da yemek bulabiliyor musun? Akşam yersen yanında sabah yemeğin kalıyor mu" buyurdu.
O da; "Evet" dedi.
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem);
"Sen onlardan değilsin" buyurdu.
Başka bir adam kalkıp:
"Ben onlardan mıyım ya Resulullah!" diye sordu.
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
"önceki adama söylediğimi işittin mi?" buyurdu.
O da; "Evet ama ben onun gibi değilim" dedi.
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
"Üzerinde bulunan elbiseden başka vücudunu örtecek elbisen var mı?" buyurdu.
O da; "Evet" dedi. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
"Sen de onlardan değilsin" buyurdu.
Başka bir şahıs kalkıp; "Acaba ben onlardan mıyım ya Resulullah" dedi.
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
"senden önceki şu adama sorduğumu işittin mi?" buyurdu.
O da; "evet" dedi.
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem);
"Her ödünç almak istediğin zaman ödünç alabilir misin?" buyurdu.
O da; "Evet" dedi.
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem);
"Sen de onlardan değilsin" buyurdu.
Diğer bir şahıs kalkıp; "Peki ben onlardan mıyım ya Resulullah!" dedi.
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem);
"Senden öncekilere sorduğumu işittin mi?" buyurdu.
O da; "Evet" dedi.
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem);
"Kazanabiliyor musun?" buyurdu.
O da; "Evet" dedi. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem);
"Sen de onlardan değilsin" buyurdu.
Beşinci adam kalkıp; "Ben onlardan mıyım?" dedi.
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem);
"Senden öncekilere sorduklarımı işittin mi?" buyurdu.
O da; "Evet" dedi. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem);
"Rabbinden razı olarak akşamlayıp sabahlıyor musun?" buyurdu.
O da; "Evet" dedi. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem);
"Sen onlardansın" buyurdu".
Bir hadis-i şerif de;
"Cennette mü'minlerin efendileri, sabah yerlerse akşam yemeği bulamayanlar, akşam yerlerse yanlarında sabah yemeği kalmayanlar, ödünç almak isterlerse kendilerine ödünç verilmeyenler, gerekli olan bir kat elbisesinden başka elbisesi olmayanlar, maişetlerini temin edemiyenler, Allah'dan razı olarak akşamlayıp Allah'dan razı olarak sabahlayan kimselerdir" buyrulmuştur.
Nitekim Allah Teala:
"Her kim, Allah'a ve peygamber'e itaat ederse, işte bunlar, Allah'ın nimet verdiği peygamberlerle, sıddıklarla, şehidlerle ve iyilerle beraberdirler. Bunlar ne güzel arkadaştır!" (Nisa/69) buyurmuştur.
Taberani bu hadis; "Sufyanı Sevri'nin Muhammed b. Zeyd'den rivayet ettiği garip bir hadistir. Muhammed b. Zeyd, yalnız Abdülmelik'in kölesi olduğu için kendisine, "el-Abdi" denilirdi" demiştir.
Ben derim ki;
"Bu Muhammed, "el-Abdi"dir.
(Muhaddislerden bazıları bu Muhammed'in rivayet ettiği hadislere itimad etmişlerdir, diğer bazı muhaddisler ise bunun rivayet ettiği hadisleri zayıf saymışlardır. Darekutni, "bunun hadisi kuvvetli değildir" demiştir. Ebu Hatem, "Muhammed b. Zeyd hadis rivayet etmeye elverişlidir" demiştir. İbn-i Hibban, "Muhammed b. Zeyd'i hadis rivayetinde kendisine güvenilenler arasında zikretmiştir. Tirmizi ile İbn-i Mace Muhammed b. Zeyd'den hadis rivayet etmişlerdir.)
İmam Ahmed'in rivayet ettiğine göre, Ebu Hüreyre (r.a.) demiştir ki:
"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
"Bana ilk cennete girecek üç sınıf ile cehenneme ilk girecek üç sınıf gösterildi.
İlk cennete girecek üç sınıf;
- şehidler,
- dünyada köle olmaları kendilerini Allah'ın taat ve ibadetinden alıkoymayan köleler,
- iffetli ve çoluk çocuk sahibi olan fakirlerdir.
İlk cehenneme girecek olan üç sınıfa gelince;
- zalim hükümdarlar,
- mallarındaki Allah'ın hakkını vermeyen zenginler,
- kibirli olan fakirlerdir" buyurmuştur. (Tirmizi yalnız ilk cennete girecek üç sınıfı rivayet etmiştir.)
Sabreden Fakirlerin Üstün Olduğunu İddia Edenlerin Sözleri
Sabreden fakirlerin şükreden zenginlerden üstün olduklarını iddia edenler şöyle demişlerdir:
Allah Teala, dostlarını dünyadan korumuş, onları şereflendirmek için dünyadan sakındırmış,
dünyanın kirlerinden onları temizlemiş ve onları alçak olan dünyadan uzak tutmuş,
dünyayı onlara yermiş ve dünyanın kendi katında kıymetsiz olduğunu onlara haber vermiş, zenginliğin bir fitne olduğunu, yer yüzünde azgınlığın ve bozgunculuğun sebebi olduğunu,
dünyada çoklukla övünmenin insanı ahiretten alıkoyduğunu, zenginliğin aldatıcı ve geçici bir meta olduğunu bildirmiş,
dünyayı sevip ahirete tercih edenleri yermiş,
dünyayı, süsünü ve servetini isteyen kimsenin ahirette nasibi olmayacağını, zenginliğin bir fitne ve bir imtihan olduğunu, bir keramet ve bir muhabbet olmadığını,
dünya ehline dünyalığı vermenin onların hayır işlerinde yarışmalarını temin etmek için olmadığını,
dünyalığın Allah'a yaklaştırmadığını, eğer insanların peşi peşine küfre sapacaklarından korkmasaydı, kafirlere istediklerinden daha fazla dünyalık vereceğini hatta evlerinin tavanlarını, kapılarını, merdiverilerini, karyolalarını gümüşten kılacağını,
dünyayı ahiretten nasibi olmayan zayıf akıllılar için ve düşmanları için süslediğini haber vermiş, ve Resulünü, dünyaya ve dünya sakinlerini faydalandırmak için vermiş olduğu şeylere göz dikmekten nefy etmiş,
dünyada güzel olan her şeyi tüketenleri, sömürenleri ve onların zevkini sürenleri zemmetmiş ve bu bağlamda Resulüne:
"Bırak onları yesinler, (içsinler), zevk alsınlar, ümit onları oyalıya dursun... ileride öğrenecekler" (Hicr/ 3) buyurmuştur.
Bu ayet-i kerimede Cenab-ı Hakk'ın dostlarını dünya ile oyalanmaktan ve dünyada çok yiyip içmekten niçin menettiğinin bir tesellisi vardır.
Yine bu ayette, kendisine dünyalık verilenin azmaması, nefsine her istediğini vermemesi, zevk ve safaya düşmemesi hatırlatılmaktadır.
Cenab-ı Hak, dünyayı sevenleri, çoklukla övünenleri fazilet ve şerefin zenginlikte olduğunu sananları yermiş, onları yalanlamış ve gerçeğin onların dedikleri ve düşündükleri gibi olmadığını haber vermiştir. Dünyayı kullarına birçok misallerle anlatmıştır. Bu misaller, her akıllıyı dünyada zühde, ona itimat etmemeye, meyil etmemeye davet eder.
Cenab-ı Hak dünyanın suretini ve hakikatim kullarına beyan ederek:
"Dünya hayatının hali, ancak gökten indirdiğimiz bir suya benzer ki, onunla insan ve hayvanların yedikleri yer mahsulleri yetişip birbirine karışır. Nihayet yer bütün güzelliklerini takınıp, süslendiği, sahipleri de bu mahsulü toplayıp ondan faydalanmaya, kendilerini muktedir zannettikleri bir sırada, geceleyin veya gündüzleyin ona emrimiz (afatımız) gelivermiş bir lahzada ona bir tırpan atıvermişizdir. Sanki dün hiç yokmuş gibi olmuştur. İşte düşünen bir kavim için biz ayetleri böyle açıklarız" (Yunus/ 24)
diğer bir ayette de:
"Onlara dünya hayatı misalinin tıpkı şöyle olduğunu anlat; Gökten indirdiğimiz su ile yeryüzünde yetişen bitkiler birbirine karışır, ama sonunda rüzgarların savuracağı çer çöpe döner. Allah herşeyin üstünde bir kudret sahibidir" (Kehf/45) buyurmuştur.
Cenab-ı Hak dünyanın fani olduğundan, çabuk ve geçici olduğundan kulun ahireti görünce sanki dünyada bir saat veya bir gün veya bir günün bir kısmı kadar kaldığını zannedeceğini haber vermiş,
Kullarını dünyaya aldanmaktan nehyetmiş, dünyanın bir eğlence, bir oyun, bir süs ve aranızda bir öğünme ve daha çok mal ve çocuk sahibi olmanın aldatıcı bir metası, ahirete giden bir yol ve baki olmayan geçici bir faydalanmadan ibaret olduğunu bildirmiş,
Dünyayı isteyeni hayırla zikretmeyip bilakis onu yermiş, dünyayı isteyenin Rabbi'nin iradesine muhalefet etmiş olduğunu haber vermiş, cehennem ehlinin cehenneme ancak dünyaya aldanmaları ve dünyayı arzu etmeleri sebebiyle girdiklerini bildirmiştir.
Sabreden fakirin üstün olduğunu iddia edenler demişlerdir ki:
Bu zikredilenlerin hepsi insanları zühde, takvalığa davet etmektedir, mümkün mertebe bu dünyadan az almaya teşvik etmektedir.
Nitekim Cenabı Hak kendine mahlukatın en şereflisi ve en sevimlisi olan kulu ve Resulü Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'e dünyayı ve dünya hazinelerinin anahtarlarını arzetmiş fakat Resulü bunları istememiştir. Şayet bunları istemiş olsaydı, dünyadan almış olduğu şeylere karşı insanların en çok şükredeni olur, ve onların hepsini kesin olarak Allah'ın rızası yolunda sarf ederdi, fakat dünyadan azla yetinmeyi tercih edip geçim sıkıntısına sabretmiştir.
İmam Ahmed, Aişe (r.a.)'den rivayet ittiğine göre, Aişe (r.a.) şöyle demiştir:
"Ensardan bir kadın benim yanıma geldi. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın döşeğinin iki kat bir abadan ibaret olduğunu gördü. Evine dönünce bana bir yün döşek gönderdi. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) gelince:
"Bu nedir?" diye sordu. Ben de:
"Ensardan filan kadın benim yanıma geldi, senin döşeğini gördü ve bunu bana gönderdi" dedim.
Bunun üzerine Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
"Ey Aişe! Bu döşeği geri ver" buyurdu.
Fakat ben o döşeği geri vermedim, çünkü o döşeğin evimde bulunması hoşuma gidiyordu.
Nihayet Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bana bunu üç defa söyledi ve:
"Ya Aişe! bu döşeği geri ver. Allah'a yemin ederim ki, ben isteseydim Allah Teala benimle beraber altın ve gümüş dağlarını yürütürdü" buyurdu.
Bunun üzerine ben de o döşeği geri verdim."
Resulullah'a dünya hazinelerinin anahtarları verildi, fakat Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) onları almayarak:
"Rabbim! Bir gün aç, bir gün de tok olarak yaşarım, aç olduğum vakit tazarru ve niyazda bulunup seni zikrederim. Tok olduğum vakit ise sana hamdeder ve şükrederim" dedi.
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Rabbinden ehlinin rızkını yetecek kadar vermesini istemiştir.
Nitekim Buhari ile Müslim'de Ebu Hüreyre (r.a.)den rivayet edildiğine göre:
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
"Allah'ım Muhammed âlinin rızkını yetecek kadar ver" diye dua ederlerdi."
Yine Buhari ile Müslim'in rivayet edildiğine göre, Ebu Hüreyre (r.a.):
"Ebu Hüreyre'nin nefsi yed-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, Resulullah ve onun ehli dünyadan ayrılıncaya kadar üç gün arka arkaya buğday ekmeğinden doya doya yememişlerdir" demiştir.
Buhari'den rivayet edildiğine göre, Enes (r.a.):
"Ben, Resulullah'ın, Rabbine kavuşuncaya kadar yufka bir ekmek ve kızartılmış bir kuzu kebabı yediğini bilmiyorum" demiştir.
Yine Sahih-i Buhari'de rivayet edildiğine göre, Ebu Hüreyre (r.a.):
"Resulullah dünyadan çıkıncaya kadar arpa ekmeğinden doya doya yememiştir" demiştir.
Buhari ile Müslim'de rivayet edildiğine göre, Aişe (r.a. ) validemiz:
"Muhammed âli Medine'ye geleliden vefatına kadar üç gece arka arkaya buğday yemeğinden doya doya yememişlerdir" demiştir.
Müslim'de rivayet edildiğine göre, Ömer (r.a):
"Gerçekten ben Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ı karnını doyuracak kadar adi bir hurma bulamadığını gördüm" demiştir.
Müsned'in ve Tirmizi'nin rivayetine göre, İbn-i Abbas (r.a.):
"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ehli ile birlikte arka arkaya birkaç gece akşam yemeği bulamayarak aç yatarlardı. Ekseriyetle ekmekleri de arpa ekmeğiydi" demiştir. Tirmizi bu hadis hasendir, sahihdir demiştir.
Yine Tirmizi'nin rivayet ettiğine göre, Ebu Ümame (r.a ):
"Resulullah'ın ehlibeytinin arpa ekmeği (sofradan) artmıyordu." demiştir.
İmam Ahmed Müsned'inde rivayet ettiğine göre, Aişe (r.a.):
"Muhammed'i hak olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, Cenab-ı Hak, Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ı peygamber olarak gönderdiği zamandan ölünceye kadar eleği görmedi elenmiş undan yapılmış ekmeği yemedi" dedi.
Urve; "Ben Aişe (r.a.)'ye arpayı nasıl yiyordunuz? diye sordum. O da:
"Üflerdik Yani (kabuğu gitsin diye) üflerdik. Uçan uçardı geri kalanı ise hamur yoğururduk" demiştir.
Buhari'nin rivayet ettiğine göre, Enes (r.a.):
"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) zırhını rehin olarak verip arpa almıştı, (o sırada) Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
"Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) ehli beyti için bir ölçek ne sabahladı ne de akşamladı" buyurduğunu işittim.
"Gerçekten onlar (al-i Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-) dokuz hane idi" demiştir.
Müsned'ül-Haris'de rivayet edildiğine göre; Enes (r.a.) demiştir ki,:
"Fatıma, Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'a bir parça ekmek getirdi. Bunun üzerine Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
"Bu ekmek parçası nedir Ya Fatıma!" diye sordu.
O da: "bir ekmek yaptım. Bu parçayı sana getirmedikçe, gönlüm razı olmadı" dedi.
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
"Bilmiş ol ki, bu üç günden beri babanın ağzına giren ilk yemektir" buyurdu.
İmam Ahmed rivayet ettiğine göre:
Cabir (r.a.):
"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ashabıyla birlikte hendek kazarken şiddetli bir açlıkla karşılaştılar. Hatta Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) mübarek karnına açlıktan taş bağlamıştı" dedi.
Ebu Hatem b. Hibban, Tekasim isimli eserinde bu hadisi şiddetle reddederek:
"Allah katında mahlukatın en şereflisi olan Muhammed Mustafa (sallallahu aleyhi ve sellem) hakkında böyle bir şey düşünülemez" demiştir.
Müellif demiştir ki; bu düşünce Ebu Hatem'in bir kuruntusudur. Bu hadis-i şerifde, Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın Allah katındaki mertebesinin noksan olduğuna delalet eden bir şey yoktur. Bilakis Allah katındaki kerametinin yüksek olduğunu bildirmektedir. Kendisinden sonra gelecek halife ve hükümdarlar için de ibadet vardır.
Ebu Hatem, Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın yaşantısı hakkındaki diğer hadis-i şerifleri düşünmemişe benziyor.
Bu hadis-i şerif, Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın doğru olduğunun en büyük şahitlerindendir. Şayet Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), kendinin ve Rabbinin düşmanlarının dediği gibi, dünya mülk ve saltanatını isteyen bir hükümdar olsaydı, yaşayışı hükümdarların yaşayışı gibi, gidişatı da onların gidişatı gibi olurdu. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) vefat ettiği vakit ehli için almış olduğu yiyecek karşılığında zırhını bir Yahudi yanında rehin bırakmıştı.
Cenab-ı Hak, Resulüne Arap beldelerinin fethini nasip edip onun yanında ganimetler ve vergiler toplandığı halde ebedi aleme irtihal ettiği vakit, ne bir dirhem, ne bir altın, ne bir koyun, ne bir deve ne bir köle, ne de bir cariye bırakmadı. Yalnız binmekte olduğu beyaz bir katırla silahını ve bir de yolculara vakfettiği araziyi bıraktı.
İmam Ahmed rivayet ettiğine göre; Urve;
"Aişe (r.a.), üzerimizden aylar geçerdi de, Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın hane-i saadetlerinden hiçbirinde (yemek pişirmek için) ateş yanmazdı" derken işittim.
Bunun üzerine "Ey teyzeciğim ne ile geçiniyordunuz?" diye sordum.
O da; "İki kara şey, yani hurma ile sudan ibaretti" diye cevap verdi.
Ebu'l Heysem b. et-Teyyihan kıssasında, Ebu Hüreyre'nin hadisinde geçtiği üzere:
"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) evinden çıktı. Ebu Bekir (r.a.) ile Ömer (r.a.)'i gördü. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
"Sizi dışarı çıkaran nedir?" dedi.
Onlar da; "açlıktır" dediler.
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
"Nefsim yed-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, sizi çıkarmaya mecbur eden hal beni de çıkardı" buyurdu.
İmam Ahmed'in zikrettiğine göre, Meşruk demiştir ki;
"Ben, Aişe (r.a.)'nin yanına gittim. Beni yemeğe davet etti ve:
"Yemekten doya doya yiyemiyorum, ağlamak isteyince ağlıyorum" dedi.
Ben: "Niçin" diye sordum.
O da; "Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın dünyadan ayrıldığı hali düşünüyorum. Vallahi Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ölünceye kadar bir günde iki defa buğday ekmeğinden doya doya yememiştir" dedi.
Yine İmam Ahmed'in Müsned'inde rivayet edildiğine göre, Aişe (r.a.):
"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ölünceye kadar iki gün ard arda arpa ekmeğinden doya doya yememiştir" demiştir. Bu iki hadis sahihdir.
Yine İmam Ahmed'in Müsned'inde rivayet edildiğine göre, Aişe (r.a.):
"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Allah'a kavuşuncaya kadar onun ailesi efradı üç gün katıkla ekmekten karınlarını doyurmamıştır" demiştir.
Buhari ile Müslim'de rivayet edildiğine göre, Ebu Hüreyre (r.a.):
"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) dünyadan ayrılıncaya kadar kendisi ve ailesi ard arda üç gün buğday ekmeğinden doya doya yememişlerdir" demiştir.
Tirmizi'nin rivayet ettiğine göre, İbn-i Abbas (r.a.):
"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) arka arkaya bir kaç geceyi aç geçirdi de ailesi yiyecek akşam yemeğini bulamazlardı. Onların ekmekleri de ekseriye arpa ekmeği idi" demiştir.
Yine Tirmizi'nin rivayet ettiğine göre, Enes (r.a.) demiştir ki:
"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
"Allah yolunda kimsenin korkutulmadığı şekilde korkutuldum. Allah yolunda kimsenin eza görmediği şekilde eza gördüm. Otuzgün ve otuz gece olmuştur ki, benim ve Bilal'in koltuğu altından bulunan az bir azıktan başka, canlı hayvanın yiyebileceği bir şeyimiz yoktu" buyurmuştur.
Yine Tirmizi'nin rivayet ettiğine göre, Ebu Talha (r.a.):
"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'a açlıktan şikayet ettik ve karnımızdan birer birer taşları çıkardık. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ise mübarek karnından iki taş çıkardı" demiştir.
Yine Tirmizi'nin rivayet ettiğine göre, Abdullah b. Mes'ud (r.a.):
"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bir hasır üzerinde uyumuşlardı, uykudan kalktı, fakat hasır vücudunda iz bırakmıştı. Bunun üzerine:
"Ya Resulullah! Sizin için yatak tedarik etsek olmaz mı?" dediler.
"Benim dünya ile ne işim var. Ben dünyada bir ağaç altında gölgelenip de sonra bırakıp giden bir yolcu gibiyim" buyurdu" demiştir.
Tirmizi'den rivayet edildiğine göre, Ali (r.a.) demiştir ki:
"Bir kış günü Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın evinden çıktım. Tabaklanmış bir deri alıp ortasından delip boynuma geçirdim, belimi hurma yaprağıyla bağladım. Çok açtım, Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın evinde yiyecek bir şey olsaydı ondan yiyecektim. Olmayınca bir şeyler aramaya çıktım. O sırada çıkrıklı kuyusundan su çekip hayvanlarını sulayan bir Yahudinin yanından geçiyordum, duvarındaki gedikten ona baktım. Bunun üzerine Yahudi:
"Ey Arabi! ne istiyorsun? Sana (kuyudan çekeceğin) her kova başına bir hurma vereyim, razı mısın?" dedi.
Ben de: "Razıyım, kapıyı aç gireyim" dedim.
Bunun üzerine kapıyı açtı, içeri girdim. Kovasını bana verdi. Her çektiğim kova karşılığında bana bir hurma veriyordu. Nihayet avucum (hurma ile) dolunca, kovasını verip: "Bu bana yeter" dedim.
Hurmaları yedim, sonra kana kana su içtim, sonra mescide geldim.
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) orada buldum."
Sa'd b. ebi Vakkas (r.a.)'dan rivayete göre, şöyle demiştir:
"Allah yolunda ok atan Araplardan birincisi bulunuyorum. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın maiyetinde harbettiğim vakit, ağaç yapraklarından başka yiyecek bulamadığımız zamanlar oluyordu. Semür denilen ağaç yaprağını yediğimizden, koyun ve keçinin gibi kaza-yı hacet ederdik." (Buhari, Müslim)
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) gecenin bir kısmında namaz kılarken üzerindeki yün elbisenin bir kısmı kendi üzerinde bir kısmı da Aişe (r.a.)'nin üzerinde bulunurdu. Hasan-ı Basri "Bu elbisenin kıymeti altı veya yedi dirhemdi" demiştir.
İmam Ahmed'in rivayet, ettiğine göre, Ali (r.a.) demiştir ki:
"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Hz. Fatıma (r.a.)'ya çeyiz olarak bir elbise, bir kap, bir de içi lif dolu, deriden bir yastık vermişti."
İmam Ahmed'in rivayet ettiğine göre, Ebu Bürde demiştir ki:
"Aişe (r.a.)'nin yanına girdim de, bize Yemen'de yapılan kalın bir peştemal ile keçelenmiş omuz örtüsü çıkardı ve:
"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şu iki elbisenin içinde vefat etti", dedi".
Sabreden fakirin üstün olduğunu iddia edenler demişlerdir ki:
"Şayet sabreden fakirden şükreden zengin daha üstün olsaydı, Cenab-ı Hak Resulüne ilmin artırılmasını istemesini emrettiği gibi zenginliği istemesini de emrederdi."
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) kendisi için, ancak Allah'ın seçtiğini seçmiştir. Cenab-ı Hak ise Resulü için en üstün olanını seçmiştir. Çünkü Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) mahlukatın en faziletlisi ve en mükemmelidir. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
"Rızkın en hayırlısı kula yetecek kadar olan, onu başkasına muhtaç etmeyen, onu azdırıp, Allah'dan ve ahiretten alıkoymayan rızıktır" diye haber vermiştir.
İmam Ahmed'in rivayet ettiğine göre, Ebu'd Derda demiştir ki;
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
"her sabah güneş doğarken, güneşin iki tarafında iki melek gönderilir. Bu melekler:
"Ey insanlar Rabbinize gelin! Az ve yetecek kadar olan rızık (Allah'dan ve ahiretten) alıkoyan çok rızıktan daha hayırlıdır" diye nida ederler.
Bunların nidasını insanlarla cinlerden başka, yer yüzündeki bütün canlılar işitir. (Her akşam) güneş batarken, güneşin iki tarafında iki melek gönderilir. Bu melekler:
"Ya Rabbi! Hayır yapanın malının karşılığını ver. Hayır yapmayanın malını telef et" diye nida ederler. Bunların nidasını insanlarla cinlerden başka yeryüzündeki bütün canlılar işitir" buyurmuştur.
İmam Ahmed'in rivayet ettiğine göre, Sa'd b. Malik (r a ) demiştir ki:
"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
"Rızkın hayırlısı yetecek kadar olanıdır, zikrin hayırlısı da gizli olanıdır" diye buyurmuştur.
Bu hadis-i şerifde kalbin rızkı ile bedenin rızkının ve dünya rızkı ile ahiret rızkının arası birleştirilip, beden ile dünya rızkının en hayırlısının yetecek kadar olması ve kalp ile ahiret rızkı olan zikrin de en hayırlısının gizli yapılması olduğu haber verilmiştir.
Gizli zikir yeterliyken bu gizli zikirle yetinmeyerek, sesinin perdesini artırırsa, bu zikrin sahibinin riya yapmasından ve zikretmeyenlere karşı kibirlenmesinden korkulur.
Bedenin rızkı da yetecek miktardan fazla olursa bu rızkın sahibinin de azmasından ve çoklukla övünmesinden korkulur.
Sabreden fakirin üstün olduğunu iddia edenler:
"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) dünyada azla yetinip zahid olanlara gıpta etmiş, zengin olanlara gıpta etmemiştir" demişlerdir.
İmam Ahmed'in rivayet ettiğine göre, Ebu Ümame şöyle demiştir:
"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
"Benim yanımda dostlarımın en çok imrenileni, aile efradı az olan, namazdan nasibini alan, Rabbine güzel ibadet eden, tenhada O'na itaat eden, parmakla gösterilecek şekilde insanlar arasında meşhur olmayan, rızkı yetecek kadar olup, buna sabreden kimsedir" buyurdu.
Sonra (böyle bir kimsenin ölümle dünyadan kurtulduğuna işaret ederek) elini silkeledi ve:
"bu kimsenin ölümü çabuk, ağlayanları az, bıraktığı miras da azdır" buyurdu."
Sabreden fakirin üstün olduğunu iddia edenler:
"Allah Teala'nın mü'min kulunu dünyalıktan uzak tutması, ancak onu sevmesinden ve ona ikram etmesinden dolayıdır" demişlerdir.
İmam Ahmed'in rivayet ettiğine göre, Mahmud b. Lebid (r.a.) demiştir ki;
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
"Hastalarınızın (hastalığının artmasından) korktuğunuz için onları yemekten, içmekten koruduğunuz gibi, Allah Teala da sevdiği mü'min kulunu dünya varlıklarından korur" buyurdu.
Sabreden fakirlerin üstün olduğunu iddia edenler:
"Allah Teala'nın bir kimseye dünya varlıklarından bol vermesi ona bir ikram ve bir muhabbetten dolayı olmayıp ancak istidrac (azar azar helake yaklaştırmak) içindir" demişlerdir.
İmam Ahmed'in rivayet ettiğine göre Ukbe b. Amir (r.a.) demiştir ki:
"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
"Günaha devam eden bir kimseye istediğini Cenab-ı Hakk'ın verdiğini gördüğümüz vakit, bunun bir istidrac (azar azar helake yaklaştırmak) için olduğunu bilin" buyurdu ve:
"Kendilerine hatırlatılanı unuttuklarında, onlara her şeyin kapısını açtık. Kendilerine verilene sevinince ansızın onları yakaladık da umutsuz kalıverdiler" (Enam/44) mealindeki ayet-i kerimeyi okudu.
Sabreden fakirlerin üstün olduğunu iddia edenler:
"Allah katında dünya değersiz olduğundan dolayı, onu dostlarından ve sevdiği kimselerden men etmiştir" demişlerdir.
İmam Ahmed'in rivayet ettiğine göre, Ebu'l-Ca'd demiştir ki:
"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
"Ümmetimden öyle kimse vardır ki, birinizin kapısına gelip bir altın istese vermezsiniz, bir dirhem istese vermezsiniz, eğer Allah'dan cenneti istese muhakkak ona cenneti verir. Allah'dan dünyalık istese dünyalığı vermez. Bu kimse, Allah katında değersiz olduğundan dolayı dünyalığı ondan men etmiş değildir. İşte bu kimse, elbisesi yırtık pırtık olup, insanların kendisine önem vermediği kimsedir. Eğer şu kimse, bir şey hakkında Allah'a yemin edecek olsa, muhakkak Allah onun yeminini yerine getirir" buyurmuştur.
Bu hadis-i şerif, bu kimsenin Allah katında değersiz olduğundan dolayı dünyalık ondan men edilmiş olmayıp dünyanın Allah katında değersiz olduğundan dolayı ondan men edilmiş olduğuna delalet eder.
Bundan dolayı Allah Teala, dünyayı sevdiği kimselere de sevmediği kimselere de verir. Ahireti ise yalnız sevdiği kimselere verir.
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
"(Kıyamet günü) insanların makam ve mevki itibarıyla bana en yakın olanları, dünyadan az alıp çok almayanların olacağını" haber vermiştir.
İmam Ahmed'in rivayet ettiğine göre Ebu Zer:
"Ben kıyamet günü Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'a makam ve mevki itibarıyla en yakınınız olacağım. Çünkü ben Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın:
"Kıyamet günü bana en yakın olanınız, benim kendisini dünyada bıraktığım durumda, dünyadan çıkan kimsedir" buyurduğunu işittim. Vallahi benden başka sizden hiçbir kimse yoktur ki, dünyadan bir şey almış olmasın" demiştir.
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) maişeti yetecek kadar olan kimseye gıpta etmiş ve onun kurtulacağını haber vermiştir.
İmam Ahmed'in rivayet ettiğine göre, Fadale b. Ubeyd demiştir ki:
"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
"Müslüman olup da yeter miktarda maişeti bulunan ve buna kanaat eden kimseye ne mutludur" buyurmuştur.
Müslim'in rivayet ettiğine göre, Abdullah b. Ömer (r.a.) demiştir ki:
"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
"Müslüman olup yetecek kadar malı olan ve Allah'ın verdiğine kanaat eden kimse kurtulmuştur" buyurmuştur.
Sabreden fakirlerin üstün olduğunu iddia edenler demişlerdir ki:
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ashabının fakirlik ve yoksulluk günlerinin, zenginlik ve bolluk günlerinden daha hayırlı olduğuna şahadet etmiştir.
İmam Ahmed'in rivayet ettiğine göre, Hasan demiştir ki:
"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
"Ey ehli-i suffe nasılsınız?" buyurdu.
Onlar da: "iyiyiz" dediler.
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
"Bu günlerde mi iyisiniz, yoksa yemeklerin biri gelip biri gideceği, elbiselerin birini giyip birini çıkaracağınız ve evlerinizi Kabe örtüsü gibi örteceğiniz günlerde mi daha iyi olacaksınız?" diye sordu.
Onlar da: "Ya Resulullah! O günlerde daha iyi oluruz. Rabbimiz bize verir, biz de şükrederiz" dediler.
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
"Bilakis bu günlerde daha iyisiniz" buyurdu.
Bu hadisi şerif sahabenin fakirliğe sabrettikleri devirde, zenginliğe şükrettikleri devirden daha iyi olduklarını açıklamaktadır.
İmam Ahmed'in oğlu Abdullah'ın rivayet ettiğine göre, Talhatü'l-Basri demiştir ki:
"Ben Medine-i Münevvere'ye geldim Peygamberi tanımıyordum. O esnada beytülmal'den iki kişiye bir müd (832 gr.) hurma veriliyordu. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bize namazı kıldırınca, arkadan biri sesini yükselterek:
"Ya Resulullah! Hurma karınlarımızı yaktı. Helaya ihtiyacımız kalmadı" dedi.
Bunun üzerine Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Allah'a hamdü sena ettikten sonra:
"Vallahi sizin için et ve ekmek bulsaydım, onları size yedirirdim, sizin üzerinize öyle bir zaman gelecek ki, önünüze yemeklerin biri gelip biri gidecektir, Kabe örtüsü gibi evlerinizi örteceksiniz." buyurdu.
Bunun üzerine ashab-ı kiram:
"Ya Resulullah! Biz bu günlerde mi daha iyiyiz, yoksa o günlerde mi iyi oluruz?" diye sordular.
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
"Bilakis bu günlerde siz o günlerden daha iyisiniz... Evet bu günlerde siz o günlerden daha iyisiniz. O günlerde birbirinizin boynunu vuracaksınız" buyurdu.
Sabreden fakirlerin üstün olduğunu iddia edenler demişlerdir ki:
"Zenginlik bir fitneden başka bir şey değildir. Zengin olup da dininde o fitnenin tesirinden ve şerrinden kurtulan çok azdır."
Nitekim Allah Teala:
"Bilmiş olun ki, mallarınız ve evladlarınız ancak birer fitnedir" (Enfal/28) buyurmuştur.
Tirmizi'nin rivayet ettiğine göre, Ka'b b. İyaz demiştir ki:
"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın:
"Her ümmetin bir fitnesi vardır. Benim ümmetimin fitnesi de maldır" buyurduğunu işittim. Tirmizi bu hadis hasendir, sahihdir demiştir.
Sabreden fakirlerin üstün olduğunu iddia edenler:
"Mal cehenneme çağırır, fakirlik cennete çağırır" demişlerdir.
İmam Ahmed'in rivayet ettiğine göre, Ka'b b. Sevr'in mevlası, Sa'd b. Eymen demiştir ki:
"Bir gün Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ashabına vaaz ve nasihat ederken fakirlerden bir adam gelip zenginlerden bir kimsenin yanına oturdu.
Zengin kimse ondan elbisesini topladı. Bunun üzerine Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) o zengin kimseye hitap ederek:
"Ey adam! senin zenginliğinin ona geçmesinden veya onun fakirliğinin sana geçmesinden mi korktun?" buyurdu.
Zengin kimse; "Ya Resulullah zenginlik kötü müdür?" dedi.
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
"Evet, senin zenginliğin seni ateşe davet ediyor, onun fakirliği ise onu cennete davet ediyor" buyurdu.
O zengin kimse: "Beni bundan ne kurtarır?" dedi.
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
"Bu fakire yardım edersin" buyurdu.
Zengin: "Peki yaparım" dedi.
Fakir: "Benim yardıma ihtiyacım yoktur" dedi.
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
"Kardeşin için istiğfar ve dua et" buyurdu.
Sabreden fakirlerin üstün olduğunu iddia edenler demişlerdir ki:
Hiçbir kul şükür ile zenginliğin hakkını ödeyemez.
Tirmizi'nin rivayet ettiğine göre, Osman b. Affan demiştir k:
"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
"Ademoğlunun şu hasletlerinden başkasında bir hakkı yoktur. Barınacağı ev, vücudunu örtecek elbise, yiyecek ekmek ve su koyacak bir kab" buyurmuştur. Tirmizi bu hadis hasendir, sahihdir demiştir.
Müslim'in, rivayet ettiğine göre, Ebu Ümame demiştir ki:
"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
"Ey Ademoğlu senin fazla malını sadaka olarak vermen kendin için hayırlı, vermemen ise şerlidir. Fakat kendine yetecek kadar elinde mal bulundurduğundan dolayı muaheze olunmazsın. (Sadakaya) nafakasını verdiğinden başla. Yüksek el (veren el) alçak elden (alan elden) hayırlıdır " buyurmuştur.
Müslim'in rivayet ettiğine göre, Ebu Said-i Hudri demiştir ki:
"Günün birinde Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ile seferde idik, bu esnada devesine binmiş bir adam geldi. Sağa sola bakındı, Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
"Fazla binek hayvanı olanlar olmayana versin, fazla azığı olanlar da azığı olmayana versin" buyurdu.
Sonra Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) her çeşit malı zikretti. Bunun üzerine kimsenin fazla mal saklamaya hakkı olmadığını anlamış olduk."
Sabreden fakirlerin üstün olduğunu iddia edenler demişlerdir ki:
Sabreden fakirden üstün olduğu iddia edilen şükreden zengin ile, işte bütün malının fazlasını sadaka olarak vermek suretiyle şükreden bu zengin murad edilmiştir.
Farz olan zekatı ve biraz sadaka vermek suretiyle şükreden ve geri kalan malıyla faydalanan zengine gelince nasıl olur da fakirliğinden dolayı Allah'dan razı olarak sabreden fakirden üstün olabilir.
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şükredenlerin önderleri olan ashabı için, sizin fakir olmanızdan korkmuyorum, ancak zengin olmanızdan korkuyorum diye yemin etmiştir.
Buhari ile Müslim'in rivayet ettiğine göre; Bedir muharebesinde bulunan Amr b. Avf demiştir ki;
"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Ebu Ubeyde b. el Cerrah (r.a.)'ı cizye tahsili için Bahreyn'e göndermişti. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Bahreyn halkıyla sulh yapmış, onlara emir olarak el-Ala b. el-Hadrami'yi göndermişti.
Ebu Ubeyde, Bahreyn'den mühim bir malla döndü. Ensar, Ebu Ubeyde'nin geldiğini duyunca, hepsi sabah namazını Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'la kılmaya geldiler. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) namazı kılıp dönünce Ensar önüne toplandılar.
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ashabı bu halde görünce gülümseyerek, onlara:
"Öyle sanıyorum ki, Ebu Ubeyde'nin Bahreyn'den malla geldiğini işittiniz" buyurdu.
Onlar da: "Evet ya Resulullah!" dediler.
Bunun üzerine Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
"Sevininiz ve ileride kendinizi sevindirecek şeyler bekleyiniz. Vallahi bundan böyle sizin için fakirlikten korkmuyorum. Fakat sizden evvelki ümmetlerin önüne dünyalık kapıları açılıp birbirlerini kıskanmaları (ve din yönünden ziyan etmeleri) yüzünden onları helak ettiği gibi sizi de helak etmesinden korkuyorum" buyurdu.
İmam Ahmed'in rivayet ettiğine göre, Hasan-ı Basri demiştir ki;
Ebu Salebe el-Huşeni'ye:
"Ey ashab-i Muhammed! vadetmiş olduğunuz dünyalığınız nerede?" diye soruldu.
O da; "Burada bulunan bulunmayana müjdelesin. Kendisinden başka ibadete layık ilah olmayan Allah'a yemin ederim ki, ateşin odunu yiyip bitirdiği gibi dünyalık da imanı yer bitirir" diye cevap verdi.
İmam Ahmed'in rivayet ettiğine göre, Hişam b. Hassan, Hasan-ı Basri şöyle derken işittim;
"Vallahi Cenab-ı Hak insanlardan birine dünyalık verir de o kimse bunun bir tuzak olmasından korkmazsa onun bilgisi noksan düşüncesi kıttır. Cenab-ı Hak bir kuluna dünyalığı vermez de bunun kendisi hakkında hayırlı olduğunu sanmazsa onun bilgisi noksan düşüncesi kıttır."
Buhari'nin rivayet ettiğine göre, Sehl b. Sa'd demiştir ki:
"Bir kere Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın yanından zengin birisi geçmişti.
Bunun üzerine Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
"Bu zengin kişi hakkında ne dersiniz?" diye sordu.
Ashab-ı Kiram da:
"Bu kimse bir kadınla evlenmek isterse nikah olunmaya, birisi hakkında şefaat ve tavsiye ederse şefaati kabul edilmeye, bir görüş beyan ederse sözü dinlenmeye layık bir kimsedir" diye cevap verdiler.
Sehl b. Sa'd der ki, sonra Resulullah sükut etti.
Bu sırada müslüman fakirlerinden birisi geçti, bu defa da Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
"Bu fakir kişi hakkında ne dersiniz?" diye sordu.
Orada bulunanlar da;
"Bu kimse bir kadınla evlenmek istese nikah olunmaya, birisi hakkında şefaat ederse şefaati kabul olunmaya, bir görüş beyan ederse sözü dinlenmeye layık bir kimse değildir" diye cevap verdiler.
Bunun üzerine Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
"O fakir yok mu o fakir, öbür zengin gibi dünya dolusu, insan olsa hepsinden hayırlıdır" buyurdu.
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) zenginlere müjdelemediği şeyleri sabreden fakirlere müjdelemiştir.
Tirmizi'nin rivayet ettiğine göre, Fadale b. Übeyd (r.a.) demiştir ki;
"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ashabı ile namaz kılarken ashab-ı suffeden açlıktan dolayı namazda duramayarak bayılıp düşenler bulunuyordu. Dışarıdan gelen bedeviler, bunlar mecnundur, derlerdi. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) düşenlerin yanına vararak:
"Allah katında sizin için hazırlanan şeyleri bilseydiniz, daha ziyade muhtaç olmayı isterdiniz" buyurdu. Tirmizi bu hadis sahihdir demiştir.
Fadale demiştir ki:
"Ben o gün Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'la beraber idim. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) fakirlere zenginlerden önce cennete gireceklerini müjdeledi."
Bu önce girme müddeti hakkındaki rivayetler değişiktir;
Müslim'in rivayet ettiğine göre, Ebu Abdurrahman demiştir ki;
"Ben yanında bulunduğum halde Abdullah b. Amr b. As'a üç kişi geldiler ve:
"Ey Ebu Muhammed, vallahi biz hiçbir şeye kadir değiliz, ne nafakaya, ne hayvana, ne de eşyaya" dediler.
Abdullah onlara:
"Ne istiyorsunuz? İsterseniz bize müracaat edersiniz. Biz de size Allah'ın sizi sevindireceği şeyleri veririz. İsterseniz halinizi Sultan'a anlatırız. Dilerseniz sabredersiniz. Çünkü ben Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ı:
"Şüphesiz ki, muhacirlerin fakirleri, kıyamet gününde cennete zenginlerden kırk yıl önce gireceklerdir" buyururken işittim, dedi.
O üç kişi de: "öyleyse sabrederiz, bir şey istemeyiz" dediler.
İmam Ahmed'in rivayet ettiğine göre Ebu Hüreyre demiştir ki:
"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
"Müslümanların fakirleri cennete zenginlerinden yarım gün, yani beş yüz sene önce gireceklerdir" buyurmuştur." (Tirmizi bu hadis hasendir, sahihtir demiştir.)
Tirmizi'nin rivayet ettiğine göre, Ebu Said demiştir ki,
"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem);
"Muhacirlerin fakirleri cennete zenginlerinden beş yüz sene önce gireceklerdir." buyurmuştur." (Tirmizi bu hadis hasendir demiştir.)
Tirmizi'nin rivayet ettiğine göre, Cabir b. Abdullah demiştir ki;
"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem);
"Ümmetimin fakirleri cennete zenginlerinden kırk yıl önce gireceklerdir" buyurmuştur." (Tirmizi bu hadis-i şerif hasendir, Abdullah b. Amr. b. As'ın hadisine muvafıktır demiştir.)
Tirmizi'nin rivayet ettiğine göre, Enes (r.a.) demiştir ki;
"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem),
"Yoksullar cennete zenginlerden kırk yıl önce gireceklerdir" buyurmuştur."
Fakirlerin cennete zenginlerden önce girme müddeti Cabir (r.a.), Enes (r.a.), Abdullah b. Amr (r.a.)'ın hadislerinde kırk yıl olarak bildirilmiş. Ebu Hüreyre (r.a.) ile Ebu Said (r.a.) hadislerinde ise beş yüz yıl olarak bildirilmiş. Bu hadis-i şerifler arasında tezad yoktur. Çünkü fakirlerin ve kendi aralarındaki fakirlikle zenginliklerine göre cennete önce ve sonra girmeleri arasında fark vardır. Buna göre bazı fakirler ise cennete beş yüz sene önce gireceklerdir. Hatta fakirlerin cennete önce girmeleri bu miktara bağlı olmayıp bu miktarlardan daha çok ve daha az olabilir.
Ebu Davud'un rivayet ettiğine göre Ebu Hüreyre (r.a.) demiştir ki;
"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem);
"Ümmetimden ilk önce cennete girecek olan Ebu Bekir Sıddık (r.a.)'dır."
Bilindiği üzere Ebu Bekir Sıddık ile fakir muhacir kardeşleri arasındaki cennete önce girme müddeti uzun olmayacaktır. Bu müddet, cennete ilk önce giren ile cennete en sonra giren arasında çok uzun olacaktır.
İmam Ahmed Müsned'inde rivayet ettiğine göre, Abdullah b. Ömer demiştir ki;
"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem);
"Cennete ilk önce kimlerin gireceğini biliyor musunuz?" buyurdu.
Ashab-ı Kiram; "Allah Resulü daha iyi bilir" dediler.
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem);
"Cennete ilk girecek olanlar muhacirlerin fakirleridir ki sıkıntılar onları öyle sarmıştı da onlar yerine getiremedikleri hacetleri kursaklarında bulunduğu halde öldüler.
Melekler; "Ey Rabbimiz! Biz senin melekleriniz, senin bekçileriniz, senin göklerinin sakinleriyiz, onları bizden önce cennete koyma" derler.
Cenab-ı Hak; "Kullarım bana hiçbir şeyi ortak koşmadılar. Sıkıntılar onları çepeçevre sarmıştı da onlardan biri yerine getiremediği haceti kursağında bulunduğu halde ölür" buyurur.
O vakit melekler her kapıdan onların yanlarına girecekler; "Sabrettiğiniz için selam size! (dünya) yurdunun sonucu (cennet) ne güzeldir." diyeceklerdir" buyurmuştur.
İmam Ahmed'in rivayet ettiğine göre, İbn-i Abbas demiştir ki;
"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem);
"Dünyada iken biri zengin diğeri fakir olan iki mü'min cennet kapısında karşılaşır. Fakir cennete konulur. Zengin ise Allah'ın hapsedilmesini dilediği kadar hapsedilir, sonra cennete konulur. Fakirle karşılaşır.
Fakir ona; "Ey kardeşim! Seni hapseden nedir. Vallahi sen hapsedilince seninle buluşamayacağımdan korktum" dedi.
Zengin de; "Ey kardeşim! Senden sonra fena şekilde hapsedildim. Ben sana gelemedim. O esnada benden akan terden acı ve tuzlu ot yemiş bin deve içseydi hepsini kandırırdı dedi" buyurmuştur.
Taberani'nin rivayet ettiğine göre, Ebu Hüreyre demiştir ki;
"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın;
"Mü'minlerin fakirleri cennete zenginlerden yarım gün yani beş yüz sene önce gireceklerdir" buyurdu.
Bir adam; "Ben onlardan mıyım ya Resulullah!" diye sordu,
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem);
"Sabah yersen akşam da yemek bulabiliyor musun? Akşam yersen yanında sabah yemeğin kalıyor mu" buyurdu.
O da; "Evet" dedi.
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem);
"Sen onlardan değilsin" buyurdu.
Başka bir adam kalkıp:
"Ben onlardan mıyım ya Resulullah!" diye sordu.
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
"önceki adama söylediğimi işittin mi?" buyurdu.
O da; "Evet ama ben onun gibi değilim" dedi.
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
"Üzerinde bulunan elbiseden başka vücudunu örtecek elbisen var mı?" buyurdu.
O da; "Evet" dedi. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
"Sen de onlardan değilsin" buyurdu.
Başka bir şahıs kalkıp; "Acaba ben onlardan mıyım ya Resulullah" dedi.
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
"senden önceki şu adama sorduğumu işittin mi?" buyurdu.
O da; "evet" dedi.
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem);
"Her ödünç almak istediğin zaman ödünç alabilir misin?" buyurdu.
O da; "Evet" dedi.
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem);
"Sen de onlardan değilsin" buyurdu.
Diğer bir şahıs kalkıp; "Peki ben onlardan mıyım ya Resulullah!" dedi.
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem);
"Senden öncekilere sorduğumu işittin mi?" buyurdu.
O da; "Evet" dedi.
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem);
"Kazanabiliyor musun?" buyurdu.
O da; "Evet" dedi. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem);
"Sen de onlardan değilsin" buyurdu.
Beşinci adam kalkıp; "Ben onlardan mıyım?" dedi.
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem);
"Senden öncekilere sorduklarımı işittin mi?" buyurdu.
O da; "Evet" dedi. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem);
"Rabbinden razı olarak akşamlayıp sabahlıyor musun?" buyurdu.
O da; "Evet" dedi. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem);
"Sen onlardansın" buyurdu".
Bir hadis-i şerif de;
"Cennette mü'minlerin efendileri, sabah yerlerse akşam yemeği bulamayanlar, akşam yerlerse yanlarında sabah yemeği kalmayanlar, ödünç almak isterlerse kendilerine ödünç verilmeyenler, gerekli olan bir kat elbisesinden başka elbisesi olmayanlar, maişetlerini temin edemiyenler, Allah'dan razı olarak akşamlayıp Allah'dan razı olarak sabahlayan kimselerdir" buyrulmuştur.
Nitekim Allah Teala:
"Her kim, Allah'a ve peygamber'e itaat ederse, işte bunlar, Allah'ın nimet verdiği peygamberlerle, sıddıklarla, şehidlerle ve iyilerle beraberdirler. Bunlar ne güzel arkadaştır!" (Nisa/69) buyurmuştur.
Taberani bu hadis; "Sufyanı Sevri'nin Muhammed b. Zeyd'den rivayet ettiği garip bir hadistir. Muhammed b. Zeyd, yalnız Abdülmelik'in kölesi olduğu için kendisine, "el-Abdi" denilirdi" demiştir.
Ben derim ki;
"Bu Muhammed, "el-Abdi"dir.
(Muhaddislerden bazıları bu Muhammed'in rivayet ettiği hadislere itimad etmişlerdir, diğer bazı muhaddisler ise bunun rivayet ettiği hadisleri zayıf saymışlardır. Darekutni, "bunun hadisi kuvvetli değildir" demiştir. Ebu Hatem, "Muhammed b. Zeyd hadis rivayet etmeye elverişlidir" demiştir. İbn-i Hibban, "Muhammed b. Zeyd'i hadis rivayetinde kendisine güvenilenler arasında zikretmiştir. Tirmizi ile İbn-i Mace Muhammed b. Zeyd'den hadis rivayet etmişlerdir.)
İmam Ahmed'in rivayet ettiğine göre, Ebu Hüreyre (r.a.) demiştir ki:
"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
"Bana ilk cennete girecek üç sınıf ile cehenneme ilk girecek üç sınıf gösterildi.
İlk cennete girecek üç sınıf;
- şehidler,
- dünyada köle olmaları kendilerini Allah'ın taat ve ibadetinden alıkoymayan köleler,
- iffetli ve çoluk çocuk sahibi olan fakirlerdir.
İlk cehenneme girecek olan üç sınıfa gelince;
- zalim hükümdarlar,
- mallarındaki Allah'ın hakkını vermeyen zenginler,
- kibirli olan fakirlerdir" buyurmuştur. (Tirmizi yalnız ilk cennete girecek üç sınıfı rivayet etmiştir.)