- Mekke´nin Fethinde Görülen Özellik Ve Mucizeler

Adsense kodları


Mekke´nin Fethinde Görülen Özellik Ve Mucizeler

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sumeyye
Sun 27 December 2009, 03:53 pm GMT +0200

Mekke´nin Fethinde Görülen Özellik Ve Mucizeler


Mekke´nin fethi Gavzesi, Hicretin sekizinci yılında ve Ramazan Ayı´nın ilk on günü geçtikten sonra idi. Peygamberimiz bu sefere çıkarken Medine´ye vali olarak da Gülsüm bin Husaym el-Gıfari´yi tayin etmişti.. Bir rivayete göre de, Abdullah bin Ümmü Mektûm´u bırakmıştı..

Beyhaki bununla ilgili olarak İbn-i îskak´tan rivayet eder. O şöyle der: Bana Urve bin Zübeyr´in Mervân bin Hakem´den ve Misver bin Mahreme´den naklettiğine göre, bu ikisi şöyle demişlerdir: Hudeybiye´de varılan andlaşmaya göre, etraftaki kabilelerden dileyen Peygamber Muhammed aleyhisselam ile andlaşabilecek, dileyen de Kureyş tarafi ile andlaşma yapabilecekdi. Bu maddeye uyarak Hudâa kabilesi derhal: "Biz Muhammedle andlaşma yaparak O´nun tarafına geçeriz" dediler ve öyle yaptılar. Bekir oğulları da "Biz Kureyş tarafı ile andlaşma yapar onların himayesine gireriz" dediler ve öyle yaptılar.. Bir seneden fazla yâni onyedi veya on sekiz ay kadar, bu andlaşmayı ihlal eden olmadı. Derken kureyş tarafı ile an^laşmış bulunan Bekir oğulları, Hudâalılara geceleyin baskın düzenlediler. Kureyş de kendilerine silâh ve eşya yardımında bulundu. "Gece karanlığında yapıp bitireceğimiz bir baskını, Muhammed nereden bilecek?" diye düşündüler.. Ve geceleyin gidip Hudâahları, suları başında vurdular.. Onlara olan düşmanlıkları ise, onların Peygamber tarafına geçmiş olmalarına kızmaları idi.. Hudâa´dan Amr bin Salim ise,atma binerek hızla yola çıktı ve durumu haber vermek üzere Peygamberimiz´e geldi. Ve olup bitenleri anlattı.. Peygamberimiz de kendisine: "Zafere ereceksin yâ Amr!" buyurdu..

Aradan zaman geçmeden semâda bir bulut belirip geçti. Peygamberimiz de: Bu bulut, Ka´b Oğullarının zaferini kolaylaştıracak tır!" buyurdu.. Ve derhal hazırlanılınasmı emretti ve fakat nereye çıkılacağım hiç söylemedi. Ayrıca Kureyş´in durumdan haberdar olmaması için Cenab-ı Hakk´a dua ve niyaz eyledi: "Allah´ım, biz kureyş´i kendi yurdunda ele geçirinceye kadar, onlara bir körlük ver! Bu seferimizden hiç haberleri olmasın!" dedi.. [130]îbn-i îshâk ve Beyhakl´nin Urve´den olan bir rivayeti de şöyledir: Peygamber salallahü aleyhi vesellem, Mekke´nin fethine karar verip müslümanları topladığı zaman, Hâtıb İbn-i Ebû Beltea Kureyş´e bir mektup yazarak, Peygamber´in bu hazırlık ve seferinden haber verdi.. Bu mektubu Müzeyne´li bir kadına vererek ve bu hizmetine karşılık bir mükâfat va´dederek gönderdi.. Bu kadın da mektubu başına koyup örgülerinin altına sakladı ve bu şekilde yola çıktı. Fakat Peygamber Efendimiz durumdan haberdar edildi.. Ali bin Ebû Tâlib ile Zübeyr bin el-Avvâm´ı çağırarak vazifelendirdi ve bu kadının peşinden yola çıkardı.. Kadını yakalayarak mektubu geri getirmelerini emretti..".

Bu haberi tamamlayan Bûhâri ve Müslim´in Ali´den rivayeti ise şöyledir. Ali demiştir ki: "Peygamber (s.a.v.) beni, Zübeyr´i ve Mikdâd´ı gönderdi ve buyurdu ki: "Derhal gidiniz ve Ravda-i Hâv´a varınız! Orada devesiyle gitmekte olan bir kadın göreceksiniz, onun götürmekte olduğu mektubu ondan alarak getiriniz!".

Biz, derhal atlarımıza binerek hızla ilerledik. Sanki at yarışına çıkmış gibiydik.. Hâh Râvdası´na vardığımız zaman, hakikaten devesi üstünde yolculuk etmekte olan bir kadın gördük. Ona dedik ki: "Kureyş´e götürmekte olduğun mektubu çıkar ve derhal bize teslim et!". Kadın,kendisinde mektup olmadğığını söyledi. Biz kendisine, "Sen kendin vermezsen, biz mecburen üzerini arar mektubu alırız!" dedik. Durumun ciddiyetini anlayınca, mektubu saclarının arasından çıkardı sve bize teslim etti.. Biz de derhal getirip Peygamberimiz´e teslim ettik. Peygamberimiz çıkarıp okudu, Mektubda şöyle yazıyordu:"

Hâtıb bin Ebû Beltea´dan Mekke´deki müşriklerden bâzılarına.." Ve bu mektubda, Hz. Peygamber´in Kureyş üzerine yürüdüğü, müşriklere haber veriliyordu. Durumu ortaya çıkaran Hz. Peygamber, Hâtıb´a hitaben: "Ey Hâtıb bu nedir?" buyurdu. Hâtıb da şu karşılığı verdi: "Ey Allah´ın Resulü, hükmünü acele verme! Ben, Kureyş´le çok yakın ilişkisi olan biri idim. Ben Kureyş´li değil, Kureyş´in bir dostu idim.. Bunun için Kureyş içinde benim bir yakınım bulunmamaktadır. Halbuki Kureyş´li olup da müslüman olmaları sebebiyle Medine´ye hicret etmiş bulunanların Mekkede bâzı yakınları bulunmaktadır ve onlar bu yakınları vasıtası ile oradaki aile fertlerini ve mallarımı korumaktadırlar.. Benîm ise, böyle bir imkanım bulunmamaktadır, işte bu sebebten, Kureyş´ten bâzı dostlar sebebiyle oradaki yakınlarımı ve mallarını korumak istedim! Yoksa (hâşâ), kesinlikle islâm´dan irtidâd etmeyi (dönmeyi) düşünmüş değilim! islâm´a olan inancım ve bağlılığım tamdır ve devam etmektedir. Ben, Müslüman olduktan sonra, asla küfre rızâ göstermiş değilim!" ,

Kendini bu şekilde savunan Hâtıb´a karşı Hz. Peygamberin sözü: "Evet, seni bu söylediklerinde tasdik ediyoruz!" oldu.. Ömer´in bu sırada: "Ey Allah´ın Resulü, izin veriniz de bu münafığın başını vurayım!" diye bağırdığı duyuldu. Resûlüllah Efendimiz de buyurdular ki: "Ey Ömer, bu adam Bedirde bulunmuştur! Ne biliyorsun, belki Yüce Allah Bedir Gâzîlerine özel olarak lütfedip: "Ey Bedir Gazileri, istediğinizi yapınız, ben sizleri gerçekten mağfiret ettim buyurmuştur.." işte bunun üzerine Allah, şu âyet-i celîlesini inzal buyurdu:

"Ey îmân edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olan kimseleri dost edinmeyiniz! Onlar, size gelen gerçeği inkar ettikleri, Rab´biniz Allah´a inandığınızdan dolayı Allah´ın elçisini ve sizi yurdunuzdan sürüp çıkardıkları halde, siz onlara meveddet (sevgi) ulaştırıyorsunuz (mektup yazıp gönderiyorsunuz). Eğer benim yolumda savaşmak ve benim rizâmı kazanmak için çıktınız ise, içinizde onlara sevgi mi gizliyorsunuz? Oysa ben sizin gizlediğiniz ve açığa vurduğunuz her şeyi bilirim. Sizden kim bunu yaparsa, doğru yoldan sapmış olur[131]

Beyhaki îbn-i Şihâb´tan şöyle nakleder: Bize söylenildiğine göre, Ebû Bekir Mekke´nin fethi sırasında Hazret´i Peygamber´e hitaben: "Ey Allah´ın Resulü, ben bir rüya gördüm: ikimiz birlikte Mekke´ye yaklaşmışız. Bu sırada bir dişi köpek çıkıp bize hırlamağa başladı,. Biz, biraz daha yaklaşınca bu dişi köpek sırtüstü yatıp süt akıtmaya başladı.. "Ebû Bekir´in bu rüyasını dinleyen Hazret´i Peygamber buyurmuş ki: "Müsterih ol, Kureyş´in köpeği gitti, sâf sütü akmaya başladı.. "Şimdi onlar, aramızdaki akrabalık hürmetine sığınıp bizden af dileyeceklerdir. İçlerinden bazıları da karşı koymaya kalkışabilir. Fakat Ebû Süfyan ile karşılaştığınızda onu Öldürmeyiniz!". Müslümanlar da Merru´z-Zahrân´da Ebû Süfyan ile Hakîm´e rastladılar..".

Müslim, Tayâlesi ve Beyhaki Ebü Hüreyre´den şu haberi nakleder: Mekke´nin fethi gününde ensâr dediler ki: "Adam, kendi memleketine ve akrabasına kavuşunca, buraya ve bunlara olan rağbeti iyice arttı. Burada kalabilir. "Tabii Ensar, böyle derken Hz. Peygamber´i kastediyor ve O´nun, Fetih´ten sonra Mekke´de kalmasından endişe ediyordu.. Bu sırada Peygamber Efendimiz´e vahiy hâli geldi. Kendisine vahiy hâli geldiği zaman, kolayca belli olurdu. Ve hiç kimse başını kaldırıp da Hz. Peygamber´e bakamazdı.. vahiy hâli geçince Hz. Peygamber, ensara hitâb ederek: "Benim hakkımda söylediğiniz bana malum olmuştur! Fakat asla sizin söylediğiniz gibi değil! Faraza sizin söylediğiniz gibi olsa, o Taktirde,benim adım ne olacak? Size tekrar: "Asla, sizin söylediğiniz gibi değil!" diyorum. Ben, Allah´ın kuluve Elçisi´yim! Sizinle beraber yaşayıp beraber öleceğim! Asla burada kalmak, sizlerden ayrılmak diye bîr şey yoktur!" Peygamber1 imiz in bu açıklaması üzerine, ensâr ağlamaya başladılar.. Ve dediler ki: "Vallahi bizler, Allah ve onun elçisi hakkında kötü zanda bulunuyoruz". Peygamberimiz de buna karşılık: "Allah ve Resulü, sizleri tasdik ediyor ve sizin bu husustaki özrünüzü kabul ediyor!" buyurarak onları teselli ettiler.."[132]

îbn-i Sa´d Ebû îshâk el-Sebei´den şu haberi nakletmiştir: Kilâb kabilesine mensûb olan Zü´1-Cevşen Peygamber (s.a.v.)´e geldiği vakit, Peygamberimiz ona dedi ki: "Senin müslümanhğı kabul etmene manî nedir?" Zü´l-Cevşen şu karşılığıverdi: "Kavmin seni yalanladı, seni Mekke´den çıkardı, sana karşı savaş açtı... Ben bu durumda beklemeyi tercih ediyorum. Eğer sen kavmine galip gelirsen, ben sana îmân eder ve tabî olurum. Yok kavmin sana galip gelirse, bu taktirde ben de sana tabî olmam." Onun bu cevabı üzerine Resûlüllah da şöyle buyurdu: "Ey Zü´l-Cevşen, biraz yaşıyacak olursan, Benim kavmim üzerine galebemi gözlerinle görmüş olursun!"

"Bir ara biz, Dureyye´de idik... Mekke tarafından bir binitli geldi. Biz kendisine Mekke´de ne haber var? diye sorduk. O da, "Muhammed Mekke halkına galip geldi. Bu haberin üzerine yanımızdaki Zü´l-Cev-şen, vaktiyle Müslüman olmadığından dolayı çok üzüldü. "Keşke Resûlüllah´ın beni davet ettiği zaman, İslâm´ı kabul etseymişim!" diyerek üzüntüsünü belirtti..."

"Sahihtir" kaydiyle Hâkim´in ve Beyhakı´nin Kays bin Ebû Hâzım´dan naklettiklerine göre, Ebû Mes´ûd şöyle demiştir: "Mekke´nin fethedildiği gün idi. Adamın biri Peygamber (s.a.v.) ile konuşuyordu. Adamcağız, Peygamberimiz´in heybetinden titremeye başlamıştı. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz kendisine hitaben şöyle buyurdu:

"Hiç sıkılma, rahat ol ve rahat konuş! Zira ben (hükümdar değilim), ancak Kureyş´ten bir kadının oğluyum, Anacığım da, güneşte kuruttuğum et parçasıyla geçinen bir kadındı"

Beyhakî ve Ebû Nuaym´in Abdullah bin Dînâr tarikiyle naklettiklerine göre, îbn-i Ömer şöyle demiştir: "Peygamber (s.a.v.) Mekke´ye girdiği zaman, orada üçyüz altmış put bulunduğunu gördü... Elindeki asası ile her bir puta işaret ettiğinde o put yüzüstü yere düşüyor, Peygamber Efendimiz de şu âyet-i celîleyi okuyordu

"De ki: Hak geldi, bâtıl gitti, zâten bâtıl yok olmağa mahkûmdur!" [133]

Ebû Nuaym´in Nâfi tarikiyle İbn-i Ömer´den sevkettiği rivayet de şöyledir: "Mekke´nin fethi gününde Peygamber (s.a.v.), Mescid-i Harâm´a girip durdu. Kabe´nin etrafında üçyüz altmış put bulunduğunu gördü... Şeytanlar onları birbirine bakır ve kalaylarla yapıştırmıştı... Peygamberimiz bu putlardan her birine yaklaşıyor, elindeki asası ile dokunmaksızın işarette bulunuyor, bu sırada putlar, teker teker yüzüstü yere düşüyordu... Efendimiz de: "Hak geldi, bâtıl gitti..." buyuruyordu.

Beyhakî ve Ebû Nuaym Saîd bin Cubeyr tarikiyle aynı hadisi Ibn-i Abbas´tan rivayet etmişlerdir:

(Beyhakî, yukarıda geçen İbn-i Ömer hadîsi´nin senediyle ilgili olarak şöyle demiştir: Bu rivayetin senedi her ne kadar zayıf ise de, İbn-i Abbâs hadîsi bunu destekler mâhiyettedir...)

îbn-i Asakîr Atâ´dan şu haberi sevkediyor; o da îbn-i Abbas´tan naklen diyor ki: Mekke´nin Fethi Gazvesi´nde Peygamber (s.a.v.) Mekke´ye yaklaştığı gece şöyle buyurdu: "Mekke´de dört adam var ki, onlar şirkten uzaklaşıp islâm´ı kabul etmelerini ümîd etmekteyim!" Bunun üzerine, bu dört kişinin kimler olduğu soruldu. O da buyurdu ki: "Attâb bin Esîd, Cübeyr bin Mut´ım, Hâkim bin Hızân ile Süheyl bin Amr´dır İslâm´a olan rağbeti, diğerlerinden daha fazladır..." [134]

Hâkim, Ali bin Ebû Tâlib´ten şu haberi nakletmiştir: Mekke´nin fethi sırasında Peygamber (s.a.v.) bizlerle birlikte Kabe´nin yanına vardı... Bana hitaben "Otur" dedi. Ben de Kabe´nin duvarları dibine oturdum. Peygamberimiz omuzlarına çıktı ve bana "kalk!" dedi. Ben de kalktım. Benim omuzlarımda Peygamberimiz´i taşıyamıyacağımı anla yınca "otur!" dedi. Ben de oturdum. Efendimiz de omuzlarımdan indi... Sonra yine bana: "Ey Ali, haydi omuzlanma çık!" buyurdu. Ben de O´nun emrini yerine getirdim. Sonra Peygamberimiz yukarıya doğruldu. Ben de kendimi adetâ semâya doğru yükseliyormuşum gibi hayâl ettim... Bu şekilde Kabe´nin damına çıktım. Peygamber Efendimiz Kabe duvarından geriye çekilerek bana seslendi ve: "Haydi önce Kureyş´e ait en büyük putu aşağıya at!" buyurdu. Bu putlar, demir direklerle yere irtibatlı ve dayalı idi... Peygamberimiz bana hitaben: "Haydi, haydi!" diyerek teşvikte bulunuyor, aynı zamanda da: "Hak geldi, bâtıl gitti; zâten bâtıl yok olmağa mahkûmdur!" mealindeki âyeti okuyordu... Ben de bütün gücümle çalışıp koca putu yere yuvarladım..."

Ebû Yâlâ îbn-i Abbâs´ın şöyle dediğini nakleder: Peygamber (s.a.v.) Mekke´yi feth ettiği zaman, şeytan askerlerine seslenip onları topladı ve dedi ki: "Artık bugünden sonra Ümmet-i Muhammed´i Müslümanlıktan çıkarıp da şirke döndürmek hususunda ümidinizi kesiniz!" [135]

Beyhaki t n-i Ebzâ´dan şu haberi vermektedir: Peygamber Efendimiz Mekke´yi feth ettiği zaman, siyah renkli, yaşlı ve ak başlı bir kadın gelip saçını başını yolmaya ve ´Yazıklar olsun, yazıklar olsun" diye feryâd etmeğe başladı... Kadının bu durumu Hz. Peygamber´e haber verildiğinde, şöyle buyurdular! "Bu Naile adındaki şeytandır! Ülkenizde artık kendisine tapınmayacağını bildiği için böyle yapmaktadır!

îbn-i Sa´d, Tirmizt, Hâkim, îbn-i Hibbân, Dârekutnî ve Beyhakî Haris bin Mâtik´ten naklediyor, O şöyle diyor: "Ben, Peygamber (s.a.v.)´in Mekke´nin fethi gününde şöyle dediğini işittim:

"Bu günden sonra Mekke ehline, tâ kıyamete kadar gaza yapılmıy acaktır!"

(Bunu, Haris bin Mâlik´ten rivayet edenlerden Beyhakî, bu hususta der ki: "Peygamber Efendimiz bu sözleriyle, "Bu günden sonra, "Mekke ehli kâfir oldu!" diyerek, üzerlerine gaza yapılmayacaktır" demek istemiştir..."

Müslim´in MutVden rivayeti şöyle: "Mekke´nin fethedüdiği gün ben, Peygamber (s.a.v.)´in: "Kureyş bu günden sonra îdâm edilmek suretiyle katledümeyecektir" dediğini işittim."

(Beyhakî bu hususta der ki: Peygamberimiz bu sözüyle, Kureyş´in hepsinin artık müslüman olduğunu ve küfür üzere öldürülmeyeceğini, demek istemiştir) [136]

Beyhakî ve Ebû Nuaym Ebû´t-Tufeyl-den şu haberi nakletmiştir: Peygamber (s.a.v.) Mekke´nin fethinden sonra, Mekke ile Tâif arasında bulunan ve hurmalık olması sebebiyle "Nahle" denilen yere Hâlid bin Velîd´i gönderdi. Arabın taptığı meşhur putlardan el-Uzzâ orada idi. Hâlid´in vazifesi bu putu ve put evini yıkmak idi... Hâlid derhal yola çıktı, Nahle´ye gidip putun iplerini kesti, putu ve üzerinde bulunduğu put evini yıktı. Sonra dönüp durumu Hz. Peygamber´e haber verdi. Peygamberimiz ise kendisine: "Ey Hâlid, Nahle´ye tekrar git! Zira el-Uzzâ adındaki putu yıkmakla ilgili vazifen henüz bitmedi!" buyurdu. Hâlid tekrar Nahle´ye döndü. Put evinin bakıcıları ise dağa doğru çekiliyorlar ve: "Ey Uzzâ, onu çarpıp helak et, ey Uzzâ onu kör et! Aksi halde geber git!" diyorlardı... Derken Hâlid´in karşısına bir kadın çıktı. Kadının saçları dağınık bedeni çıplak idi... Başına-topraklar saçıyor ve feryâd ediyordu. Hâiid kılıcıyla vurup onu öldürdü. Sonra etrafına bakındı, yapılacak bir iş olmadığını anlayarak geri döndü... Durumu aynen Hezret-i Peygamber´e haber verdi... Peygamberimiz de kendisine: "Ey Hâlid, işte şimdi el- Uzzâ putunu öldürmüş oldun!" buyurdu..."

îbn-i Sa´d´m bu hususta Saîd bin Amr el-Hezlt´den. rivayeti ise şöyledir: Peygamber (s.a;v.) Mekke´yi fethettikten sonra, etrafa askerî birlikler gönderdi. Hâlid bin Velîd´i de el-Uzzâ adındaki putu tahrîb etmeğe gönderdi. Hâlid el-Uzzâ´yı yıkmak için Nahle´ye gittiğinde, siyah, saçları dağınık ve çıplak bir kadınla karşılaştı... Dövünen ve üzerine topraklar saçan bu kadını kılıcıyla vurup Öldürdü. Putu ve puthâneyi de tahrîb ederek döndüğünde, bu kadının durumunu Hz. Peygamber´e haber verdi. Peygamberimiz de kendisine: "îşte bu el-Uzzâ´dır! Artık şu müslüman ülkenizde puta tapmaktan ümidini tamamen kesmiştir." buyurdu..."

îbn-i Sa´d´ın Vâkıdî vâsıtasiyle onun üstadlarından da bu hususta bir rivayeti var. Şöyle ki: "Peygamber (s.a.v.) Mekke´nin fethinden sonra Sa´d bin Zeyd el-Eşhelfyi de Menât adındaki meşhur putu yıkmaya gönderdi. Bu put ise, Müşelşel demlen yerde idi. Emrindeki yirmi süvâ-rî ile oraya vardığında, put evinin bekçisi kendisine: "Ne istiyorsun?" diye sordu... Sa´d: "Menât putunu yıkmak istiyorum!" dedi. Bekçi: "îşte sen, işte o!" karşılığım verdi. Sa´d puta doğru ilerlerken önüne çıplak bir kadın çıktı. Kadın siyahtı ve saçları da darmadağın idi... Göğsünü yumrukluyor ve "yazıklar olsun!" diye feryâd ediyordu... Bu sırada puthânenin bekçisi de: "Haydi Menât, şu düşmanının hakkından geliver!" diye söyleniyordu... Sa´d kılıcını çekerek bu kadını öldürdü, sonra Menât üzerine yürüdü ve onu da yıkıp harabeye çevirdi..."

tbn-i Sa´d, Beyhakî, îbn-i Asâkîr´in nakline göre Ebû tshâk el-Sübey´î şöyle demiştir: Ebû Süfyân bin Harb, Mekke´nin fethinden sonra oturduğu yerde kendi kendine: "Muhammed´in hakkından gelmek için bâzı askerleri toplayıp üzerine yürüsem..." diye konuşurken, birisi omuzuna dokunuvermisj Biri de bakmış ki, omzuna dokunan Hz. Peygamberdir... Ve Hk. Peygamber kendisine hitaben: "O taktirde ey Ebû Süfyân, Allah seni rezîl ve perişan eder!" buyurmuştur... Ebû Süfyân da derhal: "Şu anda seksiz şüphesiz inandım ki, Sen hak Peygambersin!" demiştir..."

(Beyhakî ve Ibn-i Asâkîr bu haberi, Ebu´s-Sefîr tarikiyle îbn-i Abbâs´tan da naklederler... Ayrıca Ibn-i Sa´d da yine Ebu´s-Sefîr´den bunu mürsel olarak rivayette bulunur...)

Beyhakî, Ebû Nuaym ve îbni Asâkîr´in Saîd bin Müseyyeb´ten olan rivayetleri ise şöyledir: Mekke´nin fethi gününde islâm askeri Mekke´ye girdikleri zaman, devamlı olarak tekbîr ve tahlil okuyorlardı... "Allahü Ekber!" ve "Lâilâhe illallah!" nidalarıyla Mekke ufkunu çınlatıyorlar, Kabe´yi tavaf ediyorlardı... Bu şekilde sabaha kadar Mekke ufukları çmlamıştı... Ebû Süfyân ise bu durumu hazmedememişti... Karısı Hind´e demişti ki: "Sen, bütün bu olup bitenleri Allah´tan mı biliyorsun?" Ebû Süfyân, sabahın erken saatinde Hazret´i Peygamber´in huzuruna gittiği zaman, Peygamber Efendimiz kendisine dedi ki: "Ey Ebû Süfyân, bütün bu olup bitenler Allahtan mıdır? diyerek karın Hind´e soruyorsun! Sana bunun cevabım ben vereyim! Evet, bütün bunlar Allah´tandır!" Ebû Süfyân da bunun üzerine: "Kesin olarak şehâdet ederim ki Sen, Allah´ın kulu ve Resûlü´sün! Vallahi benim bu sözümü Hind´ten başka insanlardan hiçbir duyan olmamıştı. Elbette ki Allah da duyuyordu. Sana haber veren şüphesiz Allah´tır!" diyerek şehâdet getirmiştir..."

Ukaylî ve îbn-i Asakîr Vehb bin Münebbih tarikiyle îbn-i Abbâs´tan şöyle naklederler: Peygamber (s.a.v.) tavaf ederken Ebû Süfyân bin Harb ile karşılaştı ve onu: "Hindle konuşurken böyle böyle dedin mi?" diye sordu. Ebû Süfyân derhal bozulup: "Demek Hind, kendisine söylediğimi başkalarına ifşa etmiş!" demekten kendini alamadı... Peygamberimiz kendisine: "Sakın Hind´e birşey söyleme! Çünkü o, sana âit birşeyi ifşa etmiş değildir." buyurdu. Bunun üzerine durumu idrâk eden Ebû Süfyân: "Seksiz şehâdet ederim ki Sen, Allah´ın Elçisi´sin!" dedi..."

îbn-i Sa´d ve Haris bin Ebû Üsâme Müsned´inde ve îbn-i Asakîr, Ebû Bekir bin Hızâm´ın oğlu Abdullah´tan şöyle nakleder: Peygamber sallallahü aleyhi vesellam Mescid-i Harâm´a çıktığı zaman Ebû Süfyân bin Harb de orada oturuyordu. Kendi kendine dedi ki: "Muhammed bize ne ile galip geliyor, anlıyamıyorum!" Peygamberimiz de kendisine yaklaştı onun göğsüne vurarak: "Allah´ın yardımıyladır ki size galip geliyorum!" buyurdu. Bunun üzerine Ebû Süfyân: "Şehâdet ederim ki Sen Allah´ın Elçisi´sin!" dedi.

Buharl ve Müslim Ebû Şürayh el-Advfden rivayet eder. O şöyle demiştir: Peygamber (s.a.v.), Mekke´nin fethinden sonra okuduğu hutbede buyurdular ki:

"Mekke´yi Harem-i Şerîf kılan Allah´tır, insanlar değildir! Allama ve ahiret gününe inanan bir insana, burada kan dökmesi ve buranın ağacını kesmesi asla helâl olmaz!"

"Eğer birisi size, "Peygamber burada dövüşmüş tür!" diyerek, böyle birşey yapmağa kalkışacak olursa; o kişiye deyiniz ki: "Peygamber bunu, Allah kendisine izin verdiği için yapmıştır!" Allah´ın bana olan izni de, gündüzün bir saatinden ibaret idi... Ve şu andan itibaren, Harem-i Şerifin eski hürmeti avdet etmiştir! -Ve kıyamete kadar da devam edecektir!-"

Yine Buhart ve Müslim Ebû Hüreyre´den rivayet ederler. O demiştir ki: Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdular: "Fil ordusu Mekke´ye sevkedildiği zaman, Allah o orduyu habsederek Mekke´yi korumuştur. Fakat şimdi, Resulü ve mü´minler için bir engel koymamıştır! îyi belleyiniz, burası harem-i Şerîf olup kan dökmek kesinlikle yasaktır! Allah, Elçisi için gündüzün bir saatinde izin vermişse de, Ben´den sonra böyle bir şey, hiçbir kimseye helâl olmaz! Bu kıyamete kadar böyledir!.,.

îbn-i Sa´d, şu haberi rivayet etmiştir: Bana Vâkıdî İbrahim bin Muhammed el-Abdert´den nakletti. Ona da Osman bin Talha konuşmuş ve şöyle anlatmış: "Peygamber (s.a.v.), hicretten evvel beni Mekke´de gördüğü zaman islâm´a davet etmişti... Ben de kendisine şöyle karşılık vermiştim: "Ey Muhammed, Sen kendin kavminin dînini terkediyorsun ve yeni bir dîn getiriyorsun, böyleyken benim de Sana uymamı istiyorsun! Benim, kavmimin dînini bırakarak Sana uyacağımı ümîd etmene, doğrusu şaşıyorum!..."

Biz, câhiliye zamanında Kabe´yi, pazartesi ve perşembe günleri açardık... Bir gün, Kabe´nin açıldığı bir sırda baktım Muhammed de gelmiş ve insanlarla birlikte Kabe´ye girmek istiyor... Ben kendisine çok ağır sözler söyledim ve hakarette bulundum... O ise bana, anlayış ve olgunluk gösterdi... Sonra dedi ki: "Ey Osman bakarsın gün gelir sen Kabe´nin anahtarını benim elimden alarak onu açmış olursun! Çünkü o gün ben, Kabe´nin anahtarını dilediğime verebilecek durumda bulunurum!..." O´nun bu sözlerine karşılık ben de kendisine şunu söylemiştim: "O taktirde Kureyş helak oldu ve zillete düştü demektir!"

Hz. Peygamber ise: "Hayır ey Osman, o gün Kureyş helak ve rezîl olmayacak, bil´akis Kabe´yi mâmur kılacak ve kendisi de azîz olacaktır!" Hz. Peygamber bunu söyledi ve akabinde Kabe´ye girdi... O´nun bu sözleri, bende gerçekten büyük bir te´sîr bıraktı... Ve ben, O´nun bu söylediklerinin gün gelip olabileceğini düşünmeye başladım... Hattâ bu düşünceyle müslüman olmak bile istedim. Fakat bunu anlıyan kavmi min bana şidetle atıp-tutmaları, beni bu karanından caydırmış oldu... Mekke´nin Fethi gününde Hz. Peygamber beni gördüğü zaman: "Ey Osman, Kabe´nin anahtarını getir, bana ver!" buyurdu. Ben de kendisi ne verdim. Anahtarı mübarek eline aldı, sonra bana verip dedi ki: "Ey Osman, hep sende ve senin nesline kalmak üzere Kabe´nin anahtarını al! Bu anahtarı sizden ancak zâlim bir kişi alabilir..." Ben de O´nun mübarek elinden Kâbenin anahtarını alıp döndüğüm sırada, beni çağırdı ve şöyle buyurdu: "Ey Osman, Ben bunu sana, daha önce haber vermemiş miydim?" Bunun üzerine ben, derhal O´nun bana Medine´ye hicretinden önce burada söylediği sözleri hatırladım ve kendisine hitaben: "Evet, hatırladım ey Allah´ın Resulü. Ve şimdi kesin olarak şehâdet ediyorum ki Sen, gerçekten Allah´ın Resûlü´sün!" diyerek müslüman oldum." [137]





[130] Zira Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, bu sırada fazla kan dökülmesin, Harem-i Şerîf´in hürmeti mümkin mertebe ihlâl edilmesin istiyordu... Kureyş´ın, mukavemet etmeye fırsatı kalmadan teslim olmağa mecbur kalmasını sağlamak niyetinde idi... Bunun için, seferin nereye olduğunu dahî açıklamamıştı.

[131] Mümtehine suresi, 1

[132] Bu olayın bu şekilde cereyanı, Huneyn Gazvesi´nden sonra olduğu, târlhen bilinen bir husustur. Demekkı burada, biraz karışıklık olmuştur

[133] Isrâ Suresi, 81

[134] Bu ismi geçen dört zâttan dördü de müslüman oldu... Ancak Hakîm bin Hızân´ın diğer üç arkadaşına nisbetle İslâm´a rağbetinin biraz daha az olduğundan söz edilebilir... Bunlardan Attâb bin Esîd ise, Sevgili Peygamberimiz´in Huneyn Savaşı´na çıkışında, kendisi tarafından Mekke´ye vali olarak tayin edildi. Süheyl ise, Hudaybiye andlaşmasında Kureyş´in vekili idi.

[135] Tabiî bu, bu ümmet içinde hiç şirke sapan olmayacak, demek değildir... Diğer bir hadisde daha açık olduğu veçhile: "Bu ümmet içinde bir taife, asla haktan ve Tevhîd´den ayrılmaksızın devamlı bulunacaktır" demektir... Yine sahih hadisde., "Ümmetimden bâzı kabileler. Duta taomadıkça kıyamet kopmaz!" buyurulduğu da malumdur

[136] Peygamber Efendimiz bunu, Kureyş´ten bâzı kimselerin irtikâb ettikleri çok şenî suçları sebebiyle idam edilmelerinden sonra söylemiştir... Bunlar sırasiyle: İbn-i Hatal, el-Hâris bin Nüfeyl ve Mekîs bin Sabâbe idi... Haccâc-ı Zâlim´in Mekke´yi kuşatarak Abdullah bin Zübeyr´i öldürmesi ve bâzı kimseleri idam ettirmesi ise, sırf siyâsî bir fitne neticesi idi... Haccâc-ı Zâlim, ayrıca Kabe´yi mancınıkla taşa tutmakla kalmamış, başka çok çirkin şeyler de irtikâb etmiştir

[137] Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 1/459-468