- İntisabın Şükrü

Adsense kodları


İntisabın Şükrü

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
reyyan
Mon 29 August 2011, 03:09 pm GMT +0200
Mektubat-ı İmam Rabbanî k.s.’den



Ağustos 2008 116.SAYI
 

Ali KAYA
kaleme aldı, TASAVVUF KLASİKLERİ bölümünde yayınlandı.


İntisabın Şükrü


Bu yolun, bu büyük nimetin şükrünü hangi dille eda edebiliriz. Allah Tealâ bizi, Ehl-i Sünnet doğrultusunda akideyi düzelttikten sonra, yüce Nakşibendî yoluna girmekle şereflendirdi. Bizi bu büyük insanların bağlılarından kıldı.
Naçiz kanaatime göre bu yoldaki bir adım, diğer yollardaki yedi adımdan daha üstündür.

(...)

Kitap ve risalelerimde bu büyüklerin yolunun Ashab-ı Kiram’ın yolu olduğunu yazdım. Sahabe-i Kiram veraset yoluyla bu kemalâttan çok büyük pay aldığı gibi, bu yolun sonuna ulaşanlar da tabi olma yoluyla o kemalâttan tam bir pay alırlar. Bu yolun başında ve ortasında olup da yolun sonunda olanlara karşı tam bir muhabbet besleyenler de aynı şekilde bu kemalâta erişmeyi dilemektedir. Şu hadis-i şerif onlar için tam bir müjdedir: “Kişi sevdiği ile beraberdir.” (Buharî, Edep, 96; Müslim, Birr, 50; Tirmizî, nr. 3385)

Bu yolda kaybeden ve hüsrana uğrayan o kişidir ki, bu yola girer ancak yolun edeplerine riayet etmediği gibi yeni icatlar çıkarır ve bu yola aykırı olan rüyalarına ve hayallerine itimat eder. Bu kişi rüyalarının ve hayallerinin peşinde yürümüş ve bu yüzden de kendi arzusuyla Kâbe’nin yolundan saparak aksi yöne yönelmiştir. Böyle bir durumda yolun ne günahı vardır?

Hayır ve Şer

Allah Tealâ hayrı da şerri de irade edendir. Her ikisini de yaratan odur. Şu kadar var ki, o hayra razı olur fakat şerre razı değildir.

Rıza ile irade arasında çok ince bir fark vardır. Allah, Ehl-i Sünnet âlimlerini bu farkı anlamaya muvaffak kılmıştır. Diğer fırkalar bu farkı kestiremedikleri için sapıklıktan kurtulamamışlardır. Bazıları kulun kendi yapıp ettiklerini kendisinin yarattığını savunmuş ve küfür ve isyan gibi çirkin işleri kula isnat etmişlerdir. Bir kısmı da kulun yapıp ettiklerini bütünüyle Allah’a dayandırmış, bu fiillerde kulun hiç etkisinin olmadığını ileri sürmüştür.

İşin hakikati şudur; yapılıp edilenleri yaratmak Allah’a, onları kazanmak ise kullara aittir. Kul bir işi yapmak isteyip gerekli yollara başvurduğunda Allah o işi yaratmaktadır. Allah’ın adeti bu şekildedir. Eğer söz konusu iş kulun kendi isteğiyle gerçekleşmişse övgü veya yergiye layık olur. Yani mükâfat veya cezayı hak eder.

Allah Tealâ kullarını güçlerinin üstünde bir şeyle yükümlü kılmaz. O, kulları için kolaylık diler, zorluk dilemez. Sonuç olarak geçici bir işe karşılık sürekli ceza vermek Allah’ın takdirine kalmış bir şeydir. Nitekim o ebedi ceza konusunda şöyle buyurmuştur: “…yaptıklarına uygun bir karşılık olarak…” (Nebe’, 26).

Bunun gibi ebedi cennet nimetlerini de geçici dünya hayatındaki imanın karşılığı olarak takdir etmiştir: “Bu, sonsuz ilim sahibi olan Allah’ın takdiridir.” (Enfal, 96)

Ruh Ebedi mi?


Bazı kimseler kâmil zatların ruhlarının başlangıcının ve sonunun olmadığını söylüyorlar. Böyle bir anlayış hiç kuşkusuz Ehl-i Sünnet alimlerinin görüşlerine aykırıdır.

Çünkü Ehl-i Sünnet alimlerine göre alem ve içinde bulunan her şey sonradan yaratılmıştır. Ruhlar da alem kavramına dahildir. Çünkü alem, Allah’ın dışında kalan her şeyin adıdır, bunu iyi anlamak ve hataya düşmemek gerekir.

Alimlerin Sözü mü Keşif ve İlham mı?


Tasavvuf yolunu tutmuş kişinin, kendisinin keşfi ve ilhamına ters olsa bile Ehl-i Sünnet alimlerine uymayı kendisi için zorunlu görmesi gerekir. Alimlerin söylediklerinin doğru, kendisinin keşif ve ilhamının hatalı olduğuna inanmalıdır. Çünkü alimlerin dayanağı, kesin vahiyle desteklenmiş, hata ve yanılgıdan korunmuş olan peygamberlere uymaktır. Sâlikin keşif ve ilhamı ise kesin hükümlere aykırı olması durumunda hatalı ve yanlıştır.

Alimlerin sözleri karşısında keşfe öncelik vermek, gerçekte keşfi Allah tarafından indirilmiş olan kesin hükümlerin önüne geçirmektir. Bu ise katıksız sapkınlık ve hüsrandır.

Öldürmek Diriltmek


Bazı müritlerin şüphesini gidermek için önemli bir uyarı: Onlar, şeyh öldürür ve diriltir; diriltmek ve öldürmek şeyhlik makamının gereklerindendir, diyorlar.

Bilmelisin ki buradaki diriltmeden maksat bedenle ilgili olmayıp ruhî bir diriltmedir. Öldürmeyle kast olunan da bedenin öldürülmesi değil ruhun öldürülmesidir. Hayat ve ölümle kast olunan, velayet ve kemal makamına ulaştıran “fenafillah” ve “bekabillah” makamlarıdır. Tabi olunan şeyh, Allah Tealâ’nın izniyle, bu iki halin teminatıdır. O halde bu iki özellik şeyhte mutlaka bulunmalıdır. Dolayısıyla, diriltir ve öldürür sözünün manası, “bekabillah” ve “fenafillah”a ulaştırır demektir. Yoksa şeyhlik makamının, gerçek anlamdaki öldürme ve diriltmeyle bir ilgisi yoktur.

Tabi olunan şeyhin durumu mıknatısa benzer. Mıknatısın etrafındaki metaller gibi, kendisi ile münasebeti olan herkes ardından sürüklenir ve kendisine çekilir. Ondan nasibini tam olarak alır. Olağanüstü haller ve kerametler, müritleri çekmek için değildir. Çünkü müritler şeyhe manevi bir münasebetle çekilirler. Bu büyüklerle münasebeti olmayanlar ise binlerce kerametine şahit olsa bile onların kemalâtının nimetlerinden mahrumdurlar.

Bu manayı, Ebu Cehil ve Ebu Leheb’in durumlarıyla ifade etmek gerekir. Allah Tealâ kâfirler hakkında şöyle buyurmuştur: “Onlar her türlü mucizeyi görseler bile yine de ona inanmazlar. Hatta o kâfirler sana geldiklerinde; ‘Bu Kur’an eskilerin masallarından başka bir şey değildir!’ diyerek seninle tartışırlar.” (En’am, 25)

sümeyra
Mon 19 March 2012, 07:03 am GMT +0200


    Rabbim hakkı hak olarak görüp ona uymayı,batılı da batıl olarak görüp uzak durmayı bizenasib etsin..Paylaşım için Allah razı olsun..