- iki deniz arasında sıla

Adsense kodları


iki deniz arasında sıla

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sumeyye
Sun 25 July 2010, 01:41 pm GMT +0200
Iki Deniz Arasında Sıla, İmam Rabbani...

Herkes renkleri birbirine benzese de, dalgaları, derinliği, saydamlığı ve kaldırma gücü birbirine benzemeyen o iki denizden söz ediyordu Birinden büyük gemiler geçiyordu, diğerinden küçük tekneler Biri anaforlarıyla yutuyordu, diğeri sükûnetiyle Birini haritada çizmek mümkündü, diğerini rüyada görmek Birinde ayık yolcular seyahat ederdi, diğerinde aşık sarhoşlar Birine delillerle demir atılırdı, diğerine keşiflerle Birinde “zâhir” güneşi doğup batar, diğerinde “bâtın” incileri parıldardı Sıla, işte bu iki denizin hikayeleriyle büyüdü Ta ki on yedi yaşında bir elinde icâzet diğer elinde asa, o iki denizi yükseklerden seyretmek için bir dağa tırmanana kadar Zamanın bilginlerinin sırayla mühürlediği icâzeti, bütün ilimlerdeki görme yetisini belgeliyor, ayrı deryalara işaret eden gözleriyle her dalgayı, her tekneyi ve her yolcuyu mühürlüyordu Sıla, bir dürbünün ayarını yapar gibi açıp kıstığı gözleriyle iki denizi birbirine yaklaştırıp uzaklaştırıyor, berraklaştırıp bulandırıyor, mercanları, incileri, balıkları, batıkları bir denizden diğerine aktarıyordu Sonunda “Ha birkaç damla, ha dünyanın taşıyamayacağı kadar su!” yazıp mühürledi gözleriyle İşte o anda iki deniz birbirine karışıp tek bir deniz haline geldi

Zamanın bilginleri İmam-ı Rabbanî’ye “Sıla” ismini verdiler “ Sıla” birleştirici demekti “İslâmî hükümler” ve “tasavvuf” ona göre tek bir denizdi “Dış”, “iç”in tamamlayıcısı, olgunlaştırıcısıydı İkisi arasında bir ayrılık ve çelişkiden söz edilemezdi İslâmiyet’le ters düşen bir tasavvuf ancak uydurma bir din olabilirdi Kıyamet günü insanlar “İslâmî hükümler”den sorumlu tutulacaklardı tasavvuftan değil Ancak öyle teslim olmak lazımdı ki kalp sadece sevdiği için çarpsın Acıyı aşkın gereğinden saysın Huzuru huzursuzlukta, kararı kararsızlıkta, rahatı rahatsızlıkta arasın Sevdiğini kendisinden başka her şeyden sıyrılmış görmek isteyen “Dost”u razı etsin tek O’ndan gelene baş üstüne diyebilmek için ölmeden önce ölebilsin “Dost”a çağırmak için yüzlerce mektup yazsın; hükümdarlara da seslensin hamallara da Mektûbât-ı Rabbânî adıyla üç cilde sığdırsın talebeleri bu 526 mektubu Sonra ilk cildin 35 mektubundaki şu mısraları defalarca okusunlar: “Aşk, ebedî olan tek sevgiliden gayri her şeyi yakan bir ateşten ibarettir Allah’tan gayrisini yok etmek için ‘Lâ=Yoktur’ kılıcı sallandı ‘Lâ’dan sonrasına bak, ne kalmıştır?! Müjdeler olsun dostum; geri kalan hep yandı, tek yaratan Allah’ımızdan başkası kalmadı”

“Beni iki derya arasında ‘Sıla’ yapan Allah’a hamdolsun!” diyen biri geçti bu dünyadan Zaman Moğollar’ın zamanıydı Adı Ekber olan erzel bir şah hükmediyordu Hindistan’da Ekber Şah, Mecusiler’den ateşe tapmayı, Hıristiyanlar’dan çan çalmayı, Hinduizm’den tenasüh inancını alarak yeni bir din var etmeye çalışmış, İslam’ı da dahil ettiği bu tuhaf karışımla faizi, içkiyi ve kumarı serbest bırakırken, ineği ve domuzu kutsal saymıştı Bu gidişe ne dünya menfaatine kapılmış âlimler ne de ahlak ve akide nizamını kaybetmiş sûfiler dur diyebiliyordu İşte Rabbanî İmam, vaktin henüz bozulmamış kaynaklarından susuzluğunu giderdikten sonra Nakşbendi ulularından Muhammed Bâkibillah’la tanışmış, tasavvufu ruhbanlık ve felsefeyle kirlenmeden önceki saf haliyle kucaklayarak yeniden ihya etmişti Sıra İslami hükümlerin yerlerine iade edilmesindeydi Keramet hak olsa da zaman çalışma zamanıydı ve kaybedecek vakit yoktu İmam-ı Rabbânî, “ Keramet aramayı bırakınızDoğrusu Allah dostlarının varlığı bizatihi bir keramettir” sözüyle halkı usûle yönlendiriyor, Ekber Şah’ın oğlu Selim Cihangir Han’a secde etmeyerek veliliğin bir tevhid nişanesi olduğunu gösteriyordu

Gevâliyâr Hapishanesi işte o günlerde tanıştı Sıla’yla Onu öyle sevdi ki, üç sene ayrılmadı yanından Dahası bütün mahkûmları gardiyanlarıyla birlikte talebe eyledi bu Rabbânî İmam’a Zulüm nesilden nesile azaldı da sonunda Selim Cihangir Han’ın oğlu Şah Cihan, İmam-ı Rabbânî’nin hidayet kafilesine katıldı Hapishanenin kapıları açıldı ve mahkûmlar meşaleler gibi karıştılar şehrin karanlık sokaklarına Ve Sıla, çalınan mücevherleri tekrar iade etti mahfazalarına Bu mücevherlerin en değerlisi Sünnet-i Seniyye idi Bu yüzden talebelerine ölene kadar hep aynı cümleyi söylemekten bıkmadı o : “Sünnete sarılınız!” Hz Peygamber(sas) izlenmeden nereye varılabilirdi!

Müceddid-i Elf-i Sâni ( Hicri ikinci bin yılın yenileyicisi) İmam Rabbânî, vefat etmeden birkaç gün önce, memleketine gitmek için izin isteyen bir öğrencisine “Birkaç gün sabret!”demiş, “En kısa zamanda huzurunuza döneceğim efendim!” diye ısrar etmesi üzerine şu mısrayla uğurlamıştı onu: “Sen nerede, biz nerede, ilkbahar nerede!” Ve bahar gelmeden o da asıl memleketine doğru yola çıkmış, yıkanıp kefenlenirken ellerini her çözülüşünde tekrar bağlayarak yıkılmaz bir köprü kurmuştu iki denizin arasında
 



 İmam Rabbani