- Hilafet ve İmamet 6

Adsense kodları


Hilafet ve İmamet 6

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sumeyye
Mon 19 April 2010, 11:09 am GMT +0200
AÇIKLAMA:






Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu hadislerinde ümeranın (idarecilerin) halka karşı siyasetlerinde uymaları gereken mühim bir prensip vaz´ediyor. Suizanla hareket etmemek, onları müttehem, kuşkulu kimseler yerine tutmamak, haklarında hüsn-i zannı, güveni esas almak. Aksi taktirde halk, ahlâken bozulacaktır. en-Nihaye´de, "Yani emîr insanları bazı şeylerle itham ederek, alenen suizanda bulunursa bu hal onları haklarında ittiham olunan fenalıkları işlemeye sevkeder" der.

Bu meseleyi tasrih eden başka hadisler de mevcuttur: "Yine Ebû Dâvud´da aynı yerde, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın şu tavsiyeleri yer alır:

"(Ey Muâviye!) Eğer insanların kusurlarını araştırırsan onları ifsad edersin veya ifsad olma noktasına getirirsin." "Kim bir kusur görür ve onu örterse, diri gömülmüş birisine hayat vermiş gibi olur." Yani onu kabirden çıkararak ölümden kurtarmış gibi sevab alır.

Zeyd İbnu Vehb anlatıyor: "İbnu Mes´ud´a birisi gelerek: Şu falanca varya, sakalından şarap damlıyor" diye şikâyette bulunmuştu. Abdullah İbnu Mes´ud: "Biz tecessüs etmekten yasaklandık. Ancak bize bir şey zâhir olursa, ona gereğini yaparız" dedi.

İslâm´ın tecessüsü yasaklama esprisini anlamada bize yardımcı olacak bir rivâyeti yine Ebû Dâvud´dan kaydediyoruz:

"Ukbe İbnu Âmir (radıyallâhu anh)´in kâtibi Duhayn anlatıyor: "Bizim şarap içen komşularımız vardı. (İçmeyin diye) yasaklamada bulundum, dinlemediler. Durumu Ukbe İbnu Âmir´e: "Şu komşularımız şarap içiyorlar, ben içmeyin dedi isem de vazgeçmediler. (Müsaade ederseniz) onlar için polis çağıracağım" dedim. Bana: "Bırak onları!" dedi (ve üzerlerine gitmedi). Bir müddet sonra tekrar Ukbe (radıyallâhu anh)´ye: "Komşularımız inadlaştılar, içkiden vazgeçmiyorlar, ben onlar için polis çağıracağım" diye müracaatta bulundum. Bana bu sefer: "Ne münasebet, bırak onları. Zîra ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ı işittim, şöyle diyordu: "Kim bir kusur görür ve onu örterse diri gömülmüş birisine hayat vermiş gibi olur." [66]


İKİNCİ BÂB

HÜLAFÂ-İ RAŞİDÎN VE ONLARIN SEÇİMLERİ


Her devirde, her yerde, bir büyük zat incelenirken, şahsın anlaşılması için çoğu kere onun yetiştirdiklerine de nazar edilir. Eserleri arkasında zikredilebilecek halefleri, bir bakıma o kimsenin ayinesidir.

Bu beşerî kâideyi, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) için de mûteber addedebiliriz. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın getirdiği mesajın ve sistemin anlaşılmasında, hakkıyla takdirinde, Ashab´ın bütün yönleriyle bilinmesi büyük ehemmiyet taşır. Bunu anlayan selef ulemâsı, sâdece Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´le ilgili sünneti değil Ashâb ve hattâ Tâbiîn ve Etbauttâbiîn ile ilgili sünneti de yazmış, hayatlarını, sözlerini, fetvâlarını, birçok fiillerini bize kadar intikal ettirmiştir.

Mevzumuz olan imamet, yâni İslâm´ın siyasî ve idarî sistemi açısından Hulefâ-i Râşidîn mühim bir yer tutar. İnsanlığın kapitalizm, komünizm gibi iktisadî; monarşi, demokrasi, diktatörlük gibi siyâsî sistemleri arasında İslâmî sistemi, bütün buutlarıyla ve gerçek (otantik) vechesiyle anlamak için Hulefa-i Râşidîn dönemini ve onların tatbîkâtını anlamak, bilmek vazgeçilmez bu zarûrettir. Gerçek İslâm´ın, onların şahsında temsîl edildiği, hakikî İslâmî örneklerin kâmil mânada onların elleriyle tatbik edildiği kanaatindeyiz. Sonraki nesillerde her hâl u kârda gayr-ı İslâmî unsurlarla sistemin müşevveşleşeceğine telmîhan Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Benden sonra nübüvvet hilâfeti otuz yıldır" buyurmuştur.

Şu halde bu kısımda Hulefa-i Râşidîn´le ilgili bazı rivâyetleri, onların başta seçimleri olmak üzere siyasî yönlerini tanıtıcı bir kısım açıklamaları sunacağız.

Bu vesîle ile bir noktaya parmak basmak istiyoruz. Dört Halife Devri denince zihinler "İslâm demokrasisi" tâbiriyle şartlandırılmış durumdadır. Biz bu tâbirin yanlışlığına inanıyoruz. Zîra demokrasi Batı´ya ait bir sistemdir. İslâm´ın siyasî sistemini -bazı noktalardaki hâricî benzerlikler sebebiyle- demokrasi ile iltibas etmemek gerekir. Üstelik, her ne hikmetse, bugünün dünyasında birbirine taban tabana zıt Doğu ve Batı blok devletlerince birbiriyle yarışırcasına sahiplenilmiş olan demokrasiyi bir ideal sistem olarak telakkî edip, mezkûr maratona katılma espirisiyle "demokrasi İslâm´da da var, dolayısıyla İslâm´ın bir eksiği yok" mânasında iddialar mahzurludur, İslâmî nizamın anlaşılmasına mânidir. Böyle bir davranışın psikolojik planında demokrasiyi esas alma, ideal kabûl etme zihniyeti yatmaktadır. Halbuki İslâm vahye dayanır, semâdan inen bir amud-u nurânîdir. Onda beşerî katkı yoktur. Bununla o, hiçbir sûretle mukâyese imkânına sahip değildir. Biz İslâm´ı, hiçbir beşerî katkı ile teşvîş etmeden, kendi orijinal cüzlerinden mürekkep müstakil bir bütün olarak anlamaya çalışmalıyız. Aksi takdirde gereksiz iltibaslar onu kavramamıza mâni olacaktır. Şunu açıklıkla söyleyebiliriz: İslâmî nizâm, asla demokrasi değildir, dikdatörlük hiç değildir, kesinlikle monarşi olamaz. O hâlde nedir? denirse, "önce, Batılı ve beşerî sistemleri ifade eden tâbirlerin dışına çıkmak gerek"´ deriz. Bu noktada mutabık kalındıktan sonra sistemin mahiyetini anlamaya geçilebilir. Buna Osmanlılar´ın yaptığı gibi meşrûtiyet denmiş, doğrudan nizam-ı İslâm denmiş, nizam-ı İlâhî denmiş, meşrutiyet-i meşrûa denmiş veya bir başka isim takılmış bizce mühim değil. Yeter ki Batı menşe´li, mevcut beşerî sistemlerden birinin ismiyle peşin bir sıbgaya tâbi tutulmasın.[67]



ـ1ـ عن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما: ]أنَّ عَلِيّاً رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ خرَجَ مِنْ عِنْدِ النَّبىِّ # في وَجَعهِ الَّذِى تُوُفِّىَ فِيهِ، فقَالَ النَّاسُ يَا أبَا الحَسَنِ: كَيْفَ أصْبَحَ رسولُ اللّه #؟ فقَالَ: أصْبَحَ بِحَمْدِ اللّهِ بَارِئاً، فأخَذَ بِيَدِهِ الْعَبَّاسُ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ فقَالَ: أنْتَ وَاللّهِ بَعْدَ ثََثٍ عَبْدُ الْعَصى، وَإنِّى وَاللّهِ ‘رَى رسولَ اللّهِ # سَيُتَوَفَّى مِنْ وَجَعِهِ هذَا. إنِّى ‘عْرَفُ وُجُوهَ بَنِى عَبْدِ المُطَّلِبِ عِنْدَ المَوْتِ، فأذْهَبْ بِنَآ إلَيْهِ نَسألْهُ فِيمَنْ هذَا ا‘مْرُ؟ فإنْ كانَ فِينَا عَلِمْنَاهُ، وَإنْ كانَ في غَيْرِنَا كَلَّمْنَاهُ فأوْصى بِنَا، فقَالَ عَليٌّ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ أمَا وَاللّهِ لَئِنْ سَألْنَاهَا فَمَنَعَنَاهَا َ يُعْطِينَاهَا النَّاسُ بَعْدَهُ، وَإنِّى وَاللّهِ َ أسْألُهَا[. أخرجه البخارى.قوله: »عَبْدُ الْعَصى« أى مقهور محكوم عليك ممن يتولى الخفة .



1. (1735)- İbnu Abbâs (radıyallâhu anhüma) anlatıyor: "Hz. Ali (radıyallâhu anh), Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ı rahmet-i Rahmân´a kavuşturan hastalığı sırasında yanından dışarı çıktı. (Dışarıda bekleyen) halk:

"Ey Ebû´l-Hasan, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ne durumda?" diye sodular.

"Allah´a hamdolsun iyileşti!" dedi. Hz. Abbâs (radıyallâhu anh) elinden tuttu. Ve:

"Üç gün sonra [Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ölecek, sen bir başkasına] me´mur olacaksın. Ben, vallahi Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın bu hastalığından (kurtulamayıp) vefat edeceğini görüyorum. Zîra ben, Abdulmuttaliboğullarının ölüm sırasında aldığı şekli biliyorum. Gel Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a gidip bu "iş" (hilafet) kimde kalacak onu soralım. Bizde kalacaksa (şimdiden) bilmiş oluruz. Bizden başkasına kalacaksa kendisiyle konuşuruz, bizi (ona) tavsiye eder" dedi. Ali (radıyallâhu anh):

"Eger, biz onu sorsak bunun üzerine (hilafeti) bize yasaklasa, halk ondan sonra onu asla bize vermez. Vallahi ben böyle bir şey soramam!" dedi." [Buhârî, İstizân 29, Meğâzî 83.][68]AÇIKLAMA:Hadis, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ölüm döşeğinde yatarken Hz. Ali ile Hz. Abbâs (radıyallâhu anhümâ) arasında, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) öldüğü taktirde, hilâfetin geleceği hususunda geçen bir muhâvereyi aksettirmektedir.Hz. Ali´nin ifadesinden de anlaşıldığı üzere, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), bu son hastalığında, zaman zaman hafifliyor ve konuşabiliyordu. Hz. Abbâs böyle bir hafifleme ânında kendinden sonra halîfe olacak kimse hakkında konuşma teklif ederse de Hz. Ali buna yanaşmaz. Bir başka rivâyette, Hz. Ali: "Bu (hilafet) işine bizden başka istekli de var mı?" diye sorar. Hz. Abbâs: "Tahmîn ederim, Allah´a yemin olsun olacak da!" cevabını verir. Hz. Ali, bu meseleyi Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´e açtıkları, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´in de müsbet cevap vermemesi hâlinde, halkın bununla aleyhlerinde ihticâc edip, ebediyyen hilafete lâyık bulunmayacaklarını söyler. İbnu Sa´d´dan gelen rivâyete göre, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) vefat edince Hz. Abbas, Hz. Ali (radıyallâhu anhüma)´ye : "Uzat elini sana biat edeyim, halk sana biat etsin" der. Hz. Ali kabul etmez. İbnu Hacer´in kaydına göre, bazı rivâyetlerde Hz. Ali´nin "Keşke Abbâs´a itaat etseydim" diye pişmanlık izhâr ettiği belirtilmişti.



ـ2ـ وعن جبير بن مطعم رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]أتَتِ أمْرَأةٌ النَّبيَّ # فَكَلَّمَتْهُ في شئٍ فَأمَرَهَا أنْ تَرْجِعَ، فقَالَتْ: فإنْ لَمْ أجِدْكَ، كَأنَّهَا تَعْنِى المَوْتَ. قال: فإنْ لَمْ تَجِدِىنِى، فأتِى أبَا بَكْرٍ[. أخرجه الشيخان والترمذى .



2. (1736)- Cübeyr İbnu Mut´im (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Bir kadın, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a gelerek bir hususta kendisiyle konuştu. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), (kendisine) tekrar gelmesini emretti. Bunun üzerine kadın:

"Ya seni bulamazsam!" dedi. Kadın ( bu sözüyle) sanki ölümü kasdetmişti, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):

"Eğer beni bulamazsan, Ebû Bekir´e uğra!" diye cevap verdi." [Buhârî, Ahkâm 57, Fedailu Ashabı´n-Nebî 5, İ´tisâm 24; Müslîm, Fedailu´s-Sahâbe 10, (2386); Tirmizî, Menâkıb, (3677).][69]



AÇIKLAMA:



1- Bu hadis, vefatından sonra hilâfete geçecek kimse hususunda Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´in bazı işaretlerde bulunduğunu gösteren rivâyetlerden biridir. İbnu Hacer´in kaydettiğine göre, bazı rivâyetlerde kadın:

"Ben geldiğimde size ölüm gelmiş olsa ve sizi bulamazsam?" demiştir.

İbnu Hacer´in, zayıflığına dikkat çekerek kaydettiği bir diğer rivâyete göre, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a: "Ey Allah´ın Resûlü, senden sonra mallarımızın zekâtını kime vereceğiz?" diye soranlar olmuştur. Onlara:

"Ebû Bekri´s-Sıddîk´a!" demiştir.

Keza biat yapan bir bedevî de, eceli geldiği takdirde kimin hüküm vereceğini sormuş, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):

"Ebû Bekir!" diye cevap vermiştir. Bedevî tekrar: "Ondan sonra kim hükmedecek?" diye sorunca:

"Ömer!" diye cevap vermiştir.

Şu halde bu rivâyetler, vefatından sonra Hz. Ali ve Abbâs (radıyallahu anhümâ)´ın hilâfete geçmesi için kesin hükmettiğine dair Şiî iddiasını reddetmektedir.[70]



ـ3ـ وعن عائشة رَضِىَ اللّهُ عَنْها قالت: ]تُوُفِّىَ رسول اللّهِ # وَأبُو بَكْرٍ بِالسُّنُحِ، تَعْنِى بِالْعَالِيَةِ، فقَامَ عُمَرُ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ يَقُولُ: وَاللّهِ مَا مَاتَ رسول اللّه #

وَلَيَبْعَثَنَّهُ اللّهُ تَعالى، فَلْيُقَطِّعَنَّ أيْدِى رِجَالٍ وَأرْجُلَهُمْ، فَجَاءَ أبُو بَكْر رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ فَكَشَفَ عَنْ رسولِ اللّهِ #، فقَبَّلَهُ وَقَالَ: بِأبِى أنْتَ وَأُمِّى طِبْتَ حَيّاً وَمَيِّتاً، وَالَّذِى نَفْسِى بِيَدِهِ َ يُذِىقُكَ اللّهُ المَوْتَتَيْنِ أبداً، ثُمَّ خَرَجَ فقَالَ: أيُّهَا الحَالِفُ عَلى رِسْلِكَ، فَلَمَّا تَكَلّمَ أبُو بَكْر جَلَسَ عُمَرُ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما، فَحَمِدَ اللّهَ أبُو بَكْرٍ، وَأثْنى عَلَيْهِ، ثُمَّ قَالَ: أَ مَنْ كَانَ يَعْبُدُ مُحَمَّداً، فإنَّ مُحَمَّداً قَدْ مَاتَ، وَمَنْ كانَ يَعْبُدُ اللّهَ فإنَّ اللّهَ حَىٌّ َ يَمُوتُ، وَتََ: إنَّكَ مَيِّتٌ وَإنَّهُمْ مَيِّتُونَ. وَمَا مُحَمَّدٌ إّ رَسُولٌ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهِ الرُّسُلُ أفَإنْ مَاتَ أوْ قُتِلَ انْقَلَبْتُمْ عَلى أعْقَابِكُمْ، وَمَنْ يَنْقَلِبْ عَلى عَقِبَيْهِ فَلَنْ يَضُرَّ اللّهَ شَيْئاً وَسَيَجْزِى اللّهُ الشَّاكِرِينَ. فَنَشَجَ النَّاسُ يبَْكُونَ، وَاجْتَمَعَ ا‘نْصَارُ إلى سَعْدِ بْنِ عُبَادَةَ في سَقِيفَةِ بَنِى سَاعِدَةَ، فقَالُوا: مِنَّا أمِيرٌ وَمِنْكُمْ أمِيرٌ، فَذَهَبَ إلَيْهِمْ أبُو بَكْرٍ وَعُمرُ وَأبُو عُبَيْدَةَ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُم، فَذَهَبَ عُمَرُ يَتَكَلَّمُ، فأسْكَتَهُ أبُو بَكْرٍ، فكَانَ عُمَرُ يَقُولُ: وَاللّهِ مَا أرَدْتُ بِذلِكَ إَّ أنِّى كُنْتُ قَدْ هَيَّأتُ كََماً أعْجَبَنِى خَشِيت أنْ َ يَبْلُغَهُ أبُو بَكْرٍ فَتَكَلَّمَ وَاللّهِ أبُو بَكْرٍ، فَوَاللّهِ مَا زَوَّرْتُ)ـ1( في نَفْسِى كََماً إَّ وَأتَى عَلَيْهِ وَأبْلَغَ، وَكَانَ في كََمِهِ: نَحْنُ ا‘مرَاءُ وَأنْتُمْ الْوُزَرَاءُ، فقَامَ حُبَابُ بْنُ المُنْذِرِ فقَالَ: َ وَاللّهِ َ نَفْعَلُ، مِنَّا أمِيرٌ وَمِنْكُمْ أمِيرٌ؟ فقَالَ أبُو بَكْرٍ: َ، وَلكِنَّا ا‘مَرَاءُ، وَأنْتُمُ الوُزَرَاءُ[.زاد رزين: ]لَنْ يُعْرَفَ هذَا ا‘مْرُ إَّ لِهذَا الحَىِّ مِنْ قُرَيْشٍ، هُمْ أوْسَطُ الْعَرَبِ دَاراً وَأعْرَبُهُمْ أحْسَاباً، فبَايِعُوا عُمََرَ، أوْ أبَا عُبَيْدَةَ، فقَالَ عُمَرُ: بَلْ نُبَايِعُكَ أنْتَ، فَأنْتَ سَيِّدُنَا وَخَيْرُنَا وَأحَبُّنَا إلى رسولِ اللّهِ #، فَأخَذَ عُمَرُ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ بِيَدِهِ فَبَايَعَهُ النَّاسُ، فقَالَ قَائِلٌ!

____________

)ـ1( أي هيأت وأصلحت، والتزوير: إصح الشئ، وكم مزور: محسن.

قَتَلْتُمْ سَعْدَ بْنَ عُبَادَةَ، فقَالَ عُمَرُ: قَتَلَهُ اللّهُ تَعَالى، قالَتْ: فَمَا كَانَ مَنْ خُطْبَتَيْهِمَا مِنَ خُطْبَةٍ إَّ نَفَعَ اللّهُ بِهَا، لَقَدْ خَوَّفَ عُمَرُ النَّاسَ، وَإنَّ فِيهِمْ لَنِفَاقاً فَرَدَّهُمُ اللّهُ تَعالى بذَلِكَ، ثُمَّ لَقَدْ بَصَّرَ أبُو بَكْرٍ النَّاسَ في اللّهِ تَعالى وَعَرَّفَهُمُ الحَقَّ الَّذِى عَلَيْهِمْ وَخَرَجُوا بِهِ يَتْلُونَ: وَمَا مُحَمَّدٌ إَّ رَسُولٌ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهِ الرُّسُلُ اŒية[. أخرجه البخارى والنسائى.قلت: وقوله زاد رزين: كذا في التجريد وأصله، وهذه الزيادة بعينها في صحيح البخارى واللّه أعلم »السُّنُحُ«: بضم السين المهملة والنون، وقيل بسكون النون: موضع بعوالى المدينة فيه منازل بنى الحارث بن الخزرج، وقوله: »َ يُذِيقُكَ اللّهُ المَوْتَتَيْنِ« أى في الدنيا، قال ذلك أبو بكر ردا لقول عمر: إن اللّه سيبعث نبيه فيقطع أيدى رجال وأرجلهم. »والسَّقِيفَةُ« الصفة في البيت، »والنَّشِيجُ«: تردد صوت الباكى في صدره من غير انتحاب .



3. (1737)- Hz. Aişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) vefat ettiği zaman, bâbam Ebû Bekir (radıyallâhu anh), Mescid-i Nebî´den bir mil kadar uzaklıkta olan) Sunh nâm mevkide idi -ki Âliye (denen Medine´nin yüksek kısmını ki burası Hazrec´e mensûp Beni´l-Hârise´nin menzillerinin bulunduğu mevki)yi kasdetmektedir-Hz.Ömer (radıyallâhu anh) kalkıp:

"Vallahi Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) vefat etmedi. Allah mutlaka onu geri gönderecektir, o da (münafık) kimselerin ellerini ve ayaklarını kesecek." diyordu. Derken Hz. Ebû Bekir (radıyallâhu anh) geldi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın yüzünü açtı ve öptü.

"Annem bâbam sana feda olsun. Sağlığında hoştun, ölümünde de hoşsun! Nefsimi kudret elinde tutan Zat-ı Zülcelâl´e yemin olsun, Allah sana ebediyyen iki ölüm tattırmayacak!" dedi. Sonra dışarı çıkıp:

"(Hz. Ömer´i kasdeterek): "Ey (Peygamber ölmedi diye) yemin eden kişi, ağır ol!" dedi. Hz. Ebû Bekir konuşmaya başlayınca Hz. Ömer (radıyallahu anhümâ) oturdu. Hz. Ebû Bekir Allah´a hamd ü sena ettikten sonra:

"Haberiniz olsun! Kim Muhammed´e tapıyor idiyse bilsin ki artık Muhammed ölmüştür. Kim de Allah´a tapıyor idiyse o da bilsin ki Allah hayydır, ölümsüzdür!" dedi ve şu âyeti okudu: اِنَّكَ مَيِّتٌ وَاِنَّهُمْ مَيِّتُونَ "Ey Muhammed, şüphesiz sen de öleceksin, onlar da ölecekler" (Zümer 30). Şu âyeti de okudu:

وَمَا مُحَمَّدٌ إَّ رَسُولٌ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهِ الرُّسُلُ اَفَاِنْ مَاتَ اَوْ قُتِلَ انْقَلَبْتُمْ عَلى اَعْقَابِكُمْ وَمَنْ يَنْقَلِبْ عَلى عَقِبَيْهِ فَلَنْ يَضُرَّ اللّهَ شَيْئاً وَسَيَجْزِى اللّهُ الشَّاكِرِينَ

"Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler geçmişti. Ölür veya öldürülürse geriye mi döneceksiniz? Geriye dönen, Allah´a hiçbir zarar vermez. Allah, şürkedenlerin mükâfâtını verecektir" (Âl-i İmrân 144).

Bu açıklama üzerine halk boğuk boğuk ağlamaya başladı. Ensar (radıyallâhu anhüm), Benî Saîde yurdunda, Sa´d İbnu Ubâde´nin etrafında toplandı. (Muhâcir de oraya geldi. Ensarîler):

"Bizden bir emîr, sizden de bir emîr!" dediler. Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Ebû Ubeyde (radıyallâhu anhüm) de oraya geldiler. Hz. Ömer konuşmaya başladı ise de Hz. Ebû Bekir onu susturdu. Hz. Ömer (bilahere) şöyle diyordu:

"Vallahi, ben konuşmayı şu sebeple arzu etmiştim: (Zihnimde) hoşuma giden sözler hazırlamış, Ebû Bekir bunlara ulaşamaz (onun hatırından bunlar geçmeyebilir) diye endişe etmiştim. Ama, yemin olsun, Ebû Bekir öyle bir konuştu ki, vallahi içimde hazırlamış olduğum güzel sözlerin hepsine isâbet etti, (benim aklıma gelmeyen daha da güzelini) beliğ şekilde ifade etti. Onun sözleri arasında şu da vardı:

"(Ey Ensâr) biz (Kureyşli)ler emîrleriz, sizler de vezîrlersiniz!"

Bu söz üzerine Hubâb İbnu´l-Münzir ayağa kalktı ve:

"Hayır vallahi bunu yapmayız. Bizden bir emîr, sizden de bir emîr olacak!" dedi. Hz. Ebû Bekir (radıyallâhu anh):

"Hayır! Olmaz bu. Bizler emîrleriz, sizler de vezîrlersiniz" dedi.

Rezîn şunu ilâve etti: "Hz. Ebû Bekir devamla şunu söyledi: "Bu "iş" (hilâfet), şu Kureyş cemaati için meşrû tanınacaktır. Onlar, yer îtibârıyla Arapların ortasındadır, şerefçe de (eskiden beri) en gözdeleridir. Öyleyse, Ömer´e veya Ebû Ubeyde´ye biat edin!"

Hz. Ömer atılarak:

"Bilakis, biz sana biat ediyoruz. Sen bizim efendimizsin, en hayırlımızsın, üstelik Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a da en sevgili olanımızsın!" dedi ve Hz. Ebû Bekir (radıyallâhu anh)´in elinden tutup ona biat etti. Hz. Ömer (radıyallâhu anh)´i müteakip halk da ona biat etti.

Bunun üzerine biri:

"Sa´d İbnu Ubâde´yi katlettiniz!" diye bağırdı. Hz. Ömer (radıyallâhu anh) öfkeyle:

"Allah onu katletsin!" dedi. Hz. Aişe (radıyallâhu anhâ) devamla der ki: "Bu her iki konuşmada geçen sözleri de Allah fâideli kıldı. Nitekim Hz. Ömer´in konuşması halkı korkuttu. Aralarında nifak vardı, onun konuşmasıyla Cenab-ı Hakk nifakı bertaraf etti. Hz. Ebû Bekir (radıyallahu anh) de halkın nazarını Allah´a çevirip, üzerinde oldukları hakkı (İslâm´ı) öğretti. Oradan şu âyeti okuyarak ayrıldılar. (Meâlen): "Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler geçmişti. Ölür veya öldürülürse geriye mi döneceksiniz? Geriye dönen, Allah´a hiçbir zarar vermez.. Allah şükredenlerin mükâfaatını verecektir" (Âl-i İmrân 144). [Buhârî, Fedâilu´l-Ashâb 5, Cenâiz 3, Megâzi 83; Nesâî, Cenâiz 11, (4, 11).]

(İbnu Deybe diyor ki:) "Derim ki: "Rezîn şunu ilâve etti" sözü, et-Tecrid´de ve Tecrid´in aslında mevcuttur. Bu ziyâde aynısıyla Sahîh-i Buhârî´de mevcuttur. Allahu a´lem."

Es-Sünuh (veya es-Sünh) avâli´l-Medîne´de bir yer adıdır. Orada Benî´l-Hâris İbnu´l-Hazrec´in evleri vardır.

"Allah sana iki ölümü tattırmasın" sözü, yâni dünyada.. tattırmasın demektir. Hz. Ebû Bekir, bu sözü Hz. Ömer (radıyallâhu anhümâ)´in şu sözünü red maksadıyla söylemiştir: "Allah, peygamberini geri gönderecek, O da (münafık) kimselerin ellerini ve ayaklarını kesecek." Sakîfe: Evin sofa (üstü kapalı önü açık) kısmı. Toroslarda evin bu kısmına yazlık tâbir edilir.

Nesîc: Ağlayan kişinin hıçkırığını içine tıkarak sessiz ağlaması.[71]



AÇIKLAMA:



Resûllulah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın öldüğü gün, haberin meydana getirdiği şaşkınlığı ve buna rağme Hz Ebû Bekir´in halife seçilmesini bu rivâyet açık bir şekilde anlatmaktadır. Hadisle ilgili bazı müphem kelimelerin açıklanması metnin sonunda yapıldığı için aynen onları da tercüme ederek kaydettik.

Buna rağmen bir-iki noktaya daha parmak basmakta fayda var:

1- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın vefat haberi duyulunca Ashâb öncelikle, hilâfet meselesinin halli üzerinde durmuş, ilk iş olarak onu halletmişlerdir.

2- Rivâyetler, bu işi önce Ensâr´ın yâni Medinelilerin ele aldığını ifâde ediyor. Kendi aralarında hususî şekilde toplanıyorlar. Hatta, Buhârî´nin bir rivâyetinde, halife meselesini halletmek üzere Ensar´ın toplandığı haberi üzerine, oraya koşan başta Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer (radıyallahu anhümâ) bir kısım Muhâcirûnu iki Ensârî karşılayarak toplantıya katılmalarına mânî olmak ister ve: َ عَلَيْكُمْ اَنْ َ تَقْرَبُوهُمْ اَقْضُوا اَمْرَكُمْ .Hayır, onlara yaklaşmayın, kendi işinizi halledin (aranızdan Muhacirler´e mahsus bir halife seçin)" der. Hattâ İbnu İshak´ın rivâyetinde, Bedir Ashabı´ndan olan bu iki sâlih kişinin ismi de verilir: Uveym İbnu Sâide ve Ma´n İbnu Adiyy. Ancak bunları dinlemeyip yürürler.

3- Benî Sâide sakîfesinde toplanan Ensâr, Ubade (radıyallahu anh)´ı halife seçmek istemektedir. Toplantıyı açan hatipleri, Ensar´ın faziletlerini beyandan sonra, hilâfetin kendilerinde olması gereğini ifâde eder.

Sözü bitince -rivâyetten de anlaşıldığı üzere- Hz. Ömer söz almak isterse de Hz. Ebû Bekir susturur ve kendisi söz alır. Hz. Ebû Bekir, Ensâr´ın faziletlerini aynen te´yidle sözlerine başlar, ancak hilafet işine Kureyş´in layık olduğunu, onların mekan itibarıyle merkezde olmaktan başka Arab´ın en asîli, en itibarlı kabilesi olduğunu vs. belirtiyor. Bir rivayette: "Araplar bu işte, sâdece Kureyş´i tanıyacaktır", bir başka rivayette: "Biliyorsunuz, şu Kureyş´in Araplar nezdinde öyle bir makamı var ki başkası ona sâhip değil, Araplar ancak onlardan birinin etrafında toplanır. Allah´tan korkun, İslâm´ı parçalamayın, İslâm´da ilk bid´at çıkaran siz olmayın" der.

Ensar´ı en ziyade ikna etme hususunda, Hz. Ebû Bekir´in Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´tan rivâyet ettiği اََئِمَّةُ مِنْ قُرَيْشٍ "İmamlar Kureyş-´tendir" hadisi olmuştur. Bu konuşmalardan sonra Hz. Ömer veya Ebû Ubeyde´den birine biat etmelerini teklif eder.

4- Bu noktada söz alan Hz. Ömer, hilafete Hz. Ebû Bekir´in lâyık olduğunu söylüyor. Bazı rivâyetler, Hz. Ömer´in bu kanaatini te´yiden ve muhataplarını ikna maksadıyla Hz. Ebû Bekir´in bazı faziletlerini sayar:

»يَا مَعْشَرَ ا‘نْصَارِ إنَّ اَوْلَى النَّاسِ بِنَبِىِّ اللّهِ ثَانِىَ اثْنَيْنِ إذْهُمَا في الْغَارِ »يَا مَعْشَرَ ا‘نْصارِ اَلَسْتُمْ تَعْلَمُونَ اَنَّ رَسُولَ اللّهِ # اَمَرَ أبَا بَكْرٍ اَنْ يَؤُمَّ بِالنَّاسِ فَاَيُّكُمْ تَطِيبُ نَفْسهُ اَنْ يَتَقَدَّمَ اَبَا بَكْرٍ؟ فَقَالُوا نَعُوذُ بِاللّهِ اَنْ نَتَقَدَّمَ اَبَا بَكْرٍ«

"Ey Ensar cemaati, Allah´ın Nebîsi´ne en lâyık olanı, (Kur´an-ı Kerim´de), "mağaradaki iki kişiden biri" (Teve 40) olduğu belirtilen kimse değil midir?" "Ey Ensar cemaati, bilmiyor musunuz, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), halka imamlık yapması için Hz. Ebû Bekir´e emretmedi mi? Hanginizin ruhu Hz. Ebû Bekir´in önüne geçmeyi hazmedecek?.."

Tirmîzî´de gelen bir rivâyette Hz. Ebû Bekir (radıyallâhu anh)´in de şöyle dediği belirtilir: "Bu işe insanların en lâyıkı ben değil miyim? İlk Müslüman ben değil miyim? Ben şu efdaliyetlere sahip değil miyim?"

5- İbnu İshâk´ın Sîret´de kaydettiği bir rivâyet de burada kayda değer. Buna göre, Ubade´nin halife olması meselesinde bütün Ensârîler müttefik değildir. Onu, sadece Ensar´ın Hazrec grubu istemektedir, Evsliler değil. Hatta Evsliler, onların hilafetinden rahatsızlık duyabilecekler ve İslâm´la ortadan kalkmış olan Evs-Hazrec husûmeti tekrar canlanabilecektir. Ensâr´ın Benî Sâide sakîfesindeki toplantısına Hz. Ebû Bekir ve beraberindeki Muhâcir grubu uğradığı zaman, Ensâr´ın Evs grubundan olan Üseyd İbnu Hudayr ve beraberindekiler, Muhacirlerden birinin halîfe olmasını tercih maksadıyla, onlara dehâlet ederler.

6- Biri Muhâcir´den, diğeri Ensâr´dan iki halife olmasını teklif eden Hubâb İbnu´l-Münzir´in -bir rivâyette kaydedilen- ve Hz. Ömer tarafından ciddiye alınmayan gerekçesini de kaydediyoruz: "Bir emîr sizden, bir emîr bizden olsun. Bizler, vallahi sizlere karşı bu meselede rekâbet düşünmüyoruz. Ancak, kardeşlerini ve bâbalarını öldürdüğümüz kimselerin başa geçmesinden korkuyoruz."

Hz. Ömer: "Sebep bu ise, elindeyse hemen öl!" der.

7- Bu meyânda, hilâfetin Muhâcir´le Ensâr arasında münâvebe ile devam etmesi: "Önce bir Muhacir seçilip, ölünce Ensâr´dan biri, o ölünce tekrar Muhâcirler´den birinin seçilmesi şeklinde bir sistem daha teklif edilir. Hz. Ömer bu teklifi daha sert bir üslûbla karşılar: "Hayır, vallahi kim bize muhâlefet ederse onu öldürürüz."

8- Hz. Ebû Bekir´e bey´attan sonra söylenen "Sa´d İbnu Ubâde´yi öldürdünüz" cümlesinin, "onun itibarını rencîde ettiniz, ondan yüz çevirdiniz." mânasında kullanıldığını şârihler belirtir. Bu söze Hz. Ömer ziyadesiyle kızmış olacak ki "Allah canını alsın" demiştir.

İmam Mâlik´in bir rivâyetinde şöyle anlatır: "Öfkeliydim, ÔAllah Sa´d´ın canını alsın, zîra o, şer ve fitne kaynağıdır´ dedim." [72]



ـ4ـ عن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما قال: ]كُنْتُ أُقْرِئُ رِجَاً مِنْ المُهَاجِرِينَ مِنْهُمْ عَبْدُ الرَّحْمنِ بْنُ عَوْفٍ فقَالَ: لَوْ رَأيْتُ رَجًُ أتَى عُمَرَ الْيَوْمَ، فقَالَ: هَلْ لَكَ يَا أمِيرَ المُؤمِنينَ في فُنٍ يَقُولُ لَوْ قَدْ مَاتَ عُمَرُ لَبَايَعْتُ فَُناً)ـ1(، فوَاللّهِ مَا كَانَتْ بَيْعَةُ أبِى بَكْرٍ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ إَّ فَلْتَةً فَتَمَّتْ، فَغَضِبَ عُمَرُ فَقَالَ: إنِّى إنْ شَاءَ اللّهَ تَعالى لَقَائمٌ الْعَشِيَّةَ في النَّاسِ فَمُحَذِّرهُمْ هؤَُءِ الَّذِينَ يُرِيدُونَ أنْ يَغْصِبُوهُمْ أمُورَهُمْ. قالَ عَبْدُ الرَّحْمنِ: فَقُلْتُ يَا أمِيرَ المؤْمِنينَ: َتَفْعَلْ، فإنَّ المَوْسِمَ يَجْمَعُ رِعَاعَ النَّاسِ وَغَوْغَاءَهُمْ، وَإنَّهُمْ هُمُ الَّذِينَ يَغْلِبُونَ عَلى قُرْبِكَ حِينَ تَقُومُ في النَّاسِ، وَأنَا أخْشى أنْ تَقُومَ، فَتَقُولَ مَقَالَةً يُطَيِّرُهَا أولَئِكَ عَنْكَ كُلَّ مَطِيرٍ، وَأنْ َ يَعُوهَا، وَأنْ َ يَضَعُوهَا عَلى مَوَاضِعِهَا، فأمْهِلْ حَتَّى تَقْدُمَ المَدِينَةَ، فإنَّهَا دَارُ الهِجْرَةِ وَالسُّنَّةِ فَتَخْلُصَ بِأهْلِ الْفِقْهِ وَأشْرَافِ النَّاسِ، فَتَقُولَ مَا قُلْتَ مُتَمَكِّناً، فَيَعِى أهْلُ الْعِلْمِ مَقَالَتَكَ، وَيَضَعُونَهَا عَلى مَوَاضِعِهَا، فقَالَ عُمَرُ: أمَا وَاللّهِ إنْ شَاءَ اللّهُ تَعالى ‘قُومَنَّ بذلِكَ أوَّلَ مَقَامٍ أقُومُهُ بِالْمَدِينَةِ. قال ابْنُ عَبَّاسٍ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما: فَقَدِمْنَا المَدِينَةَ في عَقِبِ ذِى الحِجَّةِ، فَلَمَّا كَانَ يَوْمُ الجُمُعَةِ عَجِلْتُ بِالرَّوَاحِ حِينَ زَاَغَتِ الشَّمْسُ[.زاد رزين: ]فَخَرَجْتُ في صَكَّةِ عُمَىٍّ، ثُمَّ رَجَعَ إلى الحَدِيثِ ا‘وَّلِ، فقَالَ: حَتَّى أجد سَعِيدَ بْنَ زَيْدِ بْنِ عَمْرو بْنِ نُفَيْلٍ جَالِساً إلى رُكْنِ المِنْبَرِ، فَجَلَسْتُ حَذْوَهُ تَمسُّ رُكْبَتِى رُكْبَتَهُ، فََلَمْ أنْشَبْ أنْ خَرَجَ عُمَرُ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ، فلمَّا رَأيْتُهُ مُقْبًِ قُلْتُ لِسَعِيدٍ: لَيَقُولَنَّ الْعَشِيَّةَ عَلى هذَا المِنْبَرِ مَقَالَةً لَمْ يَقُلْهَا

مُنْذُ اسْتُخْلِفَ، فَأنْكَرَ عَلىَّ وقالَ: وَمَا عسى أنْ يَقُولَ مَا لَمْ يَقُلْ قَبْلَهُ، فَجَلَسَ عُمَرُ عَلى المِنْبَرِ، فَلَمَّا سَكَتَ المُؤَذِّنُ قَامَ فأثْنى عَلى اللّهِ بِمَا هُوَ أهْلُهُ، ثُمَّ قال: أمَّا بَعْدُ فإنِّى قاَئِلٌ لَكُمْ مَقَالَةً قَدْ قُدِّرَ أنْ أقُولَهَا، َ أدْرِى لَعَلَّهَا بَيْنَ يَدَىْ أجَلِى)ـ1(، فَمَنْ عَقَلَهَا وَوَعَاهَا فَلْيُحَدِّثْ بِهَا حَيْثُ انْتَهَتْ بِهِ رَاحِلَتُهُ وَمَنْ خَشِىَ أنْ َ يَعْقِلَهَا فََ أُحِلُّ ‘حَدٍ أنْ يَكْذِبَ عَليَّ: إنَّ اللّهَ بَعَثَ مُحَمَّداً # بِالحَقِّ، وَأنْزَلَ عَلَيْهِ الْكِتَابَ فَكَانَ مِمَّا أنْزَلَ اللّهُ عَلَيْهِ آيَةَ الرَّجْمِ )وَذَكَرَ نَحْوَ حَدِيثِ ابنِ عَبَّاسٍ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما المَذْ