saniyenur
Tue 18 October 2011, 07:30 pm GMT +0200
1. Hayatı
Bursevî'nin aslen İstanbullu olan babası Mustafa Efendi İstanbul'da büyük bir yangında varını yoğunu kaybetmiş olduğundan bugün Bulgaristan sınırları içinde yer alan Aydos kasabasına gelip yerleşmiş, [158] İsmail Hakkı da 1063/1653 senesi zilkade ayı başlarında bir pazar günü Aydos'ta dünyaya gelmiştir. [159]
Bursevî'nin annesi Kerime Hatun, Kadı Ahmed Efendi adındaki bir zâtın kızıdır. Ana baba tarafından her iki aile de Hz. Peygamber soyundan, yani sâdâttandır. Bursevî, Kenz-i Mahfî adlı eserinde Allah Teâlâ'nm kendisini ehl-i beytten olduğu konusunda defalarca müjdelediğini haber vermekte, Resûluilah (a.s.)'a olan zahirî ve bâtını yakınlığından dolayı büyük bir bahtiyarlık duyduğunu ifade etmektedir.[160] Bundan İsmail Hakki'nm asil ve soylu bir aileye mensup olduğu anlaşılmaktadır. Kaç kardeş olduklarına dair kesin bir bilgi bulunmamakla birlikte İbrahim isminde bir ağabeyinin olduğu şüphesizdir. [161]
İsmail Hakkı'nın babası Mustafa Efendi, Aydos'ta bulunan Celvetiyye tarikatı Şeyhi Osman Fazh'ya karşı derin bir sevgi ve saygısı vardı. Bundan dolayı onun sohbetlerine gider, zikir meclislerine katılırdı. Öyle ki bazı vakitler kırlara çıkarak beraber ok attıkları bile olurdu. Babasının Osman Fazlı Efendi adındaki bu şeyhe yakınlığı sebebiyle, henüz küçük yaşta bir çocuk olan İsmail Hakkı babasıyla birlikte onun sohbetlerinde bulunur, şeyhi dinlerdi. Hatta Osman Fazlı, kendisiyle şakaiaşır ve; "Sen benim en büyük evladım, ilk öğrencim ue halifemsin" diyerek ona iltifat ederdi.[162] Babası Mustafa Efen-di'nin Celvetîliği, İsmail Hakkı'nın tasavvufî cephesinin oluşumunda büyük rol oynamıştır. O, doğumundan itibaren kendisini tasavvufî bir çevre içinde bulmuş, bu maya İle yoğrulmuştur. Celvetiyye tarikatı ve Bursevî'nin tasavvufî şahsiyeti üzerinde ileride daha geniş bilgi verilecektir.
İsmail Hakkı, yedi yaşına geldiği bir çağda annesini kaybetmiş ve büyük annesinin himayesine girmiştir. Tahsile başlayıncaya kadar da onun yanında kalmıştır. Hakkı, tahsiline ilk olarak 1070/1660'ta Aydos'ta başlamış, Osman Fazlı'mn Aydos'taki halifesi Şeyh Ahmed'den okuma yazma öğrenmiş, bunun yanında bazı tasavvufî kitaplar okumuştur. Yedi yaşında başlayan bu öğrenim süresi beş yıl sürmüştür. [163]
Onbir yaşına ulaştığında aile dostlarından olan Osman Fazlı'mn Edirne halifesi Şeyh Abdülbaki Efendi, memleketi olan Şumnu'ya giderken Aydos'a uğramış, İsmail Hakkı'nın öksüz kaldığını öğrenince baba ve büyükannesinden onu istemiş, onların bu işe rıza göstermeleri üzerine 1074/1664 yılında Hakkı'yı yanına alarak Edirne'ye götürmüştür. İsmail Hakkı bu dönemde Abdülbaki Efendi'den yedi sene tahsil görmüş, ondan sarf nahiv okumuş, İbn Hâcib (ö.646/1248)'in Şâfiye ve Kâfiye'sini ezberlemiş, mantıktan bazı risaleleri öğrenmiş, fıkıhtan Mültekâ'yı, kelamdan Şerhu'l-akâid'İ, ilm-i âdâbdan bazı eserleri, meâni ve beyândan Sekkâkî (ö.626/1299)'nin Miftâhu'l-ulûm'unu, usûl-i fıkıhtan Şerhu'l-menâr'ı, Beyzâvî tefsirinin üçte birini ve değişik ilimlerden pek çok risaleleri okumuştur. Daha önceden Kur'an'ı öğrendiğini belirten İsmail Hakkı Efendi, bu zaman içinde güzel yazı yazdığını ağabeyinin kendisine yirmi ay kadar öğrencilik bile yaptığını söylemektedir. [164]
İsmail Hakkı, Osman Fazlı'mn bir başka halifesinden fıkıh ve kelâmdan bazı kitaplar daha okumuştur. Bu devre içinde çoğu ders kitaplarını kendi el yazısıyla yazmış, annesinden kalan onikİ bin dirhem mirasın bir kısmını kitaplara, bir kısmını da özel ihtiyaçlarına harcamıştır. [165] Şeyh Abdülbaki kendi eliyle yetiştirdiği bu seçkin öğrencisine İcazet vermiş, onun ruhen kemale ermesini sağlamak için 1083/1672 yılında İstanbul'da bulunan Osman Fazlı' nın yanına göndermiştir.
Hakkı Efendi, bundan sonra küçük yaşta elini öperek iltifatlarına mazhar olduğu Osman Fazlı Efendi'nİn terbiyesine girmiş, İlmî ve manevî olgunluğunu artıran bu genç talebe şeyhi tarafından ciddî bir şekilde tasavvufî eğitim altına alınmıştır. İstanbul'da bulunduğu bu süre içinde şeyhinden ilm-i âdabı, kelam ve ferâizi iki defa, bunların dışında belagattan Mutavvel'i, usûlden gerçekten kapalı olduğunu söylediği Ahmed ei-Buhârî (0.747/ 1346)'nin Tenkîh adlı eserini okumuştur.[166] Şeyhin meclisinde takip ettiği derslerden başka dönemin âlimlerinden de İstifade etmiş, Farsça okumuş, Hafız (ö.793/1389) Divân'ını, Gülistan ve Bostan'ı şerhleriyle birlikte, Cami (ö.898/1492)'in Baharistan'ını, İbn Kemal (ö.941/1535)'in Nigaristan'ını, Mevlânâ (ö,672/1273}'nın Mesnevî'si ile Bhi mâ fîhi'ni, Kâşifi (0.910/ 1505)'nİn Cevâhiru't-tefsîr'İnİ okumuş, bu eserlerin çoğunu da ezberlemiştir.[167] Hafız Osman (ö,1110/1690)'dan hat dersleri almış, klasik Türk mûsiki-siyle de ilgilenerek pek çok ilahiyi besteleyebilecek bir seviyeye ulaşmıştır. İlahi ve şiirlerinin sayısı bir hayli yekûn tutmaktadır.[168]
İsmail Hakkı Efendi, tahsil hayatının son safhasını oluşturan dönemde İstanbul'da beş yıl kalmış, bir taraftan zahirî ilimleri öğrenirken diğer taraftan da ikamet ettiği İstanbul Atpazan'ndaki Celvetİyye hankâhında şeyhi Osman Fazlı'mn gözetimi altında sülûka başlamış, üç ay kadar bir halvetten sonra geri kalan üç sene zarfında nafile ibadetlerle dua ve zikirlerle ruhî tekâmülünü İyice geliştirmiştir.[169] Onun kısa zamanda kemale erdiğini gören mürşidi Osman Fazh Efendi, kendisine 1086/1675 yılında tasavvufî mânada halifelik vererek eğitim-öğretim, vaaz ve irşadla meşgul olmasını söylemiş, [170] zamanla hizmet ettiği Balkanlar'da müslüman cemaatlerin birlik ve beraberliklerinin sağlanması amacıyla halifesi İsmail Hakkı'yı ilk önce Üsküb'e tayin etmeyi uygun bulmuştur.[171]
Bugün, parçalanan Yugoslavya sınırları içinde Makedonya'da yer alan Üsküp, XVIII. asırda Osmanlı'nın önemli yerleşim yerlerinden lezzetli meyveleri, çiçekli bahçeleri bulunan büyük bir şehir merkezi idi.[172] Hakkı Efendi, üstlendiği bu görev için Üsküb'e giderken Aydos'ta bulunan babasını ziyaret ederek onun hayır duasını almış ve 1086/1675 senesi haziran ayı sonunda Üsküb'e varmıştır. [173]
Üsküp'te Meddah adındaki camiin hücrelerinden birine yerleşen İsmail Hakkı, değişik camilerde yaptığı tesirli konuşmalar sayesinde kısa zamanda Üsküp halkının teveccühünü kazanmış, [174] şöhreti halk arasında artınca önüne başka imkanlar da serilmiştir. Halkın yardımıyla açılan bir hankâhm yanısıra, bölge sakinlerinden zengin bir hanım, İsmail Hakkı için ayrı bir zaviye yaptırmış, masraflarını karşılamak üzere mallarını oraya vakfetmiştir.[175] Hakkı Efendi, bundan bir yıl sonra da 1087/1676'da Şeyh Mustafa Uşşâkî'nin kızı Aişe hanımla evlenmiştir.[176] Ne var ki Üsküp halkının Kitab ve sünnete olan bağlılıklarının azlığı, dünya nimetlerine fazlaca dalmaları, zevk ve safa içinde bir hayat sürmeleri, İsmail Hakkı Efendi'nin vaazlarında üslûbunun sertleşmesine sebep olmuş, kısa bir süre sonra da altı yıl kadar sürecek bir fitne ve imtihan dönemi başlamıştır. [177]
İsmail Hakkı, Üsküp'te yaptığı ateşli vaazlardan dolayı içlerinde Üsküp müftüsünün de bulunduğu bir grup kendisine cephe almaya başlar, ikinci sene sonlarında meydana gelen bu çatışma havası pek kolay yatışmaz ve çeşitli vesilelerle uzun uzun devam eder. Durumdan haberdar olan Fazlı E-fendi, talebesine mektup göndererek bazı tavsiyelerde buİunur. Şeyhinin nasihatlarına rağmen İsmail Hakkı, gençlik heyecanı içinde yaptığı ateşîi ve sert konuşmalarıyla kötü alışkanlıkları bırakmayan kişilerin dedikodularına hedef olur. Osman Fazlı bir müddet sonra, sert bir dille Arapça oİarak kaleme aldığı mektubunu göndermek suretiyle kendisini uyarır. Şeyhinin ağır bir dille yazdığı bu mektup, genç vaizi sonunda yumuşatarak muhaliflerine sözle hücumdan vazgeçirir. [178]
Hakkı Efendi, Üsküp'te telif hayatına başlamış, Cezerî (ö.833/1429)nin Mukaddime'sini şerhetmiş, 1086/1675 senesinde MecâlİsüS-va'z ve 1088/1677-de Şerhu Fıkh-ı Keydânî eserlerini yazmıştır. İleride yazacağı Rûhu'l-beyân tefsirinin temellerini burada atmış, vaazlarında kullandığı ve tefsirlerden aldığı geniş notlan o zamanlar tutmaya başlamıştır. Maişet konusunda Hakkı'nın "Zapt dâiresi dışındadır, Allah yayıp döşeyendir [179] sözlerinden onun maddi sıkıntı çekmediği anlaşılmaktadır. Bu durum, dindar halkın ilim adamlarına maddi yönden destek oldukları veya mevcut vakıf ve tekkelerin bu görevi yerine getirdikleri şeklinde açıklanabilir.
Üsküb'e gelişinin altıncı senesi içinde meydana gelen bir olay İsmail Hakkı'yı oldukça müşkil bir durumda bırakır. Hâdise, hankâhmda verdiği dersler esnasında zuhur eder. Üsküp mescitlerinde İmamlık yapan bir genç, İsmail Hakkı'nın derslerine devam etmektedir. Ders sırasında menşei bilinmeyen bir sebepten dolayı bu genç dersi ihlal edip hocasına karşı gelir. Bunun üzerine İsmail Hakkı, kendisini falakaya yatırarak 20-30 değnek vurur. Ders esnasında çıkan bu olay, derhal büyütülerek aleyhinde çalışanların işi körükiemesiyle olay mahkemeye intikal ettirilir. İş bununla kaimaz, şikâyetler İstanbul'a kadar ulaştırılır. Bunu haber alan İsmaii Hakkı derhal İstanbul'a hareket ederek hocası Fazlı Efendi'yi görür, şeyhülislamla konuşur. Fakat bu teşebbüslerin hiçbiri fayda vermez. Üsküp kadısının müracaatı üzerine mahkeme İstanbul'daki Kazaskerliğe intikal ettirilir. İsmail Hakkı, davacı talebesiy-le birlikte Kazaskerliğe gelir, mahkeme başlamadan veziriazama yakın kişiler araya girerek davacı talebeyi şikâyetten vazgeçilirler. Hâdisenin tamamen kapanması için Osman Fazlı, halifesi İsmail Hakkı'yı Üsküp'ten alarak Köprü (Cisr) kasabasına tayin eder. [180]
İsmail Hakkı, Üsküp halkı ile geçirdiği altı yıllık mücadelelerden sonra Şeyhi Osman Fazlı'nın tavsiyesi üzerine Üsküb'e bir günlük mesafedeki Köprü kasabasına gitmiştir.[181] 1092/1681 senesinde Köprü'ye geİen İsmail Hakkı, burada ondort ay kadar kalmış, Üsküp'te olduğu gibi tedrisle uğraşmış, vaaz ve nasihatlara devam etmiştir. Hakkı Efendi, Köprü'de bulunduğu ondört ay içinde pek çok sıkıntılarla karşılaşmış, fakat kısa zaman sonra Ustrumca halkının kendisini davet etmeleri üzerine Koprü'yü terketmiştir. Tabiatıyla bütün bu yer değiştirmelerden şeyhi Osman Fazlı'nın haberi vardır ve onun emirleri doğrultusunda gerçekleşmiştir. [182]
Hakkı Efendi, Köprü'ye yakın bîr mesafede bulunan bu kasabaya 1093/1682'de gelmiş, otuz ay kadar bu beldede hizmetlerini sürdürmüştür. Burada ailesinin sıla hasretinin dışında rahat bir hayat geçirmiştir.[183] İsmail Hakkı'nın Ustrumca'da bulunduğu sıralarda devletin başında IV. Mehmed bulunuyordu. IV. Mehmed, Edirne'deki sarayına ders ve vaaz işleri İçin Osman Fazh'yı davet etmişti. Fazlı, seçkin öğrencisi İsmail Hakkı'yı da yanında görmek istediğinden ona haber gönderip getirtmiş ve birlikte Edirne'de üç ay geçirmişlerdir.[184] O günlerde Bursa'daki Celvetiyye tarikatı şeyhi Sunullah Efendi'nİn vefatı sebebiyle Fazlı, bu yetişkin Öğrencisini Bursa halifeliğine tayin etmiş ve ona Bursa'ya hicret etmesini emretmiştir. [185]
Usküp'ten bile zor ayrılmış olan eşi Aişe Hanımın Bursa'ya gitme işine sıcak bakmaması aile içinde büyük bir huzursuzluk yaşanmasına sebep olmuş, fakat Hakkı Efendİ'nin kesin tavrı karşısında Aişe Hanım, bu ısrarlı tutumundan vazgeçerek Bursa'ya gitmeye razı olmuştur. [186] İsmail Hakkı, 1096/1685 mayıs ortalarında Bursa'ya gelmiş, eşi ve iki çocuğuyla birlikte bir eve yerleşmişlerdir.[187] Artık o, Bursalı olmuştur. Bursa'da ilk iki yıl şiddetli sıkıntı ve geçim darlığı içinde geçmiş, dokuz yaşındaki kızı taun hastalığından vefat etmiştir. O günlerde Bursa'da büyük bir kıtlık hüküm sürmekte, halk yiyecek ekmek bulamamaktadır. Öyle ki Bursevî, çocuklarının rızkı için teşbihini ve bazı eserlerini satmak zorunda kalmıştır. Bursa'ya kadar görev yaptığı yerlerde hiçbir şey biriktirmediğini, zenginlikten sonra fakirlikle imtihan olunmaya başladığını belirten Bursevî, [188] geçimini sağlamak için bir süre hüsn-i hatla uğraşmış, fakat ders okutma işleri yüzünden bu işe vakit ayıramamıştır.[189]
Bursa'da pazar günleri ikindiden sonra vaaz etmeye [190] ve 1096/1685 yılında ilahî bir işaretle tefsirini yazmaya başlamıştır.[191] Bursa'da yürüttüğü bu faaliyetlerin yanında bir kaç defa İstanbul'daki şeyhi Osman Fazlı'nın ziyaretine gitmiştir.[192] Kısa bir zaman sonra siyasi işlere karıştığı İddiasıyla Osman Fazlı Magosa'ya sürülmüş, Fazlı Efendİ'nin oradan kendisini bir mektupla çağırması üzerine 1102/1690'da yanında bir kaç kişiyle birlikte Magosa'ya hareket etmiştir. Bursevî'nin Magosa'ya davet edilmesinin sebebi, Osman Fazlı'nın deruhte ettiği Celvetiyye şeyhliğinin kendisine devredilmesidir. Fazlı Efendi, Bursevî'den başka kalbinde kimseye karşı bir ilgi duymadığını, bundan dolayı da bu vazifeyi kendisine vermek istediğini belirtmiş, yanında bulunan oğlu Seyyİd Mustafa ve diğer bazı talebelerine Bursevî'ye beyat etmelerini emretmiştir.[193] Böylece Bursevî, şeyhinden sonra Celvetiyye tarikatının otuzikinci şeyhi olmuş, Magosa'da onyedi gün kaldıktan sonra Anamur-Karaman yoluyla Konya'ya uğramış, beş ay süren bu yolculuktan sonra Bursa'ya dönmüştür. [194]
Bursevî, Bursa'da vaaz, irşad ve tedrisie meşguliyete devam etmiş, üzerinde taşıdığı Celvetiyye şeyhliği görevi sebebiyle devlet erkânı ile temasları olmuş, ilmî ve manevî otoritesinden yararlanılmak amacıyla padişah II. Mustafa tarafından hazırlanan sefere davet edilmiştir. 1107/1696 ile 1109/1698 yıllarında yapılan Nemçe ve Erdel seferlerine bizzat katılmış,[195] iki yıl kadar devam eden bu savaşlarda bir kaç yerinden yara almıştır.[196] Bu iki seferden sonra yaşı elliye yaklaşan Bursevî, İlâhi azık olarak nitelendirdiği hacca niyetlenmiş ve bunun için gerekli yol hazırlıklarına başlamıştır. [197]
Bursevî, ömründe iki defa haccetmiştir. İlk haccına 1111/1700 yılında kara yoluyla gitmiş,[198] yedi ay kadar kaldığı bu mukaddes yolculuğun dönüşünde Hayber ile Tebük arasında bulunan Ulâ [199] mevkiine yakın bir yerde hac kafilesi eşkiyanın hücumuna uğramış, eşyaları yağmalanmış, Haremeyn'de telif ettiği Esrâr-ı Hac ve diğer kitapları elinden alınmış, pek çok yol arkadaşı da kızgın çöl sıcağında susuzluktan hayat mumunu söndürmek zorunda kalmışlardır.[200] İkinci haccı ise bundan onbir yıl sonra 1122/1710'da gerçekleşmiş önce deniz yoluyla Mısır'a gitmiş, Kahire'de âlimlerle görüşmüş, bazılarına icazet vermiştir. Ezher müderrislerinden İbrahim el-Burmavî bunlar arasındadır. Daha sonra yine deniz yoluyla Mekke'ye varmış, hac vazifesini yaptıktan sonra aynı yıl Bursa'ya dönmüştür. [201]
Kaynaklar Bursevî'nin Bursa'da irşad ve nasihatlarla meşgul olduğu günlerde yaptığı konuşmalarında vahdet-İ vücûddan bahsettiği İçin bir ara Tekirdağ'a sürüldüğünden bahsetmektedir.[202] Bursevî, 1126/1714 ile 1129/ 1717 yılları arasında Tekirdağ'da ikamet etmiş, bu süre içinde bir yandan tarikatının yayılması için çalışmış, diğer yandan da eser telifiyle uğraşmıştır. Ta'Iika âlâ cüz'i'l-evvel H'l-Kâdî, Mecmûa-i eş'ar, Tefsîru'l-Fâtiha, Tefsîru Yâ-sîn ve Şerhu Nuhbe'yİ burada yazmıştır. Bursevî, Tekirdağ'dan Bursa'ya döndükten sonra çok sevdiği sûfi âİim Muhyiddin İbn Arabi'nin manevî işaretiyle Şam'a gitmeye karar vermiştir. [203]
Bursevî'nin görev İcâbı Balkanlar'daki bir çok yeri gezdiği, Kıbrıs'a gittiği, hacca giderken Mısır'a uğradığı yukarıda geçmişti. Onun kendi iradesiyle ziyaret ettiği beldelerin başında Şam gelmektedir. Bursevî, 1129/1717 yılında ailesi ve çocuklarıyla birlikte Şam'a gitmiş, orada üç yıl kalmıştır. Şam'da İbn Arabi'nin kabrini ziyaret etmiş, Şam camilerinde vaazlar vermiş, oradaki â-Ümlerle görüşmüştür. Özellikle meşhur mutasavvıf Abdülganî en-Nabîusî (ö.1143/1731) ile tasavvufî konularda münâkaşalar yapmıştır.[204] Şam'da daha önce başladığı fakat bitiremediği Şerhu Nuhbe'yİ tamamlamış, Kitabü'l-hitâb, Kitabü'n-necât ve Tuhfe-i Recebiyye gibi bazı eserlerini yazmıştır. Feyizli ve bereketli geçtiğine inandığı bu üç yıl sonunda Anadolu'daki dostlarını özlediğinden 1132/1720'de geri dönmüş, Bursa'ya uğramadan çok sevdiği Aziz Mahmud Hüdayi'nin kabrinin bulunduğu Üsküdar'a inmiştir. [205]
Bursevî, Şam'da olduğu gibi Üsküdar'da da üç sene ikamet etmiş, daha çok Celvetİyye tarikatını yaymak için uğraşmış, Ahmediye Camİi'nde vaazlar vermiş, devlet erkanıyla görüşmüş, işin en güzel tarafı, telif hayatının en bereketli meyvelerini yaklaşık otuza yakın eserini burada yazıp bitirmiştir. Bursevî, görev icabı dolaştığı yerlerin sonuncusu olan Üsküdar'dan başka bir yere gitmemiş, oradan Bursa'ya dönmüştür. Nitekim;
"Üsküdar'ı dar kıldım kendime âhir demî
Demlerim firkatte geçti bilmezem hergîz visal" beytinde bu gerçeği dile getirmiştir. [206]
Bursevî, 1135/1723 senesinde Bursa'ya geldiğinde yetmişüç yaşına girmiş bulunuyordu.[207] Nefeslerinin yavaş yavaş tükendiğini, vücûdunun günden güne eridiğini gören şeyh, bütün kitaplarını vakfetmiş, kendi parasıyla Tuzpazarı'ndaki Muhammediyye Camii'ni inşa ettirmiştir. Bunların yanında vefatından iki ay öncesine kadar telifiyle meşgul olduğu Şerh-i Pend-İ Attâr'ı tamamlamış, Kitabü'n-Netice, Şerh-i Hadis-İ Erbaîn, Şerh-i Usûl-i Aşe-re ve Silsİle-i Celvetİyye adlı eserlerini ikmal etmiştir. En son eseri ise vefatından iki ay önce tamamladığı Risâle-i nefesi'r-rahmân adlı kitabıdır.[208] Yetmİşbeş yıla yakın bereketli bir Ömür süren bu değerli Türk âlim ve mutasavvıfı 20 Temmuz 1137/1725 yılında Bursa'da hayata veda etmiş, kendi yaptırdığı Muhammediyye Camii'nin avlusuna defnedilmiştir. Daha sonra vefat eden eşi ve çocukları da yanına gömülmüş, bulunduğu yer küçük bir aile mezarlığı haline getirilmiştir.[209] Mezar taşında yazılı olan şu mısralar, aynı zamanda onun vefat tarihini göstermektedir:
Hak hak dedi azmeyledi, Hakkı Efendi cenneti. [210]
Bursevî'nin çocukları konusunda kesin bilgiler elde edebilmiş değiliz. Fakat onun Üsküp'ten Bursa'ya geldiği sıralarda iki çocuğunun bulunduğunu, bunlardan kızı Emetullah'ın dokuz yaşında taun hastalığından Bursa'da hayata gözlerini kapadığını,[211] Şam'da kaldığı zaman içinde Muhammed Tahir adındaki erkek çocuğunun şiddetli bir hastalığa yakalandığını, "Bu fakirin veledi İshak ahirete intikalde firâk-ı azîm vâki olup [212] cümlesinden İshak adında bir diğer çocuğunun daha olduğunu Bursevî'nin kendi ifadelerinden anlamaktayız. [213] Bunun yanında bir eserinin sonunda neslinin devam edeceğine dair keşfen bazı şeyler söylemiştir. [214]
Bahâüddin ismindeki çocuğu kendisinden sonra irşad faaliyetlerini devam ettirmeye çalışmışsa da çok geçmeden bir yıl sonra 1138/1726'da o da vefat etmiştir.[215] Bursevî'nİn nesil yönünden inkıraza uğrayıp uğramadığı belli değildir. Fakat kaleme aldığı eserlerin günümüze kadar gelmesi, müslüman halkın bu ilim mirasından istifade etmesi Bursevî'nİn çok yönlü bir şahsiyete sahip olduğunu göstermektedir.
[158] Aydos, bugün Bulgaristan sınırları içinde Burgaz şehrinin 30 km. kadar kuzeybatısında dere boyunda bir kasabadır. Aydos, İslimiye (Sliven)-Burgaz demiryolu hattında işlek bir İstasyon ve değişik yolların birleştiği bir kavşak yerindedir. Osmanlı devrinde Tuna boyuna giden doğu yolunun önemli uğrak yerlerinden biri olan Aydos, tarım ürünleri ve kaplıcalarıyla meşhurdur. Türk Ansiklopedisi, IV, 381.
[159] Si/si/e, s. 100-101. Bursevî'nin doğum tarihi bizzat kendi ifadesiyle şöyie belirtilmiştir: ''Bu fakirin vilâdeti 1063 zilkadesi evâilinde yevm-i ehadde vaki olmuştur." Silsile, s. 107; Temam, vr. 163a; Ruh, I, 34 (cilt sonunda).
[160] Kenz-i Mahfî, s. 75-76. Bu konuda Bursevî şöyle demektedir: "Kîle lî vakte'z-zuhâ asluhu yerciu ile'1-arabiyyi'l-elîf, yani enne İsmail b. Mustafa b. Bayram b. Şâh Hudâbende vebnü Kerime binti Ahmed el-Kâdı b. Abdurrahman Efendi İbn-i Muhammed Efendi İbnü'ş-Şeyh Davud Efendi (r.h.) rahmeten vâsiaten min ev!âdi'l-arab fı'l-asl. Ve hazâ lem yekûn lî malûmen ilâ hâzel-ân. Ve'1-hamdülillahi ale'i-karabeti'n-nebeviyyeti zahiren ve bâtınen." Kenz-İ Mahfî, s. 75-76. Zâhid el-Kevserî (Ö.1371/1952) de Bursevî'nin sâdâttan olduğunu söylemektedir. Kevseri, Makâlât, s. 592.
[161]Temam, vr. 163a.
[162]Temam, vr. 163a.
[163]Temam, vr. 163a.
[164]Temam, vr. 163a.
[165]Temam, vr. 163a.
[166] Temam, vr. 163b-165a; Silsile, s. 104.
[167] Temam, vr. 164a.
[168] Rûh, 1,46 (cilt sonu).
[169] Temam, vr. 166a; Kitabü'n-Netice, I, 444.
[170] Yıldız, Sakıp, "Atpazarî Osman Fazlı", DÎA., IV, 84.
[171] Yıldız, a.g.e., !V, 84.
[172] Hoca, Nazif, "Üsküp", ÎA., XIII, 123.
[173] Temam, vr. 168a; bk. Divân, s. 3-4. İsmail Hakkı, Üsküb'e tayinini şu sözleriyle anlatır: "Mukaddem liedi't-temhîd biiâd~ı Rûmiyye'den Helde-i Osküb'e istihtâf olunup etrafta on sene kadar durdum." Silsile, s. 102.
[174] Temam, vr. 169a.
[175] Yıldız, Sakıp, "Türk Müfessiri İH. Bureevî'nİn Hayatı", İs/dmi İlimler Fakültesi Dergisi, sayı 2, s. 110,
[176] Temam, vr. 169a. Bundan sonraki konularda da görüleceği üzere rüyalar Bursevî'nin hayatında önemli bir yer işgal eder. Hakkı Efendi, bu eviilik olayını şöyle bir rüya ile anlatır: "Allah bana eşimin Mustafa Uşşâkî'nin kızı olacağını gösterdi. Bu zât özü sözü doğru, edeb sahibi şeriata bağlı bir şeyhdi. Ben bu hali bir müddet içimde gizledim. Tâ ki, o da akraba olacağımıza dair bir rüya görsün. Nihayet evliliğe ilk davet eden o oldu. Ben de kabul ettim. Zira kader değişmez. O zaman yirmidört yaşındaydım. Çok geçmeden Uşşakİ vefat etti." Temam, vr. I69a.
[177]İsmail Hakkı, Üsküp halkını içki içmekten çekinmeyen, cami ve cemaatı ierkeden, geçmişleriyle böbürlenen, "Tağut, kafirûn bien'umillah: Tağut, Allah'ın nimetlerine karşı nankör bir halk" olarak tanıtmaktadır. Temam, vr. 168a-169b. bk. a.e., vr. 170,171,172. Hakkı, "Hak söz söylemek bana dost bırakmadı" diyerek muhaliflerinin çoğaldığından şikayet eder. Temam, vr. 169b; bk. Divan, s. 3, Rûh, IV, 145.
[178] Yıldız, a.g.m., s. 110-112.
[179] Temam, vr. 173a-b.
[180] Temam, vr. 170-172a; Yıldız, a.g.m., s. 111-112.
[181] Temam, vr, 169a-173a.
[182] Temam, vr, 173a-b.
[183] Temam, vr. 172b.
[184] Bu üç ay zarfında Hakkı, hocasıyİa birlikte her gün İbn Arabi'nin Füsûsu'l-hikem adlı eserini okuduklarını söylemektedir. Temam, vr. 183b.
[185] Hakkı, Ustrumca'da Taşköprüzâde'nİn Münazara ve Âdâb Risâlesi'ni şerhettiğini belirtmektedir. Temam, vr. 172b, 173, 174a.
[186] Bursevî'nin azmi ve kararlılığını göstermesi açısından bu hicret olayı kayda değerdir. Bursevî bu durumu şöyle anlatmaktadır: "Ailemin ilk anda Bursa'ya gitmeye razı olmadığını görünce "Ren Rabblme hicret ediyorum, o bana doğru yolu gösterecektir" dedim. Bunun ardından "Bu benimle senin ayrılığındır" Kehf, 78. âyeti okudum. Mehrini ve diğer eşyalarını alıp ö-nüne getirdim. Benim bu derece samimi niyetimi ve kesin tavrımı görünce dayanamadı, ağladı. Zira ortada İki çocuk vardı. O anda Allah onun kalbinden vatan sevgisini öyle çıkardı ki, benden çok Bursa'ya gitmeyi İster oldu. Dünyada aile İle imtihandan daha çetin bir ibtilâ görmedim." Temam, vr. 177b; bk. a.e., vr. 173a, 174b; Divân, s. 3-4.
[187] Temam, vr. Î75a; bk. Rûh, VI, 81; Si/si/e, s. 102; Divân, s. 3. Tanpınar, "XVII. asırda Bursa'ya gelip yerleşmiş olanlardan biri de çok çalışkan ve iyi niyet sahibi Celvetî şeyhi İsmail Hakki Efendi'dir" sözleriyle İsmail Hakkı'nın şahsiyeti konusundaki düşüncelerini dile getirir. Beş Şehir, s. 119.
[188] Temam, vr. 178b; bk. Divân, s. 3; Risâie-İ kelime-i tevhid, Koyunoğlu nr. 10766, vr, 4a; Kitabü'n-Netice, I, 99.
[189] Temam, vr. 164a-b.
[190] Temam, vr. 182a.
[191] Temam, vr. 182b. Tanpınar, yine Beş Şehir adlı eserinde Bursevî'den de bir nebze olsun bahseder ve onunla ilgili olarak: "Meşhur tefsirine çalışırken sabahlara kadar uyanık kalırmış. O esnada da bahçedeki horozu ona "İsmail Efendi hû!" diye seslenirmiş" der. Tanpınar, s. 121.
[192] Temam, vr. 183a.
[193] Osman Fazlı, bundan kısa bir süre sonra 1102/1691'de vefat etmiştir.
[194] Temam, vr. 124, 130,133,135,138b; Silsile, s. 102,103,108; KenzA Mahfî, s. 86.
[195] Hadis-i Erbaîn, s. 19; bk. Tanpınar, s. 122.
[196] Bursevî bu durumu şöyle anlatır: "Ez-cümle, iki sene sefer-i Nemçe edip beş sene dahî onun semerât-ı İnhirafıdır. Ve ez-cümle, vücûdum pür-kürûh ve cürûh olup beş on sene kadar â-lâm ve mihan-i mütemadiye olduğudur." Kitabü'n-Netice, II, 338: Tanpınar, s, 122; Yılmaz, Aziz Mahmud, s. 241.
[197] Hadİs-i Erbaîn, s. 19.
[198]Şerh-i Gazel-i Yunus, Konya Yazma Eserler, nr. 2458/2, vr. 58b; Rûhu'l-Mesnevî, I, 79.
[199]Yakut, Mu'cemü'l-buldân, IV, 44.
[200]Şerh-i Pend, s. 345; Rûh, I, 46; Kitabü'n-Netice, II, 338.
[201] Hadis-i Erbain, s. 19, 43; bk. Kevserî, Mokâlât, s. 592.
[202] Bilmen, II, 535; Yıldız, a.g.m., s. 116; Ateş, İşâri Tefsir Okulu, s. 243.
[203] Yıldız, ag.m., s. 117-119.
[204] Bu bilgileri kaydeden Kevserî, Nablûsî İle Bursevî arasında geçen münâkaşa konularına dair herhangi bir bilgi vermemektedir. Makâlât, s. 592.
[205] Hadis-İ Erbain, s. 110-152; er-Risâietü't-tasavuuf, vr. la-b; Kevserî, s. 592.
[206] Tuhfe-i Halîime, s. 76.
[207] Si/si/e, s. 104.
[208] Yıldız, a.g.m., s. 124; Kitabü'n-Netice, 11, 339; Fırat, Erdoğan, "Kitabü'n-Netice ve İnsan", İslâmi İlimler Enstitüsü Dergisi, 1975, II, 210.
[209] Bursevî, 1137/1725 yılında yaşının yetmişbeşe ulaştığını, vefat zamanının kendisine ilâhi bir işaretle bildirildiğini, bazı şiirlerinde bunu belirttiğini, fakat bu sırrı gizlemenin daha doğru olacağını söylemiştir ki vefatı da aynı yıl İçinde gerçekleşmiştir. Ruh, I, 48, (ci!t sonu); Silsile-İ Celvetiyye'de "Vakt-İ vefat dahî ta'rîf-i ilâhî ile müteayyen olundu, Iciyas olunur. Velâkin sırrı vâcib ve ıhfâsı lazım olan umurdandır. Ve âna müteallik bazı nazm bitarîkı'r-remz gayri mahalde yazı/m ıştır." Si/si/e, s. 107. bk. Kitabü'n-Netice, 11, 129. Bursevî'nin vefat tarihine işaret eden şiirlerini tespit etmek mümkün olmamıştır. Bazı kaynaklarda Bursevî'nin ölüm tarihi 1127 olarak gösterilmiştir. Fakat bu tarih yukarıdaki bilgilere uygun değildir. Meselâ bk. Muallim Naci, Esâmi, s. 58; Zitİkli, A'lâm, 1, 309.
[210] Bursalı, I, 124; Biimen, II, 534. Bu beyt, Bursevî'nin Bursa Genel, nr. 745'te bulunan Makâlât adlı eserine (vr. 23a) de vefat tarihi olarak kaydedilmiştir.
[211] Temam, vr. 175a; Silsile, s, 102; Rûh, IX, 331.
[212] Kitabü'n-Netice, 11,368.
[213] Hadis~i Erbaîn, s. 152. "Sinîn-i kesîre kesret-i ıyâ/ ve kıllet-i mâl ile taayyüş" ifadesinden ailesinin kalabalık olduğu anlaşılmaktadır. Kitabii'n-Netice, 11, 339.
[214] Erbaûn hadis sahîhatu'l-mesântd. Bursa Genel, nr. 38, vr. 14a'da yer aian bu bilgiler aynen Şöyledir: "Bir gece istiğrak halinde âlem-i gayba müteveccih bulunuyordum. Allah Teâlâ bana neslimin âhir-zamana, Mehdî-i Muntazar'a kadar uzandığını haber verdi. Fakat benim neslim iki gruptur: Bir grubu Rumeli tarafında, diğeri de Anadolu tarafındadır. Anadolu tara fında olan grup sona erecektir. Ama Rumeli'ndeki nesüm ise, asia inkıraza uğramadan Meh-dî zamanına kadar varacaktır. Benden 128 yıl sonra Rumeli'nde anasının kamından biri doğar ve benim tekkeme gelip orada bir süre kalır. Fakat halk kendisini tanımaz. Zamanı gelince dedesinin yerini dava eder, bu makama ve kitaplanmıza talip olur. Halkın çoğu onu yalan ve hile ile itham ederek ret ve inkâra kalkışırlar. O benim oğlumun kızı neslindendir. A-lâmeti de orta boylu, beyaz yüzlü, siyah-sarı arası (kızıl) sakallı olması, göğsünün ortasında büyük bir ben bulunmasıdır. Onun zuhuru 1318 yılıdır. Gaybı Allah'tan başkası bilemez." Bursevî'nİn bu keşfini eserinde nakleden H. Kamil Yılmaz, bu konuda şunları söylemektedir: "Bu tür keşifler, zaman zaman İbn Arabî {ö.638/1240)'nin ve Sadreddin Konevî (0.673/ 1274}'nin eserlerinde de rastlanabilen rivayetlerdir. Adı geçen tarihte böyle birinin ortaya çıktığına dair bir bilgiye rastlayamadik." Yılmaz, s. 91. Bursevî'nİn nesli konusunda yukan-daki bilgilere benzer bilgiler için ayrıca bk. Silsile, s. 142.
[215]Şerh-i Pend, giriş.