sumeyye
Mon 19 September 2011, 05:25 pm GMT +0200
IX. Hadis Rivayetinde Kullanılan Bazı Terimler
(Haddesenâ, Ahberenâ, Ân, Semi'tu)
(Haddesenâ, Ahberenâ, Ân, Semi'tu)
Bu terimlerle konumuz arasında sıkı bir ilişki sozkonusudur. Şöyle ki: Hadis öğrencisi, hadis kitaplarını okuyup isnadlarla ve haddesenâ, ahberenâ gibi terimlerle karşılaştığında çoğu kez bu hadislerin tamamının sözlü olarak nakledildiğini düşünür. Bu kanaata varmasının nedeni de isnadlarda haddesenâ v.b kelimelerin peşpeşe kullanılmasıdır.
Nitekim bazı oryantalistler, bu ıstılahların tekabül ettiği geniş manayı anlayamadıkları için fahiş hatalara düşmüşlerdir. Bu cümleden olarak bazıları, temel hadis kaynaklarında kayıtlı (müdevven) bulunan hadislerin ilk defa sözkonusu müellifler tarafından yazıya aktarıldığını, daha önceleri ise sözlü olarak nakledildiğini savunmuşlardır.
Gerçekte ise "haddesenâ" kelimesi, bu araştrmacılann zannettiğinden daha geniş ve daha kapsamlı bir anlam alanına sahiptir. Hadisi rivayet eden hoca {şeyh) öğrencilerine bir hadis kitabı okuduğunda veya onlara sözlü olarak hadis aktardığında ya da kitaplarından yahut hafızasından öğrencilere bir şey imla ettirdiğinde veya öğrencinin hocasına kitaptan ya da hafızasından hadisleri okuması durumunda muhaddısler, "haddesenâ" kelimesini kullanırlar.
Evet, bazı muhaddısler hocadan duyulan hadisler için "haddesenâ", hocaya okunan ve arzedilen hadisler için "ahberenâ" ifadesini kullanmışlardır. Ancak bazılarına göre bu son durumda bile "haddesenâ" kelimesini kullanmak mümkündür.[313]
Bu ıstılahlardan bir diğeri de [semâ'dan türeme] "semi'tu" (duydum/işittim) kelimesidir. Muhaddısler, semâ' maddesini semâ'ın yazıya eşlik etmesi durumlarında bile kullanırlardı. Zira onlara göre semâ' olmaksızın yapılan salt naklin herhangi değeri yoktur. Bundan dolayı yazmayla [kitabet) birlikte gerçekleşen semâ'ı ifade ederken, yazmaya değinmeksizin bazen semâ' kelimesini bazan da "tahdis" kelimesini kullanırlardı.
Burada konuya ışık tutması bakımından sadece bir örnekle yetinmek istiyouz:
Adamın biri Adem b. Ebi İyâs'a şöyle dedi: Ben, Ahmed b. Hanbel'i dinliyordum. Kendisine Şu'be hakkında soru soruldu. Şu'be'nin Bağdat'ta yazdırarak mı yoksa okuyarak mı kendilerine hadis aktardığı soruldu. O cevaben şöyle dedi: "Şu'be okuyor; Adem, Ali en-Nesâî ve...'den oluşan dört kişilik bir grup da yazıyordu." Adem dedi ki: "[Ahmed b. Hanbel] doğru söylüyor. Ben çabuk yazan biriydim. Ben yazıyordum, insanlar benden alıyorlardı. Şu'be Bağdat'a geldiğinde her birinde yüz rivayet olmak üzere toplam kırk celsede (meclis) hadis aktardı. Ben bunların yirmisinde hazır bulundum ve iki bin tane hadis dinledim (semi'tu). Geri kalan yirmi oturumu kaçırdım.[314]
Bu örnekte Adem b. İyâs'ın, Şu'be'nin meclisinde hadis yazdığını görmekteyiz. O, kendisinin daha çabuk yazan biri olduğunu ve insanların kendi yazdıklanndan istinsahta bulunduklarını belirttiği halde "ben iki bin tane hadis dinledim {semi'tu)" demektedir. Burada semâ' kelimesi, yazıya ait göstergeleri gölgelemiştir.
Binaenaleyh, muhaddislerin hadis aktarımında kullandığı semâ' ve tahdîs gibi kelimelerin arkaplanmda çoğu kez yazma olayı yatmaktadır. Ancak ilk dönem alimlerinin önem verdiği husus, ravinin hocasıyla olan irtibat ve kopukluğu olduğundan dolayı onlar, -yazma ameliyesinin gölgede kalması pahasına-bu (semâ' eksenli) ıstılahları kullanmaya özen göstermişlerdir.
Bu ıstılahların mefhum ve kapsamından anladıklanmıza dayanarak şunu kesin bir şekilde ifade edebiliriz: Tarihçilerin "falan şahıs, filanca kişiden şunu duydu" şeklinde aktardıktan rivayetlerin çoğunda yazma olayı vardır. Ancak bir çok kimse bunun aksini iddia edip, muhaddislerin ilk bir buçuk asırlık sürede sadece ezber ve sözlü aktarıma dayandığını ileri sürmüştür. Sonuçta bu da İslam düşmanlarının dine saldırmalan için bir merdiven görevi görmüştür.
Konumuzla çok yakından alakalı olan bir başka husus, muhaddislerin bazıları hakkında "falanca kitap sahibiydi" şeklindeki ifadeleridir. Örnek olarak İbni Maîn'in, Mlığîs b. Sumeyy el-Evzâî hakkında söylediği "o, kitap sahibiydi[315] sözü zikredilebilir.
İbni Hibbân, Ebu'z-Zİnâd hakkında şöyle der: "O, kitap sahibiydi ve ezberlemiyordu.[316]
Bu ifadeler, sözkonusu şahsın yanında sadece bir kitabın bulunduğu veya mezkur şahıs haricinde diğer muhaddislerin yanında kitapların bulunmadığı anlamına gelmez. Aksine bununla, sözkonusu şahsın genelde kitaplarına dayanarak rivayette bulunduğu, buna karşın diğerlerinin İse hafıza bakımından güçlü olduğu kastedilmektedir. Bu husus, diğer ravilerin nez-dinde de bir veya birkaç kitap bulunduğu gerçeğiyle çelişmez. Keza bu durum, sözkonusu şahıs nezdinde tek bir kitap olduğu anlamına da gelmez. Bununla birlikte bazen mezkur şahıs yanında birkaç kitap olabilmektedir. [317]
X. Bazı Oryantalistlerin Ve OnlarınTakipçilerinin Düştüğü Fahiş Hatalar
1. Buraya kadar anlatılanlardan anlaşıldığı gibi bazı oryantalistlerin ve Reşîd Rıza gibi takipçilerinin ileri sürdüğü "ashab-ı kiramın hadis namına bir şey yazmadığı ve onlardan tabiin kuşağına yazılı bir şeyin intikal etmediği, keza tabunun da sadece yöneticilerin emri üzerine hadis yazdıkları" şeklindeki iddialar sünnet-i nebevîyeye ait kaynakları ve muhaddislerin sahip oldukları birikimi aktarırken kullandıkları üslûbu bilmemekten kaynaklanmaktadır. Zira onlar, daha önce "haddesenâ" v.b. kelimelerle ilgili açıklamalarda belirtildiği gibi kitap yerine müellife atıfta bulunuyorlardı.
Reşid Rıza'nın "hadisler, ancak yöneticilerden gelen bir emir üzerine yazıya geçirildi" şeklindeki ifadesine gelince, o bununla Raşid Halifelerin sonuncusu Ömer b. Abdülaziz'i ve onun hadis yazımıyla ilgili emrini kasdetmektedîr. Bu işi Ömer b. Abdülaziz gibi bir yöneticiye hasretmek fahiş bir hata olmakla beraber, yöneticinin böyle bir şeyi emretmesinin de hiçbir mahzuru yoktur. Aksine bu, gerek emri veren yönetici gerekse bu emri yerine getiren memur açısından büyük bir iftihar vesilesidir.
2. Goldziher'in çelişik gibi görünen yazmayla ilgili hadislere dayanarak varmaya çalıştığı sonuç da doğru değildir. O, İslam dünyasında ehl-i hadis ve ehl-i re'y şeklinde iki akım olduğunu, hadislerin yazıya geçirilmesi aleyhindeki rivayetlerin ehl-i re'y tarafından uydurulduğunu, buna mukabil ehl-i hadisin de yazmaya müsaade gösteren hadisleri-ürettiğini iddia eder.
Ancak yazma konusunda muhalif ve muvafık kanatların listesine kısa bir bakış bile bu iddiayı çürütmek için yeterlidir. Zira yazma konusunda sert ve tavizsizİiğiyle bilinen Ubeyde ve İbni Sirîn gibi kimseler, ehl-i hadis olan kişilerdir. Yazmayı teşvik ve telkin edenler arasında Hammâd b. Ebi Süleyman, ez-Zührî, A'meş, Ebu Hanife, Sevrî ve Malik gibi fukahanın [ehl-i re'yin] büyükleri de yer almaktadır. Bunun yanısıra o dönemde fakih olmayan muhaddislerin var olması da mümkündür. Ancak kişinin muhaddis olmadan fakih olması mümkün değildi.[318]
XI. Bazı Sahabîlerin SünnetiRivayet Etmekten Kaçınması Ve Bazılarının Da Bunu Nehyetmesi
Seleften bazı kimselerin hadis yazımına neden sıcak bakmadıklarının hikmeti anlaşılmış oldu. Ancak bununla birlikte bazılarının hadis rivayet etmekten hoşlanmayıp bunu nehy etmesinin sebebi neydi acaba? şeklinde bir soru akla gelebilir.
el-Cevap: Selefin bütün durumlarda hadis rivayet etmekten çekindiğini veya onlann bazı özel durumlarda hadis rivayet etmekten çekinmesinin temelde hadisin hüccet değerine inanmamaktan kaynaklandığını düşünmek kesinlikle yanlıştır. Zira Allah Rasûlü'nün onlara hadisleri tebliğ etmeyi ve hadis rivayetinde bulunmayı emrettiği sabittir:
"Bir ayet de olsa benden alıp tebliğ ediniz.[319]
"Benim sözlerimi işitip, ezberleyip, öğrendikten sonra başkasına ulaştıran kimsenin Allah yüzünü ağartsın. Nice fıkıh taşıyıcıları vardır ki, fakih değildir. Nice fıkıh taşıyıcıları, fıkhı kendilerinden daha fakih olan kimselere taşırlar. [320]
Bu manada başka hadisler de bulunmaktadır.
Öte yandan Sünnetin hüccet oluşuna delâlet eden pek çok sahih hadis ve kat'î deliller de bunu teyid etmektedir. Hatta tevatür derecesindeki haberler bizzat sahabenin -ister hadis rivayetinden kaçınanlardan olsun, ister kaçınmayanlardan olsun, ister bu konuda kendilerinden hiçbir şey nakledilmeyenlerden olsun- ileride değineceğimiz sebepler olmadığı sürece sünnete sarılıp onu tebliğ ettiğini, başkalarına karşı sünnetle istidlalde bulunduğunu ve başkası tarafından delil olarak getirildiğinde teslimiyet gösterip, kendi kişisel görüşünden vazgeçtiğini, meydana gelen hadiselerde ona başvurduğunu ve bu konuda hiçbir fikir aynlığının bulunmadığını göstermektedir.
Hasılı, sahabeden bazı kimselerin kaçındığı veya nehyettiği husus "hadis rivayet etme" değildir. Aksine "çokça hadis rivayet etme"dir.
Ashabın bir kısmında gördüğümüz bu çekince ve nehyin bazı sebepleri bulunmaktadır. Bunlann bazısını şöyle belirtmek mümkündür.[321]
[313] Sünnet kitaplarında konuya ilişkin örnek ve şahitler için bkz. A'zamî, Dirâsâtfi'I-l-tadisVn-Nebeuîve Tarihi Tedvinih, s. 587-594,85,90
[314] er-Râzî, el-Cerh ve't-Ta'dîl, 1/1:268; Ayrıca bkz. A'zamî, Dirâsât fi'l-Ha-dîsi'n-Nebevi 81-90
[315] Tehzibu't-Tehzib, 10/255
[316] Meşâhîru Ulemâi'l-Emsâr, 135
[317] Bkz. A'zamî, Dirâsât fi'i-Hadisi'n-Nebeuî, 89-91 Muhammed Salih Ekinci, Hüccet Değeri ve Tedvin Açısından Sünnet, Rağbet Yayınları: 126-129.
[318] Dirâsât fi'1-Hadisî'n-Nebevî, 80-83 Muhammed Salih Ekinci, Hüccet Değeri ve Tedvin Açısından Sünnet, Rağbet Yayınları: 129-130.
[319] Buharı, Enbiyâ, 50, hadis nr: 3461; Tirmizî, İlm, 13, hadis nr: 2806; Darimî, Sünen, 542
[320] Ahmed, et-Müsned, 4157; Tirmizî, İlm, 7, hadis nr: 2794; Ebu Davud, İİm, 10, hadis nr: 3655; İbni Mace, Mukaddime, 18, hadis nr: 230; Darimî, Mukaddime, 46, hadis nr: 544; Hadisi rivayet edenler arasında İmam Şafiî de bulunmaktadır.
[321] Muhammed Salih Ekinci, Hüccet Değeri ve Tedvin Açısından Sünnet, Rağbet Yayınları: 130-131.