sumeyye
Tue 13 September 2011, 12:42 pm GMT +0200
A- Haberleri Hüccet Olmayan Raviler
a- Kâfirin Haberi: Kâfirin haberi, dinde hüccet değildir.
b- Fâsıkın Haberi: Fâsıkın haberi de dinde hüccet oiarak kabul edilmez. Çünkü böyle bir kimsenin yalanı doğrusundan fazladır. İmam Muhammed'e göre bir fâsık, helâl ve haram konusunda bir haber getirirse, onu dinleyene kendi reyiyle hükmetmek düşer. Çünkü bu, hususi bir iştir. Adalet yönünden ondan haberi alıp kabul etmesi doğru olmaz. Onun haberini araştırması gerekir.[1061] Eğer doğru söylediğine inamyorsa, haberiyle amel etmesi lazımdır, aksi takdirde gerekmez. [1062]
İmam Muhammed, suyun necasetini haber verme konusunda, kâfirle fâsık arasında bir ayırım yaparak, kişinin kalben doğru söylediğine inansa bile, suyun pis olduğunu bildiren kâfirin haberine itibar etmeyerek o suyla abdest alması gerektiğini, şayet suyun pis olduğunu bildiren fâsık ise, doğru söylediğine inanıldığı takdirde suyu döküp, teyemmüm etmenin evlâ olduğunu belirtir.[1063]
Ancak fâsıkın hadis nakli, suyun necasetini bildirmesi gibi değildir. İster dinleyicinin kalbinde onun doğru söylediğine dair bir kanaat oluşsun, ister oluşmasın, fâsıkın hadis nakli esas itibariyle makbul değildir. Dolayısıyla bunların hadis rivayetine ihtiyaç ve zaruret yoktur. Âdil kimseler çok olduğu ve onlardan semâ yoluyla hadis öğrenmek mümkün olduğu için, fâsıkın haberine itimada hacet yoktur.[1064]
Bununla beraber, İmam Muhammed, her ne kadar Dinde haberi hüccet olmasa da, fâsıkın haberiyle -kâfirin haberinde olduğu gibi- ihtiyat halinde amelin müstehab olduğunu, ancak buradaki müstehablığm kâfirin haberiyle ameldekinden daha kuvvetli olduğunu belirtir.[1065]
c- Hevâ Sahibinin Haberi: Hanefiler, hevâ sahibinin şehadetiyle amel etmişler, ancak bundan Hattabiye [1066]yi müstesna tutmuşlardır. Ebu Hanife ve Ebu Yusuf un görüşü bu doğrultudadır.[1067] Çünkü hevâ sahibi kendi hevâsına daldığı için bu onu yalandan alıkoyar. Böyle birisinden şüphe etmeye ve onu töhmet altına almaya gerek yoktur. Ancak bir kimse, Hattabiye fırkasında olduğu gibi, mensup olduğu fırkayı doğrulamayı din haline getirmişse, o zaman batıl ve yalancı şahitlikle itham edilir.[1068] Serahsî'nin belirttiğine göre ise, her ne kadar şahitlikleri makbul olsa da, dinî hükümlerde hevâ sahibinin rivayetine güvenmemek en doğrusudur.[1069]
Hanefilerin sahibu'l-hevâdan kasıtları, Şia, Havâric gibi sapık itikadı ve siyasî fırkalardır. Nitekim Ebu Yusuf şöyle demiştir:
"Hevâ ehlinin ve onlardan doğru olanların şehâdetlerini kabul ederim. Ancak, "Allah, olmadan önce birşey bilmez" diyen Hattabiye ve Kaderiyye hariç..." [1070]İbrahim Nehaî de, kendisine sorulan bir soru üzerine, Hattabiyenin, Râfızamn bir kolu olduğunu belirterek, onları şöyle tanıtır:
"Senin bir adamdan bin dirhem alacağın olsa, sonra bana gelsen ve benim falancadan bin dirhem alacağım var desen, ben o kimseyi tanımadığım halde sana "imamın hakkı için bu böyledir" desem, yemin ettiğin takdirde de senin için gidip şahitlik yapsam... İşte bunlar Hattaniye'dir".[1071]
Ebu Hanife'nin de bu görüşte olduğu bildirilmektedir. Çünkü o, sahabenin sapıklıkla olduğuna hükmeden aşırı Şia hariç, diğer fırka mensuplarının rivayetini caiz görür. Kendisine:
"Kimden âsâr dinlememi emredersin?" diye soru soran birisine:
"Şia ve sultan'a boyun eğen kimse hariç, âdil olan her hevâ sahibinden alabilirsin. Çünkü Şia'nın asıl itikadı, Hz. Muhammed'in ashabını dalâletle suçlamaktır" demiştir.[1072] Ebu Hanife, sultan'a itaat eden alimlerden hadis alınmaması gerektiği görüşünün sebebini şöyle açıklar:
"Onlar yalan söylüyorlar veya insanlara lüzumsuz şeyler emrediyorlar demiyorum. Lâkin onlar, halkın sultanlara boyun eğmeleri için zemin hazırlıyorlar. Bu iki grup (yani Şia ve sultana boyun eğen alimler), müslümanların imamları olmaya lâyık değildirler".[1073]
Pezdevî, batıl fırkaların hadis ve sünnet rivayeti konusunda Hanefi mezhebinin görüşünü şöyle açıklar: "Bize göre, tercih edilen görüş, bidat ve hevâ fırkalarından olup, kendi fırkalarının dâîliğini yapan kimselerden rivayet kabul etmemektir. Çünkü onlar yalan uydurarak kendi fırkalarının doğruluğuna delil getiriyorlar ve insanları buna davet ediyorlar. Bu yüzden, Hz. Peygamber'in hadisi konusunda emin kimseler değillerdir. Fakat insan haklarıyla ilgili şehadetleri böyle değildir. Çünkü onlar bu konuda tezvire çağırmıyorlar. Doğru olduğu anlaşılırsa, sahibu'l-hevânın şehadeti reddedilmez. Sünnet ve hadis rivayeti konusunda ise, hevâ sahibi fâsık menzilesindedir.[1074]
Serahsî de aynı görüşü benimseyerek, içinde bulundukları taassubla hak yolunu ifsad ederek bu yolda olan kimseleri kendi batıl görüşlerine davet için çalışüklarından dolayı hevâ sahiplerinin rivayetlerine güvenilemiyeceğini ve dini konularda bu rivayetlerin delil olamıyacağını belirtir.[1075]
Burada, rey ehline ve Ebu Hanife ashabına karşı yapılan bir haksızlığa yeri gelmişken değinmek istiyoruz. Hadis ehlinden bazıları, rey ehlini mübtedia (bidatçı) kabul ederek, adeta diğer sapık fırkalar gibi, onların da rivayetlerini kabul etmemişlerdir. Mesela Muaz b. Muaz'ın bildirdiğine göre, Sevvar b. Abdillah (ö.156)'ın yanma girmek isteyen Züfer b. Hüzeyl'e, Sevvar izin vermemiş ve hizmetçisine:
"ha şu reyci Züfer mi, o bidatçıdır, içeri alma" demiştir.[1076] Yezid b. Harun (ö.206)'a da Ebu Hanife ashabından Hasen b. Ziyad el-Lü'lüî hakkındaki görüşü sorulunca:
"O, müslüman mı?" diye karşılık vermiştir.[1077]
Bu rivayetlerin sıhhati konusunda kesin bir bilgimiz olmamakla beraber, sultanlara dalkavukluk yapan ulemadan bile hadis rivayetini caiz görmeyen Ebu Hanife ve ashabına karşı takınılan bu tavrın son derece insafsız ve haksız olduğunu belirtmemiz gerekir.
d- Sabî (Çocuk) ve Matuh (Bunak)'un Haberi: Daha önce de belirttiğimiz gibi, sabî ve matuhun haberi, İmam Muham-med'in ifadesine göre, ne dediklerini bilseler bile, fâsık ve kâfirin haberi gibidir ve din işinde hüccet sayılmaz. Çocuk, dinle ilgili bir şeyden haber verdiği zaman onu kabul etmek gerekmez. Çünkü kendisi zaten buna muhatab değildir. Onun için müslüman çocuk ile yetişkin kâfir, din işlerinde eşit sayılırlar.[1078]
e- Muğaffelin Haberi: Muğaffele, yani aşırı derecede gafil olana gelince, o da sabî ve matuh gibidir. Ancak sırf gaflet töhmeti birşey ifade etmez. Çünkü gaflet, insanların ekseriya maruz kaldığı bir şeydir.[1079] Bu durumda gafleti aşırı derecede olmayan bir kimse, rivayet ve şehadetinde, gâfıl olmayan kimse gibi mütalaa edilir.[1080]
f- Müsâhilin Haberi: Bununla, mücazif (gelişigüzel davranan) kimse kasdedilir ki, bu, yanlışa, hataya, tezvire aldırmayan, dikkat etmeyen kimsedir. Bu da muğaffel gibidir. Bu şekilde davranmaya alışırsa bu, adeta yaratılıştan gelen bir huy, bir âdet haline dönüşür.[1081]
g- Mestûr'un Haberi: Hanefilere göre mestur, bâtını adaleti bilinmese de, zahiren âdil olduğu anlaşılan ravidir.[1082] Böyle bir raviden bir, iki veya daha çok kimsenin rivayette bulunması onu tezkiye etmez. Hadisi hakkında batınî inkıta ile hükmolunur ve rivayeti kabul olunmaz. Ancak ilk üç nesil, Hz. Peygamber'in şehâdetine mazhar olduğu için bundan müstesnadır.[1083]
İmam Muhammed, mesturun haberinin, fâsıkın haberi gibi olduğunu belirtir.[1084] Ebu Hanife'den nakledildiğine göre ise mesturun haberi, âdilin haberi gibidir. Çünkü onun adaleti zahiren sabittir.[1085] Ebu Hanife'nin bu görüşü, onun adalet anlayışına uygundur. Çünkü daha önce de belirttiğimiz gibi, Ebu Hanife'ye göre âdil, "İslâmı zahir olan ve fısktan salim olan" kimsedir. Tabiatıyla böyle bir kimsenin rivayeti ona göre, fasıkın rivayeti gibi mütalaa edilemez. Ancak Pezdevî ve Serahsî'ye göre, en doğrusu İmam Muhammed'in görüşüdür. Yani mesturun haberi, adaleti belli oluncaya kadar hüccet olmaz. Hadis alanında bu husus ihtilafsızdır. Ancak ilk üç nesil bundan hariçtir ve bu asırdaki mesturların haberi hüccettir.[1086]
Serahsî, Ebu Hanife'nin mestur şahidin şehadetiyle yargılamayı caiz gördüğünü belirterek, "fakat kadı için bu şekilde yargılamak vacip değildir. Çünkü Ebu Hanife, 3.nesilden idi ve sıdk ehli o zaman çoğunluktaydı. Fakat günümüzde böyle birinin rivayeti makbul değildir. Âdil olanların kabulüyle rivayeti teyid edilmediği takdirde onunla amel caiz değildir. Çünkü fisk, zamanımızda yaygındır. Bunun için Ebu Yusuf ve İmam Muhammed, adaleti belli olmayan (mesrur) kişinin şehadetini kabul etmediler" demektedir.[1087]
Ebu Hanife ile talebeleri arasında bu konuda görülen fark şudur: Ebu Hanife bir kimsenin müslüman olup, fısktan salim olmasını, adaleti, dolayısıyla rivayeti için yeterli görürken, talebeleri, o kişinin adaletinin tespiti için başka bir âdilin tevsikini gerekli görmüşlerdir. Serahsî bunun nedenini zamanın bozulmasıyla izah etmektedir.
h- Müstenker Haber: Hanefilere göre müstenker hadis, selef zamanında zuhur etmekle beraber, onlar tarafından reddedilen meçhul ravinin haberidir ki bu kabul edilmez ve kıyasa muhalif olduğu takdirde onunla amel edilmez. [1088]
Müstenker hadise misal, fatıma binti Kays'ın:
"Peygamber (s.a.v.)'in kendisine nafaka ve mesken hakkı tanımadığı" şeklinde rivayet ettiği hadistir.[1089]
Hz. Ömer bunu reddetmiş ve Rabbimizin Kitabını, Resulünün sünnetini, doğru mu yalan mı söylediğini, unutup unutmadığını bilmediğimiz bir kadının sözüyle terkedemeyiz" demiştir. Bu hadisi diğer sahabilerden de reddedenler olmuştur.[1090]
İsa b. Eban'a göre, Hz. Ömer burada, Kitap ve Sünnetle, kıyası kasdetmiştir.[1091]
Büsre binti Safvan'ın, "zekere (veya ferce) dokunmakla abdestin bozulacağını" bildiren rivayeti de [1092]bu kısma girer.[1093]
Serahsî de, müstenker haberle, Kur'an'ın zahirine aykırı olan ve ulemanın 1. ve 2. nesilde amel etmediği hadisi kasdetmekte ve buna "garib müstenker" adını vermektedir.[1094] Ona göre, böyle bir hadisle amel edenin günahkâr olacağından korkulur. Çünkü bu, yalana daha yakındır. Buna mukabil, doğruya yakın olması ve selefin onu kabul edip amel etmesi hasebiyle meşhur hadisle ameli terkedenin de günahkâr olmasından korkulur. Halbuki "garip müstenker" hadisin sübutu, mücerred zandan ibarettir ve zan ona tabi olanı günahkâr kılar. Çünkü Cenab-ı Hak, "siz kötü zanda bulundunuz" [1095] ve "zannın bir kısmı günahtır" [1096] buyurmuştur.[1097]
Serahsî, bu zatına örnek olarak kıbleyi tayinde, şüphe edip araştırma yapan bir kimsenin delil mevcut olduğu halde onunla amel etmemesini ve zannına tabi olmasını zikretmektedir ki, ona göre böyle bir kişinin delille ameli terk ettiği için günahkâr olacağında şüphe yoktur.[1098] Serahsî'nin müstenker haber için verdiği örnek, "bir şahid ve yeminle hüküm verme" hadisidir.[1099]
[1061] Pezdevî. Usul. III, 20-21.
[1062] Serahsî, Usul, I.370.
[1063] Keşfu’l-Esrar, III, 23; Serahsî, Usul, I. 371-372.
[1064] Keşfu’l-Esrâr, III. 21.
[1065] Age., III, 24.
[1066] Hattâbiye: Gulat-i Şia'dan bir gruptur. Liderleri. Ebul-Haflab Mulıammed el-Esedî el-Küfi h.143'de öldürülmüştür. Ebu Abdullah Cafer b. Muhammed es-Sadik'ın kendisini, yerine vekil ve vasî olarak tayin ettiğini ve Allah'ın ism-i azamını öğrettiğini söyleyen Ebu’l-Hattab, bir müddet sonra, Nebî ve Resullük iddialarında bulundu. Daha sonra kendisinin melek olduğunu ve yeryüzündeki insanlara Allah'ın bir elçisi ve hücceti olarak gönderildiği söyledi. (Nevbahtî, Firaku'ş-Şia, 37-38)
[1067] Tahavî, İhtilâfu'l-Fukahâ, 186.
[1068] Pezdevî, Usul, III, 26. Ebu Hanife ve ashabının yalancılıkla maruf Hattabiye gibi fırkaların şehadetlerini reddettiği, bunun dışında kalan hevâ fırkalarının lıenı şehâdetlerini kabul edip, hem de arkalarında namaz kılmayı caiz gördüğü hususu, İbn Teymiyye tarafından da nakledilmekledir. (Bkz. Minhâcü's-Sünne, I, 62, V, 87)
[1069] Serahsî, Usul, I, 373. Hanefilere göre, ilhamla konuştuğunu iddia eden ve ilhamın ilim ifade eden bir hüccet olduğunu söyleyen kimselerin şehadeti de kabul edilmez. (Age.. I, 373; Pezdevî, Usul, III, 26)
[1070] Bağdadî, el-Kifaye, 126.
[1071] Age., 126.
[1072] Age., 126.
[1073] Age., 126.
[1074] Pezdevî, Usul, III, 26.
[1075] Serahsî, Usul, 1,374.
[1076] Neysâbûrî, Marifetu Ulûmi'l-Hadis, 139.
[1077] Age., 138.
[1078] Pezdevî, Usul, lir. 21-24; Serahsî, Usul, I, 372.
[1079] Pezdevî, Usul. III. 24.
[1080] Serahsî, Usul, I, 373
[1081] Pezdevî, Usul, III, 24; Serahsî. Usul, I, 373.
[1082] Tehânevî, Kavâid, 127.
[1083] Age., 125.
[1084] Addab Mahmuıd. Ruvâm'l-Hadis, 231.
[1085] Pezdevî, Usul, III, 20; Serahsî. Usul. I. 370.
[1086] Aynı yerler.
[1087] Serahsî, Usul, I, 344-345,370.
[1088] Pezdevî, Usul, II. 387-388.
[1089] Buharî, Talâk, 41.Dr. İsmail Hakkı Ünal, İmam Ebu Hanife'nin Hadis Anlayışı Ve Hanefi Mezhebinin Hadis Metodu, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 189
[1090] Pezdevî, Usul. II, 389-391.
[1091] Age., 11,391.
[1092] İbn Mâce, Talıâre. 63.
[1093] Pezdevî, Usul. II. 389-391.
[1094] Serahsî, Usul. I, 294.
[1095] Feth: 12.
[1096] Hucurat: 12.
[1097] Serahsî, Usul, 1,294.
[1098] Age.,I,294
[1099] Age., I, 294. Dr. İsmail Hakkı Ünal, İmam Ebu Hanife'nin Hadis Anlayışı Ve Hanefi Mezhebinin Hadis Metodu, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 184-190