sumeyye
Fri 4 February 2011, 02:05 pm GMT +0200
2) Fukahâ Mezhepleri Arasındaki İhtilâfların Sebepleri:
Bil ki: Allah Teâlâ, Rasûlullah’ın (s.a.),
“Bu ilmi, her neslin değerli ve üstün olanları yüklenir.” [733] Müjdesini doğrulamak için tabiîn asrından sonra da ilme sahip çıkan bir kuşak çıkardı. Bunlar halkalarına katıldıkları tabiîn âlimlerinden abdest, gusül, namaz, hac.., gibi ibadetlerin, nikâh, alış veriş türleri ve benzeri her zaman için karşılaşılabilen muamelelerin nasıl yapıldıklarını öğrendiler, Rasûlullah’ın (s.a.) habislerini rivayet ettiler, İslâm diyarlarında görev yapmakta olan kadıların verdikleri hükümleri, müftîlerin fetvalarını öğrendiler, çeşitli problemleri gündeme getirdiler ve bütün bunlar hakkında ictihâd ettiler. Bunlar, zamanla halkın uluları oldular ve işler kendilerine havale edilir oldu. Bunlar, üstadlarının yolu üzere gittiler, îmâ ve iktizâ delâletlerinin araştırılmasında ihmal göstermediler. Böylece hüküm verdiler, fetva çıkardılar, rivayette bulundular, ilim öğrettiler...
Bu tabakada yer alan âlimlerin yaptıkları aşağı yukarı aynıydı. Bunların metotlarını şöylece özetlemek mümkündür:
1. Rasûlullah’ın (s.a.) hadisleriyle müsned ve mürsel ayırımı yapılmaksızın amel ettiler.
2. Sahabe ve tabiîn görüşlerine dayandılar. Çünkü biliyorlardı ki, bu görüşler:
i. Ya Rasûlullah’tan (s.a.) nakledilmiş hadislerdi; ancak sahabe ya da tabiîn (hadisi doğrudan Rasûlullah’a (s.a.) nisbet etmeyi) uygun görmediğinden onu mevkuf şekle sokmuşlardı. Şu örnekte olduğu gibi: İbrahim en-Neha’î, Rasûlullah’ın (s.a.) muhâkale [734] ve müzâbene [735] satışlarını yasakladığı hadisini rivayet etmişti. Kendisine: “Rasûlullah’tan bundan başka hadis bilmez misin!” dediklerinde:
“Elbette bilirim, ancak ‘Abdullah şöyle dedi’, ‘Alkame şöyle dedi’ demek, bana daha sevimli geliyor.” diye cevap verdi.
Şa’bî’ye (ö. 103/721) bir hadis sorulmuş ve onun Rasûlullah’a (s.a.) ref edildiği (merfû olduğu) söylenmişti. O: “Hayır! Hadisin, Rasûlullah’ın (s.a.) berisinde birine nisbet edilmesi bize daha sevimlidir. Şayet onda bir ziyade ya da noksanlık olsa, bu Rasûlullah’ın (s.a.) berisindeki üzerinde kalacak; Rasûlullah’a (s.a.) nisbet edilmemiş olacaktır.” demişti.
ii. Ya hakkında nass bulunan şeylerden istinbat yoluyla çıkarılmış sonuçlardı.
iii. Ya da ictihâdları sonucu olacaktı. Bu konuda ise onlar, kendilerinden sonra gelen nesillere nisbetle çok üstün bir yere sahiptiler. Görüşlerinde daha isabetli, zaman bakımından vahiy dönemine daha yakın, (olayları yaşamış olmaları itibariyle) dinî ilimlere daha vakıf idiler. Bu durumda onların ictihâdlanyla amel etmek taayyün etmektedir. Ancak kendi aralarında ihtilâf etmişler ve Rasûlullah’ın (s.a.) hadisi de onların görüşlerine açıkça muhalif düşmüşse o zaman onların görüşleriyle amel edilmez.
3. Bu dönemdeki âlimler, Rasûlullah’ın (s.a.) hadislerinin farklılık arzetmesi halinde, konuyla ilgili sahabe görüşlerine başvurmuşlardır. Eğer, birbiriyle çelişir halde bulunan bu hadislerden bir kısmı hakkında mensuhtur demişlerse yahut zahir manasından başka bir manaya yormuşlarsa veya böyle bir açıklamada bulunmamakla birlikte o hadisin terki ve gereği ile amel etmeme konusunda görüşbirliği halinde olmuşlarsa, o takdirde bu, o hadiste bir illet olduğunu ortaya koyma ya da nesih ya da teviline hükmetme gibi sayılacağından onlara tabi olmuşlar, hadisi terketmişlerdir. Köpeğin kabı yalaması halinde yedi defa yıkanmasını âmir hadis [736] hakkında İmam Mâlik’in:
“Bu hadis rivayet edilegelmiş ama, aslı nedir? Bilmiyorum.” sözü bu mananın bir ifadesi olmaktadır. Bu sözü, İbn Hâcib, Muhtasaru’l-usûl’ünde rivayet etmiştir. Fukahanın bu hadisle amel ettiklerini görmedim.
4. Bir meselede sahabe ve tabiîn görüşlerinin farklılık arzetmesi halinde, her âlime göre tercihe şayan olan elbetteki kendi memleketinde yaşayan üstadlara ait olan ve orada kabul gören görüş olacaktır ve öyle de olmuştur. Çünkü kişi, kendi memleketinin âlimlerine ait görüşlerin sahih ve güçlüsünü zayıfından ayırmada daha bilgili, onlara uygun düşecek esasları (usûlü) belirlemede daha vakufıyetli olur, kalbi onların üstünlüklerine ve ilimde derinliklerini dolayısıyla da görüşlerini kabule daha meyyal bulunur.
Meselâ, Medinelilere göre Hz. Ömer, Hz. Osman, İbn Ömer, Hz. Âişe, İbn Abbâs, Zeyd b. Sabit [737] (ö, 45/665) gibi sahâbîlere ve Sa’îd b. el-Müseyyeb -ki bu zat, Hz. Ömer’in uygulamalarını, Ebû Hureyre’nin hadislerini en iyi bilen kişidir- Urve (ö. 94/712), Salim, Atâ b. Yesâr (ö. 115/733), Kasım, Ubeydullah b. Abdullah (ö. 98/716), ez-Zührî, Yahya b. Sa’îd, Zeyd b. Eşlem, Rabî’a.., gibi onların talebeleri durumunda olan zevata ait görüşler, başkalarının görüşlerine nazaran kabule daha lâyıktır. Zira Rasûlullah (s.a.) Medine’nin üstünlükleri hakkında hadisler buyurmuş, bunun ötesinde Medine, her asırda fukahanm çöreklendiği, ulemânın kendisine merkez edindiği bir yer özelliği arzetmiştir. [738] İmam Mâlik’in, Medine ehlinin görüş ve uygulamalarına özel bir yer vermesinin sebebi işte budur.
Kûfelilere göre ise, Abdullah b. Mes’ûd ve talebelerinin görüşleri, Hz. Ali, Şüreyh ve Şa’bî’nin kazâî hükümleri, İbrahim’in fetvaları kabule, diğerlerine nazaran daha şanslıdır. Alkame’nin, Mesrûk’a, (dedenin iki kız, oğlun kızı, oğulun oğlu ve iki kızkardeş bulunması halinde [739] mirasa ortak kılınması (teşrik) konusunda Zeyd b. Sâbit’in görüşüne meyletmesi sebebiyle
“İçinizde Abdullah b. Mes’ûd’dan daha güçlü biri var mıdır?!” demesine karşılık:
“Hayır, fakat Zeyd b. Sabit ve Medine ehlini (onu) ortak kılarlarken gördüm.” demesi, ulemâ katında Medine ehlinin uygulamasının değerini göstermektedir.
5. Ekol olmuş memleketlerdeki âlimler bir şey hakkında görüşbirliği etmişlerse, onu dört elle kabullenmişlerdir. İmam Mâlik’in,
“Bizce, üzerinde hiçbir ihtilâf bulunmayan sünnet, şöyle şöyledir.” derken kastettiği şey işte budur.
6. İhtilaflı bulunan meselelerde ise tercihe giderek en güçlü ve ağır basanını almışlardır. Bunu yaparken de, çoğunluğun görüşü olmak, güçlü bir kıyasa ya da Kitap ve sünnetten çıkarılan açık bir sonuca uygun düşmek gibi kıstaslar kulanmışiardır. İmam Mâlik’in,
“Bu, işittiklerimin en güzeli” demesi, bu esasın ifadesi olmaktadır.
7. Onlardan kendilerine ulaşan veriler arasında meselenin cevabını bulamadıkları zaman, onların sözleri dışına çıkarak imâ ve iktizâ delâletlerini araştırmışlardır.
[733] Kenzul-ummâl, 10/28918.
[734] Muhâkale: Arazinin, buğday karşılığında kiraya verilmesidir. Veya ürünün üçte biri gibi belli bir miktarı üzerine yapılan müzâra'a akdidir. Henüz bacağındaki ziraî ürünün, buğday karşılığında satılmasıdır da denilmiştir.
[735] Müzâbene: Ağaç üzerindeki yaş burmaların, kuru hurma karşılığında satılmasıdır. Aldatma ve bilinmezlik içerdiği için yasaklanmıştır.
[736] Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Köpeğin yalaması halinde, birinizin kabının temiz olması için, onu yedi defa yıkaması gerekir." Bkz. Buhârî, Vudû, 33; Müslim, Taharet, 89-93. İmam Mâlik'e göre, köpek temizdir ve bu hüküm taabbudîdir.
[737] Zeyd b. Sabit b. ed-Dahhâk el-Ensârî: Rasûlullah (s.a.) Medine'ye geldiğinde on bir yaşında idi. Katıldığı ilk savaş, Hendek olmuştur. Rasûlullah (s.a.) Tebûk seferinde sancağı ona vermiştir. Zeyd, Rasûlullah'ın (s.a.) vahiy kâtibi idi. Rasûlullah'a (s.a.) Süryanice mektuplar gelirdi. Rasûlullah (s.a.) ona bu dili öğrenmesini emretti, o da hemen öğrendi. Sonra Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer'in kâtipliğini yaptı. Hz. Ömer, onu üç kez Medine'ye kendisine vekil bıraktı. Miras konusunda ashabın en bilgilisi idi. Hz. Ebû Bekir ve Hz. Osman zamanlarında Kur'ân'ın toplanması ve yazılması işini bu yüce sahâbi üstlenmişti. 45/665 senesinde vefat etti.
[738] Rasûlullah (s.a.) bir hadisinde şöyle buyurmuştur:
"Yılan, yuvasında çöreklendiği gibi, (ehli) iman da Medine'de toplanır."
Bir başka hadislerinde de şöyle buyurmuştur:
"Yâ Rab! Dünya bereketlerinden Mekke'ye bahşettiğin lütuf ve kereminin iki mislini Medine şehrine müyesser kıl." (Bkz. Tecrid, 6/238, 244) (Ç)
[739] Bkz. Dârimî, Ferâiz, 8. (Ç)