sumeyye
Wed 11 July 2012, 01:41 pm GMT +0200
IH — Emeklilik Hakkı:
İşçi hasta veya sakat olmadığı halde, belli bir çalışma döneminden sonra yaşlanır ve verimsiz hale gelebilir. Bu durumu devam edeceğinden sonunda işi bırakmak zorunda kalır. İşçi, aldığı ücretin büyük bir bölümünü hemen harcar. Çoğu zaman aldığı ücretle ancak geçimini sağlar. Çalışamayacağı devreyi hesaba katmaz. İşte artık çalışamayacak bir yaşa veya duruma gelen işçinin geçimini kim sağlayacaktır?. İşveren, iş akdinin gereği olan ücreti ödediğine göre, onun emekli işçiye bakma yükümlülüğü bulunmaz. Bunu devletin veya onun kuracağı bir kuruluşun üslenmesi gerekir. Günümüzde işçi, memur, esnaf ve serbest meslek sahipleri için emeklilik sistemi geliştirilmiş, Emekli Sandığı, Sosyal Sigortalar Kurumu ve Bağkur gibi sosyal güvenlik kuruluşları meydana getirilmiştir. Bunlar aynı nitelikte kuruluşlardır.
İslâm hukuku prensip olarak emeklilik müessesine karşı değildir. Bunlar her çeşit yardımlaşma sigortasıdır. Sigorta; herbir kişinin yükünü azaltmak amaciyle mümkün olduğu kadar çok kimse üzerine bir tek kişinin yükünün dağıtılması demektir. İslâm, sermayeye dayanan sigorta şirketleri yerine, mütekabiliyet ve işbirliği ile zirvesinde devletin bulunduğu bir sosyal sigorta teşkilini öngörmüştür.
Hz. Peygamber Medine'ye hicret edince yapılan 47 maddelik ilk anayasada bir sosyal güvenlik kuruluşu olan «maâkîl» sistemine yer verilmiştir. Kuruluş şöyleydi: Bir kimse savaşta esir düşerse kurtarılması için bir fidye vermek gerekliydi. Yine yaralama ve kasten olmayan öldürmelerde, zarar ve ziyanın yahut kan bedelinin ödenmesi .gerekliydi. Bunların miktarları çoğu zaman esir veya suçu işleyen kimsenin gücünü aşıyordu. Hz. Peygamber şöyle bir yardımlaşma teşkilatı kurdu : Herkes kendi kabilesinin hazinesine bu iş için para yardımı yapacak, esirlik, yaralama veya öldürme hallerinde, yardımlaşma amaciyle kurulan bu fondan destek bekleyecekti. Bir kabile ' nin bütçesi yeterli olmazsa, diğer komşu kabileler destek yapacaktı [458]
Daha sonra hadis-i şeriflerle maâkıl sistemi, tazmini tek kişiye ağır gelen durumlarda hısımlar arasında yardımlaşma şekline dönüşmüştür. Bir kimse diyet gerektiren bir suç işlerse, diyet miktarı ailenin erginlik çağına
gelmiş erkekleri arasında bölüşülür ve bunu eşit taksitlerle üç yılda öderlerdi. Bir kişinin hissesine düşen diyet miktarı yılda 4 dirhemi geçerse, mirastaki sıraya göre asabe adı verilen diğer erkek hısımlar da âkıle kapsamına alınır. Eğer suçlunun hiç hısımı yoksa, diyeti kendi malından üç eşit taksitle üç yılda öder. Yeteri kadar malı yoksa diyet sorumlusu devlet olur [459]
Hz. Ömer, karşılıklı yardımlaşmayı bir kimsenin mensup olduğu meslek, askerî, mülkî idare esaslarına veya bölgelere göre teşkilâtlandırdı.'İhtiyaç sırasında bir fonun yetersiz olması halinde merkezî hazine veya vilâyet idarelerinin mahallî hazineleri bu üniteye yardım ederdi. Diğer yandan Hz. Ömer ihtiyaç sahibi olan bütün tebea için bir maaş sistemi geliştirmişti. Bu teşkilâta «divan» adı verildi [460]
Bu yardımlaşma ünitelerinde biriken ve kullanılmayan sermayenin çoğaltmak amaciyle gelir getiren işlere yatırılması mümkündür. Fonun geliri artınca, üyeler katılma payı ödemekten muaf tutulabilir. Hatta büyük gelirler sağlanırsa onlara kâr da dağıtılabilir,.
İşçi, memur, esnaf ve serbest meslek mensuplarından kesilen primler bir fonda toplanınca bu sermayenin gelir getiren yatırımlarda üretilmesi gerekir. Böyle bir fon giderek kendine yeterli hale gelir ve üyelerine, katılma payı olarak aldığı primlerden çok daha fazlasını geri verebilir.
Bir ücret karşılığı çalışanların ücretinden kesilen primlerin bir fonda toplanmasiyle oluşan sermayenin işletileceğine Hz. Peygamber'in yukarıda iş akdinin delilleri arasında zikrettiğimiz mağara hadisi de işaret etmektedir, özetleyecek olursak:
Fırtına yüzünden mağaraya sığınan üç kişi, yuvarlanan bir kayanın mağaranın ağzını kapatması üzerine, değerli amellerini öne sürerek Allah'a duâ ederler. İlk ikisinin duası ile taş bir miktar aralanır. Üçüncü yolcu bir işverendir. İşçilerine ücretlerini eksiksiz verir. Fakat bir işçisi ücretini almadan işi bırakıp gitmıştr. Bu işçinin ücretini işletir. Bir kaç yıl sonra birçok malı olur. İşçi hakkını istemek için geldiğinde «Gördüğün şu deve, sığır ve koyunlarla hizmetçiler senindir, al götür» der. Diğeri «Benimle alay etme» deyince de «Alay etmiyorum» diye cevap verir. İşçi bütün malı alır ve gider. Bu işveren, mağarada bu davranışını öne sürerek şöyle duâ eder: «Ey Rabbimiz, bunu sırf senin rızanı kazanabilmek için yapmışsam, bizi buradan kurtar». Bu duanın arkasından, mağaranın ağzını kapatan kaya parçası büyük bir gürültü ile yuvarlanır ve kurtulurlar [461]
EbuHanîfe (Ö. 150/767), İmam Muhammed (ö. 189/ 805) ve Züfer (ö. 158/775)'e göre burada işveren, ücreti izinsiz (fuzûlî) olarak işlettiği için, anapara işçiye ait olur. Kâr ise yoksullara dağıtılır.
Abdullah b. Ömer (Ö. 73/692) ve Ahmed b. Hanbel(ö. 24/855)'e göre anapara da kâr da işçiye ait olur [462]
Mağara hadisinde ücret izinsiz olarak çalıştırıldığı halde, anapara ve kârın tamamı işçiye âit olunca, onun rızası ve bilgisi altında kesilen pirimlerin bir fonda işletilmesi sonucu, verdiğinden fazlasını geri alması öncelikle caiz olur. Yeter ki fonun işletilmesi İslâmî ölçüler içinde olsun.
İşçi, memur, esnaf ve serbest meslek sahipleri, emekli yardımlaşma kuruluşuna bağlılık gerektiren bir işe intisap ederken, kendisinden emekli oluncaya kadar prim kesileceğini ve bunların bir fonda toplanarak işletileceğini bilerek seçimini yapar. Örfen de bu rızanın varlığını kabul etmek gerekir. Çünkü bazı meslek kuruluşları, bu mesleğe girmek isteyenlere belli kurallar uygulamıştır. Tarihte bunun örnekleri çoktur. Osmanlılarda Ahilik, Lonca ve Gedik gibi meslek kuruluşları bunlar arasında sayılabilir [463]
Konuyu bir örnekle netleştirmek mümkündür: Bir işçinin ücretinden sosyal yardımlaşma kuruluşu her ay % 20 prim kesse, 25 yıl devam eden işçiliği süresince diyelim ki fonda, 3 milyon lira primi birikmiştir. Primin gelir getiren yatırımlarda çalıştırılarak 25 yılda tedricen bir kaç katına çıkmış olması gerekir. Fonun toplam blançosu; kesilen primler toplamı 20 milyar, fonun mal varlığı ise 60 milyar lira olsa 3 milyon lira-kesintisi olan işçi fondan 9 milyon alacaklı demektir. Böyle bir işçi fondan kıdem tazminatı, emekli maaşı, ölümünden sonra eş ve çocukları maaş alarak niçin anapara ve kârından yararlanmasın? Fon üyeleri kâr ve zarara ortak oldukları için, İslâm hukukunda inan şirketi ortağı gibidirler. Kârın anlaşmaya göre, kesilen primlerin miktarına bakılmaksızm yüzde üzerinden değişik oranlarda paylaşılması bu ortaklıkta mümkün olduğu için, üyelerin farklı emekli maaşı alması statüyü bozmaz [464]
Ancak bu kuruluşların gerçek mal varlığına göre'statü çalışması yapılarak, üyelerin katılma payları ve bunların yıllara göre değerlemesi dikkate alınarak daha âdil bir kâr ortaklığı oluşturmak mümkündür. Ayrıca sermayenin meşru yatırımlarda işletilmesi de İslâm'ın öngördüğü esaslardandır. [465]