sumeyye
Fri 18 February 2011, 12:28 pm GMT +0200
Eman Sayılmayan Şeyler
365- İmam Muhammed dedi ki: Bir müslüman eman almadan dârulharbe girip de müşrikler onu yakaladıklarında, kendilerine: Ben sizdenim. Yahut sizinle müslümanlara karşı çarpışmak için geldim, derse bile, müşriklerden herhangi birini öldürmesinde ve malından dilediğini almasında bir sakınca yoktur.
Çünkü bu sözleriyle onlara eman vermiş sayılmaz. Yaptığı, kelimelerin zıt anlamlarını kastederek aldatmaktan başka bir şey değildir. Sözleriyle demek istediği şudur :
Ben sizdenim, derken sizin gibi ben de insanım demek istiyor. Sizinle müslümanlara karşı çarpışmak için geldim, sözü müslüman 1 ardan ayaklanan ve isyan edenlere karşı sizinle beraber çarpışacağım, yahut burada müslümanları size karşı savunarak döğüşmek için geldim. Niyetini gizlemiş de bu sözü söylemiş demektir.[18]
Bu sözleriyle onlara eman verecek olursa bu eman geçerli değildir. Çünkü kendisi onların elinde esirdir. Onlara nasıl eman verebilir? Aksine kendisi onlardan eman istemek durumundadır. Bu sözleriyle eman istediğini gösteren bir şey de yoktur.
366- Sonra bunu nasslarla destekleyerek şöyle dedi: Rasu-lullah, Abdullah b. Üneys'i yalnız başına seriyye olarak Nahle1 de yahut Urane de bulunan Halid b. Süfyan b. Nubayh el-Hu-zeli' üzerine gönderdi. Bu adamın Rasulullah'a karşı çarpışmak için asker topladığı Peygambere ulaşmıştı. Onu öldürmesini söyledi ve Huzaa' ya intisab et, dedi. İbn Süfyan onlardan olduğu için Rasulullah böyle söylemesini istedi. Onu tanımıyorum ya Rasulallah, deyince, Peygamberimiz: Tanırsın, korku salan bir adamdır, buyurdu. Ama ben erkeklerden korkmuyorum, dedim. Cuma akşamı vardım. Namaz vakti geldi. Beni tanımalarından çekindiğim için yürürken ima ile kıldım.
Ebû Yusuf bunu delil göstererek mağlub kimse yürürken ima ile namazı kılar, sonra iade eder, demektedir.
Onun hayvanlarını güden bir cariyenin yanma vardım. Kimin çobanısın? diye sorunca, İbn Süfyan'ın olduğunu söyledi. Nerede olduğunu sorunca, şimdi yanına gelir, dedi. Az sonra bir bastona dayanarak geldi. Görünce korkudan her tarafım diken oldu. Durdu, selam verdi. Nesebimi sordu. Huzaa'dan olduğumu söyledim. Başka bir rivayyette, Cüheyne'den olduğumu söyledim. Sonra kendisine: Seninle beraber olmak, seni desteklemek için geldim, dedim.
Sözlerinin manası şudur: İslama davet ederek ve kötülük işlemekten -O da Rasuîullalıa karşı çarpışmaktır- alıkoyarak sana yardım ediyorum. Çünkü Ra-sulullah şöyle buyuruyor: Zalim olsun, mazlum olsun kardeşine yardım et. Zalime na'sıl yardım etsin? diye sorulunca: Zulmüne engel olur, buyurdu. Seni öldürünceye kadar senden ayrılmayacağım demek istiyor.
Cariyenin biraz süt sağmasını istedi. Sütü sağdı ve bana verdi. Birazını içtim. Sonra adama verdim. Devenin saldırısı gibi sütü aldı ve kafasına dikti. Burnu köpüğün içine battığını görünce ben de kabı daha da diktim, cariyeye ses çıkarma yoksa seni öldürürüm, dedim.
Şöyle devam etti: Onunla biraz yürüdüm. Sözlerim hoşuna gitti. Sonra dikenlere bastığımı ve ayağıma dikenlerin battığını ona gösterir gibi yaptım. Ey Cüheyneli yetiş, dedi. Ben geriledikçe o benim ilerlememi söyledi. Sırtı bana dönük iken kendisine yetiştim. Boynunu vurdum ve kafasını aldım. Sonra hızla dağa tırmandım. Mağaraya girdim. Ondan sonra aramalar başladı. Başka bir rivayette, aramak için her tarafa süvariler gönderildi.
Ben de dağda yerimde duruyordum. Bir elinde ayakkabısı, diğer elinde su tulumu bulunan bir adam bana yaklaştı. Ben de yalınayaktım. Abdest bozmak için oturdu ve ellerindeki eşyayı kenara bıraktı. O esnada örümcek mağaranın kapısında ağ ördü, yahut güvercin çıktı, dedi. Bunu gören adam arkadaşlarına, kimsenin bulunmadığını söyledi. Sonra indi ve ayakkabı ile su tulumunu bıraktı. Ben de çıktım, ayakkabıyı giydim ve tulumu yanıma aldım. Gündüz saklanır, gece yürürdüm.
Medine'ye vardım, Rasulullahi mescidde buldum. Beni görünce bu yüz ağarmıştır, dedi... Araplar bu sözü amacına ulaşıp muzaffer olan kimse için kullanırlar. Ben de esas başarı sizindir, dedim ve meseleyi anlattım. Elime bir değnek verdi ve şöyle buyurdu: "Ey Üneys oğlu, bunu tut ve Cennette ona dayanarak yürü. Çünkü bastona dayanarak yürüyen azdır."
Deniliyor ki, bu sözün anlamı şudur: Kral ve sultanlar buna dayandığı gibi sen de Cennette buna dayan. Başka bir te'vile göre manası şöyledir: İkimizin arasında kıyamet günü bu alemet olsun. Ta ki bu yaptığına mükafat olarak Cennette derecenin yükseltilmesini isteyeyim. Sen, Rasulullahla aralarında bir alamet bulunup da yaptıklarından dolayı mükafatlandıracağı kimselerden birisin.
Rivayete göre bu bastonu vefatına kadar İbn Uneys sakladı. Vefat edeceği zaman kendisi ile birlikte kefene konulmasını ailesine vasiyet etti.
Bu olayı nakletmesinden maksat, "Yanında kalmak ve seni desteklemek için geldim" sözünün eman sayılmayacağını göstermek içindir.
367- Yezid b. Ravman'ın hadisini zikrederek şöyle demektedir: Ka'b b. Eşrefin geldiği ve şiirler söyliyerek çarpışmak istediği haberi Rasulullah'a ulaştı. Ka'b Medine'nin ileri gelen yahudilerindendi. Cenabı Hakkın: "Onlar tağutun önünde muhakeme olunmalarını isterler" buyurduğu [19]ayetindeki
tağut[20] odur.
Bedir harbinde öldürülen müşriklerin ölülerine mersiyeler söyler, Rasulullahı şiirlerinde hicveder ve müşrikleri intikama teşvik ederdi. Şu sözlerle başhyan kasidesi bunun örneklerindendir:
Bedir harbi değirmen gibi ezdi geçti. Bedir gibi helak etmek için feryad etmek ve göz yaşı dökmek gerekir.
Medine'ye dönünce Rasulullah: İbnü'l-Eşref bana eziyet etti. Onun hakkından kim gelecek? diye sordu. Bunun üzerine Muhammed b. Mesleme: Ben, ya Rasulallah, ben onu öldüreceğim, dedi. O da, öldür, dedi. İbn Mesleme günlerce yemeden içmeden bekledi. Rasulullah onu çağırıp yeme içmeyi niye bıraktığını sorduğunda şöyle dedi: Ey Allah'ın Rasulü! Sana bir söz verdim. Bilmiyorum onu yerine getirebilir miyim, getiremez miyim? dedi. Rasulullah: Gayret et, dedi
Bundan anlaşıldığına göre Rasulullah'a verdiği sözü gerçekleştirinceye kadar İbn Mesleme lezzetli şeyleri bırakmıştır. Hayırlı bir işe girişen kimsenin o işi lezzetli şeylere tercih etmesi gerekir. Bununla beraber Rasulullah vücudun ancak yeme içme ile güçleneceğini kendisine ifade etmiştir. Nitekim Cenabı Hak şöyle buyuruyor:
"Biz onları yemek yemez bir cesed kılmadık."[21]Ona, verdiği sözü yerine getirmesi için gayret etmesi düşer.
Sonra öldürmek için Muhammed ve Evs'ten Ubade b. Bişr b. Vakş, Ebû Naile Silkan b. Selman b. Vakş, Haris b. Evs ve Ebû Abs b. Cebr bir araya gelerek onu öldüreceklerini Rasulullaha bildirdiler. Müsaade edin o-nunla istediğimiz gibi konuşalım ve öldürelim, onu mutlaka Öldürmemiz gerekir, dediler. Yani sizin aleyhinizde bazı şeyler söyliyerek lafızların zahiri ile onu aldatalım, dediler. Serbestsiniz, buyurdu. Bunun üzerine süt kardeşi olan Ebû Naile adama gitti, sohbet etti ve beraberce şiirler okudu. Sözü denk getirerek Ebû Naile: Bu adam (Rasulullah) in gelişi bize uğursuzluk (bela) getirdi dedi.
Adamdan maksat Rasulullahtır. Beladan maksat nimettir. Çünkü bela şiddet anlamında kullanıldığı gibi nimet manasında da kullanılır. Her iki manada da kullanılır. Nitekim ashab şöyle buyurmuşlardır : "Şiddete mübtela olunca sabrettik. Nimete mübtela olunca sabredemedik." Cenabı Hakkın :
"Bu Rabbinizin büyük bir belası (imtihanı) idi." ayetinin açıklamasında : Sizi Firavun ve kavminden kurtarmasında büyük nimet vardır, denilmiştir. Yine, çocuklarınızı kesmesi, eşlerinizi diri bırakması sizin için büyük bir mihnettir, diye açıklanmıştır.
Sözlerine devamla şöyle dedi: Araplar bize savaş açtı. Hepsi birden üzerimize saldırdı, perişan olduk. Canımız helak oldu. Malımız telef oldu. Bir sadakaya muhtaç olduk. Yiyecek bir şey de bulamıyoruz.
Ka'b şöyle dedi : Ey Selame'nin oğlu! Neticenin bu şekilde olacağını ben daha önce sana söylemiştim.
Silkan araya girdi ve şöyle dedi: Beraberimde başka şahıslar da var, onlar da benim gibi düşünüyorlar. Bize hurma ve yiyecek satman, bu konuda bize iyilik etmen üzere kendilerini de sana getirmek istiyorum. Bunları satarsan biz de sana güveneceğin bîr rehin bırakırız.
Ka'b dedi ki: Raflarım hurmalarla dolup taşmaktadır. Ama ne hurmalar! Dişin köküne kadar batacağı cinsten hurmalar!
Rifaf rafın çoğuludur. Hurmanın toplandığı yer demektir. Bu raflar hurmanın çokluğundan çatırdayıp duruyor.
Devam etti: Ey Ebû Naile! Allah'a yemin ederim ki sizi bir kıtlık içinde, yani şiddet içinde görmek istemezdim. Senin değerin yanımda büyüktür. Ne rehin vereceksiniz? Acaba kadın ve çocuklarınızı rehin bırakır mısınız?
Ne yapıyorsun? Bizi teşhir edip rezil mi etmek istiyorsun? Sana memnun kalacağın silahlardan rehin bırakalım, dedi. Şüphesiz silahta vefa vardır, cevabını verdi.
Silkan, kendisinden silah istemeğe geldikleri zaman geri çevirmesin diye böyle söyledi.
Ebû Naile tekrar geri dönmek üzere arkadaşlarının yanına geldi. Akşam saatlerinde kendisine gitmeyi kararlaştırdılar. Sonra yatsı vakti Rasulullaha gelerek meseleyi haber verdiler. O da Baki mezarlığına kadar beraber çıktı. Sonra uğurlayarak: "Allah'ı anınız ve yardımını isteyerek gidiniz" buyurdu. Kendilerine dua etti. Bu iş, gün gibi aydınlık mehtaplı bir gecede oluyordu.
Gittiler ve adama vardılar. Kaldığı yerin yakınından Ebû Naile kendisine seslendi. İbnü'l-Eşref henüz yeni evlenmişti. Sesi duyunca hemen atladı. Ancak karısı eteğinden yakalayarak: Nereye gidiyorsun? Senin düşmanların var. Bu saatte senin gibiler dışarı çıkmaz, diyerek alıkoymak istedi. Ama kendisi: Kardeşim Ebû Naile'dir, beni uykuda görse bile uyandırmak istemez, diyerek ısrar etti. Sonra eli ile çırptı ve şu sözleri tekrar-lıyarak çıktı: "Yiğit ölüme bile çağrılsa icabet eder." Karşılamaya gitti ve hoşgeldiniz dedi. Sonra kendilerine açılınca; Yazıklar olsun sana! Gecemizin geri kalan kısmında daha iyi sohbet etmek için Şercu'I-Acuz[22] denilen yere kadar yürüyelim mi? dediler. Yürüyerek çıktılar. Şerç denilen yere doğru ilerlerken Ebû Naile eli ile Ka'bın başını okşayarak: Vay be! Ne güzel koku! dedi. Sonra bir müddet yürüdü ve aynı şeyi tekrar etti. Nihayet iyice fırsatını bulunca kafasını yakaladı ve arkadaşlarına: Vurun Allah'ın düşmanına, diye seslendi. Onlar da kılıçları ile vurmaya başladılar. Ama yeterli olmadı. Kılıçlar birbirine çarpıyordu.
Muhammed b. Mesleme der ki: Kılıcımın yanında hançere benzer bir şeyin olduğunu hatırladım. Çıkardığım gibi karnına sapladım. Sonra biraz daha yüklendim ve sapma kadar hatırdım. Allah'ın düşmanı bir çığlık attı. Bu ses üzerine yahudilerin bütün burç ve köşkleri üzerinde ateşler yakıldı. Korku anında geceleri ateş yakmak yahudilerin adetidir.
Beni Haris yahudüerinden olan İbn Süneyne şöyle diyordu: Medine' de akıtılan kan kokusunu duyuyorum.
Meğâzî kitaplarında belirtildiğine göre kendisi ile Ka'b'm öldürüldüğü yer arasında bir fersah kadar mesafe vardı.
Ka'b'e vururken o arada Haris bin Evs de ayağından yaralanmıştı. Onu tamamen öldürünce geri gitmek için yola çıktılar. Beni Ümeyye, Beni Kureyza ve Buas üzerinden geçtiler. Harratu'1-Ariz denilen yere gelince Haris'in ağrısı arttı. Yaradan çok kan kaybetti. Ona acıyarak aralarında taşıdılar. Rasulullaha geldiler. Baki mezarlığına gelince tekbir getirdiler. O geceyi Rasulullah ihya etmişti. Tekbir seslerini duyunca onu öldürdüklerini anladı. Sonra Haris b. Evs'i Rasulullah'a getirdiler. Yarasına tükürün-ce ağrı kesildi. Allah'ın düşmanına yaptıklarını anlattılar. Sonra evlerine dağıldılar. Sabah olunca Rasulullah: Yahudi erkeklerden kimi görürseniz öldürün,buyurdu.
Bir araya gelerek bu olayı görüşüp herhangi bir harekette bulunmalarını önlemek ve tedbir almak için böyle söyledi.
Yahudiler korktular, ileri gelenlerinden kimse dışarı çıkmadı. Birşey de konuşmadılar. İbnü'l-Eşref'in başına gelenin kendilerinin de başına gelmesinden korktular. Benu Harise'nin yahudüerinden olan İbn Süneyne, Huvaysa b. Mes'ud'un antlaşman arkadaşı idi. Onun kardeşi Muhaysa Islama girmişti. Muhaysa, İbn Süneyne'yi öldürdü. Bunun üzerine Huvaysa, Muhaysa'yı dövmeye başladı. Ondan büyüktü. Ey Allah'ın düşmanı! Adamı öldürdün. Allah'a yemin ederim ki şimdiye kadar onun malı ile besleniyordum. Çünkü ikisine de yardım ediyordu. Bunun üzerine Muhaysa şöyle dedi: Onu öldürmemi isteyen seni de öldürmemi isteseydi, seni de öldürürdüm. Humaysa şaşkınlık içinde sordu: Muhammed beni öldürmeni söyleseydi öldürürdün ha? Evet, dedi. Muhaysa tekrar: Vallahi, seni bu derece etkileyen bir din elbette büyük bir dindir. O gün Huvaysa da müslüman oldu. Bundan sonra Muhaysa şu şiiri okudu :
Kardeşim, " istenirse seni öldürürüm", sözümü yadırgamaktadır. Halbuki böyle bir istek olursa kulaklarının kökünden kafasını uçururum. Kılıcım tuz gibi beyaz ve iyi de cilalıdır. Ne tarafa sallarsam boşa gitmez. Rasulullah'ın emrine itaat ederek seni öldürürsem Yemen1 den Şam'a kadar olan mesafenin benim olmasından daha çok sevinirim.
Müellif, bu hadisi Câbir b. Abdillah'ın rivayeti ile de tekrar ederek şöyle nakleti:
368- Muhammed b. Mesleme kendisi İbn'l-Eşref'e gelerek şöyle dedi: Ey Ka'b, sana bir şey için geldim. Buyur, söyle, dedi. Senden biraz hurma borç almak istiyorum deyince, hurmayı ne yapacaksınız? diye sordu. Cahiliyye döneminde bin ölçek hurma devşirdiklerini bildiği için İbnü'l-Eşref bu talebi yadırgadı ve sordu. Muhammed cevap verdi: Bu adam (Rasulullah) ve arkadaşları yanımızda bir şey koymadılar. Yani cahiliyye şeylerinden bizde zararlı hiçbir şey bırakmadı. Yahut şirkten birşey bırakmadı. Yahut din ve dünya işlerinde muhtaç olduğumuz her şeyi verdi ve hidayet etti, demek istedi.
Bunun üzerine Ka'b şöyle dedi: Hele şükür, aklın başına gelmiş, hemen ihtiyacını görmeğe bak. Yalnız bana bir rehin bırakman lazım.
Zırhımı rehin bırakırım, deyince her halde babandan kalan Zağba isimli zırhdır? diye sordu: Evet, dedi. O halde dilediğin kimselerle gel, ihtiyacını gör, dedi. Ben de gece karanlığında geliriz, dedim.
Senden bir şey isterken yahut bir ihtiyaç için gelirken halkın görmesini istemiyorum, dedim, Muhammed'le beraber çıktı. Biraz sohbet ve iltifattan sonra Muhammed elini başına götürdü. Saçları kıvırcıktı. Ne güzel kokuyorsun, dedi. Dilersen sana da veririm, dedi. Aynı şeyi tekrar yaptı. Bunun üzerine: Ya Muhammed! İşte böyle. Sen ve arkadaşların bunu (kokuyu) terkettiniz, dedi. Bir eli ile saçından iyi yakalayınca diğer eli ile hançeri karnına sapladı... ilh.
Kendisinden hurma borçlanmak istediğini söyledi ve adamı öldürdü. Bu ondan bir haksızlık yahut ahde vefasızlık değildir. Böylece anlaşıldı ki böyle şeyleri yapmanın bir sakıncası yoktur.[23]
[19] Nisa : 60
[20] Tağut, Allah'tan başka kendisine kulluk yapılan her şey.
[21] Enbiya : 8
[22] Halkın toplandığı ünsiyeti olan bir yer.
[23] İmam Serahsî, İslam Devletler Hukuku, Şerhu’s-Siyeri’l-Kebir, Eğitaş Yayınları: 1/267-273