- Değmez

Adsense kodları


Değmez

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
ehlidunya
Sat 17 March 2012, 11:41 pm GMT +0200
   

Ahmet Kurucan
   
Değmez


Ölümden bahis açıldı. Hani dünya ile ukbayı bir vahidin iki yüzünden ibaret görmeyen ve göremeyenlerin; veya öyle görse de belki ukbada Hak huzurunda veremeyeceği hesabı olanların korktuğu ölümden.

Merhum Necip Fazıl: "Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber... Hiç güzel olmasaydı, ölür müydü Peygamber?" dese de yüzü soğuk olduğu için olsa gerek genelde herkesin bir nebze çekindiği ölümden. "Ölüm varken, insanların makam-mansıp, şöhret, para gibi fani şeylere dilbeste olması mucib-i hayret." dedi ve hemen ekledi: "Ama bunlar yüce bir mefkure adına talep ediliyorsa, Allah'ın rızası hedefleniyorsa mahzuru yok. Fakat hedef bu değilse, değmez." Değmez deyişini duymanızı isterdim. Hastalıklı vücudunun ses tonuna yansımasına sabah mahmurluğunu da ilave edin ve "değmez" kelimesinin nasıl söylendiğini hayalinizde canlandırıp duymaya çalışın: "Değğ-meezzz."

Kısa bir müddet durduktan sonra: "Basit şeyler bunlar. Sıradan insanların ulaşabileceği şeyler. Böyle basit şeylere gönül bağlamak doğru değil. Allah'a, O'nun rıza ve rıdvanına talip olmak lazım. "Men kâne lillahi, kânellahu leh" yani kim Allah için olursa, Allah da onun için olur. Allah'tan başkasına talip olanlar kendini ucuza satmış demektir." Son cümleyi not alırken yine vurucu bir sözle bitirdi faslı diye düşünüyordum ama yanılmışım; asıl vurucu sözü hemen peşi sıra söyledi, hem de yürekleri dağlayan yanık bir ses tonuyla: "Değğ-meezzz."

Sonra yakınlarının aşina olduğu o kendine özgü duruşuyla derinlere daldı ve şu dizeyi mırıldandı: "Sor hal-i perişanımı saysın geceler." Alvar İmamı da şöyle der:

"Perişanım bugün cânâ perişan olmayan bilmez.

Cevahir kadrini cevher fürûşan olmayan bilmez."

Kimi zaman ürperen gönüllerle, kimi zaman yaşaran gözlerle, kimi zaman derinden derine yaptığımız aklî sorgulama ve muhakemelerle dinliyoruz bizim hem dünya hem de ukbamıza yönelik yol haritası belirleyen bu sözleri de; sohbet meclisinden ayrılıp gündelik hayata döndüğümüzde hayat felsefemizin, yaşam tarzımızın çok değişmediğini görüyoruz. Bu zaviyeden tarihe bakıyorum, aynı şeylerin bizden öncekilerin hayatında da yerini aldığını müşahede ediyorum. Hatta nice peygamber meclisinde oturanlardan bazıları bile bu kulvara geçici de olsa uğramış ve yol almışlar.

İSLAM'I DOĞRU ANLATAMIYORUZ

Neden? İhtimal bu "Neden?" sorusuna cevap teşkil edebilecek birçok şey geliyordur herkesin aklına şimdi. Bakış açısı, bilgi, tecrübe ve benzeri unsurlara göre değişen cevaplardır bunlar. Mesela benim aklıma ilk, iman ve imanın yaptırım gücü geliyor. İmanın sahih bilgi temeli üzerine oturmaması geliyor. İrfan ve hikmet geleneği ile beslenmeyen, kalb ve ruh ayağı eksik kalan iman aklıma geliyor.

Sohbetin ilerleyen dakikalarında sorduğum bu 'Neden?' sorusuna cevap teşkil edebilecek bir hususa temas etti Hocaefendi. Söylenen söz, yapılan tespit belki bazılarına çok basit gelebilir; ama geleneğin içinden hem de geleneğin taassup derecesinde yaşandığı bir yerde neşet etmiş olması itibarıyla Hocaefendi gibi birisi tarafından yapılması, söz konusu tespite ayrı bir değer kazandırıyor. Şöyle dedi: "İslam'ı özü, aslı, esasını nazara vererek anlatamıyoruz. Aksine kültürel değerlerle, gelenekle anlatmaya çalışıyoruz. Halbuki..." İşte şimdi okuyacağınız cümleler benim Hocaefendi farkı diye ifade edebileceğim, tespite ayrı değer kazandırıyor dediğim düşünceler: "Halbuki gelenek, eğer dinin mantığı ile beslenmezse, bundan taassup doğar. Zaten bugün halkımız, İslam'ı, taassup seviyesinde yaşıyor." Bu iki cümle bir taraftan İslam alemi olarak dünden bugüne yaşadığımız genel manzarayı anlatıyor; diğer taraftan 'Neden?' sorusuna cevap veriyor.

Sohbet ortamı devam ediyor. Onca rahatsızlığına rağmen muhabbet kapısı bu kadar açılınca onu zorlayanlar oluyor. Sorular soruluyor; cevaplar veriliyor. Fakat cevaplar esnasında söz dönüyor dolaşıyor kendi ifadesiyle "insanın yüreğini ağzına getirecek hadiseler" ve bu hadiselere karşı alınacak tavırlara dayanıyor. Önce tevhid diyor Hocaefendi. Müspetiyle-menfisiyle yaşanan her türlü hadisenin arkasında Allah'ın hikmet ve kudret elini nazara veriyor. Belki çoklarımız gibi hayata ve hadiselere gözüne at gözlüğü takmışçasına tek boyutlu bakan insanların gözünü açacak, buz dağlarının görünmeyen noktalarını da işaret eden tenbihatlarda bulunuyor. İbrahim Hakkı'nın "Bir kitabullah-ı âzamdır serâser kainat. Hangi harfi yoklasan manası hep Allah çıkar." beytiyle yapıyor bu uyarıyı. "Felaketi bütün boyutları ile göremiyor insanımız. Sebeplere bağlı olarak anlamaya çalışıyorlar her şeyi. Natüralist bir gözlükle bakıyorlar hadiselere. Kendi kafalarında canlandırdıkları dünya adına ortaya koydukları cehd ve gayret kadar, insanın yüreğini ağzına getiren hadiselerin önlenmesi için cehd ve gayret ortaya koymuyorlar."

Ve ardından dua diyor Hocaefendi. "Bir his ölgünlüğü var insanımızda. Dua etmiyorlar. İnanan insanlar içinde elbette samimi bir şekilde dua edenler vardır da; umumiyet kesbetmiyor bu dua. Yana-yakıla, yırtınırcasına bir dua yok." Daha konuşmaya takati kalmadı. Sustu. Etrafa nemli gözlerle bakıp Yunus Emre'nin şu dizelerini okuyup kalktı:

"Onlar cihane geldiler.

Hep gittiler kalmadılar.

Gülmediler ağladılar.

Gülme gülme ağla gönül."

sümeyra
Sun 18 March 2012, 07:12 am GMT +0200


     Allah razı olsun..Rabbim bizi duaya muvaffak kılsın..His ölgünlüğünden kurtulmayı nasib etsin,inşaallah..