meryem
Sat 19 February 2011, 09:39 pm GMT +0200
Ceza Olarak Şer
Musibetler İnsanların Yaptıkları Kötülüklerin Karşılığıdır
Kur'an, dünyada müşahade edilen şerlerin büyük bir kısmını ceza olarak göstermektedir. Geçen kısımlarda, insanların bir imtihan dünyasında olduklarını, hayırlarla olduğu gibi şerlerle de imtihan ve terbiye olunduklarını, kısmen hür iradeleriyle iyiyi yahut kötüyü tercih edebildiklerini anlatmıştık. Her imtihanda olduğu gibi bu imtihanda da bir netice, bir mükafaat veya bir mücâzat söz konusudur. Kur'an'ın talimiyle anlıyoruz ki bunlar daha ziyade ahirette olmakla beraber, dünya hayatında da biraz var.
Cenab-ı Allah:
“Biz göklerle yeri ve aralarındakini boşuna yaratmadık. Bu o küfredenlerin zannıdır. Bu yüzden kâfirlere ateşten şiddetli bir azab vardır. Yoksa biz, iman edip de güzel güzel amel edenleri, yeryüzünde fesat çıkaranlar gibi mi tutacağız? Yahut (Allah'tan) korkanları doğrudan sapanlar gibi mi sayacağız?” [1449] buyuruyor. Kendisinin bundan münezzeh olduğunu kullarının dualarında söylemelerini şöyle öğretiyor:
“Ey Rabbimiz, sen bunları boşuna yaratmadın, sen (bundan) münezzehsin, bizi ateşin azabından koru.” [1450] , “Sen ancak büyük bir mesele için, sevab ve ıkab için, hesab ve mücâzât için yarattın.”[1451] Yoksa bu yaratış batıl olurdu.[1452]
Cenab-ı Allah yapacağından mesul olmaz, fakat insanlar yaptıklarından mesuldürler Enbiya: /22. [1453] Teklif ve imtihanın muktezası, bu dünyanın sonunda bir ahiret bulunması ve insanların mesuliyetlerinin neticesi olarak burada mükafaat ve mücâzât görmeleridir.[1454] Ey insanlar:
“O (Allah), hanginizin ameli daha güzel olduğu hususunda, sizi imtihan etmek için gökleri ve yeri altı günde yaratandır. Arşı su üstündeydi. Andolsun ki ölüirden sonra muhakkak yine diriltileceksiniz.” [1455], “(herkesin dünyada yapıp ettiğini) tartmak da o gün haktır.” [1456]
“Biz kıyamet gününe mahsus adalet terazileri koyacağız. Artık hiçbir kimse, hiçbirşeyle haksızlığa uğratılmaya çaktır, bir hardal tanesi kadar bile olsa onu getiririz. Hesabcılar olarak biz yeteriz.” [1457] Terazi, doğru da tartıyor olabilir yanlış da. Ama, ister hakikate hamledilsin, ister mecaz kabul edilsin, kıyamet günü Allah'ın terazisi doğru tartan, adaleti bi-hakkın tahakuk ettiren terazidir.[1458] Herşeyin ölçüsünü O, tartılmadan da bilir ama adaletin, insanların gözleri önünde cereyan etmesi ve itirazlarına mahal kalmamsı için ölçüyor, denebilir.[1459]
Şüphesiz Allah Teala, kullarına haksızlık edici değildir.[1460] Hiçbir kulunu hak etmediği bir cezaya çarptırarak zulmetmez, herkese hak ettiği cezayı verir.[1461]
“Kim zerre ağırlığınca bir hayır yaparsa onu görecek, kim de zerre ağırlığınca şer yaparsa onu görecek.” [1462] Bazı müfessirler, bu görmeyi hem dünyaya, hem ahirete teşmil etmişler ve “Kâfir yaptığı iyiliğin karşılığını dünyada görür, kötülüklerinin cezasını ahirette çeker. Mümin ise yaptığı kötülüklerin cezasını dünyada çeker, hayırlarının karşılığını ahirette alır.”[1463] demişlerdir. Enes b. Mâlik (r. a)'dan mervî hadiste Resulullah: "Allah mümine, yaptığı hiçbir iyiliğinde zulmetmez, onun karşılığını dünyada verir, ahirette de oun mükafaatlandırır. Kâfire gelince, Allah, yaptığı iyi amelleri sebebiyle onu dünyada rızıklandırır da ahirette mükafat alacağı bir iyiliği kalmaz.” buyurur.[1464]
Allah Teala, kâfirleri hem dünyada hem ahirette azab edeceğini beyan etmiştir:
“O kâfir olanlara gelince, ben onları dünyada da ahirette de en şiddetli bir azab ile cezalandıracağım.” [1465] Görülüyor ki, azab ve mücazat sadece ahirete has değildir. Kâfirin öldürülmesi, esir alınması ve benzeri başına gelen hallerle hastalık ve musibetleri onun bu dünyadaki cezalandırılmalarındandır.[1466]
“Hiçbir günahkâr başkasının günahım yüklenmez.” [1467] Mesuliyet ve cezanın ferdî oluşu hakikatinin, hem ahlâk anlayışında hem de tatbikat safhasında, kesin ve açık bir tesiri vardır. Her ferdin, ancak kendi amelinin karşılığını göreceğini, başkasının yaptıklarından sorumlu olmayacağını bilmesi, onu devamlı çalışmaya sevkeder. Kervan, herkes kendi zatî eşyasını yüklenmiş olarak yoluna devam ediyor. Mîzan başında herkes kendi eşyasını tarttıracaktır.[1468] Yalnız, şu var ki günaha ve dalâlete sebeb olanlar:
“Kendi günahları ve o günahlarla beraber daha birçok (saptırdıkları kimselerin[1469] günahlarını da yükleneceklerdir.” [1470] Bu onların sapma günahları değil, saptırma günahlarıdır.[1471] Kendisini öldürmeye yeltenen (Kabil'e kardeşi Hâbil'in söylediği:
“Dilerim ki sen kendi günahınla birlikte benim günahımı da yüklenesin.” [1472] sözü yukarıdaki esasa ters değildir. Burada kastedilen, sen irtikâp ettiğin diğer günahlarla birlikte, beni öldürme günahını da yüklen demektir. Yoksa, katil öldürdüğü kimsenin günahını da yüklenir manasına değildir[1473], veya “Eğer seni öldürmüş olsam kazanacağım günahı, diğer günahlarınla, beni öldürerek sen yüklen.”[1474] manasınadır.
Allah Teala, ceza vermede amansız bir gâlib-i mutlakdır, aziz ve intikam sahibidir.[1475] İzzet, zilletin zıddıdır, intikam da nimetin zıddı olan “mkmet” kelimesindendir ve “gücünü göstermek, bir cinayetin cezasını vermek.” manasınadır. Türkcede “öç almak” karşılığındadır, afvın zıddıdır. Gerçi Allah'ın sonsuz merhameti vardır, tevbekârları bile afveder ama, bu, doğruyla yanlışı biribirine karıştırmasını, iyiliklerle kötülükleri bir tutmasını gerektirmez, aksine rahmeti, afvı ve hilmi, kemâl manasını bunları temyizde bulur. Afvı gördükçe şımaran ve zulmüne devam edene af bir şerdir. Af, cezalandırarak intikama kadir olandan sadır olursa.[1476] Allah'ın intikamı bizim bildiğimiz manada bir öç alma değildir, O'nun hikmetine, izzetine, ilim ve kudretine uygun, hakimane bir intikamdır.
“Allah, hâkimlerin hâkimi değil mi?” [1477] Hâkim ve hükümdar olanlar, isyankârlara ceza, itaat edip iş görenlere ecr ve mükafat veriyorlar, bir din demek olan ceza ve mesuliyet kanunlarını tatbik ediyorlar da hepsinin üstündeki Allah hükmünü infaz etmez mi? Hiç şüphe yok ki, insanları en güzel bir biçimde yaratan Allah “ahkemü'l-hâkimîn”dir, dinini yürütecek, güzel ile çirkini, yalancıyla sâdık olanı ayıracak, iman edip sâlih ameller yapan müminlere ecir verecek, kâfirleri de esfel-i sâfiline yuvarlayacaktır.[1478]
Biz bu muhakeme ve mücâzatın daha ziyade dünyevî olanını, yani ukubet şeklinde tecelli eden ve insanlarca şer olarak telâkki edilenleri söz konusu edeceğiz.
[1449] Sâd: 38/27,28.
[1450] Al-i İmran: 3/191.
[1451] Taberî, 4/140; RM., 23/188.
[1452] Tabatabâî, 4/88
[1453] Al-i İmran: 3/191.
[1454] Elmalılı, 4/2762.
[1455] Hûd: 11/7.
[1456] A'raf: 7/8.
[1457] Enbiya: 21/47.
[1458] Râzî, 22/176-177; A. Kâri,. 95 - 96; R.M., 8/82-84.
[1459] Taberî, 8/92.
[1460] Al-i İmran: 3/182; Nisa: 4/40; En'am: 6/60.
[1461] a. g. e., 4/131.
[1462] Zilzâl: 99/8.
[1463] RM., 30/212.
[1464] Müslim, Sifatü'l-Münâfikin, 13 (4/2162).
[1465] Al-i İmran: 3/56.
[1466] Râzî, 8/72.
[1467] İsrâ: 17/15; Fâtır: 35/18.
[1468] S. Kutub, 22/123-124.
[1469] Taberî, 20/87.
[1470] Ankebut: 29/13.
[1471] RM., 15/35.
[1472] Mâide: 5/29.
[1473] Taberî, 6/124
[1474] Zamahşerî, 3/007.
[1475] AI-i İmran. 3/4.
[1476] Elmalılı, 2/1022 - 1023.
[1477] Tin: 95/8.
[1478] Elmalılı, 8/5941