sumeyye
Thu 22 September 2011, 12:02 pm GMT +0200
IX. Cahillerin Tevili
Cahillerin teviline gelince, bazı mezhep mutaassıplarının yaptığı gibi mezhep imamlarının görüşlerine uymayan nassları uzak tevillerle yorumlayıp imamların görüşlerine uygun hale getirmek bu çerçeveye dahil edilebilir. Böyle bir tavır aslında mezhep imamlarının da razı olmadığı bir tutumdur. Zira alimin görevi nassları esas alıp mezhepleri nassa tabi kılmaktır. Mezhep imamlarının temel yaklaşımı da budur. Nitekim bir çok imamın "Hadis, sahih ise benim mezhebim odur." dediği sabittir.
Ulemadan birçok kimse bu taassupçu tutumu tenkit etmiştir. Bu cümleden olarak İmam İzzeddin b. Abdüsselam şunları ifade etmektedir: "Ne gariptir ki, mukallid fakihlerden bazıları imamların dayandığı kurallarda telafisi imkansız olan bir zaafa muttali oldukları halde onu taklit etmeye devam ederler. Taklitte ısrar edip; Kitap, Sünnet ve sahih kıyasın desteklediği mezhebi terk ederler. Öte yandan Kitap ve Sünnetin zahirini reddetmek için değişik hilelere ve batıl tevillere başvururlar. Bütün bunları aa taklit ettikleri imamı savunma adına yaparlar."
Ancak burada şöyle bir soru akla gelebilir: Sahih bir hadisle karşılaşıp onun mezhep imamının görüşüne muhalif olduğunu gören kimse ne yapmalıdır?
Cevabı İbni Salâh'dan dinleyelim: "Şafiî bir kimse mezhebine muhalif bir hadis görürse önce mutlak ictihad veya bahse konu olan bâb ve mesele için gerekli donanıma (otâtu'i-ictihâd)sahip olup olmadığına bakılır. Şayet böyle bir donanıma sahipse mezhepten bağımsız bir şekilde söz konusu hadisle amel edebilir. Ancak içtihadı donanıma sahip olmamakla beraber hadise muhalif düşme kendisine ağır geliyorsa konuyu araştınr. Şayet araştırma sonucu muhalif görüşe ilişkin tatmin edici bir cevap bulamazsa, Şafiî dışında herhangi bir İmamın kendisiyle amel ettiği bir hadis ise onunla amel eder. Bu durum, söz konusu şahsın kendi imamının mezhebini terk etmesi için mazeret olur."
Nevevî, İbni Salâh'm ifadesini uzun uzadıya naklettikten sonra şunları kaydeder: "İbni Salâh'm söylediği, güzel ve isabetli bir açıklamadır.[33]
Bazı fakihlerin yaptığı, İslam'ın ruhuna ve genel maksatlarına aykm düşen, şâriin güttüğü maksada aykırı sonuçlar doğuran ya da şer'î maksadın tahakkuk etmesini engelleyen şer'î hileler de cahillerin tevili kapsamında değerlendirilmelidir. Tabiî ki bu hileler, bütün alimlerin kabul ettiği dinî kolaylıklardan farklıdır. Dinî kolaylık ve çıkış yollan denebilecek bu nevi şer'î çözümler her şeyden önce sahibinin fıkıhtaki derinliğine dalalet eder. Nitekim başta İmam Ebu Hanife olmak üzere imamlardan pekçok kimse bu alanda büyük üstünlük göstermiştir.
Sûfiyeden bazı kimselerin Kitap ve Sünnetteki nasslann bir kısmını Arap dilinin üslûp ve özelliklerine, nassın vurûd sebebine ve genel akışına aykırı olacak tarzda yorumlaması da söz konusu fâsid (yanlış) tevile girer. Mesela bazılarının Cibril hadi-sincTekı "sen onu görmesen de o seni görmektedir. [34]ifadesiyle ilgili söyledikleri buna örnektir. Bunlara göre hadisteki "tekun" fiili "tamme" olarak ele alınacak "terâhu" fiili de "in" edatının cevabı olacaktır. Bu durumda hadis şöyle bir mana ifade etmiş olmaktadır: "Şayet sen kendi varlığını ve enaniyetini terk edipnefsini görmezsen Cenab-ı Hakk'ı görürsün. Yani vuslata erip marifetullâhın zevkine vararak onu tanırsın. Ve Cenab-ı Hakk'ın murâkabesiyle müşerref olursun." Bu mana sahih olmakla birlikte Arapça'nın özellikleri açısından hadisin buna hamledilmesi batıldır. Şayet hadis bunu ifade etmiş olsaydı hadisteki "terâhu" kelimesi "terah" şeklinde meczûm olurdu. Ayrıca hadisin genel akışı ve vurûd sebebi de bu mananın irade edilmesini engellemektedir.
Bazı mutasavvıfların bir kısım nassları kendi aslî manalarından çıkarmaksızın onlardan birtakım itibarî manaları anlamaları bu olumsuz tevillerle karıştırılmamalıdır. Bunlar, ulemanın kabul ettiği ve işarı tefsir olarak isimlendirdiği manalardır. Bu tür tefsirin en güzel örneği, Kuşeyrî'nin "Letâifu't-İşârât" adlı eseridir.
Keza bazı tevilci alimlerin sıfatlarla ilgili nasslan tevil edip Arapça'nın üslûp ve özelliklerine ters düşecek tarzda ya da Cenab-ı Hakk'ın Zat-ı Zülcelâli hakkında eksiklik vehmini u-yandıracak şekilde birtakım manalara hamletmesi de cahillerin tevili kapsamına girer. Mesela "Rahman olan Allah arşa istiva etti[35] ayetindeki istivayı "istila" ya yormak bu türden bir tevildir. Zira isüîa, Cenab-ı Hakk'ın münezzeh olduğu karşılıklı galebeyi dolaylı olarak çağnştırmaktadır. [36] Cenab-ı Hakk'ı noksanlık bildiren ifade ve manalardan tenzih ettiğimiz gibi, noksanlığı çağrıştıran şeylerden de tenzih etmek gerekir. Onun yüce azameti her türlü noksanlık şaibesinden muallâ ve müberrâdır.
Ancak bu tür naslan, sözün siyakına uygun düşecek tarzda Araplann anladığı yaygın mecazî manalara hamletmeye gelince bu, başvurulması gereken en doğru ve en İsabetli tavırdır. Fakat naslann belirttiğimiz tarzda mecazî manaları bulunmuyorsa, bu durumda yapılması gereken şey onlan olduğu gibi bırakmaktır. [37]
[33] Nevevî, eî-Mecmu' 1/64 Dileyenler, bu önemli açıklamayı kaynağından inceleyebilir. Ayrıca muhakkik alimlerden Allâme Muhammed Avvâme'nin Eseru'l-Hadîsi'ş-Şerîf fi ihtilâf i'l-Eimmeti'l-Fukâhâ adlı eserine bakılabilir. Müellif bu eserinde konuyu hiç bir söze gerek bırakmayacak derecede net olarak ortaya koymuştur.
[34] Buharî, îmân, 37, hadis nr: 50
[35] Tâhâ, 5
[36] Kanaatimizce içtihadı farklılıklar çerçevesinde mütâlâa edilebilecek bu tür hususları "cahillerin tevili" kapsamında değerlendirmemek gerekir. Batınîle-rin, filozofların ve mutezilenin yaptığı ve arapçanın üslûp ve özelliklerine aykırı ve muhkem naslara rağmen yapılan tevilleri buna örnek vermek daha uygun olur. Nitekim Müellifin, görüşlerine çok önem verdiği ve tecdid yöntemi hakkında bir eser yazdığı (el-Fikru'i-Islâmt Inde'l-Imâm ed-Dehlevî) Şâh Veliyyullâh Dehlevî de bu tür hususların naslar tarafından mücmel bırakıldığını, tevil edenlerin de etmeyenlerin de sünnet dairesine dahil olduğunu, hiçbir grubun diğerine üstünlük taslamaya hakkı bulunmadığını, bununla birlikte katıksız sünnet talibi olan kimselerin bu konulara hiç dalmaması gerektiğini (Dehlevî, Huccetullahi'l-Bâliğa, Beyrut, 1997, 1/27) belirtmektedir. -Çeviren-
[37] Muhammed Salih Ekinci, Hüccet Değeri ve Tedvin Açısından Sünnet, Rağbet Yayınları: 27-30.