- Bir avuç su yetmez mi?

Adsense kodları


Bir avuç su yetmez mi?

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
ehlidunya
Fri 11 May 2012, 03:39 pm GMT +0200
   

Süleyman Sargın
   
Bir avuç su yetmez mi?


Hazreti İsa'nın (aleyhisselam) doğumundan yaklaşık olarak 9-10 asır önce Mısır ile Filistin arasında Amalika adlı bir kavim yaşıyordu.

Câlût adında bir hükümdar tarafından idare edilen bu kavim, İsrailoğulları'na saldırıp onları perişan etti. Vatanlarından kovup çoluk-çocuklarından ayrı bıraktı. Bunun üzerine İsrailoğulları, peygamberlerine müracaat ettiler. Kendilerine bu muameleyi reva görenlerle savaşmak istediklerini söyleyip bir komutan talep ettiler.

Bu hadise, Bakara Sure-i Celilesi'nin 246-252. ayetlerinde anlatılıyor. Ancak bahsi geçen peygamberin ve diğer şahısların kimlik bilgileri gibi bazı detay sayılabilecek hususlara yer verilmiyor. Maksat, sonraki nesillerin ibret alması. İsmi meçhul o peygamber, kendisine müracaat edenlerin fıtratlarını çok iyi biliyordu. "Ya savaşma emri size farz kılınır, siz de savaşmazsanız?" diye tereddütünü izhar etti. Onlarsa kendilerinden gayet emin bir şekilde, "Ne diye Allah yolunda cihad etmeyelim ki; vatanlarından çıkarılan biz, çoluk çocuğundan ayrı düşenler de yine biziz." cevabını verdiler.

Onlar böyle dediler ama cihad kendilerine farz kılınınca içlerinden çoğu sözlerinden dönüverdi ve geride ahdine sâdık pek az insan kaldı. Dönemin peygamberi bunu önceden bilmesine rağmen İsrailoğulları'nın kumandan talebini geri çevirmedi; güçlü, kuvvetli ve iri cüsseli Tâlût'u hükümdar ve başkomutan olarak tayin etti.

Cenâb-ı Allah, Tâlût'a hem maddî hem de manevî yönden bir üstünlük vermişti; o heybetli, güçlü, kuvvetli ve çok güzel suretliydi. Dinî, siyasî ve askerî işleri de bilen, idareciliğe kabiliyeti olan biriydi. İsrailoğulları tercih edilen komutanı beğenmediler. Onlara göre, içlerinden daha zengin, daha seçkin ve daha asil birinin komutan olması gerekiyordu. Her zamanki "seçkinlik" tutkusundan kurtulamamış ve daha soylu bir insanın tayin edilmesini istemişlerdi. Peygamberleri onlara seçimin Allah Teâlâ tarafından yapıldığını ima etti. Tâlût'un Hak indindeki yerine dikkat çekti ve devamla şöyle dedi: "Onun hükümdarlığının alâmeti, size içinde Rabbinizden bir sekîne ile Mûsâ ve Harun'un manevî mirasından bir bakiyye bulunan ve meleklerce taşınan bir sandığın gelmesidir. Eğer iman etmeye niyetli iseniz bunda, elbette sizin için delil vardır." Vaadedilen sekinenin indiğini gören İsrailoğulları ancak o zaman Tâlût'un hükümranlığına razı oldular.

Tâlût, Câlût'a karşı sefere çıkmak üzere ordusunu harekete geçirince askerlerine şöyle seslendi: "Allah sizi, bir ırmakla imtihan edecek. Onun suyundan kana kana içen benden değildir. Kim o sudan bir avuçtan fazla içmezse o bendendir." Bu uyarıya rağmen -pek azı hariç- suyun başına varır varmaz ondan avuç avuç içtiler. Ancak suda bir gariplik vardı. İçtikçe daha çok susuyorlar ve bir türlü doymuyorlardı. Böylece imtihanı kaybedip yolda kaldılar. Tâlût ve zaruret miktarı bir avuç suyla yetinen sâdık müminler ise, ihtiyaçlarını görüp ırmağın diğer tarafına selametle geçtiler. Suyun öbür yakasında kalanlar, yeis ve inkisar şurubu içmişçesine "Bugün bizim Câlût ve ordusuna karşı duracak tâkatimiz yoktur" deyip geri çekildiler. Ölümden sonra diriltilip Allah'ın huzuruna çıkacaklarını bilen beridekilerse, "Nice küçük topluluklar vardır ki, Allah'ın izniyle, büyük cemaatlere galip gelmiştir. Doğrusu Allah sabredenlerle beraberdir." diyerek yollarına devam ettiler.

Onlar, Câlût'u ve onun yüreklere korku salan ordusunu görünce ürküp kaçmadılar. Tâlût'un etrafında daha bir kenetlendiler. Allah'a teveccüh edip sabra sarılmak gerektiğine inanarak şöyle niyaz etiler: "Ya Rabbenâ, üstümüze gürül gürül sabır yağdır, ayaklarımıza sebat ver ve kâfir topluluğa karşı bizi muzaffer eyle!" (Bakara, 2/250)

İsrailoğulları'ndan tahkiki imana ermiş bu küçük grup, sayıları az da olsa, Allah'a sığınmak suretiyle zafere kavuşabileceklerine gönülden inandılar. Ulaştıkları o iman ufkuyla içinde bulundukları hali değerlendirip yürekten bir yakarışta bulundular. Onlar, sadece "bize sabır ver" demekle yetinmediler. "Sabrı başımızdan aşağı yağmur gibi boşalt, üzerimize bol bol sabır yağdır." niyazıyla Allah'ın inayetine ve sabra ne kadar muhtaç olduklarını dile getirdiler. "Rabbimiz, Sen yarattın, Sen yetiştirdin bizi; en iyi Sen bilirsin ihtiyaçlarımızı, zaaflarımızı, eksiklerimizi... Sabırla coştur yüreklerimizi, cesaretle doldur içlerimizi; hiç titremesin bacaklarımız, asla kaymasın ayaklarımız. Geriye tek adım atmadan ve yerimizden ayrılmadan Senin yolunda mücahedenin hakkını verdir bize, o kâfirler topluluğuna karşı yardım ve zafer ihsan et şu bîçare bendelerine!.." mülahazalarıyla kasıkları çatlarcasına dua ettiler.

Kahir ekseriyetin yolda dökülüp kalmasına rağmen bir avuç sâdık kulun teveccühlerini Cenâb-ı Hak cevapsız ve mükâfatsız bırakmadı. Allah'ın izni ve inayetiyle Tâlût ve sâdık ordusu düşmanlarını bozguna uğrattı.


ceren
Sun 30 October 2016, 02:55 pm GMT +0200
Esselamu aleykum.Olaylar karsisinda sabir edip sonunu allahdan tevekkul ederek sabir ederek bekleyen ve ameline ulasan kullardan olalim inşallah.Rabbim razi olsun paylaşımdan....