- Alemin Yaradılışı 3

Adsense kodları


Alemin Yaradılışı 3

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sumeyye
Mon 19 April 2010, 11:00 am GMT +0200
KÜRSÜ, ARŞ VE GÖK KÜRESİ




Kürsü kelimesi Kur´ân´da 2 yerde geçer, biri İlâhî kürsüyü mevzubahis eder. Arş ise çok daha fazla geçer. Sırf İlâhî Arş´ın zikri 22 yerde geçer. Esas itibariyle maddî, dünyevî eşyaları ifade eden bu kelimelerin Cenab-ı Hakk´a nisbeti düşündürücüdür. Bunlardan kasd-ı İlâhî nedir? Eskiden beri İslâm âlimleri çok uğraşmışlar, çok münâkaşalar etmişler, farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Şüphesiz burada bu tarihî münakaşaya girecek değiliz. Gâyemiz, gerek hadisten ve gerek âyetten birkaç pasaj naklederek, meseleye dikkat çekmek, feza üzerine ihtisas yapanların ıttılâına arzetmektir.

Öncelikle şunu belirtmek isteriz: Kur´ân-ı Kerim kozmoğrafya kitabı değildir. İlk gâyesi, bütün âyetlerinde, Rabbü´l-âlemin olan Cenab-ı Hakk´ı tanıtmak, bize kulluk vazifelerimizi öğretmektir. Eşya niçin yaratılmıştır, nerden gelmektedir, nereye gidecektir, insanlar başı boş değildir, hayatın her anından hesap verecektir vs. bunları öğretmektir. Bu aslî maksadları işlerken, tâli olarak ilmin, terakkinin, tekniğin bazı ipuçlarını da vermekte, işâretlerde bulunmaktadır. Böylece her devirde insanlar Kur´ân-ı Kerim´i her hususta rehber yapabilmekte, mucize bir kitap olduğunu te´yid edebilmektedir.

Kürsü ve Arş´la ilgili âyetleri de bu çerçevede anlamak gerek. Kur´ ân-ı Kerim, Cenab-ı Hakk´ın kâinat üzerindeki İlâhî hâkimiyetini bu tâbirlerle ifade etmektedir. Bu sebeple Kürsü ve Arş tâbirlerinin zihne verdikleri bu mânanın esas alınması gerekir. Şimdi kelimeleri daha yakından inceleyelim:

Kürsü, lügatte, üzerinde dayanılan, oturulan şey demektir, dilimizde sandalye kelimesi ile karşılarız. Tefsirlerde gelen bâzı açıklamalara göre, kürsü, sandalyeye oturan kimsenin ayağını hafifçe yükseltmek maksadıyla, ayak altına konan tahta parçasıdır. Şimdilerde bu şey plastik, keçe, bitki lifi, tahta veya tel kafes gibi değişik maddelerden olabilmektedir. İlâhî saltanatın vüs´atini kavramada kürsünün taşıdığı bu mânayı da zihinden uzak tutmamalıdır. Zîra âyet-i kerimede, Cenab-ı Hakk´ın gücünü ifade zımnında: "Allah´ın kürsüsü gökleri ve yeri içine alacak şekilde geniştir, onların korunup gözetilmesi O´na ağır gelmez" buyurulur (Bakara 255.)

Evet İlâhî saltanat, öylesine geniş bir mülkte hüküm sürmektedir ki, semâvat ve arzı içine alan Kürsü, bu mülkün tamamına kıyasla, dünya saltanatına mazhar bir sultanın sandalyeye oturduğu zaman ayağını koyduğu altlık hükmünde kalmaktadır. Aşağıda kaydedeceğimiz hadisler bu mânayı te´yid edecektir.

Müfessirler kürsi kelimesini, ilim ve kudret olarak te´vil ederek, "Allah´ın kürsüsü, O´nun ilmi ve kudretidir" diye açıklayarak, lügavî mânanın zihinde hasıl edebileceği Allah´a madde, mekân ve şekil izafesi gibi menfi mânaları bertaraf etmişlerdir.

Arş, lügatte, kralların saltanat tahtı demektir. Bu da, Kürsü gibi, İlâhî saltanatı ifade eden bir tâbirdir. Bir âyette: "Allah´ın hükümranlığının Arş´ı kuşattığı" (Yunus 3), bir başka âyette de Allah´ın, "Büyük Arş´ın sahibi olduğu" (Müminun 36) ifade edilir. Bu iki mâna birçok seferler Kur´an´da tekrar edilir.

Kürsî ve Arş´ın İlâhî kudretin büyüklüğünü ve dolayısıyla bütün mevcudatın İlâhî murakebe ve kontrolün içinde kaldığını anlatmak maksadını tamamlamak üzere başka açıklamalara da yer verilmiştir:

Kürsü, iç içe olan yedi semânın dışındadır, yani yedinci semadan sonra gelmektedir. Fakat son hudud değildir. Onu da Arş kuşatmıştır. Bu konuda gelen nassları, bir müfessirimiz şu şekilde değerlendirir: "Semâvat ve arz Kürsü´nün iç boşluğunda yer alır. Kürsü de Arşın önündedir."

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) Kürsü´nün, yedi semâya nazaran büyüklüğünü tasavvur edebilmemiz için şu teşbihte bulunur: "Yedi sema, Kürsü içerisinde, bir kalkanın içine atılmış yedi adet dirhem (kuruşluk) gibidir."

Aynı maksadla, İbnu Abbas şu teşbihte bulunur: "Eğer yedi sema ve yedi arz genişleyerek birbirlerine değecek hâle gelseler, Kürsü´nün genişliği yanında, bunlar, çöle atılmış bir halka gibi kalır."

Kürsü´nün genişliği bu olursa, Kürsü´yü kuşatan Arş´ın genişliği nasıl olur?

Bu soru, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a aynen sorulmuştur. Öyle ise cevabını O´ndan dinleyelim: "Nefsimi kudret elinde tutan Zat´a kasem ederim, yedi sema ve yedi arz, Kürsü´nün yanında, çöl bir arâziye atılmış bir (demir) halkadan baka bir şey değildir. Arş´ın Kürsü´ye olan üstünlüğü de, tıpkı bu çölün o halkaya üstünlüğü gibidir" [İbnu Kesir, Tefsir 1, 550).][7]



KÂİNAT KÜREVÎ Mİ?


Yukarıdaki açıklamalardan, top şeklinde bir kainat tasvîri çıkmaktadır. Bu mânayı te´yîd eden başka rivâyetler de var. Eski müfessirlerimiz, daha ziyâde kubbe kelimesini kullanarak bu mânaya işâret ederler. Merkezde arz ve sâbit yıldızların mahalli olan birinci sema, bunu tâkiben sırayla diğer altı sema, sonra Kürsü, en dışda BÜYÜK ARŞ gelmektedir ve Büyük Arş, Kürsü´yü kuşatmaktadır. Bunlar üst üste değil, iç içe ve kürevîdir.

Cenâb-ı Hakk´ın Arş´ı istivâsı, O´nun bu hadsiz genişliğe hâkimiyetini ifâde eder. İnsan aklının alamayacağı, hayalinin tasavvur bile edemeyeceği sonsuzluk, Allah´ın büyüklüğü yanında, dünya sultanlarının ayak koydukları tahta parçası kalmakta, hiçliğe müncer olmaktadır. O yüce zât, Kur´an-ı Kerim´in ifadesiyle, "düşen bir yapraktan bile haberdar olacak kadar" (En´âm 59) kâinatın her noktasına ilmiyle, kudretiyle, tasarrufuyla hâkimdir, çünkü Büyük Arş´ı istiva etmiştir.[8]



ALLAH´A MEKAN İZÂFESİ Mİ?


Başta Arş´a istiva âyeti olmak üzere, ister Kur´an´da ve isterse hadislerde, Cenab-ı Hakk´ın hâkimiyetini ifâde için gelen tâbirâttan -bunları lügat ve örfî kullanışlarıyla anlayınca- Cenâb-ı Hakk´a mekân izâfe etmek, Zât-ı Akdeslerini insana benzetmek gibi, İslâm inancına uymayan mânâlar ortaya çıkarmaktadır. Kur´an âyetleriyle de tesbit edildiği üzere Zât-ı

İlâhî´nin eşi benzeri yoktur, zihinler O´nu tasavvurdan âcizdir. O´nu zaman, mekân, şekil gibi kayıtların hiçbirine tâbi kılamayız. Gözle görülmeyen, hayalle tasavvur edilemeyen, gaybî, İlâhî varlığı kavrayabilmemiz için Kur´an-ı Kerim ve hadisler, bâzı teşbîhlere yer vermiştir. İşte Kürsî ve Arş teşbîhleri bunlardandır. Biz bu teşbihler sâyesinde bir kısım İlâhî hakikatları kavrayabilmekteyiz. Yanlış anlaşılma olmasın diye bunlara yer verilmeseydi Allah tamamen meçhûlümüz kalacaktı. Öyle ise, bu çeşit ifâdeleri te´vîl ederek, kastedildikleri mânada anlamak gerekir. Nitekim selef âlimleri de öyle yapmışlardır.

Kur´ân-ı Kerim Cenâb-ı Hakk´ı tanıtırken, O´nun bize, "şah damarımızdan daha yakın" olduğunu belirtir. Bir başka âyette: "Secde et, O´na yaklaş" emriyle bizim O´ndan uzaklığımız ifâde edilir.

Yakınlık içinde uzaklık! Bu ezdâd İman mantığıyla tevhîd içinde kavranır, Aristo mantığıyla değil.

Sun´u ve yaratışını kavramaktan akılların âciz kaldığı Zât ne yüce, ne mukaddestir! Kâinatın zerrâtı adedince, O´nu nekâisten tenzîh eder, tesbîh ederiz, taksirâtımızın affını dileriz.[9]



ـ4ـ وعن ابن مسعود رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال رسول اللّهِ #: لَمَّا خَلَقَ اللّهُ تَعالى الْعَقْلَ. قالَ لَهُ: أقْبِلْ فأقْبَلَ، ثُمَّ قال لَه: أدْبِرْ فَأدْبَرَ، فقَالَ: مَا خَلَقْتُ خَلْقاً أحَبَّ إلىَّ مِنْكَ، وََ أرَكِّبُكَ إَّ في أحَبِّ الخَلْقِ إلَيَّ[. أخرجه رزين .



4. (1687)- İbnu Mes´ûd (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Allah Teâlâ hazretleri aklı yarattığı zaman ona: "Gel!" dedi, o da geldi. Sonra "Geri dön!" diye emretti. O da geri döndü. Bunun üzerine akla şunu söyledi: "Ben, kendime senden daha sevgili olan başka bir şey yaratmadım. Seni, nezdimde mahlûkâtın en sevgilisi olana bindireceğim." [Rezîn ilavesi.][10]



AÇIKLAMA:



Rezîn´in ilâvesi olan bu hadisin kaynağı gösterilmemiştir. Ancak İbnu Hacer, Fethu´l-Bârî´de 1684 numarada kaydedilen İmran İbnu Husayn hadîsini şerh sadedinde, ilk defa yaratılanla ondan sonra yaratılanların sırasını göstermeye çalışırken ilk yaratılan şeyin akıl olduğunu beyan eden اَوَّلُ مَا خَلَقَ اللّهُ الْعَقْلُ rivâyetini kaydettikten sonra bunun sâbit, sahih bir senedi olmadığını belirtir. Keza el-Metâlibu´l-Âliye´de Hâris İbnu Ebî Üsâme´nin Müsned´inden naklen akıl üzerine kaydettiği 30 kadar hadisin başında: "hepsi de mevzu´dur" yani uydurmadır diyerek bilgi verir.

Şu halde aklın faziletiyle ilgili hadislerin sıhhatini ihtiyatla karşılamak gerekmektedir.[11]



ـ5ـ وعن جابر رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال لى رسول اللّهِ #: أُذِنَ لِى أنْ أحَدِّثَ عَنْ مَلَكٍ مِنْ مََئِكَةِ اللّهِ تَعالى مِنْ حَمَلَةِ الْعَرْش: إنَّ مَا بَيْنَ شَحْمَةِ أُذُنِهِ إلى عَاتِقِهِ مَسيرَةُ سَبْعِمِائَةِ عَامٍ[. أخرجه أبو داود .



5. (1688)- Hz. Câbir (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bana: "Allah´ın meleklerinden olan Arş´ın taşıyıcılarından bir melek hakkında rivâyette bulunmam için bana izin verildi" dedi ve ilâve etti: "Onun kulak yumuşağı ile ensesi arasındaki uzaklık yedi yüz senelik mesâfedir" [Ebu Dâvud, Sünnet 19, (4727).][12]



AÇIKLAMA:



Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın bu açıklamasında birkaç nokta gözükmektedir:

* Arş-ı Âzam, melekler tarafından taşınmaktadır. Bunlara hamele (taşıyıcılar) denmektedir.

* Arş-ı Âzam, insanın akıl ve hayali almayacak bir azamete sahiptir. Zîra, onu taşıyan meleklerden birinin sadece kulağı ile omuzu arasındaki mesafe, (at) yürüyüşü ile yedi yüz yıl tutmaktadır vs... İslâm ulemâsı, buradaki rakamın, çokluğu ifade (kesretten kinaye) için kullanıldığını, mesafeyi tahdîd için kullanılmadığını belirtmiştir.

İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ)´tan Deylemî´nin kaydettiği bir rivâyette Arş´ı taşıyan meleklerin boyu hakkında daha tamamlayıcı bazı bilgiler yer alır:

وَإنَّ مَلَكاً مِنْ حَمَلَةِ الْعَرْشِ يُقَالُ لَهُ إسْرَافِيلَ زَاوِيَةٌ مِنْ زَوَايَا الْعَرْشِ عَلى كَاهِلِهِ قَدْ مَرَقَتْ قَدَمَاهُ في ا‘رْضِ السُّفُلَى وَمَرَقَ رَأسُهُ مِنَ السَّمَاءِ السَّابِعَةِ والْخَالِقُ اَعْظَمُ مِنَ الْمَخْلُوقِ

"Arş´ı taşıyan meleklerden İsrâfil adında biri vardır. Arş´ın köşelerinden biri onun omuzu üzerindedir. Ayakları aşağı arzı, başı da yedinci semâyı delip geçmiştir. Hâlık mahlûktan büyüktür"

Ahmed İbnu Hanbel´in Abdullah İbnu Selâm´dan bu aynı mevzû üzerine kaydettiği bir hadis, meleğin büyüklüğü hakkında bazı ziyade bilgiler ihtivâ eder:

...مِنْ بَيْنِ قَدَمَيْهِ إِلَى قَعْبَيْهِ مَسِيرَةُ سِتّ مِائَةَ عَا مٍ وَمَا بَيْنَ قَعْبَيْهِ إِلَى اَخْمَصِ قَدَمَيْهِ مَسِيرَةُ سِتَّ مِائَةَعَامٍ وَالْخَالِقُ اَعْظَمُ

".(Meleğin) ayakları ile topukları arasında altı yüz yıllık (yürüyüş) mesâfesi vardır. Topukları ile ayak çukurları arasında da altı yüz yıllık (at yürüyüşü) mesafesi vardır". Âlimler, bu hadisleri zayıf bulsa da birbirini destekleyip takviye ettiğini belirtirler. Bunlardan hareketle gayb âlemi üzerine kesin bir hükme ulaşılamaz ise de bir fikir elde edilebilir.[13]



ـ6ـ وعن العباس بن عبد المطلب رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]كُنْتُ جَالِساً في الْبَطْحَاءِ في عِصَابَةٍ)ـ1( فِيهمْ رسول اللّه # إذْ مَرَّتْ سَحَابَةٌ فَنَظَرَ إلَيْهَا، فقَالَ #: هَلْ تَدْرُونَ مَا اسمُ هذِهِ؟ قالُوا: نَعَمْ، هذَا السَّحَابُ. قال: وَالْمُزْنُ، قالُوا: وَالمُزْنُ، فقَالَ #: وَالْعنَانُ، قالُوا: وَالْعَنَانُ، ثُمَّ قَالَ #: هَلْ تَدْرُونَ كَمْ بُعْدَ مَا بَيْنَ السَّمَاءِ وَا‘رْضِ؟ قالُوا: َ وَاللّهِ. قالَ: فإنَّ بُعْدَ مَا بَيْنَهُمَا، إمَّا قال وَاحِدَةٌ، أوِ اثْنَتَانِ، أوْ ثََثٌ وَسَبْعُونَ سَنَةً، وَبُعْدَ السَّمَاءِ الَّتِى فَوْقَهَا كَذلِكَ، وَكَذلِكَ حَتَّى عَدَّ سَبْعَ سََمَوَاتٍ كَذلِكَ، ثُمَّ فَوْقَ السَّمَاءِ السَّابِعَةِ بَحْرٌ بَيْنَ أعَْهُ وَأسْفَلِهِ كَمَا بَيْنَ سَمَاءٍ إلى سَمَاءٍ، وَفَوْقَ كلُّ ذلِكَ ثَمَانِيَةُ أوْعَال بَيْنَ أظَْفِهِنَّ وَرُكبِهِنَّ كَمَا بَيْنَ سَمَاءٍ إلى سَمَاءٍ، ثُمَّ فَوْقَ ظُهُورِهِنَّ الْعَرْشُ مَا بَيْنَ أسْفَلِهِ وَأعَْهُ مِثْلُ مَا بَيْنَ السَّمَاءِ إلى السَّمَاءِ، وَاللّهُ عَزَّ وَجَلَّ فَوْقَ ذلِكَ[. أخرجه أبو داود والترمذى.وفي رواية: ]لَمْ يَعزُهَا صَاحِبُ جَامِعِ ا‘صُولِ إلى أحَدٍ مِنَ الكُتُبِ الستّة[.عن قتادة، وعبداللّه قا: ]بَيْنَا رسول اللّه # جَالِسٌ مَعَ أصْحَابِهِ إذْ مَرَّتْ

______________ )ـ1( أى جماعة.

سَحَائِبُ، فقَالَ: أتَدْرُونَ مَا هذا؟ هذَا الْعََنَانُ، هذِهِ رَوَايَا)ـ2( ا‘رْضِ يَسُوقُهَا اللّهُ تَعالى إلى قَوْمٍ َ يَعْبُدُونَهُ، ثُمَّ قالَ: أتَدْرُونَ مَا هذِهِ السَّمَاءُ؟ موْجٌ مَكْفُوفٌ)ـ3(، وَسَقْفٌ مَحْفُوظٌ، وَفَوْقَ ذلِكَ سَماءٌ أخْرَى حَتَّى عَدَّ سَبْعَ سَمواتٍ، وَهُوَ يَقُولُ: أتَدْرُونَ مَا بَيْنَهُمَا، ثُمَّ يَقُولُ: خَمْسُمِائَةِ عَامٍ، ثُمَّ قال: أتَدْرُونَ مَا فَوْقَ ذلِكَ؟ فَوْقَ ذلِكَ الْمَاءُ وفَوْقَ المَاءِ الْعَرْشُُ، واللّهُ فَوْقَ الْعَرْشِ، َ يَخْفَى عَلَيْهِ شَئٌ مِنْ أعْمَالِ بَنِى آدَمَ، ثُمَّ قال: أتَدْرُونَ مَا هذِهِ ا‘رْضُ؟ قال: تَحْتَهَا أُخْرَى بَيْنَهُمَا خَمْسُمِائَةِ عَامٍ، حَتَّى عَدَّ سَبْعَ أرَضِينَ[. وذكر الحديث .



6. (1689)- Hz. Abbas İbnu Abdilmuttalib (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Bathâ nâm mevkide, aralarında Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın da bulunduğu bir grup insanla oturuyordum. Derken bir bulut geçti. Herkes ona baktı. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):

"Bunun ismi nedir bileniniz var mı?" diye sordu.

"Evet bu buluttur!" dediler. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):

"Buna müzn de denir" dedi. Oradakiler:

"Evet müzn de denir" dediler. Bunun üzerine Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):

"Anân da denir" buyurdu. Ashab da:

"Evet anân da denir" dediler. Sonra Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm):

"Biliyor musunuz, sema ile arz arasındaki uzaklık ne kadardır?" diye sordu.

"Hayır, vallahi bilmiyoruz!" diye cevapladılar.

"Öyleyse bilin, ikisi arasındaki uzaklık ya yetmiş bir, ya yetmiş iki veya yetmiş üç senedir. Onun üstündeki sema(nın uzaklığı da) böyledir."

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) yedi semayı sayarak her biri arasında bu şekilde uzaklık bulunduğunu söyledi. Sonra ilâve etti:______________

)ـ2( جمع رواية، وهي: البعير، أو غيره من الدواب يستقى عليه، وقد تسمى المزادة رواية مجازاً.)ـ3( الموج: اضطراب ماء البحر، والكفوف: المجموع .

"Yedinci semânın ötesinde bir deniz var. Bunun üst sathı ile dibi arasında iki sema arasındaki mesafe kadar mesafe var. Bunun da gerisinde sekiz adet yabâni keçi (sûretinde melek) var. Bunların sınnakları[14] ile dizleri arasında iki semâ arasındaki mesafe gibi uzaklık var, sonra bunların sırtlarının gerisinde Arş var, Arş´ın da alt kısmı ile üst kısmı arasında iki sema arasındaki uzaklık kadar mesafe var. Allah, bütün bunların fevkindedir." [Tirmizî, Tefsir, Hâkka, (3317); Ebû Dâvud, Sünnet 19, (4723); İbnu Mâve, Mukaddime 13, (193).]

Bir rivâyette şu açıklama yer alır: "Bu hadisi Câmiu´l-Usûl sâhibi, Kütüb-i Sitte´ye dâhil kitaplardan hiçbirine nisbet etmemiştir."

Katâde ve Abdullah´dan yapılan bir rivayet şöyle: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ashabıyla birlikte otururken bir kısım bulutlar geçmişti:

"Bunun ne olduğunu biliyor musunuz? Bu, el-anân (denen buluttur), bu arzımızın sakasıdır.[15] Allah Teâla bunu kendisine hiç ibâdet etmeyen bir kavme göndererek (su ihtiyaçlarını görür)" dedi. Bir müddet sonra devamla:

"Bu sema nedir biliyor musunuz? Dürülmüş bir dalga, korunmuş bir tavandır. Bunun üstünde diğer bir sema vardır" dedi ve böylece üst üste yedi semanın olduğunu söyledi. Sonra konuşmasına devamla:

"İkisi arasında ne (kadar uzaklık) var biliyor musunuz?" diye sorduktan sonra "Beş yüz yıl!" dedi. Sonra tekrar:

"Bunun gerisinde ne olduğunu biliyor musunuz? Bunun gerisinde suvar. Suyun gerisinde Arş var. Allah, Arş´ın fevkindedir. Âdemoğlunun ef´âlinden hiçbiri O´na gizli kalmaz" buyurdu. Sonra tekrar:

"Bu arz nedir, biliyor musunuz? Bunun altında bir diğer arz var, ikisi arasında beş yüz yıl var. Böylece yedi arzın varlığını birer birer saydı" hadisi zikretti."[16]



AÇIKLAMA:



1- Burada, hadis özetlenmektedir. Biz, Hz. Ebu Hüreyre (radıyallâhu anh)nin rivâyet ettiği Tirmizî hadîsini aynen kaydetmeyi gerekli buluyoruz: "Biz Ashab´tan bir grup, Hz. Peygiamber (aleyissalâtu vesselâm)´le birlikte otururken bir bulut geldi. Resûlullah (aleyhisalâtu vesselâm): "Bu nedir, bilir misiniz?" dedi. "Allah ve Resûlü daha iyi bilir" dediler. Buyurdu ki: "Bunlar, bulut, yeryüzünün sakalarıdır. Allah, bunları kendisine şükür ve ibadet yapmayan bir kavme (bile) sevkeder".

Resûlullah (aleyhisalâtu vesselâm) sonra tekrar sordu: "Pekiyi, sizin şu üstünüzdeki şey nedir, bilir misiniz?" "Allah ve Resûlü daha iyi bilir?" dediler. "Bu, dedi, dünyamızın semasıdır (raki´) korunmuş bir tavandır, kat kat dürülmüş bir dalgadır".

Sonra tekrar sordu: "Sizinle onun arasında ne kadar mesâfe var biliyor musunuz?" "Allah ve Resûlü daha iyi bilir!" dediler. Bunun üzerine şu açıklamayı yaptı: "Sizinle onun arasında beş yüz yıllık mesafe vardır".

Sonra tekrar sordu: "Pekâlâ, bunun üstünde ne var biliyor musunuz?" "Allah ve Resûlü daha iyi bilir!" dediler. Buyurdu ki: "Bunun üstünde iki sema mevcut, ikisinin arasında da beş yüz yıllık mesafe var".

Sonra Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) tekrar aynı şekilde açıklamalar yaparak yedi semayı saydı ve her iki sema arasında, dünya ile sema arasındaki kadar mesafe olduğunu belirtti.

Sonra tekrar sordu:"Pekâlâ bunun üstünde ne var biliyor usunuz?" "Allah ve Resûlü daha iyi bilir" dediler. Buyurdu ki: "Bunun üstünde Arş vardır. Bununla sema arasında da iki sema arasındaki mesafe kadar uzaklık vardır."

Sonra tekrar sordu: "Altınızda ne var biliyor musunuz?" "Allah ve Resûlü daha iyi bilir!" dediler. "Bu, arzdır" dedi ve sordu: "Pekâlâ bunun altında ne olduğunu biliyor musunuz?" "Allah ve Resûlü daha iyi bilir!" dediler. "Bunun altında, buyurdu, başka bir arz daha var. Bu ikisi arasında beş yüz yıllık mesafe mevcut." Sonra Hz. Peygamber (aleyhissilâtu vesselâm), bu şekilde yedi arzı saydı ve sonunda şu açıklamayı yaptı: "Muhammed´in nefsini elinde tutan Zât-ı Zülcelal´e yemin ederim, şâyet siz, en aşağıdaki arza bir ip sarkıtacak olsanız, bu ip Allah´ın (ilmi) üzerine inecektir". Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sözünü tamamlayınca: "O, her şeyden öncedir, kendisinden sonra hiçbir şeyin kalmayacağı sondur, varlığı âşikârdır, gerçek mahiyeti insan için gizlidir. O, her şeyi bilir" (Hadîd 3) âyetini kıraat buyurdu." Tirmizî der ki: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın bu âyeti okuması da gösterir ki, sarkıtılan ip, Allah´ın ilmine, kudretine ulaşacaktır". [(Tirmizî, Tefsir, Sûretu´l-Hadîd, (3294).]

2- Hadis nakdinde teşeddüdüyle meşhur olan İbnu´l-Cevzî, iki sebeple Hz. Abbâs (radıyallâhu anh)´ın rivâyetine mevzû demiştir:

1- Senedde yer alan Velîd İbnu Ebî Sevr,

2- Allah´a mekân izâfesi ve diğer hadislerde gelen rakamlara uymayan rakamların verilmesi.

Ancak bu itirazlara cevaplar verilmiştir:

1- Bu hadis, şiddetli zayıf olan Velîd dışında, mevsut kimseler tarafından da rivâyet edilmiştir.

2- Aynı iki şey arasındaki sâbit bir mesafeyi farklı rakamlarla ifâde etmek normaldir. Çünkü rakamlar yürüme cinsinden yıl olarak verilmektedir. Halbuki aynı mesâfe ağır yürüyüşle daha uzun zamanda katedilirken, hızlı yürüyüşle daha az zamanda katedilir."

Nitekim uzaklıklar umumiyetle, ".kadar yıllık yürüme mesafesi" şeklinde ifade edilmiştir. Hadislerde geçen, مَسِيرَة (mesîre) kelimesi seyir, yani yürümekten masdardır.

Şu halde, sadedinde olduğumuz hadiste geçen "Sema ile arz arasındaki uzaklık) ya yetmiş bir, ya yetmiş iki, veya yetmiş üç senedir" ve hatta "beş yüz senedir" şeklindeki farklı rakamlar, meleğin hızlı veya ağır yol alışına tâbidir.(21) Hızlı seyreden daha az zamanda, (yetmiş bir senede) katediyor demektir. Aynı mesafe, görüldüğü üzere, beş yüz yıllık yürüme mesafesi olarak da ifade edilmiştir. Bu tevile göre son rakam, çok daha ağır hareket eden meleğin hızı esas alınarak tesbit edilmiş olmalıdır.

Bu te´vile hak verdiren Kur´ânî bir karîne, meleklerin cins cins ve faklı sayıda (ikişer, üçer, dörder) kanatları olduğunu belirten âyettir (Fâtır 1). Kanat sayısındaki fark, sürat farklılığına bir işâret olabilir.

3- Bir kere daha tekrâr edelim: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın bu açıklamaları, kâinatın büyüklüğü ve dolayısıyla bu uçsuz bucaksız mekân üzerinde tam bir hükümranlığa sahip olan Allah´ın büyüklüğü hakkında bir fikir vermeye, kâinatı değerlendirmede bazı prensip ve ipuçları vermeye yöneliktir. Kozmozun yapısı, mahiyeti, kâinatın bulutları husûsunda kesin bilgiler, rakamlar aranması hata olur, yanlışlık olur, lüzumsuz ve gereksiz münakaşalara da yol açabilir. Ancak şu da bir gerçek: "Âyet ve hadislerde bu meselelere yer verilmiş olması, bazı rakamların zikredilmesi, meseleye nazar etmemizi gerekli kılar. Öyle ise bu mevzulara, ______________(21) Hangi vâsıtanın hızı esas alınacağı nasslarda sarîh değildir. Şarihler meleği esas almıştır. Meleğin hızı nedir? O da sarîh değil. Şu halde nasslar uzaklık hususunda bir fikir vermek istiyor, kesin bilgi değil. ilmin ışığında, kesin hükümlerden uzak daha mülâyim yaklaşımlarla nazar etmek faydalıdır ve lüzumludur.[17]



ـ7ـ وعن عبداللّه رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]خَلَقَ اللّهُ سَبْعَ سَمواتٍ غِلَظُ كُلِّ وَاحِدَةٍ مَسيرَةُ خَمْسُمِائَةِ عَامٍ[.قُلْتُ: ورواية قتادة في جامع الترمذى مرفوعة عن الحسن عن أبى هريرة بتقديم وتأخير وزيادة ونقص، واللّه أعلم.»ا‘وْعَالُ«: تيوس الجبال، واحدها وَعِل)ـ1( .



7. (1690)- Abdullah İbnu Mes´ud (radıyallâhu anh)´dan yapılan rivayette, [Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)] şöyle buyurmuştur: "Allah yedi semayı yarattı. Her birinin kalınlığı beş yüz yıl yürüme mesafesidir."

Derim ki: "Tirmizî´nin Câmi´inde yer alan Katâde hadisi, bazı takdim ve te´hirler, ziyâde ve noksanlarla Hasan Basri an Ebî Hüreyre tarikinden merfu olarak gelmiştir.Allahu a´lem.[18]



AÇIKLAMA:



1-Bu hadis aslında mevkuf, yani Abdullah İbnu Mes´ud´un kendi sözü gibi görünmektedir. Ancak gaybî olan ve içtihad da yürütülemeyecek olan mevzulardaki Ashab sözünün merfu yani Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´in sözü olacağı kabul edildiği için, parantez içerisine ilave etmek suretiyle hadisi merfu imiş gibi sevkettik.

2- Hadisin kaynağı ile ilgili kayıt yok. Rezîn ilavesi olduğu anlaşılıyor. Ancak Osman İbnu Said ed-Dârimî bunu er-Reddu ale´l-Cehmiyye´de (s. 26, 27) kaydetmiştir. İbnu Cerir et-Taberî de Katâde´den mürsel olarak kaydetmiştir. Bu hadis mâna itibariyle önceki rivayete benzer.

3- Hadisin sonunda kaydedilen Derim ki... açıklaması Teysîru´l-Vusul müellifi İbnu Deybe´ye aittir.[19]



ـ8ـ وعن جبير بن مطعم رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]أتَى أعْرَابِى[ٌ النَّبىَّ #،

______________)ـ1( والمراد مئكة على صورتها، واللّه أعلم.

فقَالَ يَارسُولَ اللّه: جُهِدَتِ)ـ2( ا‘نْفُسُ، وَضَاعَ الْعِيَالُ، وَهَلَكَتِ ا‘نْعَامُ، وَنُهِكَتِ ا‘مْوَالُ، فَاسْتَسْقِ لَنَا، فَإنَّا نَسْتَشْفِعُ بِكَ عَلى اللّهِ تَعالى، وَنَسْتَشْفِعُ بِاللّهِ عَلَيْكَ، فقَالَ #: وَيْحَكَ أتَدْرِى مَا تَقُولُ وَسَبَّحَ #، فَمَا زَالَ يُسَبِّحُ حَتَّى عُرِفَ ذلِكَ في وُجُوهِ أصْحَابِهِ، ثُمَّ قال: وَيْحَكَ إنَّهُ َ يُسْتَشْفَعُ بِاللّهِ تَعالى عَلى أحَدٍ مِنْ خَلْقِهِ، شَأنُ اللّهِ أعْظَمُ مِنْ ذلِكَ! وَيْحَكَ، أتَدْرِِى مَا اللّهُ: إنَّ عَرْشَهُ عَلى سَموَاتِهِ ـ لهكذَا ـ وقال بأصَابِعِهِ: مِثْلُ الْقُبَّةِ عَلَيْهِ، وَإنَّهُ لَيَئِطُّ أطِيطَ الرَّجْلِ بالرَّاكِبِ[. إخرجهما أبو داود .



8. (1691)- Cübeyr İbnu Mut´im (radıyallâhu anh) anlatıyor. "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a bir bedevî gelerek:

"Ey Allah´ın Resûlü, (kuraklıktan) insanlar meşakkate düştüler. Aile efradı zayiata uğradı. Hayvanlarımız da helâk oldular. Bizim için Allah´a dua et, su göndersin. Zîra biz Allah´a karşı senin şefaatini, sana karşı da Allah´ın şefaatini taleb ediyoruz!" dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) adama şu mukabelede bulundu:

"Yazık sana, söylediğin şeyin idrakinde misin? Sübhanallah!"

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sübhanallahları o kadar tekrar etti ki bunun tesiri Ashab´ın yüzünden okunmaya başladı. Sonra Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sözüne şöyle devam etti:

"Yazık sana, mahlukatından hiç kimseye karşı Allah şefaatçi kılınmaz. Allah´ın şânı böyle bir şey yapmaktan çok yücedir. Bak hele! Sen Allah´ın (azametinin) ne olduğunu biliyor musun? O´nun Arş´ı, semavatının şöyle üzerindedir. -Parmaklarıyla işaret ederek- tıpkı üzerinde bir kubbe gibi. Arş Zat-ı Zülcelâl sebebiyle inleyip ses çıkarır, tıpkı süvarisi sebebiyle atın ses çıkarması gibi." [Ebu Dâvud, Sünnet 19, (4726).][20]



AÇIKLAMA:



1- Hadiste, bir bedevî, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´e gelerek ______________)ـ1( بصيغة المجهول: أي أوقعت في المشقة. kuraklığa maruz kaldıklarını, bu yüzden çok sıkıntıya düşüp telafata uğradıklarını belirterek kendileri için Allah´a yağmur duasında bulunmasını taleb eder.

2- Onun bu sırada sarfettiği bir söze Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) karşı koyar, yanlışlığını belirtir. Bu söz "...Sana karşı da Allah´ın şefaatini taleb ediyoruz" cümlesidir.

Bu ifade hatâlıdır. Çünkü, şefaat bir büyüğe ulaşmak için araya vasıta koymaktır. Allah´a ulaşmak için Resûlü´nün araya konması mümkün ama, "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´e ulaşmak için araya Allah´ın konması" bu tevhid akidesine ters düşen bir durumdur. Burada Allahkul arasındaki hiyerarşinin karıştırılması mevzubahistir. Hiçbir mahluk Allah´tan büyük olamayacağına göre, O´na ulaşmada Allah´ın şefaatçi kılınması olamaz.

3- Hayret, öfke, reddetme gibi durumlarda Sübhanallah, Lâilâhe illallah gibi tâbirlerin kullanılmasının müstehab olacağı hadisten anlaşılmıştır.

4- Ashab´ın yüzünde beliren şey endişedir. Çünkü Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´in sübhanallah´ı çokca tekrarı O´nun öfkesinin şiddetini ifade ediyordu. Ashab ise, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın öfkelenmesi karşısında Allah´tan gelebilecek bir musibetin endişe ve korkusuna düşerlerdi.

5- Arş´ın inlemesi, Cenab-ı Hakk´ın azameti karşısında Arş´ın acze düşüp tahammül edememesinden ileri gelir. Ancak âlimler hadisi bu zâhirî mâna ile anlamanın Cenab-ı Hakk´a keyfiyet izafesi olacağına, ayrıca tenzih ve tevhid açısından bunun yanlışlığına, imkânsızlığına dikkat çekerler. Çünkü لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَىْءٌ "Allah´ın hiçbir benzeri yoktur" (Şûra 11).

Hattabî der ki: "...Bundan murad Allah´ın bu sıfatlarını tahkik veya O´nu bu hey´et üzere tahdid değildir. Bu hadis, Cenab-ı Hakk´ın azametini anlamaya yaklaştırıcı bir kelamdır. Onunla, soru sahibine anlama kapasitesinin anlayacağı bir üslubla meselenin beyânı kastedilmiştir. Hele muhatap kelamın ifade edeceği mâna inceliklerini bilmeyen, ilimden mahrum kaba bir bedevî ise böyle açık bir ifadeye gerek vardır. (Ancak bu ifadenin zahiri, ilim ehli tarafından esas alınarak bir kısım itikadî prensipler çıkarılamaz, bilakis te´vili gerekir)."[21]