- Beyazıt Camii'nde sabah namazı

Adsense kodları


Beyazıt Camii'nde sabah namazı

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
ehlidunya
Mon 17 September 2012, 05:58 pm GMT +0200

Sebahattin Yaşar

Beyazıt Camii'nde sabah namazı


İstanbul deyince benim aklıma hep, manevî zenginliğin merkezleri olan İstanbul camilerinde geçen ibadet zamanlarım gelir.

Hem öyle gelir ki, hatırası bile, hatırlanması bile yeniden etkiler, besler ruhumu. Bu satırları İstanbul Beyazıt Camii'nde bir sabah namazı sonrasında not aldım.
Yeni Asya Vakfındaki Engin kardeşimize, ‘Biz sabah namazında, Fatih Camii'ne gitmek istiyoruz’ dedik. O da, ‘Ben sizi Beyazıt Camii'ne götüreyim, çok muhteşem bir program var’ dedi.
Yani, ‘Sabah namazında camide ne programı olur?’ diye içimizden geçirdik. Engin kardeşim, Adem Ölmez Hocam ve bendeniz, sabah 05:30 sularında Beyazıt Camii'nin yolunu tuttuk.
Daha önce de aynı yürüyüşü, Fatih Camii'ne gerçekleştirmiştik. Bu seferimiz Beyazıt Camii'ne oldu.
Sabah namazında Beyazıt Camii'ne yaklaştıkça, guruplar halinde, bireysel olarak, neşe ve sevgi sesleri içerisinde camiinin yolunda melek gibi insanlar görmeye başladık. Gerçekten de, o muhteşem saatlerde büyük camilerin atmosferi çok farklı.
Tabiî namaz saati yaklaştıkça cami cemaati kalabalıklaşmaya başladı. Sevindirici olan da gelenlerin çoğunluğunun genç olması idi. Nur yüzlü gençler, nur yüzlü ihtiyarlar ve gerçekten onları bulan da nur yüzlü çocuklar vardı.
Cami imam hatibinin yüreğinden yaptığı işi, hakikaten yüreğe ulaşıyor.
Etkileyici bir üslûpla, neredeyse tam iki saati bulan sabah namazı ibadetimiz; tesbihatı ve ardından da Kur’ân tilâveti, duâlar, kasideler, ilâhiler derken, hakikaten hiç kimsenin kopmadığı, usanmadığı, yorulmadığı bir faaliyete dönüştü.
Bu tam bir ruh beslenmesi idi.
Yani o saatte yüzlerce insanı iki saati bulan bir faaliyette tutabilmek ancak ruhuna dokunmakla mümkündür.
Doğrusunu söylemek gerekirse, 16-17 yaşlarındaki pırıl pırıl gençlerden, 60-70 yaşlarındaki nur yüzlü ihtiyarların zaman zaman hıçkırıklara dönüşen göz yaşları oldukça güzel ve anlamlı.
Doğrusu buna belki ‘ağlama terapisi’ demek mümkün.
Ağlamak, rahatlatıyor insanı. Öyle tatlı, güzel, anlamlı, doyurucu bir ruh programı idi ki, kesinlikle İstanbul’da yaşayanların yaşamaları gereken bir atmosfer. ‘Onlar zaten yaşıyorlardır.’ diyerek, birkaç kişiyle durumu paylaştım. Ben artı şeyler beklerken, meğer onların haberleri yokmuş. Katılacaklarını ifade ettiler.
Yani İstanbul’da yaşamak, İstanbul’u yaşamak biraz daha düşünülmeli.
Sabah namazını bir büyük selatin camiinde kılmayacaksın, Eyüp Sultan’dan beslenmeyeceksin, bilge insanlardan istifade etmeyeceksin, manevî enerji depolarından kana kana içmeyeceksin, özellikle de tarihî destanlaştıran dünün kahramanlarından istifadesiz kalacaksın sonra da İstanbul’da bir şey yok, bitmiş bu şehir, batmış bu şehir edebiyatı yapacaksın, olmaz böyle bir şey.
Böyle insanları böyle şehirlerden sürmeli.
Bunlar nimet düşmanlarıdır.
**
Nasıl ümitvar olmaz insan!?
Yüzlerce genç, yüzlerce nur yüzlü ihtiyarlar, onlarca çocuklar ve hanımefendiler…
Bir Pazar gününde, sabah namazı saatinde, Beyazıt Camii’nde yaşadığımız manzara hiç unutulmayacak cinsten.
Bu hali yaşamamak İstanbullular için büyük bir noksanlıktır.
İstanbul deyince, benim hemen hatırıma hücum eden kayıtlar İstanbul’da yaşadığımız zaman dilimlerinin hatıralarıdır. Onlarca ağabeyler, onlarca arkadaşlar, onlarca mekânlar…
Ve hepsi de gençlik yıllarının kayıtları olduğu için hiç yaşlanmıyorlar.
Taptaze hatıralar.
İşte şu anda bile sadece o muhteşem geçmişi hatırlamak beni mutlu etti.
**
Mutluyum, çünkü İstanbulla özel bir diyaloğumuz var. Özel bir dil kullanıyoruz birbirimizle.
Mutluyum, çünkü dünün mutluluklarını hatırlıyorum. Albümde oluşmuş sayfalar beni mutlu ediyor.
İyi ki de yaşamışım diyeceğim cinsten hatıralar bunlar.
Albüm oluşturmaya devam diyorum. İşte bunun için yeni yeni hatıralar oluşturmak adına, güzel şeyler yaşamaya devam ediyorum. Hayattan, yaşadığı şehirden, insanlardan, hatta içinde yüzdüğü nimetlerden şikâyetçi olan zavallılara gerçekten acıyorum.
**
Bütün içinde olunan nimetlere rağmen, hayatı acınacak hale getirmek ne kadar acınacak bir durum.
Nimet içinde, nikmet, nimetsizlik böyle bir şey olsa gerek.
Ne zaman bir şehre gitsem, o şehrin ruhunu ararım. O ruh da kalabalıkların içinde öyle gizlenmiş, öyle ürkmüş ve öyle mahcup ki.
Lütfen, şehrin geçmişi ile halini birbirine utandıracak hale düşürmeyelim. Dün bugünden utanmasın; bugün de düne ihanet etmesin.
Onun için İstanbullular, lütfen İstanbul’u yaşayın, yaşayın ki, İstanbul geçmişine mahçup, geleceğine de utanç içerisinde olmasın.
Ne dersiniz?
Bence, Beyazıt Camii'nde bir sabah namazını çokça yaşamalı insan.