๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Zübdetül Buhari => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 19 Haziran 2011, 17:27:44



Konu Başlığı: Zulüm bahsi
Gönderen: Sümeyye üzerinde 19 Haziran 2011, 17:27:44
ZULÜM  BAHSİ


671- Ebû Saîd'den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:

«Müminler, cehennemi aştıktan sonra da Cehennem ile cennet arasındaki bir geçitte bekletilerek aralarında olan haksızlıklardan dolayı kısasa tabi tutulacaklar, birbirlerinden haklarını alacaklardır. Nihayet temizlenip arındıkları vakit cennete girmelerine izin verile­cektir. Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Seli em'in canı kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, onlardan her biri, cennetteki evini, dün­yadaki evinden daha kolay bulacaktır.»

 

672- İbni Ömer'den (Radıyallahu Anhüma) rivayet edilmiştin «Sakın hiç kimse, başkasının hayvanını kendisinden izinsiz sağ­masın. Herhangi biriniz, süt kabına yaklaşılmasını veya dolabı kırıla­rak yiyeceklerinin taşınmasını ister mi? Hayvanlarının memeleri de onlara yiyeceklerini depolamaktadır. Hiç kimse, kendisinden izinsiz bir başkasının havanını sağmasın.»

 

673- İbni Ömer'den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:

«Allah Tealâ Hazretleri kıyamet gününde mümini kendine yaklaş­tırır. Koruyucu perdelerini üzerine gererek onu örter ve «falan günahı biliyor musun, filan günahı da biliyor musun?» diye sorar, o, da, evet, ey Rabbim! diye cevap verir. Nihayet ona bütün günahlarını ikrar et­tirdiği ve o da kendisinin helak olduğu kanısına vardığı zaman şöyle buyurur:

—  Ben, bu günahlarını dünyada gizli tuttum, bu gün de onları sana bağışlıyorum. Sonra kendisine sevablarınin defteri verilir. Fa­kat kâfir ve münafıklara gelince, şahitler (insan, melek, cin ve azalar) bunlar hakkında şöyle şahidlik edecekler:

—  îşte Rablerine karşı yalan söyleyenler bunlardır. Hem de Al­lah'ın laneti böyle zalimler üzerine olsun!»

Mütercim:   .

Bir kimse günah işlemiş bulunursa onu gizli   tu,tmasi gerşMr. Onu açığa vurması demek, kıyamet gününde aleyhinde şehadet.edecek şahitleri çoğaltması; başkalarına aleyhinde şehadet fırsatı ver mesi demektir.

 

674- îbni Ömer'den (Radiyallahu Anhüma) rivayet edilmiştir:

«Müslüman, müslümamn (din) kardeşidir; ona haksızlık etmez ve onu ele vermez. Kim kardeşinin ihtiyacını karşılarsa, AUah da onun ihtiyacını karşılar. Kim, bir müslümamn tasasını giderirse Al­lah da onun kıyamet günü tasalarından bir tasasını giderir. Kim de bir müslümamn ayıbını örterse, Allah da kıyamet gününde onun gü­nahlarını Örter.»

Mütercim:

Bir kimse açık olarak bir haram işlemekte ise onu öğütle o işten alıkoymak gerekir. Kötülüğü bırakmazsa hakime başvurmak icab eder. Fakat bu günah işlenmiş ve bitmiş ise, onu örtmek daha iyidir.

 

675- Enes'den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:

«Zalim olsun, mazlum olsun, din kardeşine yardım et.» Ashab aeauer ki: Ey Allah'ın Resulü! Buna, mazlum olduğu için yardım ede-Jim, fakat zalim olana nasıl yardım ederiz? Peygamber Sallalahu Aley-nı ve Sellem şöyle buyurdu:

«Ona zulümden elçektirirsin.»

Mütercim:

Zalime yardım etmek, elden geldiği kadar onun zulüm ve tecavüzünü engellemektir. O zaman mazlum zalimin eziyetinden kurtula­cağı gibi, zalim de günah ilşemekten kurtulmuş olur. Bu durumda hem zalime ve hem de mazluma yardım edilmiş olur.

 

676- İbni Ömer'den  (Radıyallahu Anhüma) rivayet edilmiştir:

«Zulüm, kıyamet gününde Csahibi) karanlıklardır. (İmânı bütün olanların nurları önlerinden yürür,) mealinde olan ayeti kerime gereğince, kıyamet gününde onlar nur içinde yürüdükleri zaman, in­san haklarına tecavüz eden zalimler karanlıklarda bocalayacaklar-dır.)»

 

677- Ebû Hüreyre'den  (Radıyalahu Anh)  rivayet    edilmiştir:

«Bir kimseye namusa veya herhangi bir şey bakımından haksız­lık eden varsa Dinar ve Dirhem'in geçersiz olmasından önce bugün ondan helâllik alsın. Aksi takdirde yaptığı haksızlığın bedelini, salih ameli varsa bununla ödeyecek ve eğer savabları yoksa (haksızlık ettiği)   adamının günahlarından alınarak kendisine yükletilecektir.»

Mütercim ;

Bu hadîs-i şerif, «hiç bir günahkâr başkasının günhım çekmez.»

mealindeki.ayeti kerimeye aykırıdır, diyerek bazı bid'atçılar tarafın­dan itiraz edilmişse de, bu itiraz yersiz ve batıldır. Çünkü mazlumun günahının zalime yükletilmesi hususu, zalimin kendi cezası karşılı­ğıdır. Sebepsiz olarak başkasının günahını yüklenme değildir.

 

678- Saîd bin Zeyd'den  (Radıyallahu Anh)  rivayet edilmiştir:

«Kim (başkasının arazi ve arsasından) bir parça toprak gasbe-derse o gasbetmiş olduğu yer kıyamette' yedi it at arza kadar boynuna halkalanır ve ona azab olur.»

 

679- Salim (R.A.) tarikiyle babasından rivayet etmiştin

«Kim (başkasın arazisinden) haksız yere bir parça toprak alır­sa, kıyamette gasbettiği toprakla birlikte yedi kat yerin dibine ba­tar.»

Mütercim :

Bu hadîs-i şeriften İmam Şafiî ve İmam Muhammed Hazretleri akarı gasb meselesini çıkardılar. İmam Azam ve İmam Ebû   Yûsuf

Hazretlerine göre gasb ancak taşınabilir mallarda olur. Arazi ve akar gibi taşınamaz mallarda gasb işi gerçekleşmez; çünkü gasb, zor­la ele geçirilen bir şeyin başka bir yere taşınıp kaçırılması ile ger­çekleşir. Akarda ise bu taşıma ve kaçırma düşünülemediğinden gas-bın imkânı yoktur.

Bunlara göre, bir kimse başkasının arsa ve arazisini veya aka­rını gasbeder de elinde telef olursa yahut o gasbettiği malda bir noksanlık meydana gelirse gasbedenin üzerine tazmin bile gerekmez. Çünkü gasb, ancak taşınabilir mallarda (menkulatta) meydana gelir. Fakat İmam Şafiî ve İmam Muhammed'e göre gasb edene tazmin la­zım gelir. Onun için Mecelle'nin 905. maddesi, İmam Muhammed'in görüşüne göre alınmıştır. Şöyle ki:

Gasbedilen mal, eğer akar cinsinden ise gâsıp onu değiştirmeye rek ve kıymetini noksanlaştırmayarak sahibine geri vermesi gere­kir. Gasb eden tarafından akarın kıymetine noksanlık gelmiş olursa, noksan kıymeti ödemesi icab eder. Meselâ-. Bir kimse gasbetmiş oldu­ğu bir evin bir yerini yıksa yahut oturması sebebiyle harap olup kıy­metine noksanlık gelsin, noksan miktarı öder. Yine  gasbetmiş olduğu evde yaktığı ateşten-ev yanmış olsa, esas kıymetini öder. Gasbedilen yer arazi olupda, gâsıp, onun üzerinde bina yapar, yahut ağaç dikerse, bunları söküp araziyi geri vermesi kendisine  emredilir. Eğer bina ve ağaçları sökmek araziye zarar veriyorsa, arazi sahibi o bina ve ağaçların sökülmüş olarak kıymetlerini ödemek suretiyle onları da ele geçirebilir. Fakat bina ve ağaçların kıymeti yerin kıymetinden çok olupta meşru bir sebep ile bina edilmiş veya dikilmişlerse, o zaman bina veya ağaçların sahibi yerin kıymetini vererek  araziye  sahib olur. Meselâ:

Bir kimse babasından intikal eden arsa üzerine, o arsanın kıyme­tinden çok para harcayarak bina yaptıktan sonra biri arsaya hak id­dia ederek sahip çıksa, arsanın kıymetini vererek arsayı alır. Hak sahibi de arsanın parasını alır.

Bir kimse başkasının arazisini gasbederek ziraat etse, sahibi arazisini geri alınca ziraattan dolayı meydana gelen noksanlık da gas-bedene ödetilir. Bir kimse başkası ile ortak olarak kullandığı araziyi, izin almaksızın müstakil olarak ziraat etse, ortağı araziden hissesini alınca, o kimsenin ziraatı ile hissesine ait yerin meydana gelen nok­sanını ödettirir,

Bir kimse "başkasının tarlasını gasbederek nadas ettikten sonra sahibi tarlayı alınca, gâsıb olan kimse nadas işi karşılığında bir üc­ret isteyemez.

Bir de, bu hadîs-i şeriften, yedi kat yerin altına kadar, gasbedilen arazi zalimin boynuna halka ve tasma olur, tabirinden şu mana anla şüabilir: Bir kimse bir yerin zahirine  (dış haline)  sahip olunca,  o yerin batınına da tiç kısmına da) sahib olur. Meselâ: Bir kimse bir yere sahib olursa, o yerin üstüne de, altına da sahib olur. Mülkü olan arsada istediği binayi yapmak ve dilediği kadar yukarı çıkmak ve de­rinliğine kazarak bodrum ve mahzen yapmak, dilediği kadar derin kuyu kazmak hakkı vardır. Çünkü herkes mülkünde başkasına za­rar vermemek şartı ile istediği tasarrufu yapabilir,

 

680- Hazreti Aişe'den (Radıyallahu Anha)  rivayet edilmiştir:

«Allah Teaiâ Hazretlerinin en çok buğzettiği kişiler, aşırı dere­cede düşman ve davacı olanlardır.»

 

681- Ümmü Seleme'den (Radıyallahu Anha) rivayet edilmiş­tir:

«Ben ancak bir insanım. Bana davacılar geliyor. Biriniz diğerin­den daha konuşkan olabilir. Ben de onun doğru söylediğini sanarak davada onun lehine hüküm verebilirim. Bu bakımdan bir müslüma-mn hakkını hükme bağlayarak her kime vermişsem, muhakkak bu hak, cehennem ateşinden bir parçadır. İsteyen onu alsın, isteyen bı­raksın.» (Cehennem ateşi hiç alınabilir mi?)

Mütercim :

O halde bir davacı veya davacının vekili hiç bir zaman haksızı haklı yapmak için çalışmamah, haklıyı hak sahibi yapmak için ça­lışmalıdır. Böyle hareket edilmezse ateşten gömlek giyilmiş demektir.

 

682- Ukbe bin Âmir (Radıyallahu Anh)  der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretlerine sorduk: - Ya Resûlallah, bizi herhangi bir göreve gönderiyorsunuz. Bir kabile veya topluma konuk olmak istediğimiz zaman, bunların bir kısmı bizi müsafirliğe kabul etmiyor. Biz de güçlük ve sıkıntı çekiyoruz. Bu hu­susta bize ne buyurursunuz? Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:

«Siz bir kabileye müsafir olmak üzere vardığınız zaman eğer size bir müsafiri ağırlamaya yaraşır şekilde davranırlarsa kabul edi­niz, Fakat bunu yapmazlarsa onlardan müsafir hakkını alınız.»

Mütercim :

Bu hadis-i şerifin zahirine bakılarak, taşra halkının müsafir ka­bul etmesi vacibdir ve kabul etmedikleri takdirde de onlardan zorla müsafir hakkını almak caizdir, denebilir. İşte Hanbelî mezhebine göre, sahra halkının böyle müsafir kabul etmesi, kendi üzerlerine vacibdir. Köy, kasaba ve şehir halkına vacib değildir. Çünkü sahra­da para ile yiyecek ve içecek bulmak zordur. Kasaba ve şehirlerde her zaman bulunabilir.

Hanefi, Şafiî ve Maliki mezheblerine göre, böyle müsafir kabul etmek vacib değildir, müekked sünnettir. Bu hadîs-i şerifin bu şekil­de tehdit yollu varid oluşu, taşrada çaresiz kalanlar hakkındadır. Çünkü çaresiz kalan ve açlıkta kıvranan kimsenin zorla bir şey al­ması caizdir; hatta vacibdir. Yahut bu hal islâmın ilk zamanlarında herkes darlık içinde iken idi. Sonra müslümanlar genişliğe kavuşun­ca hadîs-i şerifin hükmü kaldırıldı. Bu hadîs-i şerifin hükmünü kal­dıran, «müsafirin ağırlanması bir gün bir gecedir» mealindeki ha­dîsi şeriftir. Müsafirin ağırlanması da bir iyilik ve ikram manasını taşır. İşin vacib olmasını gerektirmez.   Yahud bu hadîs-i   şerif, bir devlet idarecisi tarafından bir topluma görevli olarak gönderilen he-•yetler ve memurlar hakkında varid olmuştur. Çünkü bu şekilde gön-. derilenlerin yiyip içmeleri, ikametleri ve binek vasıtaları için gerekli olan şeyler o toplum üzerine olur. Fakat zamanımızda   bir memur yolluk ve ikamet maaşı ile tayin edilmekte olduğundan onun idare ve geçimi halk üzerine gerekmez. Ancak ihtiyaç ve zaruret duyu­lursa savaş zamanında mal ve beden ile hizmet etmeleri vacib olur. Ayni zamanda savaşa yardımcı olacak  şeylerin zorla alınması da caiz olur.

İmam Buharî Hazretleri: bu hadîs-i şerifi delil olarak getirip, bir kimsenin başkasında alacağı olur da borçlu onu inkâr ederse ve el­de de bir senet veya şahit yoksa, sonra herhangi bir yolla alacaklı, borçlunun malını eline geçirirse alacağı kadar olan kısmı kendine ayırmasının helâl olduğunu söylemektedir. Ancak borcun şahid ve sened gibi bir delile dayanmaması şarttır. Bir de bu alacak alınırken herhangi bir fitne ve rezalete sebebiyet verilmemesi gerekir. Alacak için delil varsa mahkemeye baş vurularak tahsili yapılabilir.

Bu mesele Hanefî mezhebinde şöyle: Alacak altın ise, o miktar altının alınması caizdir. Gümüş ise o miktar gümüşün alınması caiz­dir. Ölçeğe bağlı bir mafişe, o miktar ölçeğin alınması, tartıya bağlı ise, o miktar ağırlığın alınması caizdir. Alacağın cinsi cinsine alın­ması caizdir, değişik mal alınması caiz değildir.

Şafiî ve Maliki mezhebi erinde, bir alacağın tahsili mahkeme ile mümkün olamadığı takdirde, İmam Buhari'nin içtihadı gibi, kendi alacağının cinsini bulamadığı zaman, onun kıymeti kadar, borçlunun başka malmdan alabilir. Alacaklının bu gayeye ulaşması için diğer müslümanların da o alacaklıya yardımcı olmaları caizdir.

 

683- Ebû Hüreyre'den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir: «Bir komşu, komşusunu bitişik duvarına odun sokmaktan engel­lemesin.»

Mütercim:

Hanefi ve Şafii mezheblerinde bu hadîsi- şerifte olan emir istih-baba hamledilir. Duvar sahibinin izin ve müsaadesi olmaksızın kom­şusunun bu duvara odun sokması caiz değildir ve razı olmadığı tak­dirde de bu işi kabule zorlanamaz. Fakat Hanbeli mezhebinde ve hadis alimlerine göre, duvar sahibi ister razı olsun, ister razı olmasın, kom­şu duvara odun sokabilir. Ancak duvar sahibi razı olmadığı zaman, komşu, hakime müracaat ederek, duvar sahibi kabule mecbur edilir.

 

684- Ebû Saîd'den (Radıyallahu Anh)  rivayet edilmiştir:

«İnsanların gelip geçtiği yollar üzerinde sakın oturmayınız.» Ashab dediler ki-: Ya Resûlallah, bazı iş ve ihtiyaçlarımızı  görüşmek için böyle yol kenarlarında oturmaya mecbur kalıyoruz. Buna ce­vaben Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdular:

«Mademki oturmak zorundasınız; bari yolun hakkını veriniz.» Ashab dediler ki: Ya Resûlallah, yolun hakkı nedir? Buna şu cevabı verdiler:

«Yolun hakki; gözü haramdan korumak, kimseye eziyet etme­mek, selâma karşılık vermek, iyiliği emretmek ve kötülükten alıkoy­maktır,»

Mütercim:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri ashabı kiramı yol üzerinde oturmaktan menettiler. Fakat ashabın ricaları üzerine yolun hakları gözetilmek şartı ile onlara izin vermişlerdi.

 

685- Abdullah bin Amr'dan (Radıyallahu Anh) rivayet edil­miştir:

«Kim malını korumak için Öldürülürse şehiddir.»

(Malının, canının ve namusunun korunması uğruna hırsız veya mütecavizler tarafından öldürülen kimse kıyamet gününde şehidler sınıfına katılır.)

Peygamber Salallahu Aleyhi ve Seliem, Hazreti Aişe'nin saadet-hanelerinde iken, müminlerin annelerinden biri (Hazreti Peygam­berin zevcelerinden Safiyye veya Ümmü Seleme) hizmetçisi ile bir tabak yemek gönderdi. Hazreti Aişe kıskançlık  duyarak hizmetçinin elindeki tabağa vurdu. Tabak düşerek kırıldı. Sonra peygamber Sal-lallahu Aleyhi ve Sellem kirılan tabağın parçalarını ve dağılan ye­meği topladı. Bu arada misafirlere: «Siz yiyiniz!» buyurdu. Sonra gelen hizmetçi ile kınlan tabağı yemek bitinceye kadar bekletti. Ye­mek bitince kırılan tabağın yerine Hazreti Aişe'nin evinden sağlam tabak alıp hizmetçi ile geri gönderdi. Kırık tabak, Hazreti Aişe'nin evinde kaldı, Böylece kırmış olduğu tabağı Hazreti Aişe'ye ödetmiş oldu. Yahut her iki tabak da Hazreti Peygambere ait olduğu için böyle yapmıştı. Başka bir rivayete göre, müsafirlere: «Annenize kıs­kançlık geldi, anneniz kıskandı.» buyurdu.

 

687- Seleme bin Ekva (Radiyallahu Anh) der ki:

Hevazin savaşında insanların azık ve yiyecekleri azaldı. Bunun üzerine ashab develerini keserek ihtiyaçlarını gidermek için Hazreti Peygamberden izin istediler. Hazreti Peygamber de birkaç devenin kesilmesine müsaade etmişti. Bu şekilde izin alanlar, Hazreti Ömer'­le karşılaştılar ve ona peygamberin bu iznini anlatınca, Hazreti Ömer dediki: Develerinizi kestikten sonra haliniz ne olacak? Yollar­da yaya kalırsınız, helak olursunuz. Sonra Hazreti Ömer, hemen Pey­gamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in huzuruna vardı ve şöyle de­di:

— Ya Resûlallah, böyle  develerini keserlerse  onların hali  ne olur? Bunun üzerine Hazreti Peygamber, ona şöyle buyurdu:

«Herkese duyur. Ne kadar artık azıkları   varsa buraya yanıma getirsinler.»

Hazreti Ömer bu emri herkese duyurdu. Herkes arta kalan yiye­ceğini getirip bir yaygı üzerine yığdılar. Sonra Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ayağa kalkarak erzakın bereketlenmesi ve çoğal­ması için Allah Tealâ Hazretlerine dua etti. Sonra bütün ashabı ki­ram, torba ve kapları ile gelip mevcut erzak yığınından almağa da­vet edildiler. Hepsi gelip avuç avuç torba ve kaplarını doldurdular. İhtiyaçlarının karşılanmış olmasından sevindiler. Böyle açık bir mu­cize karşısında Peygamber.de Sallallahu Aleyhi ve Sellem höşnud olarak nimetin şükrünü eda mahiyetinde buyurdular: «Şahidlik ede­rim ki, Allah'dan başka hiç bir ilâh yoktur ve ben de Allah'ın pey­gamberiyim.»

Mütercim ;

Velilerden meydana gelen olağan üstü işlere keramet denilir. Velilerin kerameti vardır, hakdır. Velilerden çıkan kerametler, ve­lilerin uymuş olduğu peygamber için mucize olur. Veliye nisbeti ise keramettir. Çünkü keramet, peygambere tam bir uyum sebebiyle meydana gelmiştir.

 

688- Ebû Musa'dan (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir: «Gerçekten Eş'arîler (Yemenden gelen Ebû Musa El-Eş'arî kabi­lesi) yolculuk ve savaş halinde yiyecekleri tükenince yahud Medine'­de oldukları zaman çoluk -çocuklarının yiyeceği azalmca bütün ka­bilenin erzak ve yiyeceklerini bir araya getirip bir çuvalda toplarlar. Sonra bir kap (ölçek) ile eşit olarak onu aralarında bölüşürler. Onlar bendendir, ben de onlardanım.» (Bu işlerinden dolayı kendilerinden memnunum:)

 

689- Rafi bin Hadîc {Radıyallahu Anh) der ki:

Huneyn savaşından dönüşümüzde Zülhuleyfe'ye varınca çok acıkmıştık. Ganimet mallarından birçok koyun da ele geçirilmişti. Peygamber Sallallaîîu Aleyhi ve Sellem. biraz arkada kalmıştı. Ar­kadaşlarımız, Hazreti Peygamberin gelişine kadar sabretmeyip deve ve koyunlardan acele olarak boğazladılar. Etleri ateşte ve tencereler­de pişirirlerken, Hazreti Peygamber beraberindekilerle teşrif ettiler ve: «Bu tencerelerde ne var?» diye sordular. Biz.de: Ya Resûlallah, karnımız acıktı, sabredemedik. Yanımızdaki ganimet mallarından, deve ve koyunlardan bir kısmını kestik, dedik. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem efendimiz, böyle umuma ait olan malın bölünme­den yenmesine razı olmayarak, tencerelerdeki etin herkese bölün­mesini emretti. Sonra oradaki bütün ganimet mallarını böldü. On baş koyunu bir deveye denk tutarak bölmeyi yaptı. Bu arada bir deve alabildiğine boşanarak kaçmaya başlamıştı. Arkasından ko­şanlar yetişemediler ve bunlardan biri ok atarak deveyi vurdu ve düşürdü. Bunun üzerine Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

«Yabani hayvanlarıi? ürküp kaçanları gibi bu hayvanların da ür­küp kaçanları vardır. Bu hayvanlardan hangisi sizi çaresiz bırakırsa ona böyle yapın.»

Rafi ibni Hadic, şöyle devam etti: Hazreti Peygambere sordum: Ya Resûlallah, kılıçlarımızı savaşta düşmana karşı kullanırız. Bazan bir hayvanın boğazlanması gerektiği zaman yanımızda kılıçlarımız­dan başka şey bulunmayabilir. Kılıçlarımızla da kesersek kılıçlanınız körelir, bozulur. Biz hayvanları keskin bir kamış ile boğazlarsak ol­maz mı? Cevaben bana şöyle buyurdular:

«Kan akıtan hangi alet olursa ve keserken besmele de getirilirse o hayvanın etinden yiyiniz. Fakat diş ve tırnak ile hayvan boğazlan­maz. Bunun sebebini size açıklayayım: Diş, kemiktir. Tırnak ise Habeş-lüerin bıçağıdır.»

Mütercim:

Hanefi ve Maliki mezheblerinde bu hadîsi şerifin zahiri ile amel edilerek hayvanın boğazlanmasında besmele getirmek şart olup kasden besmele terk edilirse kesilen hayvanın eti yenmez, haramdır. Çünkü b;u hadîs-i şerifte yemenin helal olması iki şarta bağlanmıştır. Birincisi: hayvanın kanını akıtmak, ikincisi de hayvan kesilirken Al­lah'ın adını anmak; besmele çekmek. Bu iki şart bulunmadığı zaman hayvanın etini yemek haramdır. Fakat unutularak besmele terk edil­miş olursa eti yenir.

Şafiî mezhebinde ise hayvan kesiminde   besmele getirmek şart değil, sünnettir. Bu hadis-i şefite besmele getirilmesinin   istenmesi, boğazlarken muhakkak besmele getiriniz manasında olmayıp hay­van etinden yerken besmele çekiniz anlamındadır. Bu görüşü kuv­vetlendiren sahih hadis-i şerifler hu hususu   açıklığa kavuşturmuş­lardır. Buna dair ayeti kerimeler de böylece tevil edilebilir. Bu ko­nuya dair geniş açıklama 579. hadis-i şerif münasebetiyle geçmişti. Oraya bakılabilir.

Bir de hadîs-i şerifin ikinci kısmında olan diş ve tırnakla hayvan boğazlamanın caiz olmadığı hususu var. Şafiî mezhebinde ifadenin zahiri ile amel edilerek mutlak surette diş ve tırnakla hayvan bo-ğazlanamaz, denmektedir. Bunlarla kesilen hayvan yenmez. Çün­kü diş, kemik ve tırnakla hayvanın tamamen kesim işi gerçekleşeme­diği cihetle, adeta hayvan boğulmak durumuna düşmüş olur.

Hanefî mezhebinde de, insan veya hayvanın üzerindeki diş ve tırnak ile hayvan boğazlanmaz, caiz değildir. Fakat insandan veya hayvandan ayrılmış olan diş ve tırnak ile hayvanın boğazlanması caizdir. Bunlarla kesilen hayvan, yenir. Bu hadîs-i şerif, insan veya hayvandan ayrılmamış olan diş ve tırnak hakkındadır, diye yorum­lamışlardır. Diş ile ısırarak veya tırnakla tırmalayarak bir hayvanı kesmek caiz değildir.                                 . .

 

690- Ebû Hüreyre'den (Radıyallahu Anh)  rivayet edilmiştir : «Her kim, müşterek köledeki hissesini azad ederse, kendi malın­dan o kölenin tamamını azat etmelidir. Eğer (köleyi tamamen   azad edebilecek kadar) malı yoksa, köleye adilane kıymet   biçilerek, (de­ğeri makabilinde)   güç işlere koşulmamak şartıyle çalıştırılır.*

Mütercim:

Köleye ortak olanlardan kendi hissesini ilk azad edenin, geri kalan hisselerin kıymetini malından diğer    hissedarlara ödeyerek köleyi azad etmesi icab eder. Bu kıymeti ödeyecek malı yoksa, köle işte ve sanatta çalıştırılarak ortakların hisseleri ödenir.

îmam Azam Hazretleri, bu hadîs-i şerifin zahiri ile amel ederek, böyle bir kısmı azad edilen kölenin, kendi gayret-ve çalışması ile diğer ortakların hisselerini ödemesi gerekir, demiştir.

İmam Muhammed, îmam Ebû Yusuf ve diğer müctehid âlimlere göre, bu köle, çalışıp bedelini ödemek zorunda değildir. Hissesini azad edip böyle diğer ortaklan rahatsız eden kimsenin, bedelin tamamını ödemesi lazım gelir. Çünkü bu hadîs-i şerifte geçen «kölenin çalıştı­rılması» sözü, bazı râvilerin (hadîsi nakledenlerin) ilavesidir, dedi­ler. Diğer raviler bu sözü nâkletmemişlerdir.

: Bir de îmam Müslim'in bir hadîsi vardır, şöyle: Hazreti Peygâmberin devrinde bir kimse ölürken hastalık halinde altı tane kölesini azad etti. Ölümünden sonra varisleri buna razı olmadıklarından ve ölünün bunlardan başka malı da bulunmadığından Hazreti Pey­gamber, vasıyyeti ancak malın üçte birinden geçerli kılmış ve köleler arasında kur'a çekilmişti. Adı geçen altı kölelerden Cüçte bir .olarak) ancak ikisi azad edildi. Kur'a isabet etmeyen diğer dördü varislere teslim edildi.

Bu durumda eğer kölelerin çalışması icab etseydi, söz konusu altı köleden her birinin üçte biri azad edilmiş sayılarak bütünü azad edilmiş hükmünde olacaktı ve değerlerinin üçte ikisini de çalışarak ödemeleri emredilmesi gerekirdi. O halde' önce hissesini azad eden kiihsye malı olsun veya olmasın, diğer ortakların müracaat edip haklarını istemeleri gerekir.

 

691- Numan bir Beşir'den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiş­tir:

«Allah'ın sınırlan önünde duranla bu sınırları aşanın misali, bir gemi üzerinde (güverte ve ambar bölümlerini paylaşmak için) kur'a çeken bir gruba benzer. Bir kısmına geminin güverte bölümü, bir kısmına da ambar bölümü çıkmıştır. Geminin ambar bölümünde olanlar, suya ihtiyaç duydukları zaman üstlerindekilerin yanların­dan geçerlerdi. Bunlar, kendi bölümümüzde bir delik açsak da tis-tümüzdekileri rahatsız etmesek, diye konuştular. Eğer üstekiler, bunları kendi isteklerine bırakırlarsa hepsi birden boğulurlar. Şayet onlara engel olurlarsa kendileri kurtulurlar ve hepsi de kurtulur.»

Mütercim ;

Bir milletin isyankârlarını alabildiğine bırakıp, ne yaparlarsa yapsınlar, denecek olursa hem isyankârları, hem de iyi kimseler bir­den helake ve azaba hak kazanırlar. Fakat böyle kötülüğe baş vu­ranlar, yetkili kimseler tarafından kötülüklerinden alıkonur ve ter­biye edilirlerse, hem onlar ve hem de toplum helâktan ve gelecek belalardan korunmuş olur.

Esas olarak herkes, mülkünde ve kendi hissesinde dilediği gibi kullanma hakkına sahibtir. Fakat başkasının hakkı ile ilgili durum olursa veya başkalarına zarar getirecek bir tasarruf olursa, mülk sahibi böyle bir tasarrufta bulunmaktan alıkonur.

Meselâ, üst katı birinin ve alt katı "başkasının olan bir binada üst kata sahib olanın tavan ve çatı hakkı var, alt kattakinin de ta­ban hakkı var. Bu maliklerden hiç birisi, diğerine zarar verecek şe­kilde bu haklarında tasarrufta bulunamazlar. Çatı sahibi alt kata zarar verecek şekilde çatıyı bozamaz, alt kattaki de üst kata zarar verecek şekilde temelde değişiklik yapamaz. İşte bu hadîs-i şeriften bu fıkıh meselesi çıkarılmıştır.

Bir de Kur'a'nm meşru olduğu bu hadis-i şeriften alınarak' ay­rılığa düşülen işlerde veya bazı menfaat bölüşmelerinde ortaklar arasında kur'a çekilir. Bunda alimlerin ittifakı vardır.

 

692- Abdullah bin Hişam  (Radiyallahu Anh) der ki:

Henüz küçüktüm. Annem CHumeyd kızı) Zeyneb Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in huzuruna götürdü ve dedi ki: Ya Reslûlallah, bu oğlumdan İslama bağlı kalmak ve itaat etmek üzere biat al, ondan söz al. Hazreti Peygamber anneme cevab olarak şöyle buyurdu:

«O daha küçüktür.» Sonra başını okşadı ve ona (Abdullah'a) dua etti.

(Abdullah bin Hişam ticaret için çarşı ve pazara çıktığı ve ba­zı şeyler satın almak istediği zaman îbni Ömer ile îbni Zeyd, Abdul­lah'a karşı çıkarlar ve ona derlerdi ki, ne olur, satın alacağın ticaret malına bizi de ortak et; çünkü Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sel-lem sana bereket duasında bulunmuştur. Abdullah da bunları o malda ticaret ortağı yapardı. Bazan olurdu ki, ticaret kârından her birine bir deve. yüklü isabet ederdi ve erzakı evlerine gönderirlerdi. Bu şekilde ortak ticaret yaparlardı. Hanefi mezhebinde ve alimle­rin çoğuna göre ortaklık her mal ve mülkte yapılabilir. Mallar de­ğişik cinslerde olabilir. Birinin buğdayı, diğerinin arpası olursa, ikisini birleştirip ortaklık yapmak caizdir. Fakat İmam Şafiî Haz­retlerine göre ortaklık bir cinste yapılabilir. Cinsler değişirse, iki or­taktan her biri malının yansını diğerine. karşılıklı olarak satar, ya­hut pazarlık ederek para ile satar. Böyle yapılmakla ribadan sakı­nılmış olur.

Meselâ: Ortaklardan birinin buğdayını diğerinin arpasına karış­tırarak ortaklık yapılırsa bunda riba meydana gelir,  demişlerdir.

İmam Azam'a göre ortaklık iki kısma ayrılır: Biri mülk ortak­lığıdır. İki kişinin, mallarını bir yerde toplayıp karıştırmalanyle ya­pılan ortaklıktır.' Bu mal, aralarında ortak olur. İkinci ortaklık, akîd (sözleşme) ortaklığıdır. Bu, ortaklar arasında icab ve kabul ile ger­çekleşir. Bu iki kısımdan başka bir de İbâhe ortaklığı vardır, ki. kimsenin mülkü olmayan şeylerden faydalanmak için ortaklık ku­rulmasıdır. Bu da su gibi umuma ait olan şeylerde olur. Mülk sahi­bi kendi mülkünde istediği gibi nasıl tasarrufta bulunuyorsa, ortak­lar da ortak oldukları malda böylece tasarrufta yetkilidirler. Bunun daha geniş izahatı fıkıh kitaplarında vardır.[6]



[6] Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:408-424


Konu Başlığı: Ynt: Zulüm bahsi
Gönderen: Ceren üzerinde 15 Eylül 2016, 21:35:33
Esselamu aleyküm.allahın rızası için yaşayan ve onun yarattığı tüm kullara tüm kainata saygı gösteren ve sahip çıkıp merhamet eden kullardan olalım inşallah....