๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Zübdetül Buhari => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 20 Haziran 2011, 14:58:47



Konu Başlığı: Üçüncü cüz
Gönderen: Sümeyye üzerinde 20 Haziran 2011, 14:58:47
ÜÇÜNCÜ CUZ

 

575- Ebû Hüreyre'den   Radıyallahu Anh  rivayet  edilmiştir:

Benim çok hadîs rivayet ettiğimi soyuyorsunuz; ben diğer Ensar ve Muhacirler gibi çarşılarda ahş-verişlerle uğraşmadım. Onların unuttukları hadîs-i şerifleri ben unutmadım. Bunun 'hikmeti de şu­dur:

Bir gün Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Selem bize va'z ve na-sihatta bulunurlarken:

«Hanginiz, esvabını ( eteklerini) sözümü tamamlayıncaya ka­dar yere serer ve sonra kendine toplarsa söylediklerimi muhakkak surette kavrar» buyurdular. Ben, hemen esvabımı yere serdim. Son­ra topladım: Bu hadiseden sonra Hazreti Peygamberden işittiğimi bir daha unutmadım.

Mütercim :

îlim bahsinde bu hadisin bir kısmı geçmişti. Alış-veriş bahsinde daha geniş bir mana ile tekrarlandı. Ebû Hüreyre'nin bu sözlerin­den ashabı kiramın çarşılarda alış verişle meşgul oldukları anlaşı­lıyor. Onun için alış-veriş bahsinde bu hadîs-i şerif tekrarlanmıştır.

Bir de tarikat şeyhlerinin bazı müridlerine hırka giydirmelerine bu hadîs-i şerif güzel bir delil olabiliyor. Çünkü adı geçen hırka­dan mürşidin hal ve irfanı müride geçer diye hayırlı bir yorumla bu iş yapılır. Nitekim Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri, unutmama halini hırka giyenlere naklettirmiştir. Şeyh­ler de «Kim bir topluma kendini benzetirse, o kimse onlardandır.» kaidesi uyarınca, hiç olmazsa taklid ve benzetme şerefine kavuşa­rak sevab kazanırlar.

 

576- Abdurrahman bir Avf'dan (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:

Abdurrahman, Medine'nin Kaynuka çarşısında ticaretle uğra­şırken, yeni damatların süründüğü kokudan sürünerek Hazreti Pey­gamberin huzurlarına vardı. Hazreti Peygamber,

«Evlendin mi?» buyurdu. Abdurrahman, evet! dedi. Hazreti Pey­gamber sordu:

«Kiminle evlendin?» Abdurrahman, Ensar'dan bir kadınla, dedi. Hazreti Peygamber yine sordu:

«Mehir olarak ne verdin?» Abdurrahman: Bir çekirdek Cbeş dir­hem) ağırlığında altın verdim dedi. Peygamber Sallalîahu Aleyhi ve Sellem buyurdular ki:

«Bir koyun bile olsa, düğün ziyafeti yap!» (Böyle düğün ziyafeti için davet sünnettir.)

 

577- Numan bin Beşir'den rivayet edilmiştir:

«Helâl belli ve haram da bellidir. Ancak ikisi arasında bir takım şübheli şeyler vardır. Günah bakımından şüpheli bulduğu şeyi terk eden kişi, .apaçık günah bildiği şeyi daha kuvvetle terk eder. Günah bakımından şübheli bulduğu şeye cüret eden kimse de, apaçık gü­nah bildiği şeye düşmesi pek muhtemeldir.Zira günahlar, Aiîah Tea-lâ Hazretlerinin yasak korularıdır. Kim bu yasak koru çevresinde sürüsünü atlatırsa, o yasak koruya düşmesi an meselesidir.»

 

578- Hazreti Aişe (Radıyallahu Anha) der kî:

Sa'd bin Ebi Vakkas'ın CRadıyallahu anh) islâraı kabul etmeyen ve küfür üzere ölen Utbe bin Ebi Vakkas adında bir kardeşi vardı. Bu kâfir ölürken kardeşi Sa'd Hazretlerine şöyle vasiyet etmişti: Zem'an'm cariyesinden doğan Abdurrahman adındaki çocuk benden­dir. Bu çocuğu Zem'anm oğlu Abd'den dava ederek al.

Sonra Mekke'nin fethinde Sa'd Hazretleri, adı geçen kardeşinin vasiyeti üzerine, Zem'a'mn cariyesinden doğmuş olan Abdurrahman'ı ele geçirerek, bu, ölen kardeşim Utbe'nin çocuğudur, diye dava et­ti. Nihayet Zem'anm oğlu Abd ile Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in huzurlarına çıkarlar. Abd bin Zem'a der ki: Abdurrahman benim babadan kardeşimdir ve babanım cariyesinden doğmuştur, onun sulbündendir.

Sa'd Hazretleri de: Bu çocuk benim kardeşimin sulbündendir ve gayri meşru olarak Zem'anm cariyesinden doğmuştur. Kardeşi­min oana vasiyyeti böyledir, der. Bunun üzerine Peygamber Sallalla­hu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurur:

«Ya Abd bin Zem'a, bu çocuk sana düşer. Çocuk yatağındır, (kimin mülkü veya nikâhı altında doğmuşsa ona aittir). Zina edenin hakkı da (evli ise) taşlanmaktır.» Zem'a, Şevde validemizin babası olduğundan cahiliyet zamanına ait bu iddiadan   dolayı   Peygamber efendimiz hanımına şöyle buyurdu: «Ya Şevde! Bundan böyle    sen de (kardeşin)  Abdurrahman'dan kaç, ona görünme., Hazreti Şevde (Radıyallahu Anha)  da ömrünün sonuna kadar kardeşi Abdurrah man'a görünmedi.

Mütercim:

Bir kimse çocuğunu red ve inkâr etmedikçe ve meşru usûle göre lian olmadıkça, çocuk kendisinin olur. Başkası tarafından bu çocu­ğun dava edilmesi sahih olmaz.

Utbe adındaki kâfir, Uhud savaşında Hazreti Peygamberin mü­barek dişini kıran mel'undur. Sahih olan görüşe göre küfür hali üzere göçmüş ve cehenneme gitmiştir.

 

579- Hazreti Aişe  Radıyallahu Anha der ki:

Ashabdan bazıları, ya Resûlallah! Bazı kimseler bize kesilmiş ve kurutulmuş /pastırma) et getiriyorlar.. Bu etlerin besmele ile ke­silip kesilmediğinde şübhe ediyoruz. Acaba bunları yiyebilir miyiz? diye sordular.

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: «Allah'ın adının anılıp anılmadığı (besmele çekilip çekilmediği) bilinmeyen ete siz besmele getiriniz ve onu yiyiniz.»

Mütercim :

Bu hadisi şerif, İmanı Şafiî Hazretlerinin delili olup bir hayvanın kesiminde besmele şart değildir, müstahabdır, diye ictihad etmiştir.» «Üzerine Allah'ın adı anılmamış hayvan etlerinden yemeyiniz» mealindeki ayeti kerime, putlar adına kesilen hayvan etlerinden ye­meyiniz, anlamındadır, diyor. İmam Azam Hazretlerine göre, ayeti kerimenin zahirine nazaran, bir hayvan kesilirken muhakkak bes­mele getirmek icab eder. Kasden besmele terk edilerek kesilen hay­vanın eti yenmez. Ancak besmele unutularak hayvan kesilmiş olursa, eti yenir. Bu hadis-i şerifin manası ise, siz iyi zan besleyerek bes­mele ile kesilmiştir, hükmünü veriniz ve besmele ile yeyiniz de­mektir.

 

580- Ebû Hüreyre'den rivayet edilmiştir:

-İnsanlara öyle bir zaman gelecektir ki, kişi aldığı şeyin nereden geldiğine, helâldan mı yoksa haramdan mı geldiğine aldırmayacak­tır.»

Mütercim:

îşte bu hadîs-i şerif de Hazreti Peygamberin mucizelerindendir. Zamanımızda insanların çoğu böyledir; helâl-haram aradığımız yok­tur. Nereden gelirse gelsin, menşei araştırılmıyor.

 

581- Berâ bin Âzib (R.A) ile Zeyd bin Erkam (Radıyallahu Anhümal derler ki: Hazreti Peygamberin zamanında ticaret yapıyor­duk. Altın ile gümüşün karşılıklı olarak değiştirilip satılması hak­kında kendilerine fetva sorduk. Bize şöyle buyurdular:

«Eğer peşin olursa, beis yoktur. Fakat veresiye olursa, sahih, de­ğildir.»

Mütercim:

Sarraflıkta (parayı para karşılığında değiştirmekte) her iki ta­rafın, (müşteri ile satıcının) değiş tokuş yapmaları şarttır. Bunda bütün alim ve müctehidler ittifak etmişlerdir. Yalnız sarraflıkta zi­yade almak, sarraflık adı altında bir şey almak caizmidir? Bunda alimler ihtilaf etmişlerdir. Sahih olan hüküm şu: Eğer cinsleri bir olursa, altın altın karşılığında veya gümüş gümüş karşılığında satılıp değiştirilecekse, fazlalık caiz değildir. Cinsleri değişik olursa, ya­ni altun gümüş karşılığında satılırsa fazlalık caizdir. Ancak her iki­sinin peşin olarak verilip alınması şarttır. Delil de, bu hadîs-i şerifle bundan sonra gelecek olan hadîs-i şeriftir.

 

582- Enes (R.A.) 'den rivayet edilmiştir:

«Her kim rızkının bol yahud ömrünün uzun olmasını isterse, ya­kınlarına iyilik ve ihsan etsin (Sılâ-i rahîm yapsın).»

Mütercim:

Ömrünün uzamasını veya rızkının bol olmasını seven kimse, ak­raba ve yakınlarına sıla yapsın. Bu da, her yönden yakınlarıyla il­gilenmekle olur. Doğrusu, insanın Ömrü ve rızkı muayyen ise de, ih­timal ki bu iyilik ve sıla sebebiyle Cenabı Hak insanın ömrüne ve rızkına bereket verir. Yahud Levh-i Mahfuz'da falan kimsenin rızkı veya ömrü şu kadardır; fakat sıâ-i rahim yaparsa şu Kadar sene da­ha fazla yaşayacaktır ve rızkı çoğalacaktır, diye yazılmış olabilir. Cenab-ı Hakk'ın ezelî olan ilminde ise değişiklik olmaz. «Allah dile­diğini kaldırır ve dilediğini tesbit eder. Levh-i Mahfuz onun katın-dadır.» mealindeki ayeti kerimenin manası da budur, dediler. Ümü'l-Kitab (ana yazı veya yasa), Allah Tealâ Hazretlerinin ezelî olan ilmidir.

 

583- Enes bin Malik (Radıyallahu Anh) derki:

" Sellem efendimîz- Söyto ^ur-«Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in ailesi yanında bir sâ (yaklaşık olarak üç kilo) buğday veya bir sâ' tahıl akşamlama­mı ştır.«

Mütercim:

Hazreti Peygamberin, bu sözü, zekât ve sadaka olarak gelen yi­yecekleri bekletmeden muhtaçlara dağıttığını beyan etmek için söy­ledikleri düşünülebilir. Nitekim bazı hadîs-i şeriflerde Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in ailelerinin geçimi için bir senelik erzak edindiği rivayet edilir. Bu da ümmetine erzak edinmeyi öğretmek ve bu kadarının meşru olduğunu bildirmek içindir,

Baharî'yi şerh eden Aynî Hazretleri bu hadis-i şerife itiraz ede­rek: Bu söz, Hazreti Peygamberin sözü olmayıp Enes Hazretlerinin kendi sözüdür, dedi. Enes Hazretlerinden bu Hadîsi alan Katâde der ki: Ben, Enes bin Maiik'in dilinden kulağımla böyle işittim.. Yoksa bu sözün Hazreti Peygamberden işitilmiş olduğu manası bundan çık­maz. Sonra sarihlerden Sindi de, Ayni'nin bu itirazını savunarak: Hazreti Peygamber ümmetine zühdü ve tevekkülü öğretmek için ve meşruiyetini bildirmek için böyle buyurmuştur. Bunda hiç bir şekilde itiraza yer yoktur, demiştir. Bununla beraber Buharî Hazretlerinin rivayetinin devamından da bu sözü Hazreti Peygamberin buyurdu­ğu anlaşılmaktadır. Sarih Aynî Hazretlerinin burada isabet edeme­diği meydana çıkıyor. Allah en iyi bilendir..

 

584- Mikdam'dan rivayet edilmiştir:

«Hiç kimse, kendi el emeğinden yediği yemekten daha hayırlı bir yemek asla yemiş değildir. Allah'ın peygamberi Davud Aleyhis-selâm da kendi el emeğinden yerdi.»

Mütercim :

Davud Aleyhisselâm, demirden zırh yaparak onları satar ve el­de ettiği kazançla geçinirdi. İnsanın kendi el emeği şübheden arî en faziletli kazanç olduğundan bu yol seçilmiştir. Hazreti Peygamber de, kazançların en şereflisi olan cihad geliri ile geçinirlerdi.

Diğer peygamberlerin de kendilerine mahsus birer sanatları vardı, diye bağı hadislerde nakledilmiştir. Meselâ.- Davud Aleyhisse-lâm zırh yapardı. Adem Aleyhisselâm ziraat ederdi. Nûh Aleyhis-selâm ticaret yapardı İdris Aleyhisselâm terzilik ederdi. Musa ko­yun güderdi. Bu halde kazanmak ve ticaret etmek tevekküle engel değildir; daha doğrusu tevekküle yardımcı olmaktır. Çünkü insan çalışır, uğraşır ve çalıştığının semeresini görürse de bazan zarar eder. îşte çalışan adamın işinde başarılı olması mutlaka kendi elin­de olmayıp başarılı olacağını umarak çalışmış olması tevekküldür.

 

585- Cabir'den rivayet edilmiştir:

«Allah Tealâ o adama rahmet etsin ki, sattığı zaman, satın aldığı zaman ve alacağını tahsil ederken cömert davranır.»

 

586- Hüzeyfe'den rivayet edilmiştir:

«Sizden önce yaşamış ümmetlerden bir adamın ruhunu melekler aldılar ve ona, dünyada hayırlı bir amel işledin mi? diye sordular. Adam dedi ki : Ben (alacaklarımı toplamak için gönderdiğim) adamlarıma, eli dar olana mühlet vermelerini ve durum müsait ola­nı Cbir mazereti varsa) geçmelerini emrederdim. Bu cevap üzerine melekler de onu geçtiler.» Bazı rivayetlerde, «varlıklı olana kolaylık gösterir, eli dar olana mühlet verirdim» veya «varlıklıya mühlet tann eli dar olana bağışladım» veya «varlıklıdan alır ve eli dar olana bırakırdım.» diye varid olmuştur.

Mütercim;

Eli darda olan bir borçluyu, sıkıştırmamak ve alacağı ertelemek vacibdir. Onu tamamen ibra edip kurtarmak ise müstahabdır. Bun­dan dolayı dinî bir bilmece olarak sorulur: Vacibdan daha faziletli olan müstahab hangisidir? Bunun cevabı, alacağı ertelemek yerine bağışlamaktır. Çünkü zor durumda olanın borcunu ertelemek vacib, tamamen bağışlamak müstahabdır. Bununla beraber müstahab olan bağışlama daha faziletlidir.

 

587- Hâkini bin Hizam'dan rivayet edilmiştir:

«Satıcı ile müşteri, birbirlerinden ayrılmadıkça, yahud birbirle­rinden ayrılıncaya kadar ahş-verişlerinde serbesttiler, (alış verişi kabul veya red edebilirler). Eğer ikisi de doğru konuşurlar ve malın durumunu olduğu gibi açıklarlarsa (kusurunu ve ayıbını saklamaz­larsa) , onların alış-verişinde bereket olur. Eğer durumu saklarlar ve yalan konuşurlarsa, alış verişlerinin bereketi kalkar.»

Mütercim :

Burada ayrılmanın manası, İmam Azam Hazretlerine göre «Sat­tım ve satın aldım» sözlerini söyleyinceye taraflar muhayyerdir, imam Şafiî Hazretlerine göre, alış-veriş meclisinden ayrılıncaya kadar muhayyer olurlar. Hulâsa, İmam Azam'a göre, sözü bitirmek ayrılış demektir. İmam Şafii'ye göre meclisten ayrılmak mufarekat-tır.

 

588- Ebû Saîd el-Hudi (Radıyallahu Anlı) der ki:

Hazreti Peygamberin mutlu devrinde bize zekât ve öşür malla­rından kalitesiz hurma verilirdi. Biz de bu kalitesiz hurmamızdan iki ölçeğini bir ölçek iyi hurma ile değişirdik. Bu alış verişimiz için Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem  şöyle buyurdu:

«Bir ölçek (iyi hurma) karşılığında iki ölçek (adi hurma) olamaz.. Bir dirhem karşılığında iki dirhem do olamaz.» Bu şekilde alışveriş yapmayınız; faiz olur. Buğday, arpa. ve diğer hububat da böyledir. Aynı cinsten olan malların mübadelesinde (ölçü veya tartı bakımından farklılık) caiz değildir,

 

589- Ebû Hüreyre  (R.A.) 'den rivayet edilmiştir :

«Aiış-verişte yemin etmek, malın sürümüne yardımcı olursa da, bereketin kalkmasına sebep olur.»

 

590- Cabir R.A'den rivayet edilmiştir:

Bir gazada Peygamber Saîlallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri ile beraberdim. Dönüşümüzde devem yoruldu. Yolda arkadaşlarım­dan geri kaldım. Sonra Hazreti Peygamber yanıma gelerek:

«Cabir, neyin var senin?» diye sordu. Ben de: Ya Resûlallah! devem yoruldu, geri kaldım, dedim. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Seilem devesinden indi ve bastonuyla devemi dürttü. Sonra bana:

«Bini» buyurdu. Ben  de  bindim Devemin birden hızlandığını gördüm ve onu, Hazreti Peygamberi geçmesin diye, güçlükle zab-tediyordum. Bir ara Hazreti Peygamber bana, «evlendin mi?» diye sordu. Evet! dedim.

«Kız mı, yoksa dul mu *ıldm?» buyurdu. Ben de: Dul aldım, dedim. Bunun üzerine şöyle buyurdular:

«Niçin kız almadın? Birbirinizle oynaşır (daha iyi anlaşır) diniz.» Ben de şu mukabelede bulundum: Benim (bakıma muhtaç) bacıla­rım var. Onları toplayacak, üstlerini başlarını yıkayıp tarayacpk ve ihtiyaçlarını görecek bir (olgun) kadınla evlenmek istedim. Bunun üzerine Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:

«Şimdi sen dönüyorsun. Ailene vardığın zaman onlara var gü­cünle sahip çık.» Sonra:

«Deveni satar mısın?» buyurdu. Ben de: Evet! dedim. Hazreti Peygamber de dokuz mıskal altın karşılığında devemi satın aldı. Fa­kat ykıe Medine'ye kadar hayvana binmem için ban müsaade etti. Peygamber Saîlallahu Aleyhi ve Sellem, benden önce (Medine'ye) vardı. Ben de kuşluk vaktinde varabildim. Mescide geldik ve Pey­gamber Saîlallahu Aleyhi ve Sellem Hazretlerini Mescid'in kapısı önünde buldum. Hayvanımdan indim ve Hazreti Peygamberin huzu-.runa vararak, selâm verdim. Selâmımı aldılar. Sonra bana: «Şimdi mi geldin?» buyurdu. Ben de, evet! dedim. «O halde deveni bırakarak Mescid'e gir ve iki rekât namaz kıî,» buyurdular. Ben de Mescid'e girdim ve iki rekât namaz kıldım (sefer dönüşü müstahab olan iki rekât namazı kıldım). Sonra Resûl-i Ekrem, Bilâl'a, dokuz miskal altın tartmasını emrettiler. Bilâl da bana tarttı ve terazinin altın ke­fesini ağır bastırdı. Sonra yürüdüm. Fakat dönüp gitmekte iken Haz­reti Peygamber, Bilâl Habeşiye hitaben.- «Bana Cabir'i çağır» diye emretti. Bilâl Hazretleri beni çağırınca, hatırıma şu geldi: Peygamber Saîlallahu Aleyhi ve Sellem devemi beğenmedi. Onu bana geri vere­cek. Halbuki bu deve kadar sevmediğim bir mal dünyada yoktu. Nihayet Hazreti Peygamberin huzurlarına vardım. Bana. şöyle bu­yurdular.-

«Al deveni, bedeli (olan altın) da senin olsun.»

Mütercim :

Bir. şarta bağlı olarak alış-verişin yapılması hususunda mücte-hid imamlar ihtilâf etmişlerdir. Bu ihtilâf da bu hadîs-i şerife daya­nılarak olmuştur. Çünkü Cabir Hazretleri yolda devesini Peygamber Saîlallahu Aleyhi ve Selleme satmış ve Medine'ye kadar da satıştan sonra ona binmiştir. Bu, bir nevi Medine'ye kadar hayvana binmek şartı ile yapılan bir satıştır. O halde satış, şarta bağlanmış demektir, diyorlar.

İmam Ahmed'e göre böyle satış caizdir. İmam Malik'e göre mesa­fe yakın ise caizdir, İmam Şafiî'ye göre, böyle falan yere kadar bin­mek şartı ile sattım, demek caiz değildir. Satış sözleşmesi yapılırken böyle bir şart koşulamaz. Burada Cabir'i memnun etmek için ona yapılan bir ikram vardır. Hazreti Peygamber bü ikramı Cabir'e ken­diliğinden yapmıştır. Şartlı satışın Nfecelle'de geniş açıklaması var­dır.

 

591- Hazreti Aişe  (Radıyallahu Anha) der ki:

Üzerlerinde bazı hayvan resimleri bulunan minderler satın al­mıştım. Sonra Hazreti Peygamber odamdan içeri girerken bunları görür görmez durdular. Mübarek yüzlerinden anladım ki, hoşlanma­dıkları bir şey gördüler. Kabahat işlediğimi anladım ve .hemen, Ya resûlallah! Allah'a ve size karşı bir kusur işledimse tevbe ettim/ dedim. Hazreti Peygamber:

«Bu yastıkların işi ne (burada)?» buyurdu. Ben de: üstüne otur­manız ve yaslanmanız için satın aldım, dedim. Buyurdular ki:

«Bu resimleri çizenlere kıyamet günü azab edilecek ve onlara, yarattığınız (çizdiğiniz) bu resimlere hayat verin, denilecektir. İçin­de resimler bulunan eve melekler (rahmet melekleri) girmez.»

Mütercim ;

Buradaki tehdit, canlı olan şeyin resmini çizmek hakkındadır. Bunları kullanmak hususuna gelince: Eğer bir canlı, yaşayabileceği bir aza ile şekillendirilmişse bu caiz değildir. Aksi halde caizdir.

Fakat yine Buharî'de LÎBAS bölümünde mevcud başka bir ha-dîs-i şerifte, gölgesi olmayan resim ve şekiller istisna edilerek bu yasağın dışında bırakılmıştır. Ancak fetva yine bu hadîs-i şerife gö­redir. Bununla beraber böyle kâğıt ve kumaş üzerine resim çizenler öteki hadîs-i şerife uyarak amel edebilirler. Zaten Sultan Abdülaziz zamanında Şeyhülislâm Turşucuzade de adı geçen hadîs-i şerifle fet­va vermiş ve Şeyhülislâm olmasına da bu fetvası sebep olmuştur, derler. Hadîs-i şerifin meali şu: «Ebû Talhadan rivayet edildiğine gö­re, melekler, içinde resim olan eve girmezler; ancak elbisede (kumaş­ta) olan çizme ve işleme resimler bundan müstesnadır.»

 

592- İbni Ömer (Badıyallahu Anhüma) der ki: Biz Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile bir seferde idik. Ben, babamın genç ve hırçın bir erkek devesine binmiştim. Bu hırçın deveyi zabtedemediğimden herkesin önüne geçer, babam Ömer de onu ürküterek geri çevirirdi. Hazreti Peygamber, babam Ömer'e hi­taben:

«Bu deveyi bana sat!» buyurdu. Babam da: Deve sizindir, ceva­bını verdi. Yine Hazreti Peygamber:

«Bana deveyi sat!» buyurdu. Babam da bu emre uyarak deveyi sattı. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem hemen bana hitaben:

«Bu deve senin olsun, ey Abdullah bin Ömer! Onu istediğin gibi kullan» buyurdular.

Mütercim:

Alış-veriş tamamlandıktan sonra, satılan malın artık müşteriye ait olduğunu ve bağlantı yapıldıktan sonra satışta caymanın caiz olmadığını, müşteri satın aldığı malı istediği kimseye bağışlayabile­ceğim veya satabileceğini İmam Azam Hazretleri bu hadîs-i şeriften çıkarıyor.

îmam Şafiî ise, satış tamamlandıktan sonra taraflar, satış mec­lisinden ayrılmadıkça satılan malda tasarrufta bulunamazlar. Çünkü mecliste oldukları müddetçe herhangi birinin, satışı feshetme hakkı) vardır, diyor. îmam Şafiî'ye göre, Resûl-i Ekrem'in, Hz. Ömer'den sa-tın aldığı devreyi oğluna bağışlaması, Ömer'in satış meclisinden ay­rılmasından sonra vuku bulmuştur.

 

593- İbni Ömer (Radıyallahu Anh) der ki:

Bir kimse, Hazreti Peygamberin huzuruna gerek, alış - verişte daima aldandığını söyledi. Buna  Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

«Alis-veriş yaptığın zaman, dinde aldatma yoktur, de!»

Mütercim:

Bu hadîs-i şerifin bir rivayetinde, alıç-verişten sonra üç güne kadar muhayyersin. Ondan sonra istersen malı satıcıya geri verirsin, istersen kabul edersin, diye varid olmuştur. Müctehid İmamlar bu hadis-i şeriften dolayı ihtilâf etmişlerdir.

Hanbeli mezhebine göre, alış-verişte aldanma varsa da, aldanan kimse ister böyle hile ile aldansın, ister hilesiz aldansın, alış-verişi bozmakta serbesttir. Fahiş bir aldanmadan dolayı ister kabul eder, ister ahş-verişi geçersiz kılar. Yine Hanbeli mezhebinde, malın ger­çek değerinin üçte biri derecesinde aldanimşsa, bu fahiş bir aldan­ma olur. İki liralık bir eşyayı üç liraya almak gibi.

Hanefi ve Şafiî mezheblerinde, alış-verişte hile yapılarak fahiş şekilde aldatilsa, alıcı alış-veriş t e muhayyer olur; isterse kabul eder, isterse kabul etmez. Fakat bir kimse fahiş şekilde aldatılmış olduğu­na dair karar almaksızın yapılan alış-verişi bozamaz. Ancak fahiş aldanma yetim malı üzerinde ise, karar .olmaksızın aliş-veriş bozu­lur. Vakıf olan mallarla hazine mallan da böyledir.

Bir de Hanefî mezhebinde fahiş aldanma, fiyat biçenlerin takdir­lerinin üstünde olan kıymettir. Ayrıca satıcı veya alıcı yahu d Her ikisi birden muayyen müddet içinde alış-verişi feshetmek veyahud kabul etmek hususun da muhayyerlik şartı koşmaları caizdir. Yine muhayyerlik şartı ile muhayyer olan taraf, muhayyer olduğu müd­det içinde dilerse alışverişi fesheder, dilerse kabul eder. Fakat İmam Azam ile İmam Şafiî Hazretlerine göre üç günden çok muhayyerlik şartı caiz değildir; İmameyn'e göre caizdir. Burada İmameyn'in sözü tercih edilmiştir.

 

594- Hazreti Aişe (Radıyallahu Anha) der ki: Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

«Bir ordu, Ka'be'ye karşı savaşa çıkacaktır. (Mekke ile Medine arasında) Beydâ denilen yere vardıkları zaman başında sonuna ka­dar  (tamamen)   yere batacaktır.» Hz. Aişe diyor ki: Yâ Resûlaîlah!

dedim bunların hepsi nasıl yere batırılacaktır! Oysa içlerinde satıcı­lar ve kendilerinden olmayanlar da bulunabilir. Resûl-i Ekrem şöyle buyurdular:

«Onlar baştan sona kadar yere batırılacaklar ve sonra niyetle­rine göre mahşere kaldırılacaktır.»

Mütercim:

Ordu saf lan. arasında ticaretle meşgul olmanın meşru olduğuna delil olarak bu hadîs-i şerif, alış-veriş bölümünde zikredilmiştir. Bir de böyle zulüm ile ve müslümanlar aleyhine olarak savaşa gidecek­lerle beraber bulunanların hepsi, azaba ve helak edilmeye hak kaza­nırlar.

Medine ile Mekke arasında yere batacak olan ordunun Süfyaııi adındaki bir zalimin askerleri olacağı söylenmiştir.

 

595- Hazreti Enes der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyih ve Sellem Hazretleri, bir gün çar­şıda iken bir adam, Ebe'l-Kasım! diye seslenince Hazreti Peygamber adama döndü. Adam, ya Resûlaîlah! dedi, sizi çağırmadım, şu adamı çağırıyorum. Bunun üzerine Hazreti Peygamber şöyle buyurdu-«Sız Benim ismimle isimleniniz; fakat bana ait olan  (Elbe'1-Ka sjm) künyemle künyelemeyiniz.

Mütercim :

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in sağlığında böyle isim karıştırılması olmasın diye, kendi künyesini kullanmak yasak-lanmıştır.dediler.

 

596- Ebû Hüreyre   (Radıyallahu Anh)  der ki :

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri, bir gün (be­nimle beraber) çıkıp yolda hiç konuşmaksızm Kaynuka çarşısına vardı, sonra Hz. Fatıma'nm (Radıyallahu Anha) evinin avlusunda oturdu ve : Yaramaz çocuk (Hasan) orada mı? » diye sordu. Hazreti Fatma, çocuğun üst-başmı düzeltmek için olsa gerek, çocuğu biraz eğledikten sonra.Hasan, olunca kuvveti ile koşarak geldi. Hazreti Pey­gamber onu kucakladı, sarılıp öptü. Sonra şöyle buyurdu:

«Allahım! Bu çocuğu sev ve onu seveni de sev,»

Mütercim :

Metinde geçen «Lükâ» kelimesi, lügat kitaplarında «yaramaz» ço­cuk manasında olduğundan, bu hadîs-i şerifin açıklamasında müş­külata düşülmektedir. Hatta merhum Abdurrahman paşa Edirnede vali iken bu kelimenin manasını benden sordu. Ben de dedim ki: lurkıyede her çocuk hakkında hoş tutmak maksadı ile, yaramaz­lık yapıyormu, şunu bunu karıştırıyor mu?, koşar oynar manasına Kullanırlar. Arabcada bu «Lükâ» kelimesi çocuk hakkında olursa bir ovgu sıfatıdır. Fakat büyükler hakkında olursa yermek ve kötü­lemek sıfatıdır. Bu sözlerimden adı geçen zat çok hoşlanmıştır.

 

597- îbni Ömer'den (Radıyallahu Anhüma) rivayet edilmiş­tir:

«Zahire satın alan kimse, o zahireyi tamamen tesellüm etmedik­çe onu başkasına satamaz (satmasın).»

Mütercim :

İmam Azam ve İmam Ebû Yûsuf'a göre, bu müşteri satın aldığı bir şeyi, eğer akar ise, eline geçirmeden başkasına satabilir. Eğer taşınır mal ise tesellüm etmeden satamaz. Çünkü malı teslim alma­dan önce ahş-verişin bozulmasını gerektiren bir hal meydana gelme­si veya satıcının elinde taşınır malın helak olması mümkündür. Fa­kat akar ile demir gibi taşınır eşyalarda helak nadir olduğu cihetle bunlarda teslim almadan satış caizdir, dediler.

İmam Şafiî, İmam Muhammed ve İmam Züfer'e göre, bu hadisi-şerife dayanılarak gerek taşınır ve gerek taşınamaz mallarda malı teslim olmadan satmak caiz değildir, hükmü çıkarılmaktadır. Her ne kadar bu hadîs-i şerif zahire hakkında varid olmuşsa da hükmü bütün mallara şamildir. Çünkü helak olmak mülk ve akarlarda da düşünülebilir, dediler.

 

598- Hazreti Câbir (Radıyallahu Anh) der ki:

Babam Abdullah, Uhud savaşında şehid olmuştu. Zimmetinde falana ve falana borç vardı. Alacak sahihleri ile babamın bu borçlan üzerinde anlaşmak üzere Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'-den yardım istedim. Benim arzum üzerine Hazreti Peygamber alacak­lıları davet ederek onlara alacaklarının bir kısmım bağışlamalarım teklif etti. Fakat alacaklıların hepsi Yahudi olduğundan anlaşmaya ve alacaklarından bir miktar düşürmeye razı olmadılar. Bunun üze­rine Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem bana şöyle buyurdular:

«Hurma bahçene git ve.hurmalarını, cins cins ayırıp Acve'sini ayrı ve Azk-i Zeyd'ini ayrı harman ettikten sonra bana haber gön­der.»

Ben de bahçeme giderek Hazreti Peygamberin bana emrettiği şekilde hurmaları cinslerine göre ayn ayrı harman yaptım ve Haz­reti Peygambere emirlerini yerine getirdiğime dair haber gönder­dim. Peygamber Salallahu Aleyhi ve Sellem bahçeme gelip hurma harmanlarının yanı başında durdu. Bütün alacaklılar da orada bulu­nuyorlardı. Hazreti Peygamber bana:

«Alacaklılar (dan herbiri) için ölçüp ver!» buyurdular. (Bir ri­vayette, «bunun alacağım ayır ve kendisine ver!» denilmektedir,) Ben de hemen kile (ölçek) -ile herkesin hakkını ölçüp verdim. Böy­lece borçların tamamım ödedim. Bir de baktım ki, benim hurma har­manlarını, üzerlerinden alınmamış gibi, eski vaziyetinde bulunuyor. (Bu da Hazreti Peygamberin açık mucizelerinden biri olarak bilin­mektedir.)

 

599- Mikdâm bin Ma'dî Kerib'den rivayet edilmiştir.-

«Zahirenizi bîr ölçekle ölçünüz; zira böyle ölçülen zahire    (Al­lah tarafından) size bereketli kılınır.»

Mütercim :

Ölçü, tartı ve sayıya giren maddeler, ölçülerek tartılarak ve sayılarak satılabildiği -gibi, bir yığın halinde satmak da caizdir. Me­sela bir satıcı; bir yığın buğdayı, bir denk samanı, bir yığm tuğlayı satsa sahih olur. Bu hadîs-i şerif bize müstahab olanı- göstermek­tedir. Kesin bir emir değildir; zira bereket . için olduğu manadan anlaşılmaktadır. Fakat cinsi cinsine, meselâ ak buğday kızıl buğday ile değiştirilecek olursa, böyle yığın yığm, götürü şekilde değiştirmek caiz olmaz. Muayyen bir kab ile fazlalık olmaksızın değiştirilmeleri gerekir ki, faiz olmasın. Çünkü yığm halinde değiştirilirse, muhakkak ziyade ve noksanlık olur ki, bu da caiz değildir. Fakat buğday arpa ile yığın vaziyetinde değiştirilebilir; çünkü bunların cinsleri değişiktir. Biri diğerinden fazla veya eksik olabilir.

 

600- Abdullah bin Zeyd'den rivayet edilmiştir:

«İbrahim Aleyhîsselâm Mekke'yi harem yaptı ve Mekke için dua etti. Ben de Medine'yi, İbrahim Aleyhisselâm'm Mekkeyi harem yapması gibi harem yaptım, ibrahim Aleyhîsselâm Mekke için dua ettiği gibi, ben de Medine'nin batmanı ve ölçeği (zirai ürünlerinin bereketi) için dua ettim.»

Mütercim ;

Allah Tealâ Hazretleri gerek Mekke için.İbrahim Aleyhisselâ-mın duasını ve gerek Medine için Resûli Ekremin duasını kabul bu­yurmuştur. Bunun için hac mevsiminde yüzbinlerce hacının her Harem.'de toplanmaları halinde hiç bir erzak noksanlığı olmamakta, her şey bolca mevcud bulunmaktadır.

 

601- Hazreti Ömer'den (Radıyallahu   Anh) rivayet edilmiştir:

«Altının altın ile değiştirilmesi faizdir (haramdır), ancak al-ver şeklinde olursa haram değildir. Buğdayın buğday karşılığında değiş* tirilmesi haramdır; ancak al-ver olursa değildir. Hurma hurma karşilığında- değiştirilirse haramdır; ancak al-ver olursa değildir. Arpayı arpa ile değiştirmek haramdır, ancak al-ver şeklinde olursa değildir.»

Mütercim:

Buğday ile arpanın ayrı ayrı birer cins olduklarına bu hadîs-i şe­rif delildir. İmam Malik, buğday ile mfiyi bir cins saymıştır.

Bir de altın gümüş ile, buğday arpa ile veya hurma arpa ile de­ğiştirilince bunların peşin olması lazımdır. Bir- taraftan veresiye olarak değiştirmek caiz değildir. Fakat para ile hububatın satın alınmalarında veresiye de caizdir. Bir de var ki, ödünç para alıp sonra aynen bunu ödemek veya ödünç buğday alıp sonra aynen bu­nu ödemek satış kabilinden olmadığı için sırf ödünç manasını taşı­dığından bunlar caizdir.

 

602- Ebû Hüreyre (Radıyallahu Anh) der ki:

Peygamber Salallahu Aleyhi ve Sellem, şehirlinin taşralı admâ satış yapmasını, [köylüye, sen bu malını yanmda bulundur; ben azar azar pahalı olarak satarım, demesini) yasakladı. Bir de şöyle buyur­du:

«Müşteri değilken sırf malın değerini yükseltmek için yapıl­makta olan alışverişe müdahale etmeyiniz. Kişi, (din) kardeşinin talib olduğu kıza talip olamaz. Kadın da, fdin kardeşi olan) bacısı­nın, kabındaki aşma konmak için boşanmasını isteyemez.»

Mütercim:

imam Azam ve îmam Şafii Hazretlerine göre, alıcı olmadığı hal de malın bedelini yükseltmek için yapılan müdahale sonucu vuku bulan satış, dinen sakıncalı olmakla beraber hukukan geçerlidir. An­cak bu yola baş vuranlar tazir edilir ve müşteri, fahiş fiyat ödemiş ise nıuheyyer kılınır; dilerse kabul ve dilerse red eder.

îmam Malik Hazretlerine göre, tazir olunca, ister fahiş aldan­ma olsun ve ister olmasın, müşteri muhayyerdir.

İmam Ahmed'e göre, böyle ahş-veriş hiç bir şekilde sahih değil­dir. Fakat bu aldatma işinde satıcının bir ilgisi ve muvafakati yok­sa ve alıcı olmayan kişi kendiliğinden müdahale etmiş ise o zaman bu alış-veriş diğer İmamların görüşünde olduğu gibi hukukan geçer­lidir.  Hadisi şerif, aynı zamanda aracıların faaliyetinin önlenmesi

hükmünü de getirmektedir,

 

603- Cabir (Radıyallahu Anh)  der ki:

Ashabdan bir kimse, kendi kölesini nıüdebber olarak (ölümün­den sonra hür olmak şartı ile) azad etmişti. Sonra bu adam iflâs ederek muhtaç duruma düştü. Bunun üzerine Peygamber Salallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri o müdsbber kılınan köleyi satışa arzede-rek:

«Bu köleyi benden satın alacak var mı?» buyurdu. Böylece kö­leyi açık artırmaya koydu ve sonra onu Nuaym bin Abdullah adın­da bir zat aldı. Sekizyüz dirhem para karşılığında köle ona kaldı. Son­ra alınan bu parayı muhtaç duruma düşen adama (kölenin efendi­sine ki, adı Ebû Mezküre'dir) verdi. Müdebber köleyi de Nuâym'a teslim etti.

Mütercim:.

İmam Şafiî üe İmam Hanbeli. Hazretlerine göre, bu hadîsi şeri­fin delaletiyle müdebber olan kölenin ihtiyaç halinde satılması caiz­dir. Hele iflâs durumunda satış daha geçerlidir. Fakat imam Azam ile îmam Malik Hazretlerine göre. müdebber kölenin satılması caiz değildir.  Böyle bir köle,  efendisinin ölmesiyle hürriyete kavuşur. Ancak efendisinin ölümüne kadar hizmetine devam eder.

Bir malın artırma usulü ile satılmasının caiz olduğuna bu ha-dis-i şerif delildir.

 

604- Ebû Hüreyre'den   (Radıyallahu Anh)  rivayet  edilmiştir: «(Sütü bol olduğu sanılsın diye birkaç günlük) sütü memesinde bırakılan bir koyunu satın alan kimse, sağdıktan sonra onu beğenir­se tutarı beğenmezse sağdığı süt karşılığında sahibine bir sa (takri­ben üç kilo) hurma vererek koyunu sahibine geri verir.»

Mütercim:

İmam Şafiî, İmam Hanbeîî ve İmam Malik Hazretleri bu hadîs-i şerifi olduğu gibi kabul ederek gereği üzere, hüküm vermişlerdir. Böyle süt toplansın diye iki-üç gün sağılmayarak sütü memesinde saklanan bir koyun hile ile satılınca, koyunun alıcısı muhayyer olur; isterse sağmış olduğu sütün karşılığında bir sa (takriben üç kilo) hurma ile koyunu satıcıya geri verir, isterse aldığı gibi koyunu kabul eder.

Ayrıca hayvan sağılmadan önce hileyi alıcı anlarsa yalnız koyu­nu geri verir. İmam Azam Hazretlerine göre,.bu hadîs-i şerif kıyas ve kaideye aykırı düştüğünden bu hadisle amel bırakılmıştır. Öyle ki, bu şekilde aldanan müşteriye muhayyerlik bile yoktur; çünkü böyle bir koyuna, sahib olarak satın alman malın ürünü olan süt sağıldık­tan sonra, o süt koyunun geri verilmesine engeldir, Fakat bu alış verişte fahiş bir aldanma olduğu sabit görülürse, o zaman mesele değişir, satın alman böyle bir mal geri verilebilir. Bir de: «Size kim tecavüz (bir haksızlık) ederse, siz de ona misliyle mukabele edin.» mealindeki ayeti kerimeye aykırı düşer, diye ictihad etmişlerdir.

 

605- İbni Abbas'dan (Radıyallahu Anhüma) rivayet edilmiştir:

«Mallarını satmak üzere çarşı-pazara gelmekte olanların karşı­sına çıkmayınız, (onları dışarda karşılamayınız). Şehirdeki bir kim­se de köylüye simsarlık etmesin.»

Mütercim ;

Çevre köylerden zahire, yağ, peynir, yumurta, bal ve tavuk gibi şeyleri satmak için şehir ve kasaba pazarlarına gelmekte olan satı­cıları daha şehre gelmeden şehrin dışında karşılamak suretiyle onla­rın malları açık gözlülük yapılarak satın alınmasın.

Bir de malını çarşıda satmak üzere gelecek olan bir adama: Sen şimdi bu malı ucuz satma. Benim yanıma, dükkânıma bırak da sonra ben azar azar senin malını yüksek fiyatla satarım, deyip şehirli sim­sarlık yapmasın. İmam Azam Hazretlerine göre bu türlü muamele­nin yasak edilmesi pahalılık ve kıtlık zamanına mahsustur. Bu da zaruri ihtiyaç maddesi olan zahireye aittir. Çünkü bu hareket bir ih-tikârlıktır.

İmam Şafiî Hazretlerine,göre, bu şekilde yapılan muamele tah-rim yolu ile mekruh olup alış-veriş sahihdir.

îmanı Hanbeli'ye göre, hadîs-i şerifin zahiri üzere böyle bir muamele haramdır. Böyle yapılacak alış-veriş sahih değildir. Bir köylü şehirdeki bir satıcıya: Şu malımı sana bırakayım, sonra sen bunu yüksek fiyatla satarsın, şeklinde malını bırakması Hanbelî mezhebinde haramdır ve aüş-veriş de batıldır. Şehirlinin de köylüye bu şekilde teklifte bulunması yine haramdır. Fakat bir köylü : Bugün malım ucuz gidiyor, nasıl hareket edeyim? diye istişare yolu ile şehir­deki esnafa sorar da, esnaf: benim dükkânıma bırakınız. Sonra yavaş yavaş satarım, diyerek köylüye yol gösterirse bir sakınca yoktur.

Bir de kıtlık ve pahalılık zamanı dışında zahirenin depo edil­mesi ittifakla caizdir.

 

606- Abdullah'dan  ÎRadıyallahu Anh)   rivayet edilmiştir:

«Birbirinizin" satışına karşı satış yapmayınız. Taşradan    çarşıya gelmekte olan mal çarşıya inmedikçe onu dışarda karşılamayınız.»

Mütercim ;

Taşradan bir şehrin çarşı veya pazarına gelmekte olan satıcılara karşı çıkıp da şehir dışında mal almak haramdır; Fakat alışveriş sa­hihtir.

 

607- Ebû Bekre (Radıyallahu Anh) 'den rivayet edilmiştir:

«Altını altın karşılığında ancak birbirine eşit olmak şartı ile (peşin) satınız. Gümüşü de gümüş karşılığında birbirine eşit olmak şartı ile satınız, Altını gümüş karşılığında ve gümüşü de altın kar­şılığında istediğiniz gibi satınız.»

Mütercim,;

Altının altın ile ve gümüşün gümüş ile değiştirilmesinde üç şart vardır: . Ağırlıklarında ziyade ve noksanlık farkı olmayacak, eşit bulunacaklardır. Ahş-yeriş bir mecliste peşin olacaktır. Satıcı ve alıcı karşılıklı olarak, müsavi ağırlıktaki altınları ve gümüşleri tesel­lüm etmiş olacaklardır.

Altının gümüş karşılığında veya gümüşün altın karşılığında değiştirtmelerinde eşitlik şart değildir. Bunların tabiatiyle.ağırlıkları değişik olacaktır. Fakat bunların da^bir mecliste peşin olarak alınıp verilmeleri şarttır. İmam Azam'la İmam Şafiî Hazretlerinin görüşleri budur.

İmam Malik Hazretlerine göre, icab ve kabul ile her iki taraf be­delleri tesellüm etmedikçe değiştirme ameliyesi caiz değildir. Diğer arpa ve buğday gibi tahıllar da böyledir. Buğday buğday ile arpa arpa ile değiştirilecekleri zaman yine bunların ölçeklere müsavi ve peşinolarak değiştirilmeleri ye'bir mecliste tesellüm edilmiş olmaları gerekir. k Ancak buğday arpa karşılığında değiştirilirse bunda eşitlik yoktur. İstendiği şekilde farklı ölçülerle ve yine peşin olarak değişti­rilebilirler,

îmam Azam Hazretlerine göre, bu bibi satışlarda harama sebeb olan şey, cinslerin bir olması ile ayni ölçülere bağlı bulunmalarıdır. Meselâ ağırlık ölçüleriyle satılan ve satın alman altın ve gümüş gibi, bakır, demir ve benzeri şeyler de kendi cinsleriyle ancak peşin ve mü­savi değiştirilebilirler.

Buğday, arpa ve benzeri tahıllada da harama sebeb olan yine cinslerin bir olması ve ölçü birimi olan ölçeğe bağlı bulunmalarıdır. îmam Şafiî Hazretlerine göre, altın ve gümüşte haram sebebi cinslerin bir olması ve bir de nakit olmasıdır. Bu durumda faiz yal­nız altın ve gümüşte olur. Demir ve kumaş gibi şeylerde düşünülmez. Buğday, arpa, hurma ve tuz gibi şeylerde haram sebebi, cinslerin bir olması ile beraber değiştirelecek şeylerin yiyelecek ve içilecek mad­de olmalarıdır. Bu duruma göre elma, armut gibi bütün meyvalarda, hatta ilâçlarda bile fazlalık olabilir.

Özetlenirse, Hanefî mezhebinde ribanm (faizin) illeti, tartı ile cins veya ölçü ile cinstir. Şafii mezhebinde ise, nakit ile cins ve öl­çü ile cinstir.

 

608- Ebû Saîd (R.A.) 'den rivayet edilmiştir: «Altın mukabilinde altın,  (satışta)  misli mislinedir. Gümüş mu­kabilinde gümüş de, misli mislinedir.»

 

609- Ebû Saîd (R.A.) 'dan rivayet edilmiştir:

«Altını altın karşılığında ancak misli misline satınız ve birbirin­den eksik veya fazla yapmayınız. Gümüşü de gümüş karşılığından ancak misli"misline.satnuz ve birbirinden eksik veya fazla  yapmayınız. Bunlardan peşini veresiye mukabilinde satmayınız.»

 

610- Usame (R.A.)'den rivayet edilmiştir:

«Ribâ (faiz), ancak veresiye (vadeli) satışlardandır.» Buğ­dayın arpa karşılığında farklı tartı ve ölçü ile peşin olarak değiştiril­melerinde riba=faiz yoktur.

Mütercim:

Bu hadîsin manası, cinsi cinsine olmayarak satılan ve değiştiri­len mallarda peşin oldukça riba yoktur. Altın gümüş ile veya buğday arpa ile satılması halinde, riba ancak veresiye muamelesinde olur. Peşin olarak satılır ve değiştirilirlerse, aralarında ziyadelik olsa bile riba olmaz.

Bu hadîs-i şerifi İbni Abbas Hazretleri Üsame Hazretlerinden işitmiş; fakat sonra İbni Abbas'm bu fikirden dönmüş olduğu da ri­vayet edilmiştir.

 

611- îbni Ömer'den (Radıyallahu Anhüma) rivayet edilmiştir:

«Dalındaki meyveyi, iyice belli olmadan satmayınız? devşiril-miş meyve karşılığında dalındaki meyvayı da satmayınız, değiştir­meyiniz.»

Mütercim:

Tamamen belirmiş olan meyvayı - yemeğe elverişli olsun veya olmasın - ağaci üzerinde satmak, Hanefi mezhebinde sahihtir; çünkü meyvanın belirli hale gelmesi, afet ve bozulmadan emin olacak de­receye gelmesi demektir.

Şafii mezhebinde meyvenin iyice belli olması, yenir hale gelme­sidir. Yahut herkesin rağbeti olacak dereceye gelmesidir.

Ağacın hiç belirmemiş olan meyvasım satmak ittifakla batıldır; çünkü meyva bu durumda yok hükmündedir. Yok olan şey ise satıla­maz. Ancak bir bitkinin meyvalarından bazıları belirmiş ve bazıları belirmemiş olur da arkadan yavaş yavaş yetişme durumu olursa belirmişlere tabi olarak henüz belirmemişleri de satmanın sahih ol­duğuna bazı Hanefî alimleri fetva vermişlerdir. Her ne kadar bu fetva tercih- edilen hüküm değilse de, insanların işlerini kolaylaş­tırmak için bu mesele Mecelle'nin 207. maddesinde sahih" olarak gösterilmiştir.

Bir de bu hadîs-i şerifin soiî kısmında, harman, olmuş kuru hur­ma ile ağaç üzerinde bulunan hurmayı birbiri karşılığında satma-' yınız, sözünün manası şu; Yerde harman olmuş bulunan kuru hur­ma kaç kile ise onu ölçüp, sonra ağaç üzerinde olan hurmayı tah­min ederek ayni miktar karşılığında satmak caiz değildir. Alimlerin çoğuna göre hüküm böyle ise de, İmam Şafiî Hazretlerine göre yasak îieğildir; çünkü Buharî'nin diğer bir rivayetinde şöyle nakledilmek­tedir: Ashabın bazı fakirleri bu şekilde satıştan dolayı şikâyette bulundular. Ellerinde geçim için hurma bulunmayanlar, kendi ağaçlarında olup henüz toplanmayan hurmaları toplanmış hurmalar karşılığında satarak ihtiyaçlarını karşılamk istediler. Bu zruret üze­rine yalnız fakir ve muhtaç olanlar için ağaçlar üzerinde olan mey-valan, toplanmış kuru meyvalar karşılığında satmaya izin ve mü­saade verildi. İşte yerde harman vaziyetinde olan kuru hurmanın tahmin edilerek ağaçlar üzerindeki yaş hurmalarla değiştirilme­sine müsaade edilmiştir. Yaş üzüm ile kuru üzüm de buna kıyas edil­miştir. Yine başakta henüz tanesini tutmuş ve kuvvetlenmiş buğday ile toplanmış kuru buğdayı da kıyas yolu ile satmak caiz görülmüş­se de, diğer meyvalarm- bu şekilde satılmasına izin verilmemiştir.

Ölçüleri eşit olmak şartı ile peşin olarak yaş hurmayı kuru hur­ma ile, yahut yaş üzümü kuru üzüm ile satıp değiştirmek ittifakla caizdir.

 

612- Zeyd bin Sabit (Radıyallahu Anh)  der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in mübarek devirlerin­de bazıları henüz kemâle ermemiş hurma meyvalarım ağaç üzerin­de pazarlık edip satar ve alırlardı. Sonra meyvalan toplama zamanı gelince, ağaçtaki meyvalan satın alan adam derdi ki: Bu meyvalara hastalık geldi karardılar, bozuldular. Böylece alıcı ile satışı arasında anlaşmazlık'çıkardı. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Seîlem, bu tür-davalarm önünü olmak için meşveret olarak şöyle buyurdular:

«Eğer bu satıştan vazgeçmiyorsanız bari dalındaki meyveyi, ol­gunlaşma durumu meydana çıkıncaya kadar satmayınız.»

Zeyd ibni Sabit Hazretleri, Hazreti, Peygamberin bu tür satışa çıkmaları kesin bir yasak olmayıp istişare makammdadır, demiştir.

Mütercim:

Yukarıda açıklandığı üzere nıeyvanm afetlerden kurtulma hali belirinceye kadar ağaçlarda satılmaları sahih değildir. Fakat mey-vanın afetten kurtulma zamanı, iman Azama göre, meyvamn tama­men belirmiş olmasıdır; ister yenebilir halde olsun, ister olmasın. İmam Şafii'ye göre, meyvanın yenebilir hale gelmesidir, yahut her­kesin rağbet edebileceği dereceye gelmesidir. Bir de bu hadîs-i şerifte yasağın kesin olmayıp istişare makamında olduğu açıklanmışsa da, diğer hadis-i şeriflerde kesin olarak yasaklanmıştır.

 

613- Ebû Hüreyre (Radıyallahu Anh) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri Hayber hal; kının öşür ve zekâtlarını toplamak için birini görevlendirmişti.

Hayber'den dönüşünde, Cenîb adı verilen çok iyi hurma getirdi. Haz-reti Peygamber buna hayret ederek zekât memuruna sordu:

«Hayberin hurması hep böylemkiir? »Tahsildar: — Vallahi yâ Resûlallah! dedi, biz bu cins hurmanın bir ölçeği­ni  (kalitesiz hurmanın)  iki ölçeği    mukabilinde   ve iki ölçeğini üç ölçek mukabilinde alıyoruz Hazreti Peygamber  jşöyle   buyurdular.: «Böyle yapma. Kalitesiz hurmanın hepsini sat ve parasıyle Cenîb satın al.»

 

614- Hazreti Aişe (Radıyallahu Anha) der ki : Ebû Süfyan'ın kansı Hind, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sel­lem Hazretlerine gelerek : Ya Resûlallah! Kocam Ebû Süfyan çok cimri ve hasis bir adamdır. Onun malından habersiz olarak alıp har­carsam bana bir günah olur mu? diye sordu. Hazreti Peygamber söy­le buyurdu:

«Sen ve çocukların israf etmeyerek kendinize yetecek kadar alıp harcayınız. »

Mütercim: 

Bu bir fetvadır; gıyabi bir hüküm yerine değildir. Hakim huzu­runda bir meselenin hükmünü öğrenmek için böyle, hasis ve cimri gi­bi hoş olmayan sıfatları sayıp dökmek gıybet sayılmaz.

Bir de, Hind hakkında şöyle bir rivayet vardır: Hind, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in huzuruna gelip dedi ki, ey Allah'ın Resulü! Ben îslâmı kabulden önce, yeryüzünde sönmesini arzu etti­ğim bir ocak varsa oda senin ocağın idi; Fakat bugün yeryüzünde en çok payidar olmasın? istediğim ancak senin ocağındır. Sonra Pey­gamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri : «Nefsim kudret elin­de olan Allah'a yemin ederim ki, kalbinizde iman kararlaştıkça bana sevginiz çoğalır ve gittikçe îman nuru ile cihanın nurlanmasmı ister­siniz.» Bundan sonra Hind, kocasının malından harcama işini sordu ve metinde geçen cevabı aldı.   '

 

615- Ebû Hüreyre'den  (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:

Kardeşim olduğunu söyledim. Vallahi bu ülkede benden ve senden başka mümin yokturîdedi. Son­ra Sare'yi o hunhar hükümdara gönderdi. Hunhar, Hazreti Sâre için kalkınca Hazreti Sare de abdest alıp namaz kılmaya kalktı ve şöyle dua etti: AHahım! Sana ve senin Peygamberine iman etmiş ve namu­sumu kocamdan bankasından korumuşsam bu kâfiri başıma musal­lat etme. Derken o kâfir, boğuk sesler çıkararak, tepinmeye başladı. Hazreti Sare, Allahım!, dedi, eğer geberirse.onu bu kadın öldürdü, denilecek. Bunun üzerine kâfir salıverildi ve yine Sare için ayaklan­dı Tekrar Hazreti Sare, de abdest alıp namaz kılmaya kalktı ve dua etti:

— Allahım! Eğer sana ve senin Peygamberine iman etmişsem ve namusumu kocamdan başkasından korumuşsam bu kâfiri bana musallat etme. Kafir, yine boğuk boğuk sesler çıkarıp tepinmeye baş­ladı. Hazreti Sare

—  Aîlahım! Eğer bu kâfir ölürse, onu benim öldürdüğüm söy­lenir,  diyerek salıverilmesini     diledi,  tkitifci ve  üçüncü  defa  kâfir salıverilince dedi ki: Vallahi, siz bana (kadın değil)  düpedüz şeytan gönderdiniz. Bunu İbrahim"e   (Aleyhisselam)   iade edin ve   Hacer'i de ona verin, Hazreti Sare, (ganimetle) Hazrsti İbrahim'e döndü ve:

—  Biliyor musun, Allah Tealâ o kâfiri yıkıp perişan etti ve bize hizmet için de bir cariye ihsan etti, dedi.»

Mütercim ;

Bir kâfirin vermiş olduğu hediyeyi almanın caiz ve helâl olduğu­na bu hadîs-i şerif delildir. Bir de tevilli yalan söylemenin, haranı ol­mayıp caiz olduğu bu hadîs-i şeriften çıkmaktadır,

İbrahim Aleyhisselâm'm böyle tevil yokfile söz söylemesinin hik­meti: Şayet bu benim zevcenidir, demiş olsaydı, belki zalim kıskanç­lığından Hazreti İbrahim'i öldürür ve yahut onu boşamaya mecbur tutardı. Yahut bir kıza tecavüz edilmez ihtimali ile Hazreti İbrahim Aleyhisselam, zevcesi için «bu benim kardeşimdir,» demek mecburi­yetinde kalmıştı.

Böyle zaruret ve çaresizlik halinde, uygun bir hal için yalan söy­lemek de caizdir. Öyle ki, öldürülmekten kurtulmak için, kalbde iman köklü olmak şartı ile küfrü telafuz etmek caizdir. Nitekim son Bulgar savaşında Bulgar ve Yunan haydutlarının zorlamaları üzerine müslümanlardan bir çok kimse bu duruma düşmüşler ve  sonra yine Al­lah'a hamd olsun kurtulmuşlardır.

Hazreti Sare hediye edilen cariye Hacer'i Hazreti İbra­him Aleyhisselâm'a verdi. Hazreti İbrahim de Hacer'i azad ederek kendisine nikahladı. Ondan Hazreti İsmail dünyaya geldi. Sonra Haz­reti Sare'ye kıskançlık geldi. Sare'nin İsrarı üzerine Hazreti İbrahim, Hacer ile oğlu İsmail'i Şam'dan Mekke'ye götürdü ve oraya bıraktı. Hazreti İbrahim bunları ziyaret için Şam'dan Mekke'ye gider gelirdi. İşte bizim Peygamberimiz Hazreti Muhammed Mustafa Sallallahu Aleyhi ve Sellem efendimiz, Hazreti İsmail'in soyundan ve pak neslin­den dünyaya şeref vermiştir. Sonra Sare'den de İshak Aleyhisse^am dünyaya geldi. İsrail Oğulların Peygamberlerinin hepsi Hazreti İs­hak Aleyhisselâm'ın soyundan geldiler.

 

616- Ebû Hüreyre'den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:

«Canım kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, gökten sizin aranıza hakim ve adil olarak îsa Aleyhisselâm'ın inişi yakın gele­cekte olacaktır. Haçları kıracak, domuzları yok edecek, cizye alma usulünü kaldıracak (gayri müslim kalmayacak) ve servet taşıp dö­külecek de hiç kimse onu kabul etmeyecektir.»

Mütercim:

Kıyamete yakın Hazreti îsa AJeyhisselâm'ın gökten inmesi, Dec-cal'iri ortaya çıkması, Ye'cüc ve Me'cüc'ün zuhur etmesi, Dabbetü'l-Arz'm -çıkışı gibi, Hazreti Peygamberin haber vermiş olduğu kıyamet alâmetlerinin meydana gelmesi haktır ve tevilsiz olarak her müminin bunlara inanması lazımdır. Hazreti îsâ Aîeyhisselâm yeni bir şeriat ile gelmeyip Hazreti Muhammed Aleyhisselâm'ın şeriatı ile amel edecektir. Kur'an'ın bütün hükümlerini tamamen uygulayan bir hakim ve adil olarak teşrif edecektir. Cizye, kâfirlere İslâm ülkesinde yaşama hakkı tanımak ve İslâm'ın yüce idaresi altında huzur ve güven için­de bulunmalarım sağlamaktır. Bu hadisi şerifte cizyenin Hz. îsa tara­fından kaldırılacağı belirtilmektedir. Yani Hz. İsa,, ya İslâm veya kılıç, prensibinden hareket edecektir.

 

617- îbni Abbas'dan (Radıyallanu Anhüma) rivayet edilmiştir:

«Allah Tealâ Hazretleri bir canlının resmini çizen kimseyi, tâ o çizdiği resme ruh verinceye kadar azaba sokar. Halbuki o ressam çiz­miş olduğu resme hiç bir zaman ruh veremeyecektir.»

Mütercim :

Bir ressam, haram olan resim ve sureti kesinlikle halal itikad ede­rek çizer ve suretlendirirse ebedî olarak azab çeker, yahud böyle bir ressam kâfir ise, çizdiği resim için ayrıca ebedî azab çeker. İslâm inan­cını taşıyan kimse, bu haramı işlemekle ebedî olarak cehennemde kalmaz. Allah dilerse onu bağışlar, dilerse geçici bir zaman için ona cehennemde azab eder ve sonra cennetine koyar. Çünkü haram işle­mekle bir mümin kâfir olmaz, günah işlemiş olur. Müşrik ve kâfirden başka hiç bir mümin ebedî olarak cehennemde kalmaz. Ehli sünne­tin inancı budur. Hele gölgesi olmayan resimler hakkında hüküm daha hafiftir. Buna dair hadîs-i şerif, Libas (elbise) bölümünde riva­yet edilmiştir.

 

618- Ebû Hüreyre'den   (Radıyallahu Anh)    rivayet edilmiştir:

«Allah Tealâ buyurdu ki: Üç sınıf insanın kıyamet gününde ben hasmıyım. Benim adıma yemin ederek söz verip de hiyanet eden adam. Hür bir insanı satıp bedelini yiyen adam. Bir ücretliyi kiralayarak emeği ondan tam alıp da ücretini (tam hakkını) vermeyen adam.»

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, «Allah buyurdu» diyerek, bunu kudsî hadîs olarak beyan etti.

 

619- Cabir bin Abdullah (R.A.)'den rivayet edilmiştir:

Allah Tealâ ve Peygamberi şarab, ölü hayvan, domuz ve putla­rın satışını kesinlikle haranı kılmıştır.» Ashabdan biri sordu:

— Ya resûlallah, ölü hayvanını iç yağları hakkında ne buyurur­sunuz? Bunlarla su vasıtaları sıvanır, deriler yağlanır ve halk tara­fından da aydınlatma aracı olarak kullanılır. Buna cevaben Hazreti Peygamber şöyle buyurdu :

«Hayır, onlar haramdır! Allah Yaahudileri helak etsin: çünkü onlara hayvanların iç yağlarını haram kılınca, bu yağları erittiler sonra satıp parasını yediler.»

Mütercim:

Şarap, ölü hayvan, domuz ve putlar gibi, nıüslümanlar arasında kıymeti olmayan malları satmak yahut satın almak batıldır. Fakat domuzdan başka, ölü bir hayvanın derisinden segilenerek faydalan mak caizdir. Yine domuzdan başka ölü hayvanın kuyruk ve iç- yağ­larından sabun yaparak faydalanmak caizdir. Yapılan sabun temiz olur. Şarab Sirke haline çevrilerek, temiz olduğu gibi,   bunlar da sa bun haline çevrilmekle ismiz olurlar,

Şafiî mezhebinde, şarabin satılması haram olduğa gibi, şarab yapan imalatçılara da bir müminin üzümünü satması haramdır. Fakat Hanefî mezhebinde bunlara üzüm satmak haram değildir.

Bir de altın ve benzeri mücevherattan -yapılmış kıymetli resim ve şekillerin satılması ve satın alınması cevazına dair îmanı Şafii Hazretlerinin bir fetvası vardır; çünkü asıl maksad, resim ve şekil olmayıp kıymetli maden olduğundan bunlar kıymet ifade eden mal­lardan sayılırlar.

Yine domuzdan başka ölü hayvanların kıllarından, boynuzların­dan ve kemiklerinden sanayide faydalanmak İmam Azam Hazretle­rine göre caizdir. Fakat îmanı Şafiî Hazretlerine göre caiz değildir. Hatta kendi başına ölen hayvanın derisinde kıllar bulunduğu takdir­de bu deri temiz değildir. Fakat giderilmesi güç olan, deri dibinde kal­mış küçük tüyler engel değildir; bunlar temiz sayılır. Bununla bera­ber, Şam halkı Şafiî mezhebine bağlı oldukları halde, vahşi hayvan­ların derilerinden kürk yaparlar ve giyerler. Bu hususta Hanefî-mezhebini taklid ederler. Tilki ve porsuk boğazlanarak kanları akı-tılırsa, bu takdirde Safî mezhebinde de derilerini kullanmak helâl­dir; böyle derileri seyilemek (tabaklamak) bile şart değildir, yine temiz olurlar.[35]



[35] Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:325-359