Konu Başlığı: Sulh bahsi Gönderen: Sümeyye üzerinde 19 Haziran 2011, 17:07:44 SULH BAHSİ 725- Ümmü gülsüm binti Ukbe'den (Radıyallahu Anha) rivayet edilmiştir: «insanların arasını bulmak için hayırlı sözü nakledip aralarında yayan yahud hayırlı söz söyleyen kimse yalancı değildir.» Mütercîm : însanlarm arasını bulmak veya meşru bir işi yürütmek için gerektiğinde yalan söyleyen kimseye, o söylediği yalandan dolayı günah yoktur; çünkü üç yerde yalan söylemek caizdir ve diğer sahih hadîslerle sabittir. 1 — Harp halinde düşmana karşı, 2 — Birbirlerine dargın olanların arasını düzeltmek için, 3 — Aralarında düşmanlık ve ayrılık olmasın diye kocanın karısına karşı söylemesi. Bu üç yerde yalan söylemek, kesin delil ile sabittir. Fakat tevilli yalan söylenmiş olursa daha uygun düşer. Bir de iki kötülükten birini yapmak zarureti ortaya çıkarsa, bunlardan hafifini yaparak h-lyük kötülükten korunulur. Bu bir fıkıh kaidesidir. Çünkü zaruretler, yasak oian şeyleri mubah kılar. Bir de umuma zarar vermeyi önlemek için kısmi zarar ihtiyar edilir. 726- Sehl bin Sa'd (Radıyallahu Anh) der ki: Küba halkı kendi aralarında kavga etmişler; hatta birbirlerini taşlamışlardı. Bu haber Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e ulaşınca, Hazreti Peygamber bir kısım ashaba: «Haydi birlikte gidelim, onların arasını bulalım» buyurdu. Mütercim : Sonra bizzat Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem giderek Küba halkını birbirleriyle barıştırdı. Anlaşılıyor ki, fitne ve fesadın giderilmesi ve durumun düzeltilmesine kuvvetli bir ihtiyaç duyulursa, bizzat devlet reisinin teşrifi lâzımdır. 727- Berâ bin Âzib (Radıyalîahu Anh) der ki: Peygamber Sallallahu Aleyhi ye Sellem Hazretleri hicretin altıncı yılında zilkade ayında Ömre haccı yapmak niyeti ile ihrama girdi. Mekke'ye yakın Hudeybiye adındaki yere varınca, Mekke halkı o yıl için Hazreti Peygamberin Mekke'ye girmesini engellediler. Bu yılideğil de, geleck yıl yine zilkade ayında Mekke'de üç gün kalmak ve dördüncü günü Medine'ye dönmek şartı ile Mekke'lüerin sulh teklifini hikmet icabı kabul buyurdular. Yapılacak sulh andlaşmasını yazmak için Hazreti Aliye emrettiler. «tş bu andlaşma Allah'ın Peygamberi Muhammed'in yapmış olduğu sulh metnidir.» diye yazmaya başlayınca, Mekke müşriklerinin eiçisi buna razı olmadı" ve: — Biz senin Allah peygamberi olduğunu bilsek, seni Mekke'ye girmekten ahkoymazdık, diye Hazreti Peygambere karşı direnerek «Allah'ın peygamberi» sözünün kaldırılmasını ve onun yerine, Muhammed bin Abdullah, yazılmasını istedi. Bu itiraza karşı Hazreti Peygamber: «Ben hem Allah'ın Peygamberi hem de Abdullah'ın oğlu Mu-hammed'im,» buyurdu. Sonra Hazreti Ali'ye h'itab ederek: «Resûlüllah kelimesini sil» diye hitabetti. Hz. Ali yemin ederek, vallahi ya Resûlel-lah ben senin Resûlüllah ismini asla silemem, dedi. Sonra Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem o andlaşma kâğıdını bizzat mübarek eliyle alıp: «tş bu andlaşma, Abdullah'ın oğlu Muhammedin hüküm ve imzasını taşıyan sulhnâmedir,» diyerek yazdı. (Daha önce yazı yazmazlarken, bu defa mucize olarak yazı yazdı. Yahud başkasına yazdırdı da söylenebilir. Sonra andîaşmanın maddeleri şöyle tesbit edildi: 1- Silâh ancak kında olduğu halde Mekke'ye girilecek. 2- Peygambere bağlı olupta Mekke'de bulunanlardan Medine'ye gitmek isteyen olursa hiç kimseyi alıp götüremiy e çektir. Ayrıca adamlarından Mekke'de kalmak isteyenlere engel olmayacaktır.» O sene bu şekilde sulh yapılarak Medine'ye dönüldü. Ertesi yıl yine zilkade ayında Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri ashabı kiram ile Mekke'ye vardılar. Üç gün geçtikten sonra, Mekke halkı Hazretleri Ali'ye müracaat ederek, artık sözleşme şartlarına göre Mekke'de kalma müddeti sona erdi Arkadaşına (peygambere) söyle Mekke'den çıksın, dediler. Sonra Mekke'den çıkmak üzere yola koyuldular. Mekke'nin dışına çıkıp giderlerken bir de Hazreti Hamza'nın küçük kızı Hazreti Peygambere: — Amca! Amca!... diye seslenerek bize yetişti. Hazreti Hamza, ayni zamanda Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in süt kardeşi idi. Onun için kızcağız ona: Amca! Amca... diye seslenmişti. Hazreti Ali, hemen çocuğu alarak zevcesi Fatmanın bulunduğu deve üzerindeki hevdece koydu ve hanımına da: Bu amcanızın kızını alınız, beraberinizde Medine'ye götürünüz. Devamlı yanımızda kalacak, dedi. Fakat Medine'ye varınca bu kızı yanlarına almak hususunda Hazreti Ali, Hazreti- Zeyd ve Hazreti Cafer iddialaştılar. Hazreti Ali, bu benim amacımın kızıdır diye iddia ederek çocuğu almak istiyordu. Bunun terbiye hakkı bana aittir, diyordu. Hazreti Cafer de-. Bu çocuk benim de amcamın kızı olduktan başka çocuğun teyzesi benim zevcenidir, diye iddia ediyordu. Hazreti Zeyd de, Hazreti Hamza şehid olmadan önce, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hayretleri Hamza ile Zeyd'i dünya ve ahiret kardeşi yaptığından bu kardeşliği ileri sürerek çocuğu yanma almak istiyordu. Kardeşimin kızı oiduğu için ona bakmak bana, düşer diyordu. Bu şekilde Hazreti Peygamberin huzurunda muhakeme edildiler. Sonra Hazreti Peygamber: «Bir çocuğun teyzesi, annesi yerindedir; onun için kızı Cafer'e teslim ediniz!» diye hüküm verdi. Fakat onların bu iddialarından dolayı memnun kalarak onları sevindirecek şekilde taltif ederek Hazreti Aliye: «Sen, bendensin ve ben de sendenim, (ikimiz bir vücud gibiyiz)» dedi. Cafere de; «Gerek yaratılış bakımından ve gerekse huy bakımından sen bana benziyorsun.» buyurdu. Zeyde işe: «Sen bizim kardeşimiz ve mevlamızsm,» diyerek onu da taltif büyur.du. Mütercîm: Müctehidler, bu hadis-i şeriften, bir çocuğun teyzesi, yakınlık hususunda halasından önce geleceği hükmünü çıkarmışlardır; çünkü o çocuğun halası bulunan Abdulmüttalib kızı Safiyye o anda orada idi. Buna teslim edilmeyerek teyzesine teslim edilmiştir. O halde, bir çocuğun anne tarafından olan hanımlar çocuğa, bakmakta, baba tarafından olan akrabaya tercih edilirler. Bir de, Peygamber Sallallahu, Aleyhi ve Seliem Hazretleri, Hazreti Ali'ye: «FtesûlüUah sözünü siî,» demişken, Hazreti Ali'nin: — Vallahi, onu silmem, demesi, Peygamberin emrine muhalefet olmayıp müşriklerine taviz vermeyerek peygamberliğini ilân etmek azminden ileri geliyordu. Nitekim Hazroti Ebû Bekir'e de mihrabda durması için emretmişlerken, edebe uyarak geri çekilmişlerdi. Bunun için Hazreti Peygamber, Hazreti Ali'nin o kelimeyi silmedikle-rine gücenmediler. Bir de başka rivayetlerde, «Ya Ali! O kelime nerededir, bana göster de ben şileyim.» diye nakil vardır. Hazreti Ali de gösterdi ve Peygamber bizzat kendi mübarek eliyle cnu sildi, yerine Abdullah'ın oğlu'cümlesini yazdı, yahud yaz diye emretti. Çünkü Ha.zreti Peygamber Ümmi idi, okumazdı ve yazmazdı. Kur'anı ise kitabdan değil ezbere okurdu. Başka yerden öğreniyor, denmesin ... Bir kısmı da demişlerdi ki, ümmî olan kimse, bir iki kelime yazar. Bu hal olmağa engel teşkil etmez. Bir de böyle ağır şartlarda sulh yapılması, bir çok hikmet ve maslahatlara bağlı idi. Bu hikmetlerden birisi de, ertesi yıl hiç bir kimsenin burnu kanamadan emniyet ve güven içinde Mekke'ye gidip ömre haccım .tamamlamış olmaktı ki, aslında bu Hudeybiye seferinde Hazreti Peygamberin rüyası sebep olmuştu. Hac işleri tamamlandıktan sonra kimi başının saçını traş etti ve kimi de kısalttı ve böylece ihramdan çıktılar. Selâmet ve emniyet, içinde Medine'ye döndüler. Bir iki yıl sonra da kan dökülmeksizin küçük bir harp manevrası ile Mekke tamamen feth edildi. Daha nice fetihlere sebep oldu. İşte bunların hepsi, adı geçen andlaşmanın güzel sonuçlarından ve üstün meyvalarmdan sayılır. Bu, sırf bir akü ve daha üstünlüğünden değil, Peygamber «mucizesinden olduğu Fetih sûresinin inmesiyle anlaşılmıştır. Bunu gerçek akıl ve irfan • sahihleri takdir ederler. Hatta andlaşmadaki ağır şartların kabulünden dolayı bazı itirazlar olmuş ve Hazreti Ömer gibi bazı sahabi, sonradan yüzbin kere pişman olarak tevbe ve istiğfar etmişlerdir. Nitekim bundan sonraki altıncı hadîste genişçe açıklanacaktır. 728- Ebû Bekre (Radıyallahu Anh) der ki: Bir gün Hazreti Peygamberi minberde, yanında torunu Hazreti Hasan olduğu halde gördüm. Peygamber Sallalîahu Aleyhi ve Sel-lem arada bir cemaata döner bakarlar, arada bir de Hazreti Hasan'a bakarlardı. Bir ara Hazreti Hasanı göstererek: «Bu benim oğlum, seyyiddir. Allah'dan ümid ederim ki, onun sayesinde müslümanîardan iki büyük toplum, aralarında uzlaşacaktır.» Mütercim : Bu hadîs-i şerifin mucizesinin sonradan meydana çıktığı her-kesce biliniyor. Çünkü Hazreti Hasan'm babası olan müminlerin emiri Hazreti Ali şehid olarak vefat ettikten sonra, Hazreti Ali'ye bağlı kalan müslümanlar onun yerine Hazreti Hasan'a biat ederek hilafet makamına oturtmuşlardı. Fakat daha önce de Hazreti Ali'ye muhalefette bulunan ve Şam'da Hazreti Muaviye'ye bağlı kalanlar Hz. Hasan'm hilafetini kabul etmediler. Bunun üzerine her iki taraf, savaşa hazırlanarak iki büyük ordu halinde Medayin'de karşı karşıya gelince, Hazreti Hasan, kendisi hilafete en münasib biri olduğu halde ve emirleri altında bulunan kırk bin kişi Hazreti Hasan'-ın hilafeti uğruna canlarını feda edeceklerine yemin etmişlerken, sırf zühd ve takvasından dolayı kan dökülmesin diye birtakım şartlarla anlaşma yaparak hilafeti Hazreti Muaviye'ye bırakmıştı. Sonra Kûfe'ye döndü ve daha sonra Medine'ye dönerek orada ömürlerinin sonuna kadar kaldılar. Şimdi ziyaretgâhi, Balcı mezarlığında Hazreti Abbas ile bir yerdedir. İşte Hazreti Hasan bir takım şartlarla iki İslam topluluğu arasında sulh yaparak büyük felâketi önlemiş olduğundan Hazreti Peygamberin müjdelediği İslahat gerçekleşmiş oldu. Şartlardan biri, Muaviye'den sonra hilafetin Hazreti Hasan'a terki idi. Ayrıca Hazreti Hasana beş milyon dirhem paranın peşin olarak verilmesi, Fars vilayetinde olan bir bölgenin yıllık haracının Hazreti Hasan'a bırakılması gibi daha bazı şartlar vardı. Fakat Hazreti Muaviye bu şartların bir kısmını yerine getirmişse de çoğunu yapamamıştır. Bir de karşılık (taviz) alarak hilafetten çekilmenin cevazı bu hadîs-i şeriften çıkarılmaktadır. 729- Hazreti Aişe (Radıyallahu Anha) der ki: Hazreti Peygamber saadethanelerinde iken, kapıaa bir alacak davası yüzünden iki kişinin yüksek sesle birbirleriyle münakaşa ettiklerini işitti. Borçlu, borcun bir kısmının indirilmesini ve bir miktar dolaylık göstermesini alacaklıdan istiyordu. Alacaklı ise, «Vallahi, yapmam!» diye yeminler ediyordu. Bunun üzerine, Hazreti Peygamber, evden çıkıp o iki kişiye yaklaştı ve onlara şöyle buyurdu: «îyüik yapmam (alacağımdan düşürmem) diye Allah'ın adına yemin eden hanginiz idi?» Alacaklı gayet mahcub ve pişman olarak: — Bendim, yâ Resûlallah! dedi, artık hangisini isterse yapsın.» Sonra- yan yarıya anlaştılar, diye rivayetler olmuştur.[14] [14] Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:460-466 |