๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Zübdetül Buhari => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 19 Haziran 2011, 17:04:24



Konu Başlığı: Şartlar bahsi
Gönderen: Sümeyye üzerinde 19 Haziran 2011, 17:04:24
ŞARTLAR BAHSİ


730- Ukbe bin Amır'dan  (Radiyallahu Anh)  rivayet edilmiş-

Şartlarm en «. kadınları ken-kılarken (nikahlarken) koşulan şarttır.

 

731- Ebû Hüreyre (Radıyallahu Anh) der ki:

Bir bedevi, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri­nin huzuruna gelip: Sizden ALLAH rızası için davamın hak üzere neticelendirilmesini ve hakkımda ALLAH'ın kitabı ile hüküm verme­nizi istiyorum, başka bir dileğim yoktur, dedi ve beraberinde bulu­nan bir şahıstan hak talebinde bulundu. Fakat kendisinden daha bilgili ve ifadesi daha düzgün olan davalı dsdi ki:

—  Evet, ya Resulallah! Aramızda ALLAH'ın kitabı ile hüküm ve­riniz; fakat olayı anlatmak ve kendimi savunmak için bana müsaade buyurunuz.  Hazreti  Peygamber'in müsaadesi  üzerine davalı şöyle anlattı:

—  Benim oğlum, bu adamın işçisi   (çobanı)     idi.  Her nasılsa, onun   karısı   ile zina etmiş ve bana   haber   verildi   ki, güya   her zina eden, recim  (taşla öldürme)   cezasına çarptırılırmış ve benim oğluma da recim gerekiyormuş. Bu durumda onlar benim oğlum­dan davacı olmasınlar    diye, oğlumu    kurtarmak     için yüz    baş koyun ve bir de cariye vererek oğlumu kurtarmıştım.   Fakat sonra ben, alimlere baş vurarak bu meseleyi sordum. Onlar bana, bu işin şer'î hükmünün böyle olmadığını, henüz    evli bulunmayan oğluma ceza olarak yalnız yüz değnek ile bir yıl sürgün gerektiğini söyledi­ler. Recim  cezası oğluma lazım gelmeyip,     bu  adamın    karısına gerekiyormuş.  Eğer gerçekten hüküm  bu ise,  daha önce bunlara vermiş olduğum koyunlarla cariyenin, bana geri verilmesini istiyo­rum.

Hazreti Peygamber şöyle buyurdular:

«Nefsim kudret elinde olan ALLAH Tealâ Hazretlerine yemin ede­rim ki, ben, her ikinizin arasında ALLAH Tealâ Hazretlerinin kitabı ile hüküm vereceğim: Cariye ve koyunlar sana geri verilecektir. Senin oğluna yüz değnek cezası uygulanacak ve bir sene müddetle de sür­gün edilecektir.» Hazreti Peygamber, delillere veya suçluların ıkrarina dayanarak bu hükmü verdikten sonra, ashabın ileri gelenlerin­den Üneys (Radıyaîlahu anh)  Hazretlerine hitaben:

-Yâ Üneys! Şu davacının hanımına gidiniz. Eğer zinayı İkrar ederse, ona recim cezası uygula.»

Sonra Üneys hu görevle giderek kadının ifadesini aldı. Kadın şa-hid huzurunda suçu itiraf etti. Üneys Hazretleri de, Hazreti Peygam­berin emirleri üzere o kadını recim (taşlanma) cezasına çarptırdı.

Mütercim:

Zina davasının saklanması ve mümkün olduğu kadar gizlen­mesi meşru iken, araştırma açılmasının sebebi, tarafların ısrarları üzere olmuştur. Sonra suçluların defalarca ikrarları ile zina suçu s&bit olduğundan her iki tarafa da meşru had (ceza) uygulandı.

Eğer zina edenler, henüz evli değiller ise, Şafiî mezhebinde bu

hadis-i şerifin zahiri ile amel edilerek, bunlara yüz değnek vurulması ve en az üç günlük sefer mesafesi bir yere bir yıl müddetle sürgün edilmeleri gerekir hükmüne varılmıştır.

Hanefî mezhebinde ise, yalnız bunlara yüz değnek vurulması yeter. Sürgün cezası ise, sonraki uygulamalarla kaldırılmıştır.

Eğer zina edenlerden herhangi biri evli ise yahud başlarından bir kez nikah geçmişse, bu gibilerin suçu sabit olma halinde recme-dilerek öldürülmeleri gerekir.

Gerçekte bu recim cezası açık bir hükümle Kur'anda yok ise de, Hazreti Peygamberden tevatür yolu ile gelen uygulamalar ile sabittir. «Peygamber size he getirirse, onu kabul edin» mealindeki ayeti keri­mesi gereğince ALLAH'ın peygamberlerinin emirlerine ve icraatına uymak lazımdır.

Hazreti Peygamber Kur'an-ı Kerimdeki ayeti kerimeye dayana­rak «Bu zina hakkında uygulanacak yol ve hüküm, bekâra yüz değ­nek vurmak ve evliyi recmetmektir,» buyurdu. îşte bu hadîs-i şerifte vaki olan:

«Nefsim kudret elinde olan ALLAH'a yemin ederim ki, ben sizin davanızı ALLAH'ın kitabı ile göreceğim ve hükme bağlayacağım,» de­mek, «ALLAH o zina edenlere yol kilıncaya kadar...» (Nisa sûresi: ayet 15) mealindeki ayetlö hüküm vereceğim demektir. Çünkü Peygamber Sallallahu Aleyht ve Sellem bu husustaki şeriat yolunu, bekâra değ­nek vurmak ve evlenmişi taşla öldürmek şeklinde tefsir etmiştir.

Yahud bazı alimlerin görüşüne göre ALLAH'ın kitabından maksad, Kur' an-ı Kerimden okunuşu kaldırılan ve yalnız hükmü baki kalan:

«Evli erkek ve evli kadın zina ettikleri zaman ALLAH'dan bir ceza olarak muhakkak onları recmediniz:    ALLAH    Aziz'dir.    hakîm'dir» mealindeki ayettir.

ALLAH korusun, bir kimse şeytana uyup zina ilşerse, onu hiç kim­seye açmayıp ALLAH ile kendisi arasında bırakmalıdır. Gerek hakim huzurunda ve gerekse insanlar arasında tamamen inkâr etmeli, tev-be ederek ALLAH'dan mağfiret dilemelidir. Bu şekilde ölürse, bağış­lanmış olması umulur. Fakat ilşediği bu suçu övünerek şurada bu­rada yayacak olursa, bağışlanmayan suçlular arasına girer, bunlar açıktan günah işleyenlerdir. Bir hadîs-i şerifte bu gibiler bağışla­nanlar dışında bırakılmışlardır.

 

732- Hazreti Ömer (Radiyallahu Anh) der ki:

Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Hayber Yahudilerine hitaben şöyle buyurdu:

«ALLAH sizi (arazilerinizde bıraktığı müddetçe biz de (mahsull-e-rinizin bir kısmı bize ait olmak şartı ile) bırakıyoruz.»

Yine Hazreti Peygamber, Hayber yah" udilerinden Hakîk Oğulla­rı kabilesinin reisine hitaben şöyle buyurdu:

«Hayber'den çıkarıldığın ve güçlü deven seni birkaç gece (gün) aralıksız taşıdığı zaman ne yapacaksın?» (Sen ve sana bağlı olan Hayber Yahudi'leri bir zaman gelecektir ki, buradan Şam'a doğru uzaklaştırılacaksınız.)

Mütercim ;

Gerçekten daha sonra Hazreti Ömer'in hilafeti zamanında adı geçeri Yahudi'ler rahat durmadılar, emniyet ve düzeni bozdular, olaylar çıkardılar. Bu   olaylardan    biri de şu idi: Hazreti  Ömer'in oğlu Abdullah, Hayber'de bulunan arazisine bakmak için Hayber'e gitmişti. Gece yatmakta olduğu damdan, meçhul haşıslar tarafından uykuda iken aşağı atılarak kolları ve bacakları kırılmıştı. Bu olay üzerine Hazreti Ömer Medine'de minbere çıkarak cemaata hitab etti:

—  Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Hayber Yahudilerinin bağ ve bahçelerini ellerinden almamış, onları arazileri üzerinde bı­rakmıştı. Fakat bakınız, oğlum Abdullah,. Hayberde bulunan kendi arazisine bakmak için gitmiş iken geceleyin onu damdan aşağı at­mışlar, kol ve bacak kemiklerinde kırık ve çıkık var. Bizim orada Ya­hudilerden başka düşmanımız ve suçlayacağımız kimsemiz yoktur. Simdi ben kesin olarak Yahudileri' oradan çıkarıp Şam tarafına sür­gün etmek, uzaklaştırmak firkrindeyim.

Hazreti Ömerin bu şekildeki kesin karan ve sözleri yahudiler1 tarafından duyulunca, Hakik Oğulları kabilesinden ve Yahudi'lerin ileri gelenlerinden bir adanı Hazreti Ömerin huzuruna geldi ve şöyle dedi:

—  Ey müminlerin Emîri! Hazreti   Peygamber,    bizi böyle yerli yerimizde bırakmış ve yerleştirmişken ve bazı şartlarla bizimle an­laşmışken, bizi yurdlarımızdan nasıl çıkarıp uzaklaştıracaksın? Haz­reti Ömer ona:

—  Sen hatırlıyor musun, evelce Hazreti Peygamber bizzat size hitaben «Bakalım ilerde Hayberden çıkarıldığın ve güçlü deven seni birkaç gece (gün) aralıksız taşıdığı zaman ne yapacaksın? buyurmuş, tu, cevabını verdi. Yahudi dedi ki: O söz, Ebû'l-Kasim'ın bana bir lati­fesi idi, gerçek değildi. Sonra Hazreti Ömer:

—  Ey ALLAH düşmanı! Sen yalan söylüyorsun, dedi. Sonra Hay­ber Yahudilerini Hayber'den çıkarıp Şam tarafına sürdü; fakat sa­hibi bulundukları hurma bahçeleri karşılığında mal, deve ve gerekli eşyayı onlara verdi.

 

733- Misver bin Mahreme (Radıyallahu Anh) der ki:

Hudeybiye seferinde Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Haz­retleri, Mekke yolu üzerinde bir yerde bize şöyle buyurdu:

«Gerçek şu ki, Halid bin Velid, Kureyş tarafından bizim harekâ­tımızı keşfetmek için birtakım süvarileri ile Gamım adındaki yerde­dir. Siz yolun sağını tutunuz. (Halid'in bulunduğu yöne gitmeyip doğrudan Kureyş ordusu üzerine gidelim).»

Ravi Misver devamla der ki: Vallahi, bizim ordumuzdan Halid' in haberi bile olmadı. Çok sonra bizim ordumuzun havaya: kaldırdı­ğı siyah tozu görünce Halid sür'atle hayvanın koşturarak Kureyş ordusuna haber vermeğe gitti. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sel-lem'in ordusu da mümkün olduğu kadar bir hızla Kureyş ordusu üzerine ilerliyordu. Ordumuz, sarp ve inişli yokuşlu bir yere vardığı zaman, Hazreti Peygamberin Kasva adındaki devesi çöktü, kaldı. Askerler dediler ki, Kasva huysuzlaştı, serkeş oldu. Hazreti Peygam­ber, şöyle buyurdu:

«Kasva çökmez; onun böyle yolda çökmek adeti yoktur. Fakat  engelleyen (yüce kuvvet) onu engelledi. (Evelce Mekke'yi yıkmak için gelen ordudaki Fil'i bu işten engelleyen ALLAH, bizi de orada kan dökmekten engelledi). Nefsim kudret elinde olan ALLAH'a yemin ederim ki, Kureyşî'Ier, ALLAH'ın mübarek kıldığı Haremi şerife hür­met hususunda bana ne kadar ağır şart koşarlarsa kabul edeceğim, bu yolda onların istediğini vereceğim.»

Sonra Hazreti Peygamber Kasva'yi bizzat zorlayarak yürüt­tü. Sonra orduyu, Kureyş'in bulunduğu yönden çevirerek Hudeybi­ye yoluna saptı ve Hudeybiye'nin yukarı kısmında çok az suyu bu­lunan bir kuyunun yanı başında konakladı. Bu kuyunun suyunu her­kes avuçla içmeğe başladı. Az sonra bütün su çekilmiş oldu. Sonra susuzluktan Hazreti Peygambere şikâyet ettiler. Hazreti Peygamber ok mahfazasından bir ok çıkararak onlara verdi ve bu oku o kuyu­nun dibine koyunuz, buyurdu. Ashab da onu o kuyuya koydular.

Misver, der ki: Yüce ALLAH'a yemin ederim ki, o anda kuyudan su fışkırdı ve taştı. Öyle ki, herkes kuyunun kenarında oturup'ju İcablarını doldurarak yerlerine döndü. Bu sırada Huza'a. kabilesin­den birkaç kişi ile birlikte Bedii bin Varaka El-Huza'î, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve SeUem'e geldi. Aslında Huza'â kabilesi, Hazreti Peygamberin arkadaşları ve güvenilir sırdaşları idi. içlerinden müslüman olan ve olmayanların hepsi Hazreti Peygambere hizmet eder­ler, Mekke'deki olayları ona haber verirler ve sadakat gösterirlerdi. kez de yine iyi niyetle Bedii Hazretleri gelip: — ALLAH'ın Re­sulü! Kâ'b bin Lüey ve Âmir bin Lüey kabileleri, hüdeybiye'nin suyu en bol olan kuyularının çevresine kondular. Bunlar bütün kavim ve kabileleri ve hayvanları ile sizden önce gelip bu yeri tutmuşlar. Harp­ten kaçmasınlar diye, kadınlarını da beraberlerinde getirdiler. Şim­di ben onları bu yerde bırakıp geldim. Bunların maksadı, size karşı savaşmak ve sizi Mekke'ye sokmamaktır,

Hazreti Peygamber Bedü'e cevab olarak:

«Biz hiç kimse ile savaş etmek niyeti üzre gelmedik; ancak biz ömre niyeti ile ihrama girip tavaf, sa'y ve traş işlerini yaparak öm-reyi tamamlamak ve geri dönmek için geldik. Bununla beraber Ku-reyş kavminin maddî ve manevî kuvveti çeşitli olay ve savaşlar yü­zünden hayli kırılmıştır. Bu durumda isterlerse, onlara bir müddet vereyim ve onlarla şöyle bir anlaşma yapayım: Mekke müşrikleri benimle diğer arab kabilelerinin arasını serbest bıraksınlar (onlarla yapacağım temaslara engel olmasınlar). Eğer ben onlara üstün gele-bilirsem, Mekke'liler de, bana teslim olan ve itaat eden insanlar gibi kendi arzuları ile teslim olup itaat ederler. Eğei1 o kabilelerle yapa­cağım savaşlarda üstün gelemiyecek olursam, o zaman Mekke'liler rahata kavuşmuş ve benden kurtulmuş olurlar.

Şayet Mekke'liler, bu şartlardan herhangi birini kabul etmeye­cek olurlarsa, canım kudret elinde olan yüce ALLAH'a yemin ederim ki, bu din uğrunda onlarla savaşırım, tâ başım vücudumdan ayrılın-cr- a kadar, ALLAH yolunda savaşırım. Elbette ALLAH Tealâ Hazretleri Kur'anı Kerim'inde verdiği kendi dinini yüceltme va'dini gerçekleş­tirecektir.» buyurdu.

Hazreti Peygamberin bu yoldaki beyanlarını dinleyen Bedii de­di ki; Ey ALLAH'ın Resulü! Ben, sizin bu emirlerinizi Kureyş kavmine harfi harfine tebliğ edeceğim. Sonra Bedîl, beraberindekilerle geri dönüp Kureyş ordugâhına vardı ve bütün Mekkelüere karşı:

—  Ey Kureyş kavmi! Biz, peygamberin yanından geldik ve çok tesirli sözler dinledik. Bu işittiklerimizi dinlemek isterseniz, onları aynen olduğu gibi size açıklayalım, dedi.  Kureyş ordusunun bazı cahilleri Bedil'e karşı: — Senin, O'na dair vereceğin habere ihtiya­cımız yok! dediler. Fakat Kureyş ordusunun akıllı ve ileri görüşlü

kimseleri:

—  Peki, peki. Ne işittinse haber ver, dediler. Bedü, Hazreti pey­gamberden işitmiş olduğu emirleri harfiyyen açıklayıp onlara bildirdi. Sonra Urve bin Mes'ud .adında bir zat Kureyş kavmine güzel bir ifade ile şunları söyledi:,

—  Ey topluluk! Siz benim babam yerinde değil misiniz? Onlar da, evet, biz senin baban yerindeyiz, dediler. Urve tekrar sordu:

—  Ben sizin evladınız yerinde değil miyim? Onlar:

—  Evet, sen bizim evladımız yerindesin, dediler. Urve:

—  Benden hiç şüphelenir ve beni itham edermisiniz? dedi. On­lar.

—Hayır, senden hiç bir şüphemiz olmaz, dediler. Sonra Urve şöyle sözüne devam etti:

— Gerçek şu ki, bu defa size yardım etmek üzere Ukâz kabile­sini tam seferber olarak bu cenge davet etmiştim. Sonra bunlar bu davetime gelmediklerinden ben bütün çoluk-çocuğumla ve etrafımla size yardım etmek ve size ortak olmak üzere geldim; bunu biliyor­sunuz, değil mi? Onlar hep bir ağızdan:

—  Evet, biliyoruz, dediler. Urve:

—  Bu zat (Peygamber), size sulh teklifinde   bulunmuş. Siz onu kabul .ediniz. Bana da izin  veriniz,  gideyim ve bir kez de onunla ben konuşayım, dedi. Onlar da: — Peki, gidiniz, konuşunuz! dediler. Sonra Urve, yanlarından ayrılarak Hazreti Peygamberin huzuruna geldi ve konuştu. Kazreti Peygamber, Bedıl'e söylediklerinin aynini tekrarladı. Urve, Hazreti Peygamberin: «Eğer Kureyş kavmi göster­diğim yo!u kabul etmeyecek olurlarsa, ölünceye kadar onlarla sa­vaşacağım,» sözüne karşı dedi ki:

—  Eğer kavminiz olan Mekke'lilerin kökünü kazımak niyetinde iseniz bana söyleyiniz, sizden önce birçok liderler geldi geçti; bunların içinde kendi soy ve kabilesini yok eden var mı?

Vallahi, içinizde bazı şöhretli kimseleri gördüğüm gibi, harb ha­linde sizi bırakıp kaçacak bazı kimseler ve çeşitli kabileler de görü­yorum. Urve'nin bu sözüne karşı, Hazreti Ebû Bekir (Radıyallahu Anh) sabredenıiyerek kızdı ve ona çıkışarak dedi ki:

—  Biz ALLAH'ın Resulünü bırakıp kaçacak mıyız? Sen git kav­min Sakîf'ın putu olan LÂT'ın kıçını yala! Urve sordu:

—  Bu sözü söyleyen kimdir? Ebû Bekir olduğu    cevabını aldı. Sonra şöyle konuştu:

—  Ah Ebû Bekir! Eğer daha önce üzerimde karşılığını veremedi­ğim iyiliklerin olmayaydı, elbette seni cevapsız bırakmazdım.  (Siz bana bir diyet hususunda evelce yardım etmiştiniz, cahiliyet zama­nında bana on deve vermiştiniz. Eğer bunu yapmamış olsaydınız, ben de sizin bu sözünüze karşılık verirdim.)

Ravi Misver der ki, Urve hem Hazreti Peygamber ile konuşur, hem de konuşma arasında, Hicaz arablarıhm adetince eliyle Hazreti Peygamberin mübarek sakallanın okşardı. Urve, Hazreti Peygambe­rin mübarek sakalına elini her uzattıkça, Hazreti Peygamberi koru­mak için yanı başında zırh içinde ve kılıcı elinde dikilen ve Urve'nin yeğeni olan Muğîre bin Şu'be, amcasına: Senin gibi müşrik ve kafir­lere, Hazreti peygamberin mübarek sakalına dokunmak yakışmaz, diyerek kılıcının ökçesi ile ona dokunurdu. Bu harekete Urve'nin canı sıkıldı ve başını kaldırarak:

—  Benim elime kılıcının ötesi ile vuran kinidir?  dedi.   Ashab: —.Yeğenin Muğîre'dir, dediler. Urve yeğenine    mukabele etti: -— Ey gaddar! Senin cahiliyet zamanında işlediğin suçun tazmi­natını halâ ödemekle uğraşıyorum.   (Muğlre İslâmı kabulden önce Sakîf kabilesinden bir kısım arkadaşları ile Mekke'den Mısır'a gi­derken yolda sarhoş olmuşlar, aralarında kavga   çıkmış ve Muğıre arkadaşlarının hepsini öldürerek mallarını almıştı. Sonra Medineye geçerek İslâm'ı kabul etmişti. Hatta Müslüman olurken bu olayı da Hazreti Peygambere anlatınca şu cevabı almıştı: «Senden İslâmiyet cihetini kabul ederim: fakat diğer öldürme ve yağma işine   karış­mam, onu kabul etmem. «Çünkü bu işi savaş halinde değil, sulh za­manında yapmışsın.» Sonra Urve, gözlerini ashabı kirama çevirerek onları süzdü ve şöyle dedi:

—  Bu nasıl şeydir, bu ne tazim ve hürmettir? Vallahi, Peygam­ber bir tükürük tükürse mutlaka onlardan birisinin avucuna düşer ve onu yüzüne ve derisine' sürer. Bir şey emretse hepsi birden dav­ranıyor. Abdest alsa, onun abdest suyu için birbirlerini kıracak olu­yorlar. Konuştuğu zaman onun yanında kimseden çıt çıkmıyor. Say­gılarından ötürü bakışlarını ona dikemiyor. Sonra Urve, adamları­nın yanma dönerek şöyle dedi:

—  Ey kavim! Vallahi,    ben şimdiye kadar  elçi  olarak .birçok kralların, huzuruna çıktım: Rûm hükümdar    Ka'yser'in    huzuruna çıktım, Fars kralı Kisrâ'nm, Habeş hükümdarı Necaşı'nin huzurla­rına çıktım. Vallahi, Muhammed'm adamlarının Muhammed'e gosterdikleri hürmet ve tazimin, haşiyesi tarafından hiçbir krala gös­terildiğini görmedim. Vallahi, bir tükürük tükürse mutlaka onlar­dan birinin avucuna düşer ve onu yüzüne ve derisine sürer. Muham-med onlara bir şey emredince (onun emrini yerine getirmek için) hepsi birden davranıyor. Abdest alsa, onun abdest suyu için birbir­lerini kıracak (ezecek) oluyorlar. Konuştuğu zaman onun huzurun­da kimseden çıt çıkmıyor. Bütün ashab, hürmetlerinden dolayı onun yüzüne bakmazlar. Üstelik Muhammen -ize güzel bir sulh ve isabetli bir fikir beyan etti. Geliniz, siz bunu kabul ediniz Hakkınızda hayırlı ve iyi olur.

Kinaneoğulları kabilesinden bınsi, Kureyş kavmine hitaben: —. Siz beni bırakın. Bir kere de Muhammed'in yanına ben gideyim, de­di. Onlar da: — Peki, gidiniz, dediler, bu adam İslâm ordusuna gelir­ken Peygamber Sallalîahu Aleyhi ve Sellem Ashabı kirama hitabederek:

«Şu gelen adam, hac ve ömre kurbanlarına hürmet ve tazim gös­teren kabileden falancadır. Yanlarınızda bulunan nişanlı ne kadar kurban (hedyJ devesi varsa, hepsini onun gözü önüne yayınız, salı­veriniz,» buyurdu. Ashab da bütün kurbanlık develerini salıverdiler, ona gösterdiler ve ashabdan çok kimseler telbiye getirerek (Lebbeyk diyerek) onu karşıladılar. Bu gelen (Kinane'li) adam, ashabın ve kurbanlıkların bu halini görünce şaşarak dedi ki: — Sübhanellah! Kabe'den bunları alıkoymak yerinde bir hareket değil. Hazreti Pey­gamberle konuştuktan sonra Kureyş ordusuna döndü ve dedi ki:

—  Ben, onların yanlarında, ömre tamamlandıktan sonra kesil­mek üzere kurbanlık Chedy) develer gördüm. Hepsi de tasmalanmış ve işaretlenmiş. Benim fikrime uyarsınız, onların Beyti şeriften alı-konmasmı doğru bulmam.

Onlar: — Dur bakalım, biraz daha düşünelim, dediler. Sonra mik-rez adındaki bir şahıs da:

—  Bırakınız, bir de ben gideyim, bakayım. Dedi. Onlar da; — Peki, gidiniz, bakınız. Dediler. Sonra Mikrez müslünıanların ordugâ­hına gelirken onu Hazreti Peygamber uzaktan gördü ve şöyle bu­yurdu :

«Bu gelen mikrez'dir. Bu ise zalim ve serkeşin biridir.»

Sonra bu Mikrez gelip Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem-ile konuşurken Kureyş ordusu tarafından sulh ve anlaşma yapılmak üzere görevlendirilen Süheyl bin Amir uzaktan gözüktü. Hazreti Peygamber ashaba hitaben:

«Artık işiniz bir derece kolaylaştı,» buyurdu. Sonra Süheyl Re-sûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile konuşmaya başladı:

On sene iki taraf birbirleriyle savaşmamak, taraflar emniyet ve güvenliği korumak, bu yıl ömreden vazgeçerek ertesi yıl yine ashab-la ömre yapmak   şartları ile bir andlaşma metni yazılmasına karar verildi. Sonra Süheyl: — Haydi kalem, kâğıd getiriniz.   Aramızdaki sözleşme metnini yazınız dedi. Hazreti Peygamber, özel kâtibi olan Hazreti Ali'yi yanna çağırttı ve ona hitaben: «Önce Bismillahirrah-manirrahim yazınız,» buyurdu. Fakat Sühely, cahiliyet inançlarına uyarak besmelenin bu tarzda yazılmasına karşı çıktı. Bu Rahman kelimesi ne sözdür, bilmiyorum. Eskiden yazmış olduğunuz gibi, Bis-mikellahümme, diyerek yazınız, dedi. Bunun    da manası, ALLAHım! Senin isminle başlarım, demektir. Ashab, Süheyl'in bu isteğine karşı çıktılar, biz besmeleyi değiştirmeyiz, dediler.  Hazreti    Peygamber, Hazreti Ali'ye:

«Zararı yok, Bismikellahümme, yaz,» diye emretti. O da aynı şe­kilde yazdı. Sonra Resûl-i Ekrem:

«İşbu Andlaşma, ALLAH'ın peygamberi Muhammed'in mutabık kalarak hnza ettiği...» buyurunca Süheyl, ALLAH'ın peygamberi sözü­ne itiraz etti ve:

— Vallahi, senin ALLAH'ın peygamberi olduğuna inanmış olsay­dık, seni Kabe'yi ziyaretten alıkoymazdık. Böyle yazmayınız, Abdul­lah'ın oğlu Muhammed diye yazınız, dedi. Hazreti Peygamber:

«Vallahi, siz beni her ne kadar tekzib etseniz de ben gerçekten ALLAH'ın peygamberiyim!» dedi ve kâtibe hitaben, zararı yok, Sü­heyl'in istediği gibi:

«Abdullah'ın oğlu Muhammed, diye yazınız,» buyurdu. Nihayet o şekilde yazıldı. Sonra Resûl-i Ekrem:

«Ka'beyi ziyaret edip tavaf etmemize mani olmamaları şartılyle...» deyince Süheyl bu şarta da itiraz etti: Arablar, bize baskı yapıldığın­dan söz ederler. Bu sene sizi Mekke'ye bıraksak, arablar nezdinde küçük düşeriz. Biz zorla istilâ edildik, diye dedi-kodu yaparlar. Fa­kat gelecek yıl, istediğiniz gibi, sizin için Mekke'yi üç gün müddetle boşaltırız. Hiç bir zarar olmaksızın ömre işlerinizi yaparak üç günden sonra Medine'ye dönersiniz, dedi ve o şekilde yazıldı. Sonra Süheyl bir madde daha ilâvesini isteyerek:

—  Sana bizden kim gelirse, senin dininden olsa bile, onu kabul etmeyecek ve bize geri vereceksin, dedi. Ashab:

—  Şaşılacak şey! Bir adam müslüman olarak bize gelmişken, biz onu nasıl geri vereceğiz,   müşriklere  teslim  edeceğiz?  oJur şey mi bu? dediler.

Ashab bu halde iken, daha önce Mekke'de İslâm dinini kabul et­tiğinden orada zindana atılan ve ayaklarına zincir vurulan Süheylin oğlu Ebû Cendel, bir yolunu bulup zindandan kaçarak ayaklarında zincir olduğu halde kendini İslâm ordugahına attı. Babası Süheyl, oğlunu görür görmez: — Ya Muhammedi İmza edeceğim andlaşma şartlarından birincisi uyarınca senin, bu oğlumu bana geri vermen gereklidir; bunu bana geri vermedikçe sözleşme metnine imza koy­mam, dedi. Hazreti Peygamber,

«Sözleşmemiz henüz imza edilmedi, (Ebû Cendel'in geri verilme­mesi gerekir).» buyurdu. Süheyl:

—  O halde, vallahi, seninle hiç bir hususta anlaşma yapmam, diye yemin etti. Yine Hazreti Peygamber:

«Haydi, onu bana bırak!» buyurdu. Süheyl:

—  Asla kabul edemem diye diretti. Hazreti Peygamber: «Evet, bunu benim için kabul et!» buyurdu. Süheyl:

—  Asla kabul etmem, diyerek İsrarını sürdürdü. Bu arada daha önce gelen ve Süheyl'in arkadaşı olan Mikrez adındaki şahıs:

—  Biz bu isteğinizi kabul ettik, Ebû Cendel'i hüküm, dışı bırakı­yoruz, dedi ise de, yine Süheyl eski inadında İsrar etti. Babasının bu kesin konuşmasını duyan Ebû Cendel, insanlar    ortasında yüksek sesle:

—  Ey müslümanlar topluluğu! Ben size müslüman olarak gelmiş­ken, tekrar müşriklerin eline teslim ediliyorum. Şu benim başıma ge­lenleri görmüyor musunuz? diye bağırmaya başladı. Gerçekten bu zavallıya, daha önce bu din uğruna çok işkence edilmişti. Bu şekilde bağırmasında haklı idi.

Bir rivayette de Hazreti Peygamber ona:

«İnşALLAH, yakında ALLAH seni kurtaracaktır; sabret!» diye    bu­yurmuştu.

Ömer bin Hattab Hazretleri der ki. Ben  Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in huzuruna vardım ve:

—  Sen ALLAH'ın gerçek peygamberi   değilmisin!    dedim. O da: «Evet, ALLAH Tealâ Hazretlerinin hak peygamberiyim,» buyurdu.

Ben tekrar sordum:

—  Peki, biz hak dih üzere, düşmanlarımız ise batıl din üzere de­ğil midirler? Efendimiz:

«Evet, öyledir,» buyurdular. Ben devam ettim:

—  O halde dinimiz hususunda bu küçüklüğü neden kaD'ü edelim. Onların her istediklerini neden verelim? Bana şöyle cevab ver­diler:

«Ben yüce ALLAH'ın hak peygamberiyim. Ben bu işi yapmakla Al­lah Tealâ Hazretlerine isyan etmiş olmuyorum. ALLAH Tealâ benim yardimcımdır.» Sonra ben sordum:

—  Sen, bize, yakında Beyt-i şerife vanp tavaf edeceğiz diye haber vermiştin, değil mi? Efendimiz cevab verdiler:

«Evet, öylece haber verdim? fakat vaktini tayin ederek hemen bu sene varıp tavaf edeceğiz, diyerek mi haber verdim?»    Ben de:

—  Hayır, vakit tayin buyurmam iş tınız, dedim. Efendimiz Hazret­leri:

«Muhakkak sen Bey-i şerife varıp oraya gireceksin ve onu tavaf edeceksin, Cbu yıl olmasa, gelecek yıl tavaf edeceksin),» buyurdular. Ben tekrar Hazreti Ebû Bekir'in yanına döndüm ve dedim:

—  Bu .adam ALLAH Tealâ Hazretlerinin hak peygamberi değil mi­dir? Hazreti Ebû bekir:

—  Evet, hak peygamberdir, dedi. Ben yine sordum:

—  Biz hak üzere, düşmanlarımız ise batıl yol üzere değil midir? Hazreti Ebû Bekir:

—  Evet, öyledir: Dedi. Ben:

—  O halde, dinimiz hususunda neden bu aşağılığı kabul edelim, düşmanlarımızın her istediğini yapalım? dedim. Hazreti Ebû Bekir, beni azarlar şekilde:

—  Be hey adam! O kimse muhakkak ki, ALLAH Tealâ Hazretlerinin Resûl-i Ekremidir, peygamberidir. Hic bir zaman yüce peygamber Al­lah'a isyan etmez ve ALLAH Tealâ Peygamberinin daima yardımcısıdır. Sen, hemen Hazreti Peygamberin devesinin dizginine yapış,   (böyle yersiz sözler konuşma, o ne buyurursa ona uy), dedi. Tekrar Hazreti Ebu Bekir söze devamla:

—  Vallahi, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri, her hareket ve işinde hak üzeredir. Haydi git, dedi. Ben yine Hazreti Ebû Bekir'e hitaben:

—  Peki, Hazreti Peygamber Medine'de bize : «Biz Beyt-i şerife varacağız ve Bey-İ şerifi tavaf edeceğiz,» diye haber vermemiş mi idi? dedim. Bu soruma Hazreti Ebû Bekir şu cevabı verdi:

—    vet, haber vermişti; fakat vaktini tayin ederek hemen bu yıl tavaf eo ceğiz, diye mi buyurmuştu? Ben de:

—  Hayır, vaktini tayin etmemişti, dedim. Sonra devam etti:

—  Gerçekten sen Beyt-i şerife varıp onu tavaf edeceksin, dedi. Hazreti Ömer der ki:

Benim bu aşırı derecede konuşmadan ve itirazda bulunmamdan dolayı sonradan keffaret olsun diye sadaka, kurban oruç ve köle azad etmek gibi iyi işlerden çok şeyler yaptım. Bu hadîs-i şerifi rivayet eden der ki:

Bu andlaşmanın hazırlanarak imza   edilmesinden    sonra Haz­reti Peygamber, ashabı kirama hitaben:

«Artık kalkınız, burada Hudeybiye adlı yerde hedy kurbanlarmı-kesiniz. Sonra da başlarınızı traş edip ömre ihramından çıkınız,» diye buyurdu ise de, vallahi ashabdan hiç bir ferd yerinden kıpırdamadı, (belki yüce ALLAH'dan bir vahy gelir de bu anlaşma bozulur diye emre uymakta acele etmediler). Bu emri Hazreti Peygamber üç defa tek-rarladığı halde yine hiç kimse ayağa kalkmadı. Bunun üzerine Hazreti Peygamber, beraberinde olan pâk zevcesi Ümmü Seleme (Radıyallahu Anhâ) validemizin yanma varıp ashabı kiramın bu tutumlarını anlattı. Ümmü Seleme Hazretleri şöyle konuştu:

— Ya Resûlallah, ashabın hepsinin sizin emrinize uymalarını ve böylece kurbanlarını kesmelerini istiyorsanız, şimdi hemen çıkınız ve kendi hedy kurbanınızı kesiniz ve işiniz bitinceye kadar onlara hiç bir şey söylemeyiniz. Sonra başınızın saçını traş etmek için bir berber çağırınız. Berber sizi traş etsin ve herkes görsün.

Ümmü Seleme validemizin dediği gibi, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem çıkıp bizzat kendisi kurbanını kesti ve bu kurbanını kesinceye kadar da onlara hiç bir söz söylemedi. Sonra berberini ça­ğırttı. Berber de mübarek başlarını traş etti. Bu hali gören ashabı kiram, hemen kalkıp kurbanlarını kestiler ve birbirlerini traş etme­ğe başladılar. Daha önce Hazreti Peygamberin emrine uymayı gecik­tirdiklerinden de pişman olduklarından kurban kesme ve traş olma işlerinde çok acele davrandılar ve birbirlerini ezecek şekilde sıkıştır­dılar. Nihayet traş olarak ihramdan çıktılar.

Sonra Hudeybiye mevkiinde iken, Mekke'de    daha önce islâm ıdinini kabul edip kâfirler içinde kalinis bulunan bazı müslüman ka­dınlar, Hazreti Peygamberi görmek ve müslümanlarla Medine'ye hic-, ret etmek gayesi ile islâm ordugâhına geldiler. Sonra bu hanımlar hakkında şu mealdeki ayeti kerime nazil oîdu:

«Ey iman edenler! Size, mümin kadınlar muhacir olarak geldik­leri vakit onları imtihan edin, (gerçekten mümin olup olmadıklarını ^eneyin) îmanlarını ALLAH (sizden) daha iyi bilir. Deneme neticesin­de mümin olduklarına kanaat getirirseniz artık kendilerini kâfirlere geri çevirmeyin. Mümin kadınlar, kâfirlere helâl değildir. Kâfirler de mümin kadınlara helal değildir. Bununla beraber (kâfirlerin, İslâmı kabul eden kadınlarına) vermiş oldukları mehri, o kâfirlere verin. Sizin o mümin kadınları nikâh.etmenizde de, mehirlerini ken­dilerine verdiğiniz takdirde, üzerinize bir günah yoktur. (İslâm di­ninden çıkan) kâfir zevcelerinizi nikâhınızda tutmayın; onlara ver­diğiniz mehri de geri isteyin. Kâfirler de, (İslâmı kabul eden ve size gelen kadınlarına) vermiş oldukları mehri istesinler. Bunlar size Al­lah'ın hükmüdür, aranızda hüküm veriyor. ALLAH Alîm'dir, Hakim'-dir.» (Mümtehine sûresi, ayet 10)

Mütercim:

Bu hanımların hicretlerinin kabul edilişi ve geri çevrilmeyişleri, adı geçen Hudeybiye andlaşmasınm hükmünü bozmamaktadır. Çün­kü hicretin kabul edilmeyişi, erkeklere mahsustu. Erkekler İslam ta­rafına geçtikleri takdirde onları Mekke'deki müşriklere geri vermek gerekliydi. Yahut bu ayeti kerime ile hüküm erkeklere has kılındı da erkekler dışta bırakıldı, diye de yorum yapılmaktadır.

Bu ayeti kerimenin nazil olması üzerine, Hazreti Ömer, o za­mana kadar nikâhında saklamış olduğu müşriklerden iki zevcesini birden boşadı. Bu kadınlardan birini sonra Muaviye bin Ebi Süfyan aldı. Diğerini de Safvan bin Ümeyye aldı. Sonra Hazreti Peygamber bütün ordusu ve İslâmı kabul eden o hanımlarla beraber Medine'ye döndüler. O günlerde Mekke'lilerden Ebû Basîr isminde bir zat islâmı kabul ederek kaçmış ve Medine'ye hicret etmişti. Hazreti Peygambe­re sığman bu adamı muahede gereğince geri almak için Kureyş kâ­firleri iki kişiyi Medine'ye gönderdiler. Bunlar Hazreti Peygamberin huzuruna varıp muahede hükümleri gereğince Ebû Basîr'in kendile­rine teslim edilmesini istediler. Hazreti Peygamber de andlaşma uya­rınca Ebû Basîr'i o iki adama teslim etti. Onlar Ebû Basîr'i alıp Me­dine'den çıktılar. Medineye yaklaşık olarak bir buçuk saat uzaklıkta bulunan Zül-Huleyfe adındaki yere vardıkları zaman beraberlerinde­ki hurma azıklarını yemek için orada konakladılar. Aralarında ko­nuşurlarken Ebû Basîr bir fırsat bularak o iki şahıstan birinin kılıcını kaparak onu öldürdü. Diğeri ise kaçarak Medine'ye döndü ve başına geleni Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e anlattı. Siz engel olmazsanız, arkadaşım gibi ben de Ebû Basîr tarafından öldürülece­ğim, dedi. Az sonra bunun arkasından Ebû Basîr da geldi ve şöyle konuştu:                                    

— Vallahi, siz ey ALLAH'ın Resulü, üzerinize düşeni yaptınız; çün­kü siz anlaşmaya uyarak beni kâfirlere teslim ettiniz. Sonra yüce Al­lah beni onlardan kurtardı.

Hazreti Peygamber Ashaba hitabem

«Helak olasıca, eğer ona yardım eden birisi olsa, harb ateşinin alevlenmesine sebep olurdu,» buyurdu, Ebû Basir, Hazreti Peygam­berin böyle konuşmasını duyunca, tekrar kâfirlere geri verileceğini sezdi ve oradan kaçarak Şam tarafında   deniz   kenarındaki Seyfui-bahr isimli yere.geçti. Orada oturdu. Ebû Basir'm orada bulunduğu­nu duyan Mekkedeki Ebû Cendel müşriklerden kaçarak Ebû Basîr'e katıldı. Yetmiş kadar süvari arkadaşı ile geldiği de söylenir. Bundan sonra Mekke'de İslâmı kabul eden herkes Seyfulbahr mevkiinde Ebû Basîr'e katıldı. Orada toplanan İslâm topluluğu,    ticaret için 'çıkan Kureyş kervanlarını vurur,  mallarını yağma ederdi.  Şam tarafına giden Kureyş ticaret kervanları çok sıkıntıya düştüler. Bu saldırılar­dan kurtulmak için Hazreti Peygambere Ebû Süfyam elçi olarak gön­derdiler. Ebû Basîr'in Medine'ye   arkadaşları iJe çağrılmasını ve ora,-dan alınmasını istediler. Buna karşılık da, sözleşmedeki Mekke'den kaçan müslümanlann geri   çevrilmeleri   şartının   da kaldırılmasını teklif ettiler ve bu yolda rica ederek merhamet dileğinde bulundu­lar. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem de Ebû Basîr'e haber gön­dererek Medine'ye gelmelerini ve artık Mekke'den müslüman olarak gelenlerin geri çevrilmeyeceklerini bildirdi. Bunun üzerine Ebû Basîr ile bütün arkadaşları Medine'ye geldiler, ashabı kirama karıştılar. Son ra ALLAH Tealâ Hazretleri şu mealdeki ayeti kerimeyi inzal buyurdu: «O ALLAH ki, sizi Mekke vadisinde kâfirlere karşı zafere erdirdik­ten sonra, onların ellerini sîzden, sizin ellerinizi de onlardan    çekti. (Birbirinizle savaşmadınız). ALLAH bütün yaptıklarınızı    görendir.» (Fetih sûresi,  ayet 24), Hudeybiyede kâfirler, câhiliyet  taassubuna kapılarak Hazreti peygamberin nübüvvetini ikrar etmeyip inkâr et­tiler. Besmelenin ^yazılmasını kabul etmediler,    müminlerin Kabe'yi ziyaret.etmelerine engel oldular. O sene   müsJümanlann. Mekke'ye girmesini, şereflerini çiğneyen ve gururlarını kıran bir mesele yaptı­lar.  Bu  şekildeki  tutumlarını ayeti  kerimenin  devamında   Cenabı hak «Cahilîyet gayretleri» diye vasıflamaktadır.

Bu ayeti kerimenin inişi, ilk bakışta Ebû Basîr olayı ile ilgili gö­rülüyorsa da gerçekte bu Fetih sûresinin tümü, Hudeybiye'de anlaş­ma yapıldığı günün ertesi gecesi nazil oldu. Hatta Hazreti Peygam­ber orada şöyle buyurmuştu: «Bu gece bana bir sûre nazil oldu ki, o sûre dünya ve dünya içinde bulunanlardan daha hayırlıdır.» Sonra da Fetih sûresini baştan sonuna kadar okumuştu. Nitekim ileride» Tefsir bahsinde? açıklanacaktır.[15]




[15] Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:466-482