๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Zübdetül Buhari => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 18 Haziran 2011, 15:55:28



Konu Başlığı: Müslümanlara dua bahsi
Gönderen: Sümeyye üzerinde 18 Haziran 2011, 15:55:28
 

DÖRDÜNCÜ CÜZ
 
MÜSLÜMANLARA  DUA  BAHSİ

 

790- Sehİ bin Sa'd (Radıyallahu Anh) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri Hayber sava­şı gününde buyurdular ki:

«Ben bu sancağı bir adama vereceğim ki, Allah Tealâ Hayber'in fethini ona nasib edecektir.» Ashabı kiram'dan herkes, sancağın kendisine verilmesini arzu ederek sabırsızlıkla beklemeğe ve acaba kime verilecektir diye merak etmeğe başladılar. Sonra Hazre.ti Pey­gamber:

«Ali nerdedir?» buyurdu. Hazreti Ali'nin göz ağrısından çok ra-tahsız olduğu haberi verildi. Hazreti Peygamber o halde iken huzura getirilmesini emretti. Hazreti Ali, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellenı'in huzuruna geldi. Hazreti Peygamber onun gözlerine dua ederek nefesleriyle üfürdü. Hemen orada Peygamberin bir mucizesi olarak Allah'ın izni ile göz ağrısı tamamen geçip gözleri iyileşti. Sonra sancak Hazreti Ali'ye verildi. Hazreti Ali:

— Ya Resûlallah, Hayber halkı bizim gibi nıüslüman oluncaya kadar onlarla savaşacağız, dedi. Hazreti Peygamber ona şöyle bu­yurdu:

«Savaş için acele etme; onların bölgesine girdiğin vakit onları İslama davet et ve üzerlerine düşecek vazifeyi onlara bildir. Valla­hi, tek bir kişinin hidayetine sebep olmaklığın senin için kırmızı deve sürüsünden daha hayırlı, (kazançlı) dır.» (Kırmızı deve, Arap­ların en değerli malı sayılmakta idi.)

Diğer bir rivayette de Hazreti Peygamber şöyle buyurmuş­tu:

«Ben sancağı yarın bir komutana vereceğim ki, Allah Tealâ Haz­retleri onun eliyle Hayber'i fethedecektir. O, Allah ve peygamberini seven, Allah ve Peygamberi   tarafından sevilen bir    komutandır.»

Sonra Hazreti Ali'nin sancağı altında bütün ashab birlikte olarak Hayber'i feth ettiler. Peygamberin mucizesi de orada gerçekleşmiş oldu.

 

791- Ebû Hüreyre (Radıyallahu Anh) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri bizi bir sa­vaş ıçm öncü birliği olarak gönderirken Kureyş kabilesinden iki kim­senin adlarım açıklayarak şöyle buyurdular:

«Siz, falan ve falan kişileri yakalarsanız onları ateşte yakmak suretiyle öldürünüz.- Sonra biz sefere çıkarken vedalaşmak için Hazreti Peygamberin huzuruna vardığımız zaman bize buyurdular ki:

«Falan ve falan kişileri ateşte yakarak öldürmenizi emretmiştim. Oysa ateşle azab etmek yalnız Allah Teâlâ'ya mahsustur. Eğer on­ları yakalayabilirseniz, kılıçtan geçiriniz.»

 

792- Ebû Hüreyre'den (Radıyallahu Anh)   rivayet edilmiştir!

«Biz, dünyada ümmetlerin sonuncusuyuz. Ahirette ise, her üm­metin Önüne geçeceğiz, (cennete her ümmetten önce biz gireceğiz). Bu itibarla bize itaat düşer. Bana itaat eden, gerçekte Allah'a İtaat etmiş ve bana karşı gelen, gerçekte Allah'a isyan etmiş olur. Benim tayin ettiğim âmir'e itaat eden bana itaat etmiş ve ona karşı gelen, bana isyan etmiş olur. Bir lider, (müslümanlan korumakta) kalkan gibidir. Onun arkasında savaşılır ve onunla korunulur. Eğer o lider Allah'ın emir ve yasaklarına göre hareket eder ve adalette bulunur­sa, bundan dolayı ona sevab vardır. Eğer böyle hareket etmezse, günahı kendisine ait olur.»

Mütercim ;

Buharî'de daha önce: «tsyan ve günahla emrolunmadıkça dinle­yip itaat etmek gerekir; fakat masiyet (günah) ile emrolununca ar­tık dinlemek ve itaat etmek yoktur,» mealindeki hadis-i şerif Zübde mize sehven konmamıştı. îşte burada ayni mana geçmektedir.

 

793- Seleme bin Ekva (Radıyallahu Anh) der ki:

Hudeybiye'de «Rıdvan Biati» diye anılan ve bir ağaç altında ya­pılan biat olayında ben de herkes gibi Resûlüllah'a biat ederek ) ona gönülden bağlanıp yardımlaşmaya söz vererek) meşhur ağacın gölgesine çekilmiştim. Hazreti Peygambere biat edenlerin sayısı aza­lıp izdiham kalkınca Hazreti Peygamber bana:

Ey ibni'1-Ekva, sen biat etmiyecek misin?» buyurdu.

— Ya Resûlallah! dedim. Ben, diğer arkadaşlarla size biat et­miştim. Hazreti Peygamber:

«Tekrar biat ediniz» buyurdu. Ben de Hazreti Peygamberin emri­ne uyarak ikinci defa biat ettim. Sonra İbni'1-Ekva'    Hazretlerine: Siz o zaman ne üzerine biat etmiştiniz? diye .sorulunca şöyle demiş-. tik: Ölüm üzerine biat etmiştik (düşmandan kaçmayıp ölünceye ka­dar canımızı Allah yolunda feda edeceğimize söz vermiştik).

Mütercim:

Seleme ibni'l-Ekva', ashabın en cesur kahramanlarından oldu­ğu için fedakârlığı kemal derecesine ulaşsın diye ikinci defa olarak biat ettirilmiştir, deniliyor.

Bir de nikâh akdi yapılırken akıd için söylenen sözlerin iki ve­ya üç defa tekrarlanmasının bir mahzuru olmayacağına bu hadıs-i şerif delil gösterilmektedir. İmam Şafiî mezhebine bağlı bazı alim­ler, nikâh akdinde kullanılan sözler iki ve üç defa. tekrarlanırsa, evelki nikâhın hükümsüz kalacağını söyliyerek yâlnız bir defa olma­sını kabul etmişlerdir. Taraflardan her birinin «aldım, kabul ettim» sözünü birer defa söylemeleri gerekir. Fakat Şafii mezhebinde de doğru kabul edilen hüküm, tekrar söylenmesi ile nikâhın bozul-mamasıdır. Bununla beraber sözlerin tekrar edilmesi gerekli değil­dir.

 

794- Mücalid (Radıyailahu Anh) der ki

Kardeşim Mücalid ile Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in huzuruna vardık ve. ben dedim ki:

— Ya Resûlallah! Hicret üzerine biatimizi kabul ediniz. Hazreti

Peygamber:

«Hicret biati hicret edenler içindi, artık geçti.» buyurdular, (Mekke'nin fethinden sonra hicretin hükmü kalmadı. Daha önceki­lere has kaldı.) Ben sordum: — O halde ey Allah'ın Resulü! ne üze­rine biatimizi kabul edeceksiniz? Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

«İslâm ve cihad üzerine (bunlara ölünceye kadar bağlı kalka­cağınıza dair biat edeceksiniz).»

Mütercim:

Mekke'nin fethinden önce biat edenler üzerine daima cihad farz idi. Fakat Mekke fethedildikten sonra, ihtiyaç olmadıkça cihad farz değildir.

 

795- Abdullah ibni Ebî Evfa Radıyallahu Anh der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi  ve Sellem Hazretleri, bir savaşta (bir gün sabahtan öğleye kadar düşmanla karşılaşma olmamıştîr ve-bu esnada askerlere hitaben bir konuşma yaparak) .şöyle buyurdu:

«Düşmanla karşılaşmayı arzu etmeyiniz. Allah'dan afiyet iste­yiniz. Fakat düşmanla karşılaştığınız zaman da, sabrediniz, direni­niz. Biliniz ki, cennet kılıçların gölgeleri altındadır.» Sonra Hazreti Peygamber, şöyle dua ettiler:

«Allahım! Ey Kur'an'ı indiren, bulutlan yürüten ve müşriklerin müttefik ordularını hezimete uğratan Allahım! Bu düşmanları hezi­mete uğrat ve bizi onlara karşı muzaffer kıl.»

 

796- Ya'lâ bin Ümeyye (Radıyallahu Anh) der ki


Savaşa giderken yolda hizmetimde bulunmak üzere bir hizmet­çi kiralamıştım. Sonra hizmetçim yolda bir adamla kavga ederek bi­ri diğerinin elini ısırdı ve ışınlan adam, elini çekince ısıran adamın ön dişini kopardı. Dişi kopan adam, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem efendimize müracaat ederek dişinin koparılmasından şi­kâyet edip diyetini istedi. Hazreti Peygamber dişine diyet biçmeyip boşa gittiğini ifade ederek ona şöyle buyurdu:

«Azgın devenin kıtır kıtır yemesi gibi, kıtır kıtır yiyesin diye eli-nl sana mı bırakmalıydı?»

 

797- Ebû Hüreyre'den  (Radıyallahu Anh)   rivayet edilmiştir:

«Ben, Allah tarafından toplu sözlerle gönderildim ve (düşmanı­mın kalbine, salman) korku ile muzaffer kılındım. Rüya aleminde de yeryüzü hazinelerinin anahtarları bana verilerek avuçlarımın içine kondu.»

 

798- Ebû Musa Ei-Eş'arî (Radıyallahu Anh) der ki;

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'Ie beraber bir sefere çıktığımızda, dere ve tepelerden geçerken yüksek sesle tekbir aliyorduk, Lâ ilahe illallah, diyorduk. Bunun üzerine 'Hazreti Peygamber bize şöyle buyurdu:

«Ey İnsanlar! Kendinize geliniz. Siz, kulakları işitmeyene veya görünürde olmayana çağırmıyorsunuz O (sizin dua ettiğiniz Allah leala) sizinle beraberdir. O, her şeyi işitendir ve (size şah damarı­nızdan daha) yakındır.»

Mütercim :

Allah'ı zikretmenin en faziletlisi gizli olanı ise de.-aşikâre olarak sesle zikir yapılmasında da beis yoktur. Bir de bu hal, müridlerin. haline göre değişir. Bir kısmına aşikâre zikir, bir kısmına gizli zikir, bir kısmına dil ile zikir, bir kısmına da murakabe ile kalb huzura daha tesirli olur. Tasavvuf kitablarında bu hadîs-i şerif üzerinde çeşitli yorumlar yapılmıştır.

Aslında Allah Teaiâ Hazretleri için gizli ve aşikâr seslerin hepsi

müsavidir. Nitekim:

«İster sözlerinizi gizli tutun, ister onu açığa vurun; muhakkak cenabı Hak kalblerdekini bilir.» ve,  «Sözünü   saklayanınızla açığa vuranınız birdir,» mealindeki ayeti    kerimeler de bunu    açıklıyor. (Sûre: Mülk, ayet 13 ve süre: Ra'd, ayet 10)

 

799- Ebü Musa'dan (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir: «Bir kul hasta olunca yahud sefere çıkınca, sıhhatte iken ya-hud evinde bulunurken yapmakta olduğu (nafile) ibadet ve hayırlı işler onun defterine sevab olarak yazılır.» (Hastalık ve sefer yüzün­den yapamadığı nafile ibadet ve hayırlar, onun sevab defterine ya­pılmış gibi yazılır.)

 

800- İbnl Ömer'den  (Radıyllahu Anhütna)' rivayet edilmiştir: Eğer insanlar, yalnız başına yola  çıkmanın zararını    benim gibi bilmiş olsalardı, hiç bir süvari geceleyin yalnız başına yola çık­mazdı.»

Mütercim :

Bir kimsenin arkadaşsız olarak yola çıkmasının mekruh olduğu bu hadîs-i şerifle. sabittir. Ancak tam bir güven hali bulunur veya bir zaruret olursa kerahet kalkarak  bir zaruret olursa kerahet kalkar.

 

801- Abdullah bin Amr (Radıyallahu Anh) der kî»

Bir kimse cihada çıkmak için Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in huzuruna gelip izin istedi, Hazreti Peygamber ona:

«Annen ve baban sağ mıdırlar» diye sordu. O da.- — Evet, ha­yattadırlar, cevabını verdi. Hazreti Peygamber:

«Öyle ise, sen anne ve baban uğrunda cihad et (onların hizme­tinde bulun, rızalarını kazan).» buyurdular.

 

802- Ebû Beşîr El-Ensar Radıyallahu Anh) der ki

Bir seferde Hazreti Peygamberin maiyetinde geceleyin istirahat ederken, Hazreti Peygamber, Zeyd bin Harise'yi gönderip ashaba şu emri verdiler:

«Hiç bir devenin boynunda çan ve çıngırak gibi bir gerdanlık bırakılmasın^ muhakkak kesilsin ve kopanlsın.»

Mütercim:

Devenin boynuna çan ve çıngırak veya bunların benzeri bir şe­yin asılması tenzih yolu ile mekruh bulunduğuna bu hadis-i şerif delildir. Bunun sebep ve hikmetleri arasında şunlar sayılabilir:

Çan, kâfirler tarafından kullanıldığı için onlara muhalefet et­mek gerekir. Çan bulunan birlik içine melekler girmez. Yahud böy­le gerdanlıklar hayvanı boğar veya ona eziyet verir. Yahud düş­mandan saklanmak ve gizli kalmak için onların çıkarılması gerekir. Yahud, hayvanlara göz değmesin diye boyunlarına takılan bu gerdanlıklara lüzum yoktur. Allah Tealâ'nm hükmünü onlar değiştire mez. Onun için kaldırılmaları uygundur diye bazı sebepler ileri sü rülmektedir.

 

803- İbni Abbas'dan (Radıyallahu Anhüma) rivayet edilmiş­tir:

«Hiç bir erkek yabancı bir kadınla başbaşa kalmasın ve bir ka­dın da beraberinde bir mahremi (nikâh düşmeyecek şekilde yakın bir akrabası) bulunmadıkça asla sefere (üç günlük bir yolculuğa) çıkmasın.»

Sonra ashabdan bir adam ay§ğa kalkıp:

— Ya Resûlallah! Ben falanca savaşa çıkmak için yazıldım. Haî buki zevcem hacca gitmek için yola çıktı. Ben nasıl hareket edeyim? dedi. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona şu cevabı verdi:

«Git, karınla beraber haccet!» .

Mütercim :

Bu hadîs-i şerife dayanarak Hanefi mezhebinde bir kadın hac-ca, ancak kocası veya başka bir mahremi ile gidebilir. Şafiî mezhe-. binde ise, yol güveni varsa emniyetli kadınlarla beraber bir kadının hacca gitmesi caizdir.

 

804- Ebû Hüreyre'den (Radıyallahu Anh)  rivayet edilmlştirt «Allah Tealâ Hazretleri, zincirler içinde cennete girecek kimse­lere taaccüb edecektir.»

Mütercim:

Düşman elinde esir kalarak yahud zulme uğrayıp hapishanelerde boyunlarına zincir vurulu oldukları halde ölenler kıyamete bu halde kalkacaklar ve Allah Tealâ onlardan razı olup özel bir tecellisi ile onlara tecelli edecektir. Yahud müslümanların eline esir düşen düşmanlar önce boyunlarına zincir vurularak habsedilmişlerken kalblerine doğan bir hidayet güneşi ile müslüman olanlar, öylece cennete gireceklerdir. Yahud zincirlerle yola getirip ehlileştiriîen yabaniler gibi, zorla ıslama giripte sonradan kalblerinde iman nuru kökleşerek cennete girecekler.kasdedilmektedir.

 

805- Sa'b bin Cesame (Radiyallahu Anh) der ki:

Ebvâ yahud Veddan gazası esnasında Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem efendimize sordum:

— Ya Resûîallah! Bazı düşmanlarımıza gece baskınları yaptığı­mız zaman arada cereyan eden çatışmada bilmeyerek o düşmanla­rın kadınlarını ve çocuklarını da öldürüyoruz. Bunun hükmü nedir? Hazreti Peygamber cevab olarak:

«O kadın ve çocuklar, onlardandır (düşmandan sayılırlar), Koru, ancak Allah'ın ve onun peygamberinin korusudur. (Başka hiç kimse için koru ve himaye yoktur. Şeriatın koruduğu kimseler ancak himaye edilir. Böyle kasıdsız olarak müşriklerden öldürülen kadın ve çocukların öldürülmelerinde günah yoktur.)»

Mütercim:

Düşmanla savaşırken kasden onların kadınlarını, çocuklarını, ihtiyarlarını ve rahiblerini öldürmek caiz değildir. Kadınların namus­larına, tecavüz etmek de kesin olarak haramdır. Fakat hata yolu ile savaş esnasında bunlardan herhangi birinin öldürülmesinde günah yoktur.

 

806- İbni Abbas'dan  (Radıyallahu Anh)  rivayet edilmiş­tir:

Sakın siz Allah Tealâ'mn azab ettiği (ateş) ile hiç bir yaratığa asab etmeyiniz. Bir de her kim dininden (islâmdan) dönerse, tevbe etmiyecek olursa) onu öldürünüz.»

 

807- Ebû Hüreyre'den (RadıyaHahu Anh) rivayet edilmiştir: «Bir karınca, geçmiş peygamberlerden bir peygamberi ısırdı. Bunun üzerine o peygamber, karınca yuvasının yakılmasını emret­ti ve yakıldı. Sonra Allah Tealâ Hazretleri, o peygambere vahyetti ki, seni bîr karınca ısırmakla sen Allah'ı teşbih eden toplumlardan birini yaktın.»

Mütercim ;

Bir rivayete göre, o karıncaları yaktıran    peygamber    Hazreti Üzeyr veya Hazreti Musa  (Aleyhisselâm)  idi. Böyle günahsız var­lıkları yakmasından dolayı Allah tarafından azarlanmasının sebebi, Üzeyr  (Aleyhisselâm) Allah'ın emriyle helak edilmiş bir kasabaya uğrayınca: Ya Rab! Bu helak edilenler içinde çocuklar, hayvanlar ve günahsız adamlar da var idi. Bunların toptan helak edilmesinin sebebi ne olabilir? diye hatırından geçmişti. Onun için adı geçen bu peygamberin kendisi de böyle bir işle karşılaşmıştı. Yani belâ gelin­ce, hepsine gelir; hükmünü anlamış oldu. Tevbe ve istiğfar etti.

Bir de Hazreti Ali (Radıyallahu Anh) Hazretleri, kendisini rab tanıyıp ona ibadet eden dinsizleri ateşe atarak yaktığını İbni Abbas (Radıyallahu Anhüma) duyunca, şöyle demişti:

— Ben, Ali'nin yerinde olsaydım, o dinsizleri yakmazdım. Çün­kü Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz: «Siz. Allah'ın azabı ile azab etmeyiniz,» buyurmuştu. Ancak: «Kim dinini değişir­se onu öldürünüz» hadîs-i şerifi ile amel ederdim ve emredilen şe­kilde onları öldürürdüm.

Sonra Hazreti Ali'ye, İbni Abbas'm itirazı ulaşınca-— Ben öyle düşündüm ve ictihad ettim, dedi. Alimler bu husus ta Ibnı Abbas'm içtihadını isabetli görürler. Belki de bu hadîs-i se rıf Hazreti Aliye o zamana kadar ulaşmamıştı. Gerçek şu ki   hic bir ramının yakılması caiz değildir; ancak kısas müstesnadır,' kimse yakılır).                                                                     

 

808- Ebû Hüreyre'den CRadıyallahu Anh) rivayet edilmiştir: Kisra (İran imparatoru) helak oîdu (muhakkak helak olacak­tır). Ondan sonra kıyamete kadar bir daha Kisrâ gelmeyecektir. Kayser (Bizans imparatorluğu) muhakkak helak olacaktırs ondan sonra kıyamete kadar Kayser gelmeyecektir. Yemin ederim ki, onla rın (Kisrâ ile Kayser'in) hazineleri Allah yolunda bölüşülecektir,»

Mütercim:

Bu hadis-i şerif, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in en büyük mucizelerinden sayılır. Çünkü o asırda Kisra ile Kayser mül­künden başka belli başlı büyük imparatorluk yoktur. Böyle dünyaya hakim durumda olan iki imparatorun elindeki büyük şehirlerle ge- niş arazilerin bir avuç müslümanm eline geçebileceğini hiç bir ferd düşünemezdi. Üstelik bu hadis-i şerif, müslümanlarm en güç ve sıkıntılı bir zamanı olan Hendek savaşı sırasında hendek kazılır­ken varid olmuştur. Kur'an-ı kerimden sonra bu hadîs-i şerif, Haz­reti Peygamberin mucizelerinin en büyüklerinden sayılır dersek, mü­balâğa etmemiş oluruz.

 

809- Cabir'den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir: «Harb, bir aldatmadır (düşmanı bozguna uğratmak ve yenmek için her çeşit taktik, hile ve aldatmaya baş vurulabilir).»

 

810- Berâ bin Azib (Radıyallahu Anhüma) der ki:


Uhud gazasında Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem okçu piyade birliğine Abdullah bin Cübeyr'i komutan tayin etmişti. On­lar elli kişiden ibaret bir birliktiler. Hazreti Peygamber onlara şu kesin emri vermişti:

«Size haber gönderilinceye kadar, sakın yerinizden ayrılmayı­nız; bizi kuşların kaptığını görmüş olsanız bile .... Şayed düşmanı bozguna uğrattığımızı ve onları çiğnedimizi görürseniz, yine size haber gönderiiinceye kadar yerinizden ayrılmayınız.*»

Muhabereye tutuştuktan sonra önce islâm ordusu düşmanı boz­guna uğrattı. Hadis-i anlatan Berâ devamla der ki:

—  Vallahi ben, müşriklerin kadınlarının, eteklerini yukarı kal­dırmış, halhalları ve bacakları   açılmış bir halde kaçıştıklarını gör-, düm. Böyle, düşman ordusunun yenilgiye uğradığım gören Abdullah bin Cübery kumandası altındaki okçu birliği birbirlerine dediler ki:

— Ey arkadaşlar! Ganimete gidelim. Bizimkiler düşmana   galip geldiler. Haydi, ne bekliyorsunuz?   kumandanları olan Abdullah bin Cübeyr ise: Resûlüllah'm size verdiği emri unuttunuz mu? dedi. On­lar şu mukabelede bulundular:

—  Vallahi, biz de onlara katılacak ve ganimetten    nasibimizi alacağız. Böylece komutanlarını dinlemeyip mevzilerinden  ayrıldı­lar. Bunlar ordu içine girdikken sonra islâm ordusu bozularak Me­dine'ye doğru geri çekilmeğe başladı. Peygamber Sallaîlahu Aleyhi ve Sellem ricat edenlere şöyle seslendi:.' «Ey Allah Tealâ'nın mümin kulları!    Ben,    Allah'ın    hak   peygamberiyim.   Sizden   her    kim düşmana   karşı   koyar   ve   saldırırsa   onun   için   cennet   vardır.»

Halbuki Hazreti peygamberin etrafında yalnız on iki kişi kalmış, diğerleri geri çekilmişlerdi. Yanında kalanlar, Ebû Bekir, Ömer, Ali' Abdurrahman bin Avf, Sa'd bin Ebî Vakkas, Talha, Zübeyir, Ebû Ubeyde, Habbab bin Münzir, Sa'd bin Muaz, Üseyyid bin Hudayr idiler. Hazreti Peygamberin Çağrısını işitir işitmez geri çekilmekte olanların hepsi geri dönüp savaşmaya başladılar. O gün, düşmanlar yetmiş müslüman mücahidi şehit etmişti. Bundan önce Bedir sava­şında müslümanlar yetmiş müşriki öldürmüşler ve yetmiş kişiyi de esir almışlardı. Uhud savaşında, her iki taraf bozguna; uğrayıp savaş kesildikten sonra müşriklerin başı Ebû Süfyan, yüksek bir te­peye çıkıp müslümanlara karşı üç defa : - Muhammed aranızda mı (sağ mı)? diye bağırdı. Hazreti Peygamber ona cevab verilmemesi­ni ashaba bildirdi. Ebû Süfyan, tekrar üç defa: - Ebû Bekir aranızda mı? diye bağırdı. Buna da cevab verilmedi. Tekrar üç defa: - Ömer aranızda mı? diye bağırdı. Bundan sonra Ebû Süfyan kendi ordu­suna dönerek:

—Bunların hepsi öldürüldü, dedi ve sevincini    belirtti. Hazreti Ömer artık kendini tutamayarak:

—  Ey Allah'ın düşmanı! Vallahi,  söylediğin yalandır. Saydığın kimseler hep hayattadır. Seni kötü akıbete uğratacak kişiler yaşı­yorlar, diye cevab verdi. Ebû Süfyan karşılık verdi:

—  Bedir gününe karşılık bir gün  oldu.   Savaşlar karşılıklıdır (kimini siz, kimini de biz kazanırız). Siz ölüleriniz içinde kol ve baş­lan kesilmiş, karınlan deşilmiş, paramparça edilmiş cesedler bula­caksınız. Gerçi böyle yapılmasını ben emretmedim. Fakat bu hare­keti yadırgamış da değilim. Sonra Ebû Süfyan,

—  Ey Hübel  (putumuz)!  Sen yüce ol, diye şiir okumaya baş­ladı. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ashaba:

«Ona cevap vermeyecek misiniz?» buyurdu. Ashab:

—  Ya Resûlallah,  ne diyelim?  dediler. Hazreti Peygamber: «Allah en yüce ve en uludur, deyiniz.» buyurdu ve bu şekilde karşı­lık verildi. Ebû Süfyan:

—  Bizim Uzza putumuz var, sizin Uzza'niz    yok, dedi. Hazreti Peygamber Ashaba:

«Ona cevap vermeyecek misiniz?* buyurdu. Ashab:

—  Ya Resûlallah, ne diyelim? dediler. Hazreti Peygamber: «Allah Tealâ bizim yardımcımızdır, sizin  yardımcınız  yoktur deyin» buyurdu ve bu şekilde cevab verildi.

Mütercim:

Ebû Süfyan'in ordusu Mekke'ye döndü. Bu arada Ebû Süfyan'ın ordusunu takib için Medine'den bir birlik gönderildi. Ebû Süfyan tekrar Medine'ye hücum etme işini arkadaşlan ile görüştü ve isti­şarede bulundu. Ancak Medine'den bir müfreze çıkanldığma göre, müslümanlar yeniden toparlandılar diye kalblerine korku ve dehşet düşmekle geri dönüp müslümanlarla savaşmaktan kaçındılar ve Mekke'ye dönüşü tercih ettiler.

Uhud savaşında şehid olanlann en büyüğü, Hazreti Peygambe­rin amcası, (Seyyidü'ş-Şüheda) Hazreti Hamza Radıyallahu Anhu idi. İkinci derecede de ashabın en ünlülerinden olan ve ilk olarak Medine'ye hicret edip Medine halkına dinlerini öğretmek için görev­lendirilen Mus'ab bin (Radıyallahu Anh) Hazretleri idi. Şimdi her ikisinin ziyaret edilen mezarları Uhud dağının eteğinde bulun­maktadır. Allah Tealâ her ikisinden ve bütün ashabı kiramdan razı olsun.

 

811- Seleme bin Ekya (Radıyallahu Anh der ki: Medine'den çıkıp meşeliğe doğru gidiyordum.  Meşeliğe yakın

bir yokuşta iken Abdurrahman bin Avf'm kölesi pek acele ve telâşlı

bir halde karşıma çıktı. Ben:

—  Allah sana iyilik versin, bu telâşın ne? diye sordum. Bana şu cevabı verdi:

—  Peygamber efendimizin meşelikte, çayırda olan bütün sağılır develerini aşınp götürdüler. Ben sordum:

—  Kim götürdü?

—  Gatfan ve Fezâre kabileleri götürdü, dedi. Ben var kuvvetim

ile üç kez seslendim:

—  Sabah baskını var!.. Geliniz, yetişiniz... Böylece sesimi, iki ka­ra taşlık arasında bulunan Medine şehrinin her tarafına işittirdim. Ben de develeri aşıranlann arkasından hemen yaya olarak koşmaya koyuldum. Nihayet yağmacılara yetiştim. Bunlann üzerine ok yağdır­maya, başladım. Hemde onlara:

—  îşte ben, ibnü'l-Ekva'yim. Bugün, alçakların akıbetinin belli olacağı bir gündür, diyor ve devamlı olarak yağdırıyordum. Sonun­da başarıyla ulaştım. Onlara su içme" fırsatını da vermedim. Deve­leri onlara bıraktırarak kurtardım. Topluca o develeri alıp Medine'ye götürürken yolda Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri karşıma çıkageldi. Yediyüz kadar süvari ile benim feryadım üzerine çıkıp geliyorlardı. Ben dedim ki:

—  Ya Resûlallah! Gatfan ve Fezâre kabilelerinden birkaç eşkıya son derece susamışlardı. Ben onlara su içmeğe bile fırsat vermedim, develerimizi kurtardım. Fakat onlar su temini ile meşgul olacakla-nndan onları takıp için bir birlik gönderiniz. Hepsini öldürelim veya esir edelim, ellerindeki malları alalım. Hazreti Peygamber bana şöy­le buyurdu:

«Ey ibnü'l-Ekva'! Develeri ele geçirdin, artık rahatlat Hem de kişiler, kendi kabilelerinde ağırlanırlar (onlar adi hırsız da olsalar kabileleri onlara arka çıkar).»

 

812- Ebû Musa'dan Radıyallahu Anh rivayet edilmiştir:

«Düşman elinde kalan esiri (fidye vererek)   kurtarınız. Açı  doyurunuz. Hastayı ziyaret ediniz.

 

813- Enes (Radıyallahu Anh) der ki:

Ensar'dan bazıları: Ya Hesûlallah! dediler, müsaade buyurursanız hemşiremizin oğlu (ve sizin amcanız) bulunan Bedir savaşı esir­lerinden Abbas*m kurtulması için vereceği fidyeyi kendisine ba­ğışlayalım, almayalım. Hazreti Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem,

«Fidyenin bir Dirhemini dahi bırakamazsınız (fidyenin tamamı­nı ondan alacaksınız)  buyurdu.

Yani, Bedir'de esir edilen amcam abbas, amcazadem (Ebü Ta libin oğlu) Akîl ve Nevfel bin Haris'den, kurtulmaları için şart kı­lman kırk ukıyye altım tamamen alacaksınız. Sonra bu miktar altın-Hazreti Abbas'dan alınmış ve gaziler arasında bölüşülmüştü. Daha sonra Hazreti Abbas müslüman olarak islâm büyükleri ara­sına girdi. Ganimet malları da çoğalıncac, «Ey Peygamber! EUeriniz-deki esirlere söyle; Eğer Allah katında kalhlerinizde bir iman varsa Allah size, sizden alman fidyeden daha hayırlısını verir.» (Enfal si-ayet 70) mealindeki ayeti kerimeyi Hz. Peygamber okuyarak Allah'­ın va'dı üzere, Abbas Hazretlerine kaldırabileceği kadar altın alma­sını buyurmuşlardı.

 

814- Seleme bin Ekva (Radıyallahu Anh)  der ki: Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir   seferde iken islâm ordusu içine bir casus girdi ve ashab ile bir müddet   konuştuktan sonra kayboldu. Hazreti Peygamber durumu öğrenince:

«Onu arayınız ve öldürünüz.» buyurdu. Sonra aranarak bulun­du ve Seleme bin Ekva' tarafından öldürüldü.

 

815- İbni Abbas'dan  (Radıyallahu Anhüma)   rivayet edilmiş­tir,

îbni Abbas (Radıyallahu Anhüma) hazretleri:

—  Ah perşembe günü! Nasıl bir perşembe günü idi O? diyerek ağlamağa başladı.   Ağladı,  ağladı... Göz    yaşlarından  yer ıslandı. Sonra dedi ki

—  Bir perşembe günü idi. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sel­lem Hazretlerinin hastalığı şiddetlendi. O esnada Hazreti Peygamber:

«Bana yazı yazılacak bir şey getiriniz; size bir yazı yazayım ki, bundan sonra ebediyyen sapıtmazsınız.» buyurdu. Kimi alimler, bu vasiyetin, Hazreti Ebû Bekir'in halifeliğine dair olabileceğini söy­lemişlerdir. Sonra Hazreti Peygamberin huzurunda bulunanlar_ara-sında ihtilâf oldu. Bazıları getirelim, dedilerse de Hazreti Ömer buna razı olmadı. Şimdi peygamber ağır sancılar içindedir, kendisini ra­hatsız etmiyelim. Elimizde Allah'ın kitabı Kur'an var ki, her ihti­yacımıza cevap verecek niteliktedir, dedi. Bu şekilde tartışmalar uza-yınca, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem onlara şöyle buyurdu:

«Bir peygamberin huzurunda münakaşa çıkarmak uygun değil­dir.»

Orada bulunanların bir kısmi: - Peygamber Sallallahu Aleyhi ye Seliem Hazretleri, hastalığın şiddetinden kendinden geçmiş olabilir zannıyle, belki sayıkladı, dediler. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem,

«Beni yalnız bırakın. Şu anda içinde bulunduğum hal, bana izafe ettiğiniz halden çok iyidir (ağır sancılar içinde olmakla beraber şuurum yerindedir).» buyurdular. Sonra sonsuzluk aleminde göçer lerken üç şey vasiyet ettiler:

«D Bütün müşrikleri Arab yarımadasından çıkarınız, 2) Dış Ülkelerden gelen elçilere, benim yaptığım gibi ikram ediniz.» Hadîs-i şerifi rivayet eden, üçüncüsünü unuttum, dedi.

Mütercim:

Bir rivayete göre üçüncüsü, Üsame ordusunun hazırlanması idi. Yahud yakınlarına iyilik etmekle ilgili idi, şeklinde görüşler vardır.

Arab yarimadası, yalnız Hicaz bölgesi ile, İmam Şafii Hazretleri ne göre Mekke, Medine ve Umman bölgeleri ile bu üç yere bağlı yollar ve bütün kasabalardır. Fakat İmam Azam Hazretlerine göre, her­hangi bir iş için gayri müslimlerin Hicaz bölgesine hatta Harem-i şerife girmeleri caizdir. Şafiî Hazretlerine göre ise, bir ihtiyaç için gayri müslimler Hicaz bölgesine girebilirlerse de, Harem-i şerif hu­dutları içine giremezler.

Bu hadîs-i şerife uyularak Hazreti Ömer    zamanında    Hicaz bölgesi tamamen müşriklerden temizlenmişti.

 

816- İbni Ömer (Radıyallahu Anhüma) der ki: Babam Ömer (Radıyallahu Anh), Peygamber Sallallahu aleyhi

ve Sellem'in beraberinde beş kişilik bir gurup halinde,  yapmakta olan îbni Sayyad adındaki Yahudî  ğu yere gittler. Nihayet onu Beni Meğale'nin   bir yüksek   binası yanında erkek çocuklarla oynarken buldular. İbni Sayyad buluğ ça­ğina yakın bir yaşta idi. Hazreti Peygamber, elini onun sırtına oeg-dirinceye kadar o çocuk gelenlerin farkına varmamıştı. Hazreti pey­gamber ona-.

«Allah'ın peygamberi olduğuma sahidlik eder misin?» diye sor-du. îbni Sayyad, Hazreti Peygambere bakarak:

—  Ben sahicilik ederim ki, sen ümmülerin peygamberisin, dedî ve Hazreti Peygamber'e sordu:

—  Sen, benim Allah'ın peygamberi olduğuma, şahidlik edermi-sin? Hazreti Peygamber ona şu cevabı verdi:

«Ben Allah'a ve onun bütün peygamberlerine iman ettim.»

Hazreti Peygamber, o kâhine sordu:

«Ne görüyorsun?» İbni Sayyad dedi ki:

—r Bana doğru da geliyor, yalancı da geliyor.. Hazreti Peygam­ber ona:

«Senin işin karmaşık!» buyurdu. Sonra Hazreti -peygamber ona:

«Ben içimden senin için bir şey tuttum (bil bakalım nedir?).» buyurdu. İbni Sayyad; — DUH'dur! dedi (Hazreti Peygamber, Kur% anda geçen Duhan ayetini tutmuştu. Bu kâhin ancak kelimenin bir kısmını söyleyebildi:) Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona:

«Defol! Haddini hiçbir zaman aşamıyâcaksm (sen ancak bir kâ­hinsin) .» buyurdu. Ömer Radıyalîahu Anh dedi ki: — Ya Resûlallah, izin ver de şunun boynunu vurayım. Hazreti Peygamber ona şöyle buyurdu:

«Eğer bu çocuk Deccal ise, seç onu öldüremezsin, (onu ancak Hazreti İsa Aleyhisselâm öldürecektir). Eğer Deccal değilse, onu öl­dürmende sana bir fayda yoktur.»

Bir rivayette de ibni Sayyad'm annesj oğluna müdahale ederek dikkatini çekti ve oğlunun konuşmasına engeFoldu. Bunun üzerine Hazreti Peygamber: «Eğer annesi biraksaydı, durumunu meydana, koyacaktı.» buyurdu.

Sonra Peygamber Sallallahu Aleyhi ve-Şellem, insanlara hita? ben bir konuşma yaparak Allah'a yaraşır şekilde hamd ve sena etti. Sonra Deccal'i anlattı ve dedi ki:

«Ben sizi ondan sakındırırım. Her peygamber muhakkak ondan (Deccal'dan) kavmini sakındirmıştır. Hazreti Nûhda ondan kavmini sakındırdı. Fakat ben size onun hakkında bir söz söyleyeceğim ki, bu sözü niç bir peygamber, kavmine söylememiştir: Biliniz ki, o Deccal tek gözlüdür, (bir gözü kördür). Allah Tealâ tek gözlü değildir.»

Mütercîm;

Bu hadîs-i şerifin üst kısmının manası üçyüz seksen üçüncü hadisde geçmiştir.

— Ben şahidlik ederim ki, sen ümfhülerin peygamberi ve Hazreti Peygamber'e sordu:       

Peygamberisin,

—  Sen, benim Allah'ın peygatnberi olduğuma, şahidlik sin? Hazreti Peygamber ona şu cevabı verdi:

«Ben Allah'a ve onun bütün peygamberlerine iman ettim Hazreti Peygamber, o kâhine sordu: -Ne görüyorsun?» İbni Sayyad dedi ki ben ona

«Senin işin karmaşık!» buyurdu. Soiıra Hazreti peygamber ona:

«Ben içimden senin için bir şey tuttum (bil bakalım nedir?).» buyurdu. İbni Sayyad; — DUH'dur! dedi (Hazreti Peygamber, Kur'", anda geçen Duhan ayetini tutmuştu. Bu kâhin ancak kelimenin bir kısmını söyleyebildik Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona:

«Defol! Haddini hiçbir zaman aşamıyâcaksın (sen ancak bir kâ­hinsin) .» buyurdu. Ömer Radıyallahu Anh dedi ki: — Ya Resûlallah, izin ver de şunun boynunu vurayım. Hazreti Peygamber ona şöyle buyurdu:

«Eğer bu çocuk Deccal ise, seç onu öldüremezsin, (onu ancak Hazreti İsa Aleyhisselâm öldürecektir). Eğer Deccal değilse, onu öl­dürmende sana bir fayda yoktur.»

Bir rivayette de ibni Sayyad'ın annesj oğluna müdahale ederek dikkatini-çekti ve oğlunun konuşmasına engeFoldu. Bunun üzerine Hazreti Peygamber.- «Eğer annesi biraksaydı, durumunu meydana koyacaktı.» buyurdu.

Sonra Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, insanlara hitar ben bir konuşma yaparak Allah'a yaraşır şekilde hamd've sena etti. Sonra Deccal'i anlattı ve dedi ki:

«Ben sizi ondan sakındırırım. Her peygamber muhakkak ondan (Deccal'dan) kavmini sakındırmışlar. Hazreti Nûhda ondan kavmini sakındırdı. Fakat ben size onun hakkında bir söz söyleyeceğim ki, bu sözü hiç bir peygamber, kavmine söylememiştir: Biliniz ki, o Deccal tek gözlüdür, (bir gözü kördür). Allah tealâ tek gözlü değildir.»

Mütercim;

Bu hadis-i şerifin üst kısmının manası   üçyüz seksen   üçüncü hadisde geçmiştir.

 

817- Huzeyfe (Radıyallahu Anh) der ki: Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem bize buyurdu: «Bana İslâm'ı kabul edip şehadet getiren erkeklerin    adlarını yazın.» Biz de binbeşyüz isim yazıp getirdik. Buyurdular ki: Artık biz, binbeşyiiz kişi olduktan sonra düşmandan korkarmıyız.

Huzeyfe der ki: Şimdi bakıyorum, mümlümanlar bu kadar çf> ğalmışken bizi bir korku kaplamış. Şimdi bir kimse, yalnız başına namaz kılıyor da, namazında bile korkuyor. Halbuki Hendek, Uhud ve Hudeybiye savaşlarında binbeşyüz gibi az kimseler olduğumuz halde düşmandan korku , hatırımıza bile gelmiyordu. Şimdi neden korkuyoruz, hayret ediyorum!...

 

818- hazreti Cabir (R.A.) der ki

Hendek savaşma hazırlanırken bir gün Peygamber Sallallahu Aleyhi ve sellem efendimize dedim ki, Ya Resûlallah, benim bir tok­lum vardı. Size ikram için kestim ve bir miktar, da arpa unu hazırla­dım. Beraberinizde birkaç kişi ile evimize buyurur musunuz? Haz­reti Peygamber Hendek'de bulunan bütün ashaba hitaben :

«Ey Hendek'tiler! Cabir bize sofra hazırladı. Çabuk olunuz, da­vete gidelim!» diye seslendi. (Böylece bir toklu ile bir miktar arpa unundan ibaret yemek binbeşyüz kişiye, peygamberin bir mucizesi olarak kâfi geldi.)

 

819- Ümmü Halid (B.A.) der ki :

Sırtımda sarı bir entari olduğu halde babam Halid'le beraber Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in huzuruna vardık. Hazreti peygamber, benim entarim için:

«Cici, cici...» buyurdu ve sırtımı okşadı.

Bir ara, Hazreti Peygamber (iki kürek kemiği arasındaki) pey­gamberlik mührü ile oynamağa başladım. Babam, oynama diye beni azarladı. Peygamber sallallahu Aleyhi ve Sellem babama:

«Çocuğa ilişme» dedi ve yeni entarim için *güle güle) eskit ve yıprat, sonra (güle güle) eskit ve yıprat, sonra (güle güle) eskit ve yıprat!!» buyurdu.

Gerçekten Ümmü Halid, Hazreti peygamberin duası üzere çok yaşadı ve entarisini, büsbütün eskiyip soluncaya kadar atmadı.

 

820- Ebû Hüreyre R.A. der ki:

Sallailah» Aleyhi ve Sellem Hazretleri bir gün bize yurdu  mal aşırmadan   bahseti ve bize şöyle bu bir bîrinizle ayet gününde, boynunda meleyen m koyun veya kişneyen bir at oklusu halde karşılaşmayım! Ya Re-smellah ımdaçhma yetiş, diyecek. Ben de, senin için bir şey yapa­mam. Şana tebliğ etmiş idim, diyeceğim. Veya   boynunda böğüren ResûleUahl beni kurtar, diyecek. Senin İçin bir  tebliğ etnüs idim, diyeceftim.

bana yarduHt. diyecek. Ben de: senin için bir şey  yapan Sana  diyecek. Ben de. senin .îçln bir Sey yapa-

Mütercim :

hadîs i Serifte gecen ğıt manasında olması daha uygundur.

» kelimesine borç senedi, kâğıt vermişlerdir.

 

821- Abdullah bin Amr r.a. der idi

Bir seferde. Peygamber Sallallahû Aleyhi ve Sellem'in eşyaları­nı taşıyıp koruyan Kirkire adında bir'adam. vardı. Sonra bu adam öldü. Bıınun için Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:

«O cehennemliktir.» insanlar gidip onun durumunu araştırdılar da, ganimet malından aşırmış olduğu bir hırkayı buldular.

(Çalınan mal az dahi olsa fena bir iştir.)

 

822- Enes (R.A.) der ki:

Usfan seferinden Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile bir­likte dönüyorduk. Resûlüllah devesine binmiş, arkasında   zevcesi Huyey kızı Safiyye (R.A.) vardı. Derken Hazreti Peygam­berin devesi sürçtü ve ikisi de yere düştüler. Ebû Tâlha atılarak:

— Ya Resûlallah! Canım, yoluna feda olsun, sana bir şey oldu mu? dedi. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem:

«Hayır, (bana bir şey olmadı). Sen kadına bak (ona yardımcı ol).» buyurdu. Ebû Talha hemen maşlahını yüzüne tutarak Hazreti Safiyye'nin yanma gitti ve onu Hazreti Saffyye'nin üzerine attı. Son­ra dönüp Resûli- Ekrem, ile Hazreti Safiyye'nin devesini iyileştirdi. Hazreti Peygamber ile Hazreti Safiyye ayni şekilde deveye bindiler. Biz de Hazreti Peygamberi çevreleyerek Medine'ye doğru yürüdük. Medine şehrini gördüğümüz zaman Peygamber Sal'lallahu Aleyhi ve Sellem:

«Biz dönenler, tevbe edenler, ibadet edenler ve Rabbimize hamd edenleriz.» buyurdu. Medine'ye girinceye kadar bunu söylemeye de­vam etti.

Mütercim:

Bu olayın Usfan gazasından dönüşte değil de,   Hayber gazasın­dan dönüşte olduğunu söyleyenler de vardır.

 

823- Cabir'den (R.A.) rivayet edilmiştir i

Bizden birimizin bir erkek çocuğu doğmuştu. Adam çocuğuna Kasım adını verdi. Sonra Ensar o kimseye dediler ki, biz sana Ebu'l-Kasım (kasımın babası) künyesini veremeyiz. Bunun üzerine adam,-Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in huzuruna gelerek dedi ki:

— Ya Resûlallah! Benim bir erkek çocuğum oldu. Ona Kasım adını verdim. Fakat Ensar, biz sana Ebu'l-Kasim künyesini vereme­yiz ve sana: Ey Ebu'l-Kasim! gözün aydın olsun, diyemeyiz, dediler. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve. Sellem ona şöyle buyurdu:

«Ensar güzel söylemiştir. Siz benim adımı takınız; fakat benim künyemle künyelenmeyiniz. Hem de ben Kasim'im (Allah'ın verdiği nimetleri aranızda bölenim).»

Mütercîm :

Zahirîlerle îmam Şafiî Hazretlerinin bir görüşüne göre, Hazreti Peygamberden başkasına Ebu'l-Kasim künyesini vermek caiz değil­dir, îmam Malik'e göre, karışıklık olmasın diye bu yasak, Hazreti Peygamberin zamanına ait idi. Şimdi ise bu künye ile künyelenmek caizdir. îbni Cerir de, bu yasak haram olmayıp edeb yönünden ten-zihen mekruhtur, der.

Bir kısım alimler de, bu yasak, Muhammed veya Ahmed ismi ile birlikte Ebû'l-Kasim künyesi ile künyelenenler içindir; yoksa yalnız Ebu'l-Kasim künyesini almak caizdir, demişlerdir.

Netice olarak, Ebu'l-Kasim künyesini almamak en ihtiyatlı yol­dur.

 

824- Ebû Hüreyre'den  (R.A.) rivayet edilmiştir:

«Ben size (kendiliğimden) vermiyor veya veriyor   değilim. Ben bir taksimatçıyım. Bana emredildiği şekilde dağıtırım.»

 

825- Havle"den (R.A.)  rivayet edilmiştir

«Birtakım insanlar vardır ki, Allah'ın malına haksız yere dalar Iar (kapışırlar). Bunlar için kıyamet gününde cehennem vardır.»

 

826- Ebû Hüreyre'den (R.A.) rivayet edilmiştir -.

«Geçmiş peygamberlerden biri gazaya çıkacak oldu. Kavmine lordusuna) dedi ki, içinizde-henüz evlenmiş olupta zifafa girmeyen varsa, bana uymasın, (benimle savaşa gelmesin; çünkü onun zihni gennie meşguldür). Yine içinizde kim kendisi için bir ev yapmış da henüz çatı ve tavanlarını tamamlamamışsa, bana uymayıp ayrılsın. Yine İçinizde ticaret maksadı ile koyun   satın almış   yahut ticaret için yüklü develer saun almış da onların doğumunu bekleyen varsa, ayrılsın (savaşa katılmasın).

Böyle kimseleri o peygamber ayırdıktan sonra savaşa başladı. îkindi namazı vaktinde yâhud ikindi vaktine yakın bir zamanda şeh­re yaklaştı. Sonra o peygamber güneşe hitab ederek :

—  Ey güneş! Senin görevin batmaktır. Benim de görevim güneş batmadan önce bu şehri fethetmektir (bununla emredildim). Ya Rab! Sen şu güneşi, fetih tamamlanıncaya kadar tut, batmasın;   diye dua etti. Onun duası kabul edilerek, fethin tamamlanmasına kadar gü­neş batmadı. Allah Tealâ Hazretleri o peygambere şehrin fethini na-sib kıldı. Sonra o peygamber (Yuşa Aleyhisselâm), ganimet malları­nı bir yere topladı. Ganimet mallarını yemek için   ateş geldi ise de, onlara ağzını değdirmedi, Yuşa Aleyhisselâm, içinizde ganimet ma­lına hiyanet eden adam vardır. Her kabileden bir adam, gelsin, bana biat etsin, dedi. Her kabile reisi gelip Yuşa Aleyhisselâm'a biat etti; Ancak bunlardan bir reisin eli, Yuşa Aleyhisselâm'm   eline yapıştı, kaldı. Yuşa Aîeyhisselâm ona :

—  Bu hırsızlık ve hiyanet, senin kabilenden olmuştur; Öyle ise, bütün kabile ferdleri gelsin biat etsinler, dedi. Gelip biat ettiler. Biat ederlerken, iki veya üç kişinin eli Yuşâ Aleyhisselâm'm eline yapış­tı. Yuşa Aleyhisselâm onlara

—  İşte hıyanet ve hırsızlık sizdedir, dedi. Hemen öküz başı ka­dar altın külçesi getirildi ve ganimet malı içerisine konuldu. O anda ateş gelip ganimet mallarını yedi. Zamanımızda ise, Allah Tealâ Haz­retleri bizim acziyet ve zafiyetimizi gördü. Bize ganimet   mallarını helal kıldı.»

 

827- Cabir (R.A.) der ki

Peygamber SaJlallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri Ciirrane .adın­daki yerde Hevazin kabilesinin ganimet mallarını bölerken, bir kim­se gelip Hazreti Peygambere hitaben :

— Adaletli ol, (ganimet mallarım adalet üzere böl), dedi. Pey­gamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona :

«Eğer ben adaletli olmazsam, kendim bedbaht olurum.»

 

828- Abdurrahman bin Avf (R.A.)   der ki:

Bedir savaşında muharebe için saf halinde iken sağ ve sol tara­fıma göz gezdirdim. Medine halkından iki genç arasında bulundu­ğumu gördüm. Kendi kendime dedim ki, keşke böyle körpe delikan­lılar arasında değil de daha güçlü kişiler arasında olsaydım. Bu ara­da o gençlerden biri eliyle beni dürttü ve;

—  Amca! Ebû Cehil'i tanır mısın? dedi. Ben de:

—  Tanırım, Ebû Cehil'i ne yapacaksın? dedim. Bana şöyle dedi:

— Duydum ki, Ebû Cehil, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sel-lem Efendimize kötü sözler söylermiş. Canım kudret elinde olan Aî-lah Teaîâ Hazretlerine yemin ederim ki, onu bir defa görecek olur­sam, hangimizin eceli daha yakın ise, ikimizden biri  ölmedikçe onu bırakmayacağım.

Abdurrahman bin Avf der ki: O delikanlının bu sözlerine şaş­tım. Hemen öteki genç de, beni eliyle dürttü ve aynı şeyi söyledi. Aradan fazla bir zaman geçmedi, savaşçılar arasında dolaşmakta olan Ebû cehil gözüme ilişti. Hemen o iki gence.- îşte aradığınız Ebû Cehil şu adamdır, diyerek işaret ettim. Hemen her ikisi fırlayıp kı­lıçlan ile Ebû Cehil'i öldürdüler. Bu iki genç, Hazreti Peygamberin huzuruna gelerek Ebû Cehil'i öldürdüklerini söylediler. Hazreti Pey­gamber onlara sordu-

Mütercim

Muaz bin Amr'm kılıcı, Ebû Cehil'in "bedenine daha çok girmiş olduğundan yahud önce Ebû Cehil'i yere düşürdüğünden eşyayı al­maya hak kazanmıştı. Yahud bu ganimet işi komutanın yetkisine bağlı olduğu için dilediğine verir, demişlerdir.

 

829- Enes"den (R.A.) rivayet edilmiştir :

«Ben kalblerini kazanmak için ganimet mallarından Kureyşlilere veriyorum; çünkü cahiliyetten henüz çıkmışlardır.»

 

830- Enes (R.A.) der ki

Cenab-ı Hak, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve kabilelerinin mallarından ganimet ihsan edince Hazreti Mekke halkından islâmı henüz-kabul etmiş  yüz deve verdi. Ensar'dan (Medîne'li ashabdan) yüz deve verdi. Ensar 

sözler söylediler: Allah Tealâ, Resûlüllahı bagıtfasui; Kureyş kavmine mal veriyor. Halbuki kılıçlarımızdan onların kanlan damlamaktadır.

Enes der ki: Ben hemen onlann bu sözlerini Hazreti Peygambe re arz ettim, bildirdim. Bunun üzerine Hazreti   Peygamber Ensara (Medine'n ashaba) haber gönderip hepsini deriden bir çadır altına topladı ve yanlarına Ensar'dan olmayan hiç kimse sokulmadı, umar böyle toplu halde iken Hazreti Peygamber   yanlarına geldi ve buyurdu:

«Sizden aldığım haberin aslı nedir?» Ensar'ın ileri gelenleri de­diler ki: Anlayışlı kişilerimiz hiç bir şey söylemediler. İçimizde bazı kişiler de var ki, pek genç sayılırlar; onlar söylemiştir. Hazreti Pey­gamber şöyle konuştu:

«Ben, küfürden henüz kurtulmuş olan bazı kimselere, kalbleri-ni İslâm'a ısındırmak için, ganimet mallarından veriyorum. Onlar (Mekke'deki) evlerine mallan ile gitsinler. Siz vatanınıza (Medine'­deki evlerinize) Allah Tealâ Hazretlerinin Peygamberi Saîlallahu Aleyhi ve Sellem ile döneceksiniz! buna razı değil misiniz? Allah'a yemin ederim ki, sizin, geri dönerken beraberinizde getireceğiniz (peygamber), onların geri dönerken beraberlerinde getireceklerin­den (maldan) daha hayırlıdır.» Ensar buna cevaben :

— Evet, bu bizim için daha hayırlıdır, Ya Resûlallah... Gerçek­ten biz razıyız, dediler. Sonra Hazreti Peygamber, şöyle devam etti:

«Benden sonra siz, çok ağır şekilde kayırmalara şahid olacaksı­nız. Kevser havuzu başında Allah'a ve onun peygamberine kavu­şuncaya kadar sabrediniz.»

 

831- Cübeyr bin Mut'im (R.A.) der ki:


Huneyn savaşından dönerken ben ve diğer ashab, Peygamber Saîlallahu Aleyhi ve Sellem ile beraberdik. Bir ara Bedeviler Haz­reti Peygamberin eteklerine yapışarak ganimet mallarından istedi­ler. Hazreti Peygamberi, rahatsız ettiklerinden onu semure (sakız) .ağacının altına sığınmaya mecbur ettiler. Bu arada bedeviler, Haz­reti Peygamberin üstlüğünü kaptılar. Hazreti Peygamber, bedevile­re şöyle buyurdular ;

«Benim üstlüğümü veriniz. Eğer yanımda bu dikenlerin sayısın­ca deve olsaydı, muhakkak onları aranızda bölerdim. Beni pinti ve­ya yalancı veya korkak bulma (sanma) yınız.»

 

832- Abdullah'dan  (R.A.) rivayet edilmiştir :

Huneyn gazasında Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Haz­retleri, bazı kimseleri seçerek onlara ganimet mallarından fazlaca verdi. Bunlar arasında (Muellefe-i kulub'den = kaibleri İslama ısın­dırmak istenenlerden) Akra bin Habis adındaki zata yüz deve ver­di. Uyeyne adındaki adama da yüz deve verdi. Arabm eşrafından bazı kimselere de, diğerlerinden fazla mal verdi. Sonra bir adam, buna itiraz ederek: Vallahi bu. taksimde adaletsizlik oldu ve Allah'ın rızası gözetilmedi, dedi.

îbni Mes'ud der ki: Vallahi! bu adamın sözünü Peygamber Saî­lallahu Aleyhi ve Sellem'e bildireceğim, dedim. Sonra gittim haber verdim. Bunun üzerine peygamberimiz şöyle buyurdu :

«Allah. Tealâ ve peygamberi âdil   olmayacak   da kim âdil ola­cak? Allah Tealâ, Musa Aleyhisselâm'a rahmet etsin!   vaktiyle ona - bundan claha çok eziyet edilmişti dejsabretmişti.»

Mütercim ;

Enfal sûresinin birinci ayeti kerimesinde: «Sana ganimet malla­rından soruyorlar. De ki, bu ganimetlerin bölünmesi Allah'a ve onun peygamberine aittir.» buyurulduğu üzere ganimet mallarının bölün­mesi doğrudan doğruya Hazreti Peygambere bırakılmıştır. Bir de kaibleri kazanılmak istenen Kureyş kabilesinin bazı ileri gelenlerine fazlaca mal verilmesi elbette bir sebeb ve hikmete bağlıdır. Bu ba­kımdan hiç kimsenin Hazreti Peygamberin yaptığı iş ve taksime iti­raz hakkı yoktur.

 

833- Amr bin" Avf EI-Ensari (R.A.) der ki:


Peygamber SallaUahu Aleyhi ve Sellem, Bahreyn bölgesinin ciz­ye ve haraç vergilerini toplayıp getirmek için Ebû Ubeyds bin Cer-râh'ı görevlendirmişti. Daha önce Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Bahreyn halkı ile haraç ve cizye için belli bir miktar üzerine anlaşma yapılmış ve bu bölgeye ashabın meşhurlarından Ala bin Hadremî'yi de vali tayin etmişti. Sonra Ebû Ubeyde, Bahreyn halkı­nın vergilerini toplayarak geldi. Böyle büyük bir mal ile gelişi, asha­bı kiramın Hazreti Peygamber ile namaz kıldıkları bir sabah vaktine rasladı. Ebû Ubeydenin çok fazla bir mal ile geldiğini duyan ashab-ı kiram, sabah namazını bitirir bitirmez hemen Ebû Ubeyde'yi karşı­lamağa çıktılar. Bu esnada Peygamber Saîlallahu Aleyhi ve Seîlem Hazretleri, gülümseyerek onlara şöyle buyurdu:

«Sanıyorum ki, siz, Ebû Ubeyde'nin bir şeyle (mal ile) geldiğini İşittiniz? (onun için koşuşuyorsunuz).» Onlar:,

— Evet, ya resûlallah... dediler. Hazreti Peygamber onlara: İyimser olunuz ve sizi sevindirecek (hayırlı) şeyi isteyiniz. Vallahi, sizin için korktuğum şey fakirlik değildir. Fakat sizin için tek korktuğum şey, dünyalığın, sizden öncekilere bollaştiği gibi size de bollaşması, dünyalık için rekabete düştükleri gibi sizin de rekabe­te düşmeniz ve dünyalık, onları mahvettiği gibi sizi de mahvetme-sldir.»

 

834- Abdullah bin Amr'dan  (R.A.) rivayet edilmiştir :


«Kim (haksız yere) bir zimmîyi (islâm ülkesinde güvence ile ya­sayan gayri müslimi) öldürürse, cennet kokusunu alamaz, halbuki cennetin kokusu, kırk yıllık mesafeden alınır.»

Mütercim

Bu hadîs-i şerifin görünüşteki manasına bakılırsa, emniyet ve güven altında bulunan bir yabancıyı veya zimmîjâ    öldüren kimse cennetten mahrum kalır. Fakat bu hadisin inanası, Ehli Sünnet alim­lerine göre, böyle bir suç işleyen kimse ilk cennete girenlerle bera­ber giremez ve kırk yıllık mesafeden cennet kokusunu alanlarla bir­likte bu kokuyu alamaz. Çüakü insan öldüren kimse ebedi olarak .cehennemde kalmaz. Yahud bu hadîsi şe-rif tehdit için varid olmuş­tur, denilir.

 

835- Ebû Hüreyre (R.A.) der ki :

Hayber'in fethinde bir Yahudi kadını, pişirdiği zehirli bir koyu­nu Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e gönderdi.   Hazreti Pey­gamber bunun farkına vararak ashabı kirama şöyle buyurdu : «Hayber'de ne kadar Yahudi varsa bana toplayın.» Ashab-ı Kiram da Hayber'de bulunan bütün   Yahudi'leri topla­yarak Hazreti Peygamberin huzuruna getirdiler. Hazreti Peygamber,

Yahudi'lere dedi ki:

«Gerçekten ben size bir şey soracağım, bana doğruyu söyler mi­siniz?» Yahudi'ler:

—  Evet, doğruyu söyliyeceğiz, dediler, Hazreti Peygamber onla­ra :

—  «Sizin atanız kimdir.»? diye sordular Onlar:

—  Falancadır, dediler. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem : «Yalan söylediniz, sîzin atanız falancadır,» dedi. Yahudi'ler Haz­reti Peygamberi doğrulayarak ;

—  Evet, buyurduğunuz gibi    falancadır, dediler.   Hazreti.Pey­gamber tekrar;

«Şimdi size bir şey sorarsam, bana doğrusunu söyler misiniz?»

diye sordu. Onlar :

—  Evet, yâ Ebe'l-Kasim! doğruyu söyîiyeceğiz; çünkü yalan söy­lemiş olsak, yalanımızı bileceksiniz. Az önce atamız hakkında yala­nımızı bilmiştiniz, decfiler.

Hazreti Peygamber onlara sordu :

«Cehennemlik olanlar kimlerdir?» Yahudiler dediler ki :

—  Cehennemde kısa bir müddet biz kalacağız ve sonra cehen­nemde bizim yerimizi siz alacaksınız. Peygamber   Sallallahu Aleyhi ve Sellem onlara :

«Defolun! Vallahi, cehennemde hiç bir zaman sizin yerinizi al­mayacağız» buyurdu. Sonra Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem

Yahudi'lere

«Şimdi size "bîr şey. sorarsam doğrusunu   bana söyler misiniz?»

diye sordu. Onlar ;

—  Evet, ey Ebe'l-Kasim! Sana doğrusunu söyleriz, dediler. Pey­gamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem :

«Siz bu pişmiş koyunu zehirlediniz mi?» diye sordu. Yahudi'ler :

—  Evet biz ona zehir kattık, dediler. Hazreti Peygamber sordu : ^ «Bunu niçin yaptınız, sebebi ne idi?» Yahudiler:

—  İstedik ki, yalancı iseniz, sizden kurtulmuş olalım; yoksa ger­çek peygamber iseniz bu zehir size zarar vermiyecekti. dediler.

Mütercim :

Bu etten yiyen Bişr bin Berâ, zehirlenerek öldüğünden Zeyneb adındaki bu Yahudi kadın kısas olarak idam edildi; Diğer Yahudi'le­re ceza verilmeyerek serbest bırakıldılar.

 

836- Sehl ibni Ebî Hasme (R.A.) der ki-.

Hayber fethedilip sulh yapıldıktan sonra, Abdullah bin Sehl   ile amcası oğlu Muhayyisa, hurma satın almak için beraberce Hâyber'e gittiler. Hâyber'e girdikten, sonra birbirlerinden    ayrıldılar.    Sonra Muhayyisa, Abdullah'ın bulunduğu yere varınca, onu orada kanlar içinde ölü olarak buldu. Muhayyisa, Abdullah'ı   defnettikten sonra Medine'ye döndü. Maktulün amcası Abdurrahman bin Sehl ile, amca çocukları ve Mes'ud  bin Zeyd'in oğulları Muhayyisa ve kardeşi Hu-veyyisa, bu olayı haber vermek için üçü bir arada Hazreti Peygam­berin huzuruna girdiler. Bu üç kişinin yaşça en küçüğü Abdurrah­man idi. Önce -Abdurrahman söze başlayınca-, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri ona:

«Büyüğe söz ver, büyüğe söz ver  (önce yaşı büyük olan söze

başlasın)» buyurdu. Abdurrahman sustu. Sonra Muhayyisa ile Hu-

vayyişa ayrı ayrı olayi anlattılar. Sonra Hazreti Peygamber onlara:

«Sİz katilinize yahud hasmınıza karşı hak kazanmak için. (kim

olduğuna) yemin eder misiniz?» diye sordu. Onlar:

— Biz gözlerimizle görmediğimiz halde nasıl yemin ederiz, de­diler. Sonra Peygamber Salîallahu Aleyhi ve Sellem:

«Öyle ise Yahudilerden elli kişi, yemin ederek sizden yakalarını kurtarırlar.» buyurdu. Abdurrahman, Muhayyisa ve Huveyyisa de­diler ki: — Ya Resûlallah! Biz böyle kâfir bir kavmin yeminlerini na­sıl kabul edelim. Sonra Hazreti Peygamber öldürülen Abdullah'ın diyetini (bizzat kendi malından yahud hazineden) ödedi.

Mütercim

Burada geçen öldürme olayı ile ilgili davaya İslâm hukukunda «Kasâme» denilir. Meselâ, bir köyde; üzerinde- cinayet izi bulunan bir ölü bulunduğu ve, onu kfmîn öldürdüğü bilinmediği zaman, o köy halkından ölünün velisi tarafından isimleri, bildirilen elli kişiye ye­min teklif edilir.^ Onlar: Biz onu öldürmedik ve öldüreni de bilmi" yoruz, diye yemin ederler ve suçlu ortaya çıkmazsa, ölünün diyetini vermeleri de gerekir. Fakat burada davacılar, davalı olan Yahudile­rin «Kasâme» yolu ile yeminlerine razı olmadıklarından Yahudiler üzerine diyet gerekmedi. O ölünün diyetini yüz deve olarak bizzat Hazreti Peygamber ödemiştir.

 

837- Avf bin Mâlik (Radıyallahu Anh) dan rivayet edilmiştir:

«Kıyametin önünde altı alameti say: 1) Benim vefatım, 2) Sonra Kudüs'ün fethi, 3) Sonra davarın kırılması gibi bir davar kıranın si­ze bulaşması. 4 Sonra malın çoğalması ve bir adama yüz altın veril­diği halde kırgın olarak kalması 5) Sonra bir fitnenin çıkması ve Arap evlerinden girmedik bir ev kalmaması. 6) Sonra Rumlarla ara­nızda bir sulh yapılması ve Rumların, seksen sancağın altında topla­nıp her sancağın altında oniki bin kişilik kuvvet olduğu halde ge­lerek sizi arkadan vurmaları.»

Mütercim;

Benî Asfer'in bütün kuvveti dokuzyüz altmış bin kişi buluna­caktır. Bu savaş, inşallah Balkan Muharebesi ile savulmuştur.

 

838- Enes'den iRadıyallahu Anh) rivayet edilmiştir: «Kıyamet gününde her gaddarın bir sancağı olacaktır. O sancak dikilecek (ve bir rivayete göre) onunla tanınacaktır.»[18]





[18] Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:517-553


Konu Başlığı: Ynt: Müslümanlara dua bahsi
Gönderen: Ceren üzerinde 06 Eylül 2016, 16:18:44
Esselamu aleykum.Allaha hakkiyla ibadet eden ve duasini edip duasinda israrci olan ve allahin rizasini kazanan kullardan olalim inşallah...